25. Bölüm

1.1K 89 1
                                    

   Anıl sinirli bir soluk alıp Ekin'e döndü. "Defol."
   Ekin kaşlarını çatarak yanımıza geldi. Beni analiz eden bakışlarıyla süzdükten sonra omzunu dikleştirdi. "Anlamadım?"
   "Defol, diyorum. Konuşmamız bitmedi, üçüncü şahıslardan hoşlanmam."
   "Zorluk çıkarma," dedi Ekin, Anıl'ı umursamayarak.
   Anıl gözlerini devirdi. "Zorluk çıkarırsam babana şikâyet edip beni okuldan mı attırırsın, küçük bey?"
   Ekin rahatça omzunu silkti. "Hayır, kendim hallederim."
   "Lan bir git işine!" Anıl sinirle Ekin'i omuzlarından geriye itince kolunu tuttum onu durdurmak istercesine.
   Anıl kulağıma eğildi. "Konuşmamız bitmeden buradan çıkmana izin vermeyeceğim. Bu arkadaşı da bir an önce göndermezsen güç kullanmak zorunda kalacağım."
   Yutkundum. Ekin'e baktım. "Gitmelisin."
   Başını iki yana salladı. "Gitmeyeceğim. Boşa uğraşma."
   "Kendi kendime halledebilirim. Yardım etmeye çalıştığının farkındayım, çok minnetarım, teşekkürler. Fakat gerçekten halledebilirim."
   Kuşkulu bakışları Anıl ve benim üzerimde gezdi. Daha sonra nefesini bıraktı. "Pekâlâ... Dikkat et." Ve spor salonundan çıktı.
   Anıl bana döndü. "Nerede kalmıştık?"
   "Hiçbir yerde," dedim. "Ben gidiyorum. Daha fazla beni korkutmana izin vermeyeceğim."
   Tam yanından geçecekken kolumdan tutarak beni durdurdu. Bakışlarını takip edince boynumda asılı duran kolyeye baktığını gördüm. Barış'ın hediye ettiği kolyeye...
   "Bu kolye nereden çıktı?" diye sordu kaşları çatılırken.
   Aceleyle kolyeyi formamın içine koyarak gizledim. "Hiç... Dolapta buldum, taktım." Neden ona yalan söyleme ihtiyacı duymuştum ki?
   "Özel bir kolyeye benziyor." Tek kaşını kaldırdı. "Umarım beni kandırmıyorsundur, Derin."
   "Neden seni kandırmak gibi bir amacım olsun? İnanıp inanmamak senin elinde, ben karışmam."
   "Derin-"
   "Sen bana neden karışmaya çalışıyorsun?" diye sordum sözünü keserek. "Bu yaptıklarının herhangi bir amacı var mı?"
   "Seni istiyorum, Derin."
   İşte bu sözlerden nefret ediyordum. "Beni isteyemezsin, ben mal değilim. Sahip olabileceğin bir eşya değilim. Seni istemediğim sürece beni kendine mecbur bırakamazsın."
   "O hâlde kendi rızanla bana gel." Bana doğru yaklaştı. "Söylediklerimi yap."
   "Ben köle veya kukla olmadığım için beni dilediğin gibi yönetemezsin. Ne istersem onu yaparım." Ses tonum kararlıydı.
   "Ne oluyor bakayım orada?"
   Sert bir erkek sesiyle kendime geldim ve bakışlarımı spor salonunun kapısına çevirdim. Beden hocasının sinirli bakışlarıyla karşılaşmayı beklemiyordum.
   Hoca sertçe konuştu: "Size soruyorum! Ders başladı, ne yapıyorsunuz burada?"
   Anıl nefesini bırakıp hocaya döndü. "Kendinizi üzerimizde ispat etme çabanız şu an geri tepecek gibi duruyor." Neyine güveniyordu bu?
   Hoca kaşlarını çattı. "Saygısızlık yapma."
   Anıl'ın konuşmasına fırsat vermeyerek, "Kusura bakmayın," dedim. "Salondayken zilin çaldığını duymamışız. Hemen geçiyoruz derse."
   Hocanın kötü bakışları altında ezilirken koşar adımlarla spor salonundan çıktım. Hemen arkamdan gelen Anıl salonun kapısını kapattı.
   "Sen neyine güvenerek hocaya dikleniyorsun yahu? Beni de kendinle beraber yakacaktın."
   "Bu kadar korkmanı gerektirecek bir konumu yok o adamın."
