53. Bölüm

745 64 2
                                    

Derin Talay:
   Şeval ve Ada ile çimenlerde oturmuştuk. Ada, Şeval'in dizlerine yatmış bir şekilde elindeki telefonla uğraşıyordu. Şeval ise yanından kopardığı bir papatya ile uğraşıyordu.
   Ben aynıydım. Yanağımı ellerime yaslamıştım ve boş boş ileride belirlediğim bir noktaya bakıyordum. Aklımda tabii ki Barış vardı. Aklımda, kalbimde, her zerremde...
   Şeval bana endişeli bir bakış atıp, "Toparlansak mı artık?" dedi. "Bakın, hafta sonu oldu. Hava çok güzel. Etrafımız sakin... Ne somurtuyorsunuz, anlamıyorum ki."
   Derin bir nefes alarak doğruldum. Ada, Şeval'e bakmadan, "Tolga'nın takip ettiği kızları inceliyorum," dedi. "Çoğu akrabaymış zaten ama, güven olmaz."
   "Beğenmediklerini de çıkarıyorsun herhalde?" dedi Şeval alayla.
   Ada kendinden emin bir şekilde başını salladı. "Çıkardıklarımın neredeyse hepsi süs güzeli zaten."
   Şeval gözlerini devirmekle yetindi. Tekrar bana döndüğünde, "Derin kendine gelmelisin," dedi. "Bir toparlan artık, güzelim ya... Barış'ı düşünmekten beyin hücresi kalmadı sende yemin ederim."
   Elimi omzuma atarak boynumu esnettim. "Elimde değil. Her düşüncemin sonu Barış'a çıkıyor."
   "Çıkmasın bir tanem. Düşünme artık."
   Belli belirsiz başımı salladım. Şeval'in bakışları arkamdaki bir noktada takıldığını fark ettim ama istifimi bozmadım. Saniyeler içinde kulağımı Tolga'nın sesi doldurdu:
   "Selam kızlar."
   Ada, sevgilisinin sesini duyunca elindeki telefonu kapattı ve hızla doğruldu. "Canım!" Tolga, Ada'nın yanına gidip ona sarıldı. İstemsizce bakışlarımı kaçırmıştım. Sevgili görmeye dayanamaz hâle gelmiştim.
   Tolga'nın ardından Demir de gelip Şeval'e sarıldı. "Selam, güzelim."
   Güzelim demişti ya! Barış'tan duymayı en çok sevdiğim lâftı bu.
   Şeval, Demir'le sarılmaları bitip geri çekilince çaktırmadan beni işaret etti. Demir'in yüzü bana bakınca düşmüştü ama bunu saklamaya çalıştı. "Ne haber, ikiz?"
   Omzumu silktim. "Aynı..."
   Şeval'in, "Oha," dediğini duyunca kaşlarımı çatarak bakışlarımı onun bakıp da tepki verdiği yere çevirdim.
   Anında tüm bedenim kaskatı kesilmişti. Barış gözlerini bedenimden bir saniye bile ayırmadan yanıma geliyordu.
   Boğazımı temizleyip bakışlarımı kaçırdım. Onu umursamıyordum. İlgimi çekmemeliydi.
   Öte yandan gözlerim tekrar ona bakmak için can atıyordu ancak kendime engel oldum ve ona bakmadım.
   Tam yanıma gelip oturdu. Bunu görünce soğukkanlılıkla çimenlerde yana kaydım ve ondan uzaklaştım. Bu yaptığım yüzünü düşürmüştü, fark etmiştim.
   Şeval ortamdaki gerginliği fark edince takındığı zoraki neşeyle, "Nasılsın Barış?" diye sordu.
   Barış'ın bakışlarının ağırlığını hissetsem de dönüp ona bakmadım. "İyiyim desem inanacak mısınız sanki..." diye mırıldandı iğneleyici bir sesle. "Zaten nedense son günlerde benim söylediğim hiçbir şeye inanılmıyor."
   Eklediği imalı lâfı duyunca sinirle güldüm. "Nedense..." diye tekrarladım onun sözlerini. Hissettiğim sinir, sesime yansımıştı.
   "Belki de bazılarının güvensizliğindendir," dedi Barış imasına hız kesmeden devam ederken.
   Yüzümdeki sahte sırıtmayla Barış dışındakilere baktım. "Ah, belki de bazılarının..." Onlara bakıyor gibiydim ama sözlerimin tek odağı Barış'tı. Birkaç saniye bekleyip bakışlarımı Barış'ın bakışlarıyla birleştirdim. "...şerefsizliğindendir." Söylediğim son kelimeyi o kadar içten söylemiştim ki, bu beni epey rahatlatmıştı.
