58. Bölüm

688 53 2
                                    

   Ada'nın ortaya attığı teklifle Ömer ve yanındaki birkaç arkadaşıyla voleybol oynamaya başlamıştık. Barış ikide bir bana sinirle bakıyordu ve bu beni olduğumdan kat kat daha da tedirgin hâle getiriyordu. Üzerimdeki kısa kollu tişört, topa karşılık vermek için her yükseldiğimde göbeğimi acıyordu ve bu, sevgilimin zaten nirvanada olan sinirini daha da yükseltiyordu.
   Aceleyle üzerimi toparlamaya çalışırken Barış'a karşı taraftan birisi pas attı. Barış'ın dikkati benim üzerimde olduğu için topu geç fark etmişti. Karşılık vermeye çalışsa da dikkatsizliği yüzünden bileğini burktu.
   Gözlerini kapatarak bileğini ovalarken adını haykırarak yanına gittim.
   Gözlerini açıp bileğine bakmaya çalıştı. Benim de bakışlarım oraya indi. Çok da iyi görünmediğini bilsem de, "İyi misin?" diye sordum.
   "Hazırlıksız geldi top," dedi acıyla.
   "Çok acıyor mu?" Topu atan kişiye tip tip baktığını görünce, "Barış!" diye uyardım onu.
   O sırada yanımıza Tolga ve Ada gelmişti. Barış onlara, "Siz devam edin," dedi.
   Tolga, Barış'ın yüzünü inceledi. "Hiç iyi görünmüyorsun."
   Barış başını iki yana salladı. "Yok, iyiyim ben. Devam edin siz, ben buz bulacağım." Ayağa kalktı. "Derin, gel."
   "Geldim geldim," diyerek peşinden yürümeye başladım.
   Piknik sepetini işaret edince hızla içine bakındım. Bir termosun içinde suyun soğukluğunu korumak için buz vardı. Termosun dışı da yeterince soğuktu.
   Barış, "Bir poşet bul ve suyun içindeki buzu poşete sar," dedi. Hızla başımı sallayıp dediklerini yapmaya başladım.
   Bulduğum şeffaf poşetin içine büyük üç tane buzu koyup yerdeki kilime oturmuş olan Barış'ın yanına oturdum.
   Buza uzanmak için bir hamle yaptı. Hızlıca elimi geri çektim. "Ben hallederim."
   Yavaşça buzu bileğine bastırırken dudaklarından kısık sesli bir inilti kaçtı. Bunu duyunca, "Çok mu acıttım?" diye sordum.
   Başını iki yana salladı. "Devam et."
   "Sanırım moraracak, öyle değil mi?"
   Buzun açıkta bıraktığı kısma bir bakış attı. "Emin değilim."
   "Nasıl oldu, anlayamadım ki..."
   "Senin yüzünden oldu," dedi hafif bir sinirle.
   "Aa!" Kaşlarım çatıldı. "Ben ne yaptım yahu? Sanki topu ben attım..."
   "Üzerindeki kumaş parçası her seferinde dikkatimi dağıtmasaydı topu fark edecektim."
   "Bu nasıl bir mantık? Beni takip edeceğine topu takip etseydin tüm bunlar olmazdı."
   "Seni takip etmeseydim de bin tane erkeğin her tarafını görmesine izin mi verseydim?"
   Oyun oynayanlara omzumdan geriye bir bakış attım. Daha sonra tekrar Barış'a döndüm. "Bin tane erkek mi? Orada bizim gruptan başka sadece dört erkek var, bin de nereden çıktı?"
   "Bir tane olması bile yeterli."
   Gözlerimi devirdim. "Pekâlâ... Sırf canın acıyor diye susuyorum, bir ara bu konuyu seninle uzun uzun konuşuruz."
   "Bu uzun konuşmanın içine o herifle gözümün önünde sarılmanı da ekleyelim, akşama kadar uzatalım mevzuyu."
