66. Bölüm

584 47 1
                                    

   Aynada kendini süzmeyi bitiren Şeniz'e bakarak gülümsedim.
   Giydiği kırmızı hoş bindallı, hafif maşa yaptırdığı saçı ve onu daha da güzel gösteren makyajıyla karşımda adeta bir prenses gibi süzülüyordu.
   "Çok güzel oldun," dedim büyülenmişçesine.
   Gülümseyerek karşılık verdi. Elini bana doğru uzattı. Tebessümüm genişlerken elimi eline bıraktım.
   Ada, Şeval ve bana baktı tek tek. "Hepinize ne kadar teşekkür etsem az. Her anımda yanımda oldunuz, eksikliklerimde yardımcı oldunuz... Gece gündüz demeden sürekli çabaladınız. Sizi çok seviyorum."
   Şeval ve Ada gülerek yanımıza geldiler. Ada, "Biz seni çok seviyoruz," dedi. "Hem sen olmasan bu eğlenceyi kim, bize nerede yaşatırdı; bir düşün."
   Şeniz kıkırdadı. "Size de eğlence çıktı, öyle değil mi?"
   "Kesinlikle," diyerek lâfa girdim. "Çok eğlendik ve düğün gününe kadar da eğlencemizin ardı, arkası kesilmeyecek."
   Şeniz başını salladı. "Hadi hayırlısı. Güzel günler yakında..."
   Tam o sırada kuaför kapısı açıldı. Hepimizin bakışları oraya döndüğünde gelenin Aybüke olduğunu gördüm. Bizi fark edince gülümsedi. Elbette kınaya o da davetliydi. Şeniz ile geçen günlerde tanışmışlardı ve çok da iyi anlaşmışlardı. Biz teklif etmeden Şeniz, onu çağırmamızı istemişti.
   Aybüke'yi süzdüm. Üzerinde beyaz askılı, hoş bir bluz ve altında ise dizlerinin hemen üzerinde biten siyah, tüllü bir etek giymişti. Tülleri çocuksu olmaktan çok, tam yaşına uygundu. Ayağındaki siyah hafif topuklu ayakkabılar çok hoşuma gitmişti.
   Ona doğru bir adım attım. "Hoş geldin!" diye cıvıldadım neşeyle.
   Bana ayak uydurarak, "Hoş buldum!" dedi. Benim gibi, kelimesini uzatmıştı.
   Hemen arkamdaki Şeval, Ada ve daha sonra da bana baktı. Daha sonra beğeniyle, "Çok güzel görünüyorsunuz," dedi. Şeniz'e döndü. "Tek kelimeyle şahanesin, gözlerimi alamadım."
   Şeniz'in yüzüne minnettar bir tebessüm yayıldı. "Çok teşekkür ederim. Sen de çok hoş görünüyorsun."
   Şeval elindeki telefondan Ada ile fotoğraf çekilmeye başlamıştı. Aybüke'ye bakıp, "Teşekkür ederiz, sen de öylesin," dedi. Ada da teşekkür etti.
   Şeval ayak bileğinin hemen üstünde biten bordo renk bir abiye giymişti. Elbisenin kolları ince askılıydı ama buna rağmen ağır bir elbiseydi. Altında elbisenin boyunu bir tık yukarı almak için hafif topuklu bir ayakkabı vardı. Saçını düzleştirip beyaz, küçük bir taç takmıştı. Düz saç ona acayip yakışmıştı. Elbisesine uygun, absürt kaçmayacak bir makyajla kusursuz görünümüne sahip olmuştu.
   Ada ise Tolga ile en sonunda ortak bir karara varabilmişti. Kına gecesinin temasına uygun olarak koyu kırmızı bir abiyede karar kılmışlardı. Elbisenin boyu aynı bizim gibi, yere değmesine birkaç santim kala bitmişti. Ayağına giydiği topuklu siyah ayakkabı ile elbise bir ahenk oluşturmuştu. Sarı, uzun saçlarını maşa yaptırmıştı. Bizimkilere oranla daha ağır bir makyaj yaptırmıştı.
   Ben ise Barış'ın seçtiği siyah elbise içinde kendimi masal prensesi gibi hissediyordum. Bunun sebebi, elbise değil; elbiseyi Barış'ın seçmesiydi. Yine Barış ile beraber seçtiğimiz koyu kırmızı topuklu ayakkabılar boyumda en az birkaç santim fark yaratmıştı. Ayakkabımın önü kapalı, yaşıma uygundu. Saçıma ise düz fön çektirmekte karar kılmıştım. Omzumdan aşağıya sarkan saçlarımın tepesine elbisemle renk uyumu oluşturan kırmızı bir taç takmıştım. Makyajımı da kızlara ayak uydurmuş, onlara bırakmıştım. Sonuç itibariyle aynadaki yansımam hoşuma gitmişti.