   Barış, söylediğimden sonra sertçe yutkundu. Ademelması aşağı hareket ederken buna daha fazla tahammül edemeyip omuzlarımı dikleştirdim. "Size iyi eğlenceler. Ben biraz dolaşayım." Üzerine basa basa, "Sıktı burası," diye ekledim.
   Bıkkınca ofladı. "Derin, yapma böyle."
   Sinirlerim kendini belli edince, "Ne yapmayayım?" diye bağırdım yüzüne doğru. "Ben ne yapıyorum? Tüm pisliklerin ucu sana dokunuyor, ben ne yapıyorum?"
   "Beni dinlemiyorsun," dedi sertçe. "Yargısız infaz yapıyorsun."
   "Ortada yargı mı kaldı, Barış? Gözlerime mi inanayım yoksa, sonuna kadar güvenimden soyutlanmış sözlerine mi? Her şeyi kanıtlayarak gördüm, karşıma geçmiş hâlâ yalan söylüyorsun. Tam da gözlerimin içine bakarak!"
   "Yemin ederim, çıldıracağım." Elini gergince saçlarının arasından geçirdi. "Sana komployu detaylarıyla anlattım, Derin. Daha neyi zorlaştırıyorsun, aklım almıyor."
   "Benim de aklım böyle ucuz bir numarayı nasıl yediğini almıyor." Şeval, Demir, Ada ve Tolga bizi endişeyle izliyorlardı ama tek bir müdahalede bile bulunmuyorlardı. Böylesi daha iyiydi. "Buse etrafındayken, böyle aşağılık numaraları olacağı ortadayken sen neyin peşindeydin?"
   "Lan nereden bilecektim?" dedi çaresizce.
   "Gidecektin, Barış. Buse ortama geldiği an, etrafında olmaya başladığı an o lanet olası bardan çıkacaktın. Ben senin alkol almandan bile yeterince tiksiniyordum zaten, buna rağmen evde devam etmene razı geldim. Ne geçti eline?" Yutkundum. Birden buruklaşmıştım. "Yitirilmiş bir güven, içi boşalmış bir kalp ve tüm bunları hak etmeyen bir aşk. Bitti, tebrikler."
   Barış, dediklerimden sonra susmuştu. Gözlerindeki acı dolu ifade yerini boş bakışlara bırakırken dolan gözlerimle burnumu çektim. Bakışları içime işliyordu, engel olamıyordum.
   "Her neyse..." diye mırıldandım. "Geçti gitti. Ama her şeye rağmen üzgünüm." Bakışlarımı yere çevirdim. "Seni öyle çok sevdim ki, bizi kime anlattıysam yerinde olmak istiyordu. Yazık oldu bizim aşkımıza..." Her baktığımda kalbimin atışını hızlandıran yüzüne son bir bakış attım. "Daha birkaç hafta öncesinde yüreğimi kanatlandırıp ayaklarımı yerden kesen adam; şimdi aynı yüreği cehenneme çevirdiğin için teşekkür ederim." Sesimin titremesine engel olamamıştım.
   Daha sonra kimsenin yüzüne bakmadan ayağa kalktım ve hızlı adımlarla uzaklaştım.
   Onu ömrümün en güzel mevsimi zannetmiştim; kara bulutlu bir günden farksız değildi. Olan biten buydu, inkârlar yersiz; kelimeler nefes kaybıydı.
   Bambaşka evrenlerde buluşmak için gecemi gündüzüme kattığım adam, bana evreni dar etmişti ve kalbim bu acıya dayanamıyordu. En özelinin canını acıtmaktan çekinmemişti. Şimdi ise kırık kalbimin parçaları ile yürüyordum.
   Barış'sız... Aşkım olmadan... Kimsesiz... Sadece ben ve kalbim.
   Yaptığım yanlışları durmadan yüzüme vuran iç sesim bile yoktu.
   Çaresiz aşkıyla yanıp tutuşan yüreğim ve güçsüz bedenim. Bildiğim tek şey ise, bunları hak etmediğimizdi.
   Akan gözyaşımla hıçkırdım. "Bunları hak etmedik..."
~
   "Derin, kalk!"