   "Ya ama..." Kısa bir an düşündüm. "Ömer ile görüşmeyeli yıl oldu." Konuşurken son heceyi uzatmıştım.
   Barış bana üstten bir bakış attı. "Oradan bakınca bu, umurumda gibi mi duruyor?"
   Sinirle elimdeki buzu eline bastırdım. Gözlerini kapatarak hissettiği acıyı ortaya koyarken, "Nasıl, iyi mi böyle?" diye sordum alayla.
   "Ben de seni seviyorum, Derin Talay."
   İstemsizce dudaklarım yukarı kıvrıldı. Çok tatlıydı ama bir o kadar da gıcıktı!

   Yemek yemek için masaya toplandığımızda Barış'ın sol kolu işlevsiz devam ediyordu. Uzun süre buz tuttuktan sonra yanımızda sargı olmadığı için kendi hâline bırakmıştık. Doktora ve ya eve gitmek için diretsek de kırık olmadığını ve mühim bir şey olmadığını söyleyerek gitmeye izin vermemişti.
   Yemek yemesine ben yardımcı oluyordum. Ada, hâlâ siniri tam olarak geçmemiş olan sevgilisine yandan bir bakış attı. "Aşkım?" Şirince söylediği kelime Tolga'yı sakinleştirmemişti.
   "Ne var?" diye sordu tersçe.
   Ada dudaklarını büzdü. "Ama sen bana böyle davranınca ben kötü hissediyorum."
   "Onu, sevgilinin gözünün önünde bir erkeğe sarılmadan önce düşünseydin."
   "Ya, aşkım ben seni seçtim. Ne başka erkeği?"
   Tolga cevapsız kaldı. Bunu görünce Ada umutsuzca nefesini bıraktı, yemeğine döndü.
   Sessizlikten asla hoşlanmayan yüksek zekâ ikizim gevşek gevşek Şeval'e döndü. "Herkes sevgilisiyle tartışıyor, imrendim. Hadi biz de kavga edelim."
   Şeval sabır dilercesine sesli bir nefes aldı. "Demir, yemek yiyorum şurada. Allah için iki dakika mantıklı davran yahu!"
   "Mantık mı, o da ne?"
   "Eben, Demir!" dedi Şeval sinirle. "Eben!"
   Demir bozulmak bir yana dursun, bu durumdan keyif aldığını belli edercesine sırıttı. "Biz de kavga ediyoruz, bak. İstemsizce oldu bu."
   "Tebrikler," diyerek araya girdi Ada gülerek. "Çatal bıçak seti kazandınız."
   Demir sanki çocukmuş gibi ellerini birbirine vurdu coşkuyla. "Yaşasın!"
   Gözlerimi devirdim. Ne demişti, Barış Erez? İlk 6 ay anne sütü çok önemliydi.
   Demir, Şeval'e baktı tekrar. "Öpsene beni, canım sıkıldı."
   Şeval uzatmak istemiyordu. Nefesini bırakıp Demir'in yanağına küçük bir öpücük bıraktı. Geri çekilip yemeğine dönerken Demir somurttu.
   "Bu neydi şimdi? Bu öpücük, odamda masamın üzerinde duran kalemliğin içindeki kalemin ucuna yetmez."
   Herkes Demir'in her zamanki hâli olduğunu bildiği için takılmadı. Ortada dönen bir muhabbetle yemek faslı bitti ve herkes kendi köşesine çekildi.
   Barış ile kamelyada tek başımıza oturduk. Ben ona yaslanmış bir şekilde gökyüzünü izlerken o da yüzünü omzuma gömmüş, kokumu içine çekiyordu.
   Ona döndüm. "Elin nasıl oldu?"
   Başını kaldırıp bakışlarımızı birleştirdi. "Daha iyi, merak etme."
   "Acıyor mu?"
   Muzipçe, "Acıyor," dedi. "Ama belki öpersen geçer."