   Hepimiz hazırdık.
   Şeniz'in çalan telefonuyla herkes ayaklanmıştı. Arayanı görünce bize başını salladı. Annesi arayınca kuaförden çıkacaktık. Salonun hazırlıkları onlara bağlıydı.
   Kısa bir telefon konuşmasından sonra ayağa kalktı. "Salon hazır, herkes bizi bekliyor."
   Şeval heyecanla ellerini birbirine vurdu. "Harika!"
   Telefonumu kontrol ettim. Barış'tan herhangi bir arama yoktu. Tolga ve Barış arabayla gelip bizi alacaklardı. Kınanın olacağı salonun önünde de bırakacaklardı.
   Kızlar hazırlanırken telefonumu aldım ve kuaför salonundan çıktım. Yüksek sesli müzikten dolayı telefonla rahat konuşamazdım. Hızlı aramalardan Barış'ı bulup telefonu kulağıma götürdüm. Üçüncü çalışta açmıştı.
   "Efendim güzelim?"
   Güzelim kelimesini her söylediğinde içim kıpır kıpır oluyordu. İstem dışı yüzüme yayılan gülümseme ile, "Güzelinim..." diye tekrarladım.
   Telefonun diğer ucunda güldüğünü hissetmiştim. "İyi misin?" diye sorarken sesi muzip çıkmıştı.
   Şapşallığımın farkına varınca boğazımı temizleyerek toparlandım. "Aman..." dedim. Sesimi normal tonuna getirdim. "Neredesiniz? Salonun önünde arabanı göremedim."
   "Kuafördesiniz, değil mi hâlâ?"
   O görmese bile başımı salladım. "Evet, kuafördeyim... Kuafördeyiz. Ceyda teyze aradı, bizi bekliyorlar. Siz nerelerdesiniz?"
   Kısa bir an ses gelmedi. Daha sonra, "On dakikaya oradayız," dedi.
   "Peki, uzatmayın süreyi."
   "Tamam, bebeğim. Hadi kapatıyorum."
   "Tamamdır, bekliyoruz."
   Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. İçim huzursuzdu. Bunun nedeni, hâlâ kesin olarak bekarlığa veda saçmalığından vazgeçmemeleriydi. Kızlar olarak net bir şekilde izin vermesek bile erkeklerin üstünlük koymalarından korkuyorduk. Biliyorduk ki, eğer öyle bir durum olursa onları engelleyemezdik. En fazla trip atar, o gece bir şeyler yaşanırsa da ayrılarak tepkimizi belli edebilirdik. Ama sonuç olarak o gece gerçekleşmiş olurdu.
   Ofladım. "Sinir oluyorum sana, Barış Erez..." diye söylendim kendi kendime.
   Kuaförün kapısını açıp içeri doğru başımı uzattım. Anında hepsinin bakışları bana dönmüştü.
   "Barış ile konuştum, on dakikaya burada olacaklarmış."
   Ada başını salladı. "Peki." Fotoğraf çekiyorlardı.
   Şeval bana elindeki telefonu işaret etti. "Sen de gelsene, fotoğraf çekiliyoruz."
   Başımı iki yana salladım. "Siz takılın. İçerisi sıktı beni, erkekler gelene kadar hava alayım."
   "Sen bilirsin, kuzum." Şeval bana uzaktan öpücük attı. Ona gülümseyerek karşılık verip kapıyı arkamdan kapattım.
   Ellerimi göğsümün üzerinde birleştirip etrafı izlemeye başladım. Kuaför, pek işlek bir caddede değildi. Aynı zamanda elit bir yerdi. Önümden geçen arabalar hep markaydı. İnsanlar da bakımlı ve göz alıcıydı.
   Bu yüzden üzerimdeki elbiseyle dikkat çekmiyordum.
   İleriden gelen bedenin sahibini fark edince gülümsedim. Eren, saçlarımızı yaptıktan sonra markete kaçmıştı. Şimdi de elinde poşetlerle tekrar salona dönüyordu. Beni görünce adımlarını hızlandırdı.
   Yanıma geldiğinde, "Selam," dedim. "Yine ben."
   "Selam." Etrafına bakındı. "Siz hâlâ burada mısınız?"
   Başımı kaşıdım. "Erkeklerin işi uzamış. Biz de geç kaldık biraz."