   Annemin sesini duymamak için başımı yastığa iyice gömüp kulaklarımı kapattım. Kalkmak istemiyordum. Sabah olsun, akşam olsun kalkmak istemiyordum. Gerçi uyku da çözüm değildi. Uykumda da Barış'ı görüyordum. Tüm bunlara rağmen sonuna kadar uyumak istiyordum.
   Fakat annem beni umursamıyordu. Perdeyi sonuna kadar açarken, "Hadi kalk," dedi. "Abin ve Demir çoktan aşağı indiler bile. Onları daha fazla bekletme, kalk."
   "Ben hastayım," diye mırıldandım boğuk sesimle. "Ben çok hastayım."
   "Hm," dedi alayla. "Eminim öylesindir. Kalk, Derin."
   "Hastayım." Bu sefer sesim yüksek çıkmıştı. "Midem bulanıyor, hâlsizim, uykum var."
   Oflayarak yanıma geldi ve elini alnıma koydu. Öylesine ateşimi ölçüp geri çekildi. "Ateşin yok, Derin. Hadi kalk."
   "Hasta olduğumda illa ki fiziksel belirti göstermek zorunda mıyım sanki ya?" İşaret parmağımla şakağıma dokundum. "Ben buradan hastayım."
   "Dersinin başlamasına on dakika kaldı. Beş dakika içinde hazırlan ve abinlerin yanına in."
   "On dakika mı?" Huysuzca başımı yastıktan kaldırdım. "On dakikada nereye hazır olup yetişeceğim anne ben?"
   "Şu anda söylenmelerinin yersiz olduğunu fark edebilirsen hızlıca hazırlanırsın ve inersin." Sanki hayatımın geri kalanı buna bağlıymış gibi sımsıkı sarıldığım yorganımı tek hareketiyle çekip aldı. "Sinirlenmeye başlıyorum ama!"
   Oflayarak doğruldum. "Tamam be, kalktım."
   Özensizce üzerime formamı giydim ve yüzüme tek bir şey bile sürmeden çantamı alıp kapıya çıktım. Ne yüzüme özenmiştim, ne saçıma... Yataktan çıkmış hâlimle gidiyordum, kimse umurumda değildi.
   Aşağı indiğimde hızla binanın önündeki arabaya binip çantamı yanıma koydum. Abim dikiz aynasından bana bir bakış atıp, "Ne o, güzelim?" dedi. "Hayırdır, ne oluyor? İyi değilsin."
   Belli belirsiz omzumu silktim. "Uykusuzum," dedim sadece.
   Abim de olayın ucunun Barış'a dokunduğunu biliyordu ama üstelemek istemiyordu. Sessiz kaldı ve arabayı çalıştırdı.
   Okula geldiğimizde onları beklemeden hızlıca sınıfa çıktım. Hocayı kapının önünde görünce adımlarımı hızlandırdım ve kıl payı ondan önce sınıfa girdim. En arka sırayı boş bulunca içimden sevinç çığlıkları atarak sıraya yerleştim. Herkesten uzaktım. Tam da istediğim gibi... Kendimle baş başaydım.
   Ada ve Şeval'in bakışları bana çevrilmişti ama umursamadım. Önümdeki deftere rastgele bir şeyler karalarken kafamda Barış vardı. Her zamandan farksız olmadan...
   Sonraki saatler de farklı değildim. Ada ve Şeval birkaç kere yanıma gelmişlerdi fakat durumuma herhangi bir etkileri olmayacağını anladıklarında beni yalnız bırakmaya karar vermişlerdi.
   Öğle arasına geldiğimizde ben hâlâ aynı pozisyondaydım. Sınıfta kalan birkaç kişinin sesinden soyutlanmak için kulaklığımı taktım ve sesi sonuna kadar açtım. Şarkı listemdeki her şarkının sözleri sanki bize yazılmış gibiydi.
   Bir elime yanaklarımı yaslayıp diğer elimle de deftere yirmi üçüncü kez Barış yazdım. Eskiden söylediğimde içimi huzur kaplayan ismi şimdi rahatsız ediyordu. Buna rağmen adını anmaya devam ediyordum. Onun adını söylemezsem çıkmazdaymışım gibi hissediyordum.
   İç sesim ise ilk defa benimle aynı fikirdeydi. Ne demişti Oğuz Atay?
   İç sesim de olmasa ölürdüm yalnızlıktan.
   Bu doğruydu. Her şeyden geçmiştim. Kendimle baş başaydım. Unutmam gereken bir yüz vardı ama lanet olası kalbim izin vermiyordu.