   "Korkmuyorum, sadece hocaya saygısızlıktan disipline gitmek istemiyorum."
   "Hafif aile baskısı kokusu mu alıyorum sanki?"
   Kaşlarım çatıldı. "Saçmalama. Kendim için diyorum. İleride hiçbir sebep olmadan bilgilerimde lise disiplini görülmesini istemem. Buna gerek yok."
   Biraz ileriden Şeval'in bize dogru geldiğini görünce omzumu dikleştirdim. "Bak, sevgilin geliyor."
   Anıl, dediğimi duyunca bakışlarımı takip etti ve Şeval'i fark etti. "Evet, o konuyu da seninle bir ara konuşuruz. Kukla mısın, orasını bilmem fakat arkadaşlarının hayatı bana bağlı. En sevdiğim şey, bana âşık olan insanların duygularıyla oynamaktır."
   "Sadist olduğun o kadar belli ki. Kırk metre öteden bile anlaşılır."
   Güzel bir iltifat almış gibi gülümsedi. "Teşekkür ederim."
   "N'aber?" dedi Şeval yanımıza ulaştığında.
   "İyidir, güzelim." Anıl anında iyi rolüne bürünmüştü. Bu maskenin altına gizlediği kötü çocuğu ise bir tek ben biliyordum. Bu hâline gözlerimi devirdim. Kelime anlamıyla iğrençti.
   Şeval tereddütle, "Ne konuşuyordunuz?" diye sordu. "Rahatsız etmedim umarım?"
   "Konuşmuyorduk," dedim Anıl'a fırsat bırakmadan. "Ben gideyim, siz daha rahat konuşursunuz."
   Tam gidecekken Anıl'ın ima dolu sarf ettiği cümle atacağım adımın havada kalmasına neden oldu.
   "Çizdiğin siyah kelebek bana bir yerden tanıdık geliyor, Derin. Hem de çok yakından... Bilmem, anlatabildim mi?"
   Bir şey söylemeden afallamamı kenara attım ve bahçeye çıktım. Soğuk hava yüzüme çarparken kafamda söylediklerini tartıyordum.
   Siyah kelebek; Şeval'di. Eğer onun dikine gidersem Şeval'in hayatını bir kelebek gibi aniden bitirebileceğini söylemişti. Hayatı siyaha dönecekti Şeval'in. Anıl beni, Şeval'in zarar görmesi üzerinden tehdit ediyordu. Açık noktamı bulmuştu vuruyordu tabii ki. Hem de nasıl vuruyordu!
   Etrafta pek kişi yoktu. Herkes dersteydi. Bir tek aşağı banklarda oturan üç erkek vardı, onun dışında bahçe bomboştu.
   Okula tekrar girdim. Etraftaki seslerden zilin çalmak üzere olduğunu anlayabiliyordum.
   Barış'ın sınıfının olduğu kata gelip hemen yanımdaki duvara yaslandım ve zilin çalmasını beklemeye başladım. 12. Sınıfların olduğu bu katta pek ders işlenmiyordu. Genel olarak etüt tarzı devam ediyorlardı döneme.
   Bir sınıfın kapısı açılıp içeriden öğrenciler teker teker çıkmaya başlayınca zilin çalmasına saniyeler kaldığını anlamıştım. Az bir zaman geçtikten sonra koridoru çalan zil doldurdu. Sınıflar boşalırken ben de doğruldum ve abimlerin sınıfının kapısının açılmasını bekledim.
   O sınıftan çıkan ilk kişi bu derse giren hocalarıydı. Çoğu kişi çıksa da gözlerim aradığı kişiyi bulamamıştı henüz.
   Abimin ve Tolga'nın çıktığını görünce kenara sindim ve beni görmemelerini sağladım. Beni burada görürlerse şüphelenebilirlerdi.
   Onların arkasından da Okan çıktı. Gözden kaybolduklarında sınıflarının kapısına geldim ve içeriye bir bakış attım.
   Barış'ı en arka sırada önündeki deftere bir şeyler karalarken bulunca yüzümdeki aptal ifadeyi sildim ve sınıfa girdim. Sırasının başında durup, "Bu düşünceli hâlini neye borçluyuz acaba?" diye sordum.
   Sesimi duyunca elindeki kalemi bırakıp bana baktı. "Derin?"
   Yanına oturdum. "N'aber? Ne düşünüyorsun böyle kara kara?" Dost gibiymişiz izlenimi vermek için ayrı bir uğraş veriyordum çünkü etraftaki insanların abime haber verme olasılıkları yüksekti.