   Bu hâline gülümsedim. Onun takındığı muzip tavrı ben de takınırken, "Pekâlâ..." diye mırıldandım. Sol elini avuçlarımın içine alıp dudaklarıma götürdüm ve hafif bir buse bıraktım. Tekrar ona döndüm. "Geçti mi?"
   Yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı. "Bu olmadı, etkisiz."
   Kıkırdayarak elini tekrar dudaklarıma götürdüm ve büyük bir öpücükten sonra küçük küçük de öptüm. "Bu sefer geçmiş olmalı?"
   Kısa bir an düşündü. Daha sonra, "Elim geçti ama..." dedi. Yapma bir acıyla parmaklarını yavaş yavaş elinden dudaklarına çıkardı. "...birden burası acımaya başladı. Belki öpersen burası da geçer."
   Tek kaşımı kaldırdım. "Hadi ya..."
   "Vallahi."
   Başımı salladım. "Peki." Dudaklarına yaklaştım ve uzun bir öpücük bıraktım. Geri çekildiğimde sırıtıyordu. "Bu gülüş, acının geçtiğini ele veriyor, Erez."
   Burnuma küçük bir öpücük bıraktı. "Sen öpersin de geçmez mi, güzelim?"
   Kıkırdadım. O sırada Ada yanımıza gelmişti. "Çifte kumrular, sohbetinizi bölmek istemem ama hava kararmak üzere. Hafif toparlansak diyoruz..."
   Başımı salladım. "Bence de gidelim." Aklıma gelen şeyle hızlıca Barış'a döndüm. "Senin elin bu hâldeyken nasıl araba süreceksin?" İki araba ile gelmiştik. Birisini Tolga sürmüştü, diğerini ise Barış. Barış, ben, Demir ve Şeval bir arabayla; Ada, Tolga, Şeniz ve Ulaş abi ise diğer arabayla gelmişlerdi.
   Barış kısa bir an düşündü. "Ulaş'a veririm arabayı. Bu şekilde süremem, zaten aynı yere gidiyoruz."
   Mantıklıydı. Ayağa kalktım. Hızlıca eşyaları toparladık ve arabalara bindik.
   Tolga'nın sürdüğü arabada ön koltuğa Ada binmişti, arka koltukta da Barış ve ben oturuyorduk. Barış arka koltuğa oturmamak için söylense de ikna edebilmiştim. Ulaş abinin sürdüğü arabada da Şeniz, Demir ve Şeval vardı.
   Arkama bir bakış attım. "Demir  ve Şeval'in yanına keşke ben de geçseydim. Aynı yere gidiyoruz ne de olsa..."
   Barış burkulan eline bakarken, "Hayır," dedi. "Bizim eve gidiyoruz."
   Kaşlarım havalandı. "Bu da ne demek şimdi?" Bizim ev dediği Okan ve Barış'ın evi miydi?
   "Eşyaları yerleştiririz. Biraz oturursunuz, sonra götürürüz sizi."
   İtiraz etmemin bir sonuç vermeyeceğini bildiğimden nefesimi bıraktım. "Peki madem..."
   Başımı Barış'ın omzuna yasladım. Arabada dalgalanan kısık sesli müzik, sükuneti bozuyordu. Yanımda duran çantamdaki telefonum titreyince doğruldum ve telefonumu çıkardım. Abim arıyordu. Üzerimdeki telaşla, "Abim arıyor," dedim. Ada hızla müziği kısarken Barış da doğrulmuştu.
   Abimin bugün şehir dışında babamlarla bir işi vardı, beni de Ada, Şeval ve Demir ile parka oturmaya geldim olarak düşünüyordu. Barış ile buzları erittiğinden haberi olmadığı ve hâlâ ondan haz etmediği için yalan söylemek zorunda kalmıştım.
   Boğazımı temizleyip aramayı cevapladım. "Efendim abi?"
   "Neredesin, güzelim? Geçtin mi eve?"