   Dinlediğim her şarkının sözü anılarımıza çıkıyordu. Zaten insan mutluyken şarkının ritmini, üzgünken de sözlerini dinlerdi. Aynı benim şu an yaşadığım gibi... Normalde belki de güle oynaya dinlediğim şarkılar şu an beni bambaşka yerlere götürüyordu.
   Etrafımda oluşan hareketlilikle başımı defterden kaldırdım ve sınıfı süzdüm. Birdenbire herkes ortadan kaybolmuştu. Tek bir kişi dışında... Gece mavisi irisler dışında...
   Kapının hemen önünde kollarını göğsünün üzerinde birleştirmiş bir şekilde beni izleyen Barış'ı görünce hırsla kulaklıklarımı çıkarıp ayağa kalktım. "Ne oluyor?"
   "İster zoraki; ister keyfi... Benimle konuşacaksın."
   Gözlerimi devirdim. "Daha ne kadar uzatacaksın bu saçmalığı?"
   Kollarını çözüp bana doğru bir adım attı: "Saçmalık mı? Daha birkaç hafta öncesinde bu saçmalık dediğin şey için her şeyini vermeye razıydın?"
   Omzumu silktim umursamazca. "Geçmiş geçmişte kaldı." Sesim de, yüzüm de, kalbim de ifadesizdi.
   "Bu sen değilsin," dedi inanamayarak. "Bu sözler sana ait değil, bu tepkisizlik sana ait değil. Benim Derin'im bu değil."
   "Senin Derin'in..." dedim ağır ağır. Yutkundum. "Öldü."
   Başını iki yana salladı. "Hayır."
   "İnkârların bir sonuç vermeyecek, Barış. Artık ne senin için Derin diye birisi var; ne de benim için Barış diye biri..." Soğukkanlıydım. Belki de ilk defa soğukkanlı olmak için fazladan güç sarf etmiyordum. Yaptığım hiçbir şey planlı değildi. Sözlerim acımı ortaya koymuyordu. Ne hissediyorsam öyle davranıyordum.
   "Bu kadar kolay mı yani?" Bana doğru büyük bir adım attı ve tam karşıma geldi. "Verdiğimiz onca emeğin sonu bu mu? Böyle aptal bir yanlış anlaşılma yüzünden bitirecek misin bizi?"
   "Çoktan bitirdim," dedim. Bunu söylerken sesim titremişti. Çünkü yalandı. Bitirememiştim. Bitirseydim böyle olmazdı.
   "Yalan söylüyorsun." Gece mavisi irisleri gözlerimin en derinlerine kadar süzüldü. "Gözbebeklerin titriyor. Parmaklarınla oynuyorsun, çünkü soğukkanlı olmak için ayrı bir uğraş veriyorsun ve bunu bozmamak için kendini sıkıyorsun."
   Kendimi zorlayarak, "Yanılıyorsun," dedim. "Tüm bu saydıklarını soğukkanlılığımı korumak için değil; kendimi bırakmamak için yapıyorum. Çünkü eğer kendimi bırakırsam..." Titrek bir nefes aldım. "...eğer kendimi bırakırsam..." diye tekrarladım. "Bir daha asla duramam. Ağlarım... Boğazım yırtılana kadar hıçkırırım, aynı geceleri yaptığım gibi... Sesim daha da kısılır, gözümü tavana dikip aralıksız ağlamalarımın verdiği sonuç gibi... Gözlerimin altı daha da morarır, aynaya bakmaktan çok daha fazla korkarım." Söylediklerimden sonra yüzü acıyla çarpılmıştı. Bunu umursamayarak ekledim: "Kendimi bırakırsam ölürüm."
   Birkaç dakika ortamda sükunet asılı kaldı. Gözlerimiz konuştu. Sanki mavileri yalvarıyordu. Geri kalan hayatı bana bağlıymış gibiydi...
   En sonunda, "Bunu bize yapma," dedi. "Bana böyle bakma. Benden..." Durdu. Daha sonra acıyla, "...nefret ediyormuşsun gibi..." dedi. "...davranma."
   Boğazıma oturan yumruyu göndermek için yutkundum. "Kendimden nefret ediyorum."
   Gözlerini kapattı. Yüzüme bakmaya dayanamıyordu.