   Gülümsedi. "Sorun yok. Seni tekrar görmek güzel."
   "Aynı şekilde seni de..." dedim.
   Beni beğeniyle süzdü. "Çok hoş görünüyorsun."
   Gülümsemem çekingen bir gülüşe döndü. "Teşekkür ederim."
   "Umarım sen de memnun kalmışsındır."
   "Kesinlikle," dedim hızlıca. "Hatta tam anlamıyla bayıldım diyebilirim. Hem çok sade, hem de çok şık görünüyorum ve bunu sadece sana borçluyum."
   Çapkın bir sırıtışla göz kırptı. "Model güzel olunca gerisi kendiliğinden geliyor zaten." Bu söylediğini asla yanlış anlamamıştım. Onunla sohbet ettiğim zaman zarfında iyi niyetini de çok iyi anlamıştım. Bana abim gibi yaklaşıyordu ve hiçbir kötü düşüncesi yoktu. Bu güveni bana kendisi vermişti.
   Kuaförün içeriyi hafif gösteren camına bir bakış attı. "Umarım diğerleri de beğenmiştir kendilerini."
   Anında başımı salladım. "Hepsi tek kelimeyle bayıldı diyebilirim. Ellerinize sağlık, harika bir iş çıkardınız."
   Önemli değil, dercesine başını salladı.
   Hemen önümüzde duran araba ile bakışlarımı o tarafa çevirdim. Araba, Tolga'nın arabasıydı. Arkasında da Barış'ın arabası vardı.
   Gözlerimi devirdim. Arabadan hışımla inip bize doğru gelen Barış'ı durdurmak için bir adım öne gittim.
   Beni bileğimden tutup kendine doğru çekti. Ayaklarıma dolanan eteklerim yüzünden düşmekten son anda kurtarmıştım.
   Eren, Barış'ın huyunu artık çözmüş olduğu için bozuntuya vermedi. "Sakin ol, sadece konuşuyorduk."
   Barış'a alttan bir bakış attım. Bu bakışımı fark edince derin bir nefes aldı. Başını salladığını görünce rahatlayarak nefesimi bıraktım. Neyse ki uzatmamıştı.
   Eren bana son bir bakış atıp salona girdi. Barış ile yalnız kalınca, "İlerleme var," dedim. Anlamayan bakışlarını görünce güldüm. "Anlamadan, dinlemeden yargısız infaz yapmak yerine hiç yoktan sessiz kaldın. Bu da bir şey."
   Boş konuştuğumu belli edercesine gözlerini devirdi.
   Konuyu değiştirmek adına ellerimi eteklerime koyup iki yana açtım. "Nasıl olmuşum?"
   Beni süzdü. Bakışlarındaki ifadesizliğin yerini bir nebze beğeni alınca istem dışı mutlu oldum. Gece mavisi irisleri tekrar gözlerimi buldu. "Fena olmamış," dedi. Güzel olmuşsun, diyemiyordu tabii...
   Sanki çok büyük bir iltifat almışım gibi gülümsemem genişledi. "Beğenmene sevindim."
   "Unutma, elbiseyi ben seçtim. Muhtemelen ondan hoş olmuşsundur."
   Dudaklarım aralandı. Kaşlarımı kaldırarak, "Elbiseyi sen seçmiş olmasaydın çirkin olacaktım yani, öyle mi?" diye sordum.
   Sırıttı.
   Sinirle omzuna vurdum. "Çık git! Ben Tolga ile gideceğim. Bana çirkin diyen bir adamın arabasıyla değil."
   Tek kaşını kaldırdı. "Adam?" diye tekrarladı söylediğim kelimeyi. "Sevgilin olmasın o..."
   "Vallahi bana çirkin diyen bir adam sevgilim olabilir mi, hiç emin değilim."
   "O tren kaçtı, güzelim. İlan-ı aşk edip de ilk adımı atan sendin, hatırlatırım."
   Dudaklarımı büzdüm. Ne yazık ki doğru söylüyordu. "Evet yaptım öyle bir halt." 'Halt' derken kelimeyi bastırarak söylemiştim.
   "Ben halt falan bilmem. Yaşananlar gerçek miydi? Fazlasıyla gerçekti." Sırıtışı genişledi. "Konu kapanmıştır."
   Yüzümü buruşturdum. "Çok biliyorsun zaten."
   Eğilerek yanağıma bir öpücük bıraktı. "Şaka yapıyorum, güzelim."