   "Yok," dedim. Renk vermemek için ses tonumu normal seviyede tutmaya çalışıyordum. "Döneceğiz birazdan."
   "Saat geç oldu, neyle döneceksiniz?"
   Ada ile bakışlarımı birleştirdim. "Ne zaman mı döneceğiz?" Abime derken Ada'ya mesaj vermiştim. Ada sadece dudaklarını oynatarak, "Tolga gelecek, o götürecek de," diye kopya verdi.
   Hızlıca, "Ada Tolga'ya haber vermiş, sanırım o götürecek," dedim.
   Abimin sesli aldığı soluğu telefonun ucundan ben duymuştum. "O it de orada mı?"
  Barış'tan bahsediyordu. Yüzüm düştü. Abimin kaç yıllık arkadaşına böyle davranması canımı çok sıkıyordu. Bir nebze de olsa onların bu hâle gelmesinde etkim vardı, işte bu daha da dayanılmazdı. "Hayır," dedim kendimi zorlayarak. "B-Barış... Barış abi yok."
   Barış, dediğimi duyunca sinirle gözlerini yumdu. Sertçe yutkundu, gerilince yaptığı gibi...
   "Eğer o herif etrafındaysa ve sen benden bunu saklıyorsan, canını yakarım Derin."
   Konuşurken takındığı soğukkanlı tavır tüylerimi ürpertmişti. "D-Değil," dedim. Sesim kısık çıkınca boğazımı temizleyerek, "Değil," diye tekrarladım. "Barış abi yok burada."
   "Seni sorgulamayacağım, sana güveniyorum. En azından sana güvenmek istiyorum."
   Sessiz kaldım. Birkaç mırıldanma dışında.
   Neyse ki abim de çok uzatmadı. "Tamam, güzelim. Ben bunun için aramadım zaten. Babamın işleri uzayabilirmiş, annem de teyzemdeymiş. Siz Demir ile eve geçmeyin, Ada'yla gidin. Annemle dönersiniz geri."
   "Ah, tamam. Görüşürüz."
   "Görüşürüz, canım."
   Telefonu kapatıp sesli bir şekilde soluklandım. "Abime bile bile yalan söylüyorum."
   Barış bana baktı. "Abin seni yalan söylemeye zorluyor. Kalıplarını yıksa her şey çözülecek."
   "Bu beni rahatlatmalı mı?"
   Omzunu silkti. "Keyfine bağlı."
   Sessiz kaldım. Tam telefonu çantama tekrar koyacakken Barış, "Telefonu titreşimden çıkar," dedi. "Piknikte kullanmayalım diye sesini kıstık, şimdi ararlarsa ulaşamazlar."
   Dediğini yaparak telefonumun sesini açtım. Ada, "Furkan abi ne dedi?" diye sorunca, "Annem sizdeymiş. Babamların da işi uzun sürebilirmiş, abim size gitmemi söyledi," diye cevap verdim.
   Ada başını salladı. "Böylesi daha iyi oldu. En azından evde geçirecek fazladan vakit kazandık."
   Gülerek başımı salladım. Geri kalan yol sessiz geçti.
   Tolga, arabayı evin önünde durdurunca tek tek indik ve yukarı çıktık. Ulaş abi daha hızlı sürdüğü için onlar daha önce gelmişlerdi.
   Eve girdik hep beraber. Salona kurulduğumuzda herkesin gözünden yorgunluk akıyordu ama bunları görmezden geldik.
   Ada ortamdaki sessizliği bozarak, "Böyle boş boş oturmayacağız herhalde," dedi. "Bir şeyler yapalım."
   Tolga sevgilisine döndü. "Ne yapalım?"
   "Oyun falan yok mu evde?"
   Barış kolunu oturduğumuz koltuğun arkasına attı. Eli de omzuma değiyordu. "Ben oyun oynamam."
   Ada benim yerime Barış'a cevap verdi: "Hayır efendim, oynarsın."