   "Ders yordu," dedi sadece. Önündeki defterin kapağını kapatmasına dudaklarımı büzdüm.
   "Ne çiziyordun?"
   "Kafa dağıtıcı bir şeyler, güzelim. Senin bilmene çok da gerek olmayan şeyler..."
   "Baksaydım ya," dedim bir çocuk gibi.
   "Bakmana değecek kadar bir şey yok. Ben sana güzelini çizer, veririm."
   Defterin kapağındaki kelebeği görünce gülümsedim. "Bu kelebek ne?"
   Bahsettiğim yere bir bakış attı. Benim gibi gülümseyip arkasına yaslandı. "En derinimdeki Derin Talay... Her zaman yanımda hissetmek istiyorum seni."
   Dudaklarımı büzdüm. "Neden etrafımızda birileri var ki? Sana çok fena sarılmak istiyorum şu an."
   "Seni tutan yok, güzelim."
   Alt dudağımı dişledim. "Var gibi biraz sanki."
   "Furkan meselesinden bahsetme, saklamamız beni hâlâ rahatsız ediyor."
   "Saklamıyoruz, doğru zamanı bekliyoruz."
   Onu bilmiş bilmiş düzeltmeme göz devirdi. "Ne de güzel kılıf buldun sen kendine..." Bir saç tutamımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ee, neden geldin bakayım buraya? Ben zaten inecektim senin oraya."
   "Ben derse girmedim."
   Kaşları çatıldı. "Neden?"
   Anıl ile konuştuğumu ondan saklamak beni feci derecede rahatsız ediyordu ama nasıl söyleyeceğimi de bilmiyordum.
   Barış yüz ifademi inceleyip iç çekti. "Bir şey olmuş, muhtemelen kızacağım bir şey... Direkt söyle, ikimiz de yorulmayalım, Derin."
   "Şey..." Bakışlarımı ellerime indirdim. "Ama çok kızmak yok. Sınıfta olduğumuzu unutmadan kız. Yani demek oluyor ki, kızma."
   "Ne oldu?" dedi sertçe.
   "Ben Anıl'la konuştum ama vallahi ben istemedim. O zorladı-"
   Sözümü kesen şey hızlıca ayağa kalkmasıydı. Sinirle, "Anıl itiyle konuştun, öyle mi Derin?" diye sordu.
   "B-Barış açıklamama izin vermeden parlıyorsun."
   Nefesini bıraktı. "Açıkla."
   "Beni zorla spor salonuna çekiştirdi, ben itiraz ettim, debelendim fakat gerçekten dinlemedi."
   "Yalnız başınıza spor salonunda mıydınız, Derin?" Sinirle ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Aman ne harika!"
   "Ama kısa bir süre. Senden saklamak hoşuma gitmediği için direkt yanına geldim."
   "Nerede şimdi o şerefsiz?"
   "Barış, hayır. Okuldayız ve şu an kavga çıkaracak durumda değilsin." Yanımızdaki sırada oturan bir kızın bizi dinlediğini fark edince bezgince nefesimi bıraktım. "Bence bizim konuşma ortamımız da uygun değil. Gel, hava alalım."
   Onu çekiştirerek sınıftan çıkardım. Bahçeye çıktığımızda etrafına baktı sinirle. "Nerede o it?"
   "Barış," dedim uyarıcı bir ses tonuyla. "Rica ediyorum, gerçekten kavganın lüzumu yok."
   "Bir gün ona kendimi tanıtacağım fakat o gün, bugün değil."
   "Barış," dedim gözlerimi devirirken. "Üzüyorsun beni."
   "Sen de beni sinirlendiriyorsun. Sana o herifle konuşmandan hoşlanmadığımı daha kaç kere söyleyeceğim?"
   "Barış sanki gidip ben konuşuyormuşun gibi davranmayı bırakır mısın lütfen? Gerçekten artık kırılıyorum."
   "Seni korumaya çalışıyorum."
   "Korumana gerek yok," dedim gülümseyerek. "Her şeyin farkındayım. Onun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorum. Elimden geldiğince ondan uzak duruyorum zaten, merak etme."
   Bakışları boynuma kaydı. Az önce formamın içine koyduğum kolyeyi dışarı çıkardı. "Böylesi daha iyi."