   Eklediği sıfatla tüm sinirim yatışmıştı. Yüzüme hafif bir tebessüm yayıldı. "Hadi hadi affettim, yalvarma."
   Başını iki yana salladı. "Ne demezsin..."
   Arkamdaki kapıdan kızlar çıkınca arabanın yanında sigara içen Tolga yanımıza geldi. Kısaca görünümlerimiz hakkındaki muhabbetten sonra arabalara yöneldik.
   Barış'ın arabasına ben ve Şeval bindik. Şeniz ile Ada da Tolga'nın arabasıyla gidecekti. Ulaş abinin işleri olduğu için bizim yanımıza gelememişti. Aybüke ise abimi bekleyecekti. Bölünmüştük ama herkes tek bir yerde toplanacaktı zaten.
   Arabaya bindikten sonra eteklerimizi düzeltmek için beş dakika harcamıştık. En sonunda yerleştik.
   Yola çıktığımızda Barış hâlâ sırıtıyordu.
   Gözlerimi devirirken, "Ne gülüyorsun sen hâlâ?" diye sordum.
   "Etekleriniz rahat mı?" Attığı kahkahayı görünce dayanamayarak ben de kıkırdadım.
   Şeval'e döndüm. "Demir'den haber var mı?"
   Elindeki telefondan başını kaldırmadan, "Ulaş abinin yanındaymış," dedi. "İşlerle uğraşıyorlarmış."
   Önüme döndüm. "Ne bu işler, anlamadım ki."
   Barış, "Düğün salonları son anda ayarlanmıyormuş," diyerek bana cevap verdi. "Bugünlerde salon bakıyorlar, dibine kadar dolu. Aynı zamanda kıyafet işleri gibi boş işler..."
   "Sen de onların yanında mıydın?" diye sordum.
   Başını salladı. "Oradaydım, daha sonra da Özgür abinin yanına gittim."
   Kaşlarımı çattım. "Özgür abinin yanında ne işin vardı?"
   Bana muzip bir bakış attı. Ama sessiz kaldı. Bunu görünce şüphelerim artmıştı.
   "Barış," dedim ama bana dönmedi. Bunu görünce sesimi yükselttim: "Hey!"
   "Bilmesen daha iyi, güzelim."
   Aklıma bu gece gelince anında doğruldum. "Hayır!" Bekârlığa veda gecesi meselesi yine su yüzüne çıkmıştı. "Barış, hayır. Biz bu konuyu konuştuk."
   "Hatırlarsan sadece konuşmuştuk. Belli bir karara vardığımızdan emin değilim."
   Pislik gibi sırıtıyor ve bilmiş bilmiş konuşuyordu. "Barış, hayır."
   "Güzelim sen bana güvenmiyor musun?"
   Duraksadım. "Güveniyorum..." Omzumu dikleştirdim. "Ama konumuz bu değil."
   Bana yandan alaylı bir bakış attı. "Bana değil, çevreye mi güvenmiyorsun yoksa?"
   Gözlerimi devirdim. "Sevgilimin, abimin, ikizimin ve eniştelerimin deli gibi sarhoş olup onları pişman edeceğimiz hareketler yapmalarını istemiyorum."
   Islık çaldı. "Haşin kızım benim."
   Dişlerimin arasından, "Barış!" diye tısladım.
   "Güzelim, biz sarhoş olmuyoruz. Demir'i de yaşı tutmamasına rağmen araya torpille içeri girdireceğiz. Onun içmesine zaten müsaade etmeyiz. Ortamda zannettiğiniz gibi dansöz, kız olmayacak. Ne diye bu telaş?"
   "Barın içinde hiç mı kız olmayacak? Taş gibi beş tane erkek bara gidecek, yanları boş olacak ve bazı tiplemelerin içine rahatlıkla giren kızlar o erkekleri yalnız bırakacak, öyle mi?" Sahte bir şekilde güldüm. "Ne inandırıcı(!) gerçekten."
   Direksiyonu sağa kırdı. "Çenen düştü yine."
   "Barış." dedim üzerine basa basa.
   "Biz ne yaptığımızı biliyoruz, Derin. Boşa stres yapmayın, eğlenmenize bakın."
   "Ben açık yakalı elbise giyemiyorum ama beyefendi dilediği gibi bekârlığa veda gecesi adı altında barlarda sürtebiliyor. Yok öyle dünya!"
   Sırıtışı genişledi. Bu, sinirimi daha da yükseltti. Resmen sinirimden keyif alıyordu.