   "Neden biliyor musun?" diye devam ettim. Ondan cevap beklemeden, "Çünkü anlamadım," dedim. "Bu kadar kusursuz bir şey yaşamamızın altından bir şey çıkacağını anlamadım. Bu kadar güzel sevmem aykırıydı ama ben bunu anlamamak için inatla direndim. Çok masum sevdim ben seni... Gözlerine baktığımda bile suçluluk duyacak kadar sevdim seni... Bir diğer yandan da eğer gözlerine çok bakarsam bu rüyadan uyanacakmış gibi hissediyordum. Ben seni çok sevdim, Barış. Sevdim be! Gerçekten çok sevdim." Bakışlarımı kaçırdım. "...ve seni ne kadar sevdiysem... bir o kadar da... pişman oldum."
   Acıyla, "Devam etme," dedi. "Dayanamıyorum."
   "Susmayacağım," diye mırıldandım. "Bu zamana kadar çektiğim acılar boşa gitmeyecek. Biraz da senin canını yakacağım. Ben seni sevmemin pişmanlığı altında ezilirken sen de acı çekeceksin." Onu omzundan geriye ittim. "Bizi bu hâle sen getirdin!"
   Tek bir tepki bile vermedi. Ne beni engellemeye çalıştı, ne de bir şey söyledi. Tepkisiz kaldı.
   "Neden yaptın bunu, neden?" Gözyaşlarım fütursuzca yanaklarımdan aşağı süzülürken hıçkırdım. "Rüyamı kâbusa çevirmek zorunda mıydın? Neden bu şekilde yaptın, bizi neden böyle bitirdin?"
   "Köpek gibi pişmanım, Derin. Seni buna inandırmam için ne yapmam gerek?"
   Hiç düşünmeden cevap verdim: "Karşıma çıkma."
   Başını iki yana salladı. "Bunu benden isteme."
   Burnumu çekip, "Defol hayatımdan," dedim. "Karşıma çıktıkça yarama tuz basıyor gibi oluyorsun, anla bunu."
   "İzin vermiyorsun ki, yaralarını sarayım."
   "Yaralarımın ilacı sen değilsin, Barış."
   Öfkeyle içine derin bir soluk çekti. Kendini sakin kalmaya zorluyordu. "İşleri zorlaştırmaktan ne zaman vazgeçeceksin? Bu şekilde bir yere varamıyoruz, ikimiz de acı çekiyoruz. Neden kendini benden uzak durmaya zorluyorsun?"
   Dudaklarımı ıslattım. "Çünkü doğru olan bu."
   "Değil," dedi üzerine basa basa. "Doğru olan tek şey, biziz. Etrafımızda olan çoğu yanlışa inatla biz doğru olanız. Ben sensiz bir hiçim, Derin. Sen de aynı şekilde... Ne kadar daha uzayacak bu?"
   Gözyaşlarım akarken hıçkırdım. Söyledikleri kırık kalbimi paramparça etmişti. Sessiz kaldım. Ona olumsuz bir şey söylemeye yüreğim izin vermiyordu. En azından şu an durum buydu. Gözlerindeki ifade içimin sızlamasına neden olmuştu.
   Çaresizliği elle tutulur derecede olan bir ses tonuyla, "Affet beni, en derinimdeki Derin Talay..." dedi. "Gündüzü unuttum sensiz. Gel be güzelim... Tekrar gel bana. Ben seni özledim..."
   Dudaklarımdan istemsizce, "Ben de özledim..." sözleri döküldü. Barış bunu duyunca sanki omuzlarından büyük bir yük gitmiş gibi nefesini bıraktı.
   "İşte bu cümle, benim kızıma ait."
   Bakışlarımı ayakkabılarıma indirdim.
   "Gel buraya," dedi. Söylediği iki kelimeden sonra ben tepki veremeden beni kendine çekti ve bana sımsıkı sarıldı.
   Onu itmem gerektiğinin farkındaydım. Hatta geri çekildikten sonra belki de tokat atmalıydım ama bunların hiçbirini yapmadım.
   Tek bir şey yaptım; sarılışına karşılık verdim.
   Bu hareketimden sonra saç diplerime bir öpücük bıraktı ve beni kendine daha da çok çekti.
   Uzun zamandır özlediğim kokusunu doyasıya içime çektim. Bunun yanlış olduğunu bas bas bağıran iç sesimi umursamayarak kendime daha da çok çektim. Belki de son sarılmamızdı bu...
   Tadını çıkarmalıydım. Onsuz kalacağım günler için ön hediyeydi bu.
   Doyasıya kullandım ve sanki hiç bırakmayacakmışım gibi sarıldım sevdiğime....

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now