   "Fark etmedim. Yanlışlıkla girmiş olmalı." Bunu Anıl için yaptığımı söyleseydim olay büyürdü, buna gerek yoktu.
   Dudaklarını ıslattı. "Gizli yaşamak hoşuma gitmiyor."
   "Gizli yaşamıyoruz," dedim. "Okulda fazla yakın davranamayız zaten."
   "En azından rahatça kolumu omzuna atabilirdim, sana sarılabilirdim. Bunu bile engelliyorsun."
   "Abim engelliyor canım, ben ne yaptım?'
   "Abine söylemeyen sensin. Bana kalsa şu an gider, söylerim."
   Muzip bir şekilde gülümsedim. "İşte tam da bu sebepten sana kalmıyor, mavi."
~
   Adımın defalarca tekrarlanması üzerine gözkapaklarımı araladım. Karşımda Barış'ı görünce kaşlarım havalandı. "Barış? Senin ne işin var burada?" Doğrulup etrafımı süzdüm. Salondaki koltuklardan birinin üzerine yatıyordum. "Benim burada ne işim var?"
   "Ben de onu soracaktım, gamzeli." Burnuma dokundu. "Ne yapıyorsun burada?"
   Kısa bir an düşündüm. Beynim doğru anıyı bulunca, "Ah," dedim. "Ben erken kalktım, hâl böyle olunca gelip televizyon izledim. Uyuyakalmışım." Sırıtarak yanıma oturdu. Ona baktım. "Senin burada neden olduğuna gelelim mi?"
   "Furkan'ın yanına proje çalışmaya geldim."
   Dudaklarımdan istemsiz bir kıkırdama firar etti. "Yeme beni."
   "Yerim seni," dedi göz kırpıp.
   Dediğine erimeden durmak neden bu kadar zordu?
   "Ciddiyim, neden buradasın?"
   "Söylediğimde ciddiydim, güzelim. Gerzek hocanın teki proje teslimi olmazsa dersini geçirmeyecekmiş. Biraz uğraşacağız. Hafta sonu başımıza iş çıkardı."
   Başımı sallarken, "Anladım," diye mırıldandım. Aklıma gelen şeyle panikle gözlerim büyüdü. "Abim seni burada fark ederse çok kötü olur. Git."
   "Beni Furkan gönderdi. Git de uyandır şu cadıyı, dedi. Kendisi de malzemelerle uğraşıyor."
   İstemsizce gülümsedim. "Hm..."
   "Ne o? Hoşuna gidip de seni gülümseten şey?"
   Omzumu silktim. "Hiç... Nedensizce senin yanında gülesim geliyor. Mutlu oluyorum."
   "Hele bir de bana sor." Hızlıca yanağıma bir öpücük koyup geri çekildi. "Barış!" dedim uyarıcı bir tonla.
   "Furkan odada, buraya gelmez. Korkma."
   "Demir gelebilir ama..."
   Nefesini bıraktı. "Riskler bitmiyor ki, anasını satayım."
   "Barış! Gelsene lan şuraya!" Abimin sesini duyunca hızla ayağa kalktım. "Git hadi," dedim aceleyle. "Şüphelenmesin."
   Ayağa kalkıp başını iki yana salladı. "Sonumuz ne olacak, merakla bekliyorum."
   "Abime söylersem rahatlayacağım fakat şu an değil. Hadi git."
   Bana uzaktan bir öpücük gönderip salondan çıktı. Onun arkasından yüzüme yayılan anlamsız gülümsemeyi sildim.
   Ne yapacağımı bilemeyerek kısa bir an durdum. Daha sonra yanımdaki telefondan Ada'nın numarasını bulup aradım.
   Telefonu açtığında sesi yorgun gelmişti kulağıma. "Efendim?"
   "Ne yapıyorsun, canım?" dedim koltuğa oturup.
   "Odama eşyalar yerleştirildi. Yoruldum biraz."
   "Ah, halloluyor desene ev işleri..."
   "Evet evet," dedi. "Çok az iş kaldı. Sen ne yapıyorsun?"
   "Ben de uyuyakalmışım. Yeni kalktım, yapacak bir şey bulamadım da bir seni arayayım demiştim."
   "İyi yaptın, kuzum. Dışarı çıkalım mı istersen? Hava almış oluruz."
   "Olur. Biraz çıkalım." Ayağa kalktım. "Abime sorayım, bir dakika."
   "Bekliyorum."