   Araba birden durunca önüme döndüm. Yol, tartışmayla geçmişti ve şu an kınanın olacağı salona gelmiştik. Kapının önünde Ceyda teyzeyi görünce Barış'a baktım. "İnme." Eğer inerse Ceyda teyzenin karşısında tartışamazdım, arabada konuşursak siyah cam olduğu için göremezdi.
   Bakışlarımı takip edip neyden bahsettiğimi anlamaya çalıştı. Sebebi çözünce nefesini bıraktı. Şeval çoktan arabadan inmişti.
   "Ne konuşacağız, Derin? Daha fazla tartışmak istemiyorum."
   "Ben de tartışmadan beslenmiyorum ama bu konuyu bir çözüme kavuşturmadan gitmeyeceğim."
   "Bir çözüm yok. Konuştukça konu uzayacak, tartışma büyüyecek. Yine olumsuz ayrılan biz olacağız."
   Tam arabadan inmeye yeltenmişti ki kolundan tutarak onu durdurdum. "Bara gitmeyeceğini söylesen ölürsün, değil mi? İnat yapan sensin şu anda."
   "Derin, ben sürekli bara gidiyorum. Bugünün girdiği kalıp yüzünden engel olmaya çalışıyorsun ama bizim için herhangi bir farklılık olmayacak. Gideceğiz, biraz kafa dağıtacağız. Siz de o sırada buradaki geceyi bitirirsiniz. Hep beraber sahile ineriz, bu kadar. Plan bu."
   "Barış-" Engel olmama izin vermeden arabadan indi ve kapıyı arkasından kapattı. Boş arabada içimi dökmek adına çığlık attım. Önümdeki araba konsoluna bir yumruk attım. "Gıcık!" Sanki bu yer Barış'mış gibi daha sert bir yumruk attım. "Gıcık! Sinir! Pislik!"
   Derin bir nefes aldım. Bir nebze sakinleştiğime ikna olduktan sonra boğazımı temizledim ve arabadan indim.
   Barış, Ceyda teyzenin yanındaydı. Sanırım son gelişmeleri konuşuyorlardı. Yüzüme kondurduğum gülümseme ile onların yanına gittim. Ceyda teyze beni fark edince beğeni dolu bir ifadeyle görünüşümü süzdü.
   Büyülenmişçesine, "Harika görünüyorsun Derin'ciğim," dedi.
   "Teşekkür ederim Ceyda teyze."
   Kapının önünde telefonla konuşan Şeval'e bir bakış attı. "Bugün kızlarımız pek güzel. Gözüm gönlüm açıldı. Maşallah size."
   Barış'a olan sinirimi unutarak, "Siz de çok güzel görünüyorsunuz," dedim. Kırmızı bir elbise giymişti. Saçlarını arkadan şık bir topuz yaptırmıştı.
   "Sizin yanınızda sırıtmak istemedim."
   Kıkırdadım. "Emin olun, bizi bile gölgede bırakırsınız siz."
   Söylediklerim onu neşelendirmişti. Yavaşça koluma dokundu. "Deli kız seni." Barış'a baktı. "Sağ ol, oğlum. Ben şimdi içeri geçeyim."
   Barış başını salladı. Büyüklerinin yanında anında saygılı, efendi bir kimliğe bürünüyordu. Ve ne yalan söyleyeyim, bu hoşuma gidiyordu. Nerede, nasıl davranacağını biliyordu. "Şeniz ve Ada da bir arkadaşımın arabasıyla gelecekler. Herhangi bir sorun yok, siz merak etmeyin."
   Ceyda teyze başını salladı. "Tamam, oğlum." Gözü, arkada bir noktaya takıldı. "Ah, Özlem de geldi. Ben onun yanına gideyim."
   Tekrar yalnız kalınca Barış'a baktım. "Arabadaki konuyu tekrar açmamak üzere kapatıyorum." İşaret parmağımı tehdit edermiş gibi ona kaldırdım. "Bu gece uslu durun, Barış Erez ve arkadaşları."
   Ona kaldırdığım parmağımdan tutup elime bir öpücük bıraktı. "Eğlen, güzelim. Dilediğin gibi eğlen."
   Kıkırdadım. "Eğleneceğim." Daha sonra ciddileştim. "Sen eğlenme. Gidin, oturun bir parka. Ama sakın bara gitmeyin."
   Etrafı kolaçan edip hızlıca eğildi ve yanağıma bir öpücük bıraktı. "Gitmem gerek. Yoksa annemin radarına yakalanacağız ve bunu istemiyorum."
   Gülerek, "Tamam tamam," dedim. "Dikkat et. Seni seviyorum."
   "En derinimdeki Derin Talay..."

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now