   Telefonu kulağımdan çekip abimin kapısının önüne geldim. Barış'a aşk dolu bakmamam gerektiğini kendime hatırlatıp kapıyı tıklattım. "Gelebilir miyim?"
   "Gel, Derin." Abimin sesini duyunca kapı kulpunu aşağı indirdim ve başımı, açtığım küçük aralıktan içeri soktum.
   "Selam, abi. Ada ile hava almaya çıkmamız için izin vermen beni çok mutlu etti, teşekkürler." Tam geri çekiliyordum ki abimin sert sesi beni frenledi. Bu kadar çabuk hallolmasını beklemiyordum elbette!
   "Hop! Dur bakalım orada."
   Şirince sırıtarak ona baktım. "Efendim?" Kelimenin hecesini uzatmıştım.
   "Nereye gideceksiniz?" diye sordu kuşkuyla.
   "Şey... Bilmiyorum ama çok uzaklaşmayız. Buralarda oluruz yani." Bakışlarım Barış'a kaydığında şüpheli bir şekilde bana baktığını gördüm.
   "Bizim proje bitsin, ondan sonra bizimle çıkın." Abimin dediğine gözlerim büyüdü.
   "Hayır," dedim anında.
   Verdiğim bu hızlı tepki Barış'ın kaşlarını çatmasına neden olmuştu. "Hayırdır? Bir şey mi gizliyorsunuz?"
   "Yok, ne gizleyelim? Sadece..." Nefesimi bıraktım. "...abimin beni kontrol etmeye çalıştığının farkındayım ve bu beni rahatsız ediyor."
   "Seni kontrol etmek mi?" diye tekrar etti abim şaşkınca. "Bu da nereden çıktı?"
   Omzumu silktim. "Geçenki olayı tekrarlamamam için böyle davranıyormuşsun gibi hissediyorum."
   "O olayı tekrarlamayacağını ikimiz de biliyoruz. Sadece araba gerekir, diye dedim. Zaten biz çıkacaktık."
   Pes ederek omzumu düşürdüm. "Ada'ya sorayım."
   "Tolga'nın da geleceğini eklersen daha iyi olur." Barış sırıtarak konuşmuştu. Bu söylediği abimin de sırıtmasına neden oldu.
   Gözlerimi devirdim. Odadan çıkıp tekrar telefonu kulağıma götürdüm. "Tolga, Barış ve abim de gelebilir mi?"
   Ofladı. "Ne sanmıştım ki? Sorunsuz çıkabileceğimizi mi?"
   "Deme öyle," diye mırıldandım odama girerken. "Abime çaktırmadan çift günü yapmış oluruz yahu, fena mı?" Son cümlemi söylerken sesimi kısmıştım.
   "Hâlâ söylemedin, değil mi sen?"
   "Nasıl söyleyeyim ki? Kolay bir şey değil ne yazık ki..." Giysi dolabıma yöneldim.
   "Tamam kuzum, görüşünce konuşuruz. Ben hazırlanıyorum, haber veririm."
   "Tamamdır."
   Telefonu kapatıp masaya koydum. Askılara göz gezdirirken birden odamın kapısı açılmıştı. Bakışlarımı oraya çevirdiğimde karşımda Barış'ı gördüm.
   Kaşlarım havalanırken, "Hey!" dedim. "Abim-"
   "Abin lavaboya gitti," dedi sözümü keserek. "Hemen söyle bakalım, ne karıştırıyorsunuz?"
   "Ne karıştıralım, Barış manyak mısın? Çıkıp dolaşacaktık biraz. Hepsi bu."
   "Neden Furkan'ın gelelim demesine o kadar yükseldin?" Gerçekten de şüpheli görünüyordu.
   Nefesimi bırakıp yanına gittim. Elimi yanaklarına koydum. "Herhangi bir şey karıştırmıyorum, gece gözlüm. Hiçbir şey karıştırmıyorum."
   Tek kaşı kalktı. "Gece gözlüm?"
   "Ben senin gamzeli meleğinsem sen de benim gece gözlümsün." Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Gece mavisi gözlerinde kaybolduğum Barış Erez..."
   "Buldum mu seni?" diye sordu şarkı sözünü bize yorarak.
   Gülümsedim. "Kaybolduğum bir aşk girdabından çekip çıkardın. Beni duyman için sesimi yükselttim ve bam! Artık benim gece mavisi gözlümsün."
   Benim gibi gülümserken, "O gece duydum seni," diye mırıldandı.
   "O gece duyurdum sesimi..."

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now