   "Kendi sevgiline dilediğini yaptır, sarışın. Bana bulaşma yeter."
   Ada, Barış'a üstten bir bakış attı. "Benim sevgilim senin gibi sorun çıkarmıyor, her şeye uyum sağlıyor."
   Barış sırıtarak Tolga'ya bir bakış attı. "Sevgilinin bundan haberi var mı?"
   Ada gözlerini devirirken ben de gülmeye başlamıştım.
   Tolga kahkahası bitince, "Yorgunluktan gözleri şişti bunların zaten," dedi Barış'a. "İki üç el bir şeyler oynayalım."
   Barış yorgunca, "Lan," dedi. "Sabahın köründe daha kargalar bokunu yememişken okula gittim, gitmem yetmemiş gibi abuk subuk sınavlara girdim, sadece bir saat sonra arabaya yüklediniz; yarım saat araba sürdürdünüz. Mangalı, yemeği, işi gücü... Öldüm lan öldüm! Ne istiyorsunuz benden? Bırakın bir, uyuyayım be!"
   Kurduğu uzun sitem dolu cümlelerden sonra, "Ya," dedim kelimeyi uzatarak. Elimi yanaklarına koyarak sakallarını okşadım. "Kıyamam ben sana..."
   "Öyle kıyamamakla olmuyor bu işler. Siz oynayın, ben uyuyayım biraz."
   Hemen, "Olmaz öyle," dedim.
   "Yavrum, güzelim, bebeğim... Beni bir salın be, canım. Olur mu, gülüm? Acıyın bana."
   Kıkırdadım. "Bu kadar sıfatı bir arada kullanan bir adet Barış Erez... Belli ki cidden uykun var, aşkım."
   "Lan bünyem ortada, hâlâ neyini anlamadın?"
   Başımı sevimli bir şekilde yana yatırdım. "Hazır bu kadar uykuluyken bir de tatlış olduğunu kabul etsen ya..."
   Kaşları çatıldı anında. "Uykumun olduğu, sana bu sözlerini yedirmeyeceğim anlamına gelmiyor."
   Dudaklarımı büzdüm. "Bir kere yahu!"
   "Sus, Derin. Susturmak için öpemeyeceğim, o kadar yorgunum."
   Herkes gülerken ben de kıkırdayarak geri çekildim. Ada heyecanla ayağa kalktı. "Neyse ne! Hadi oyun oynuyoruz, itiraz edeni yakarım."
   Barış ofladı. "Lanet olsun lan! Tamam, dediğiniz olsun. Yeter ki bugün bir son bulsun artık."
   Kısa süre içinde herkes salondaki küçük masaya toplandı. Herkes sevgilisiyle takım olmuştu. Bu benim pek de işime gelmemişti tabii ki ama ses çıkaramıyordum.
   Ada elime kartları tutuşturunca derin bir nefes aldım ve Barış'a döndüm. "Hazır mısın?"
   Elindeki bardaktaki koladan bir yudum alıp başını salladı. "Her zaman."
   Ada süreyi başlatınca karta baktım. Kelime; balayı idi.
   Boğazımı temizledim. "Şimdi şey... Bir erkek ve bir kadın diyelim ki evleniyorlar. Evet, evleniyorlar. Evlendikten sonra ne olur?" Kelimeler birbirine girmişti ama neyse ki söyleyeceğim şeyi söyleyebilmiştim.
   Ulaş abi ve Tolga tabir-i caizse kişnercesine gülmeye başladı. Barış'ın da onlara katıldığını görünce kaşlarımı çattım. "Ne oluyor?"
   Demir oldukça ciddi bir şekilde araya girdi. "Lan hadi siz münafıksınız da burada Allah yolunda olan bir birey var; yani ben. Günah günah!"
   Hâlâ ne olduğunu anlayamamıştım. Şeval ve Ada'nın da imalı imalı sırıttığını görünce, "Hey!" dedim.
   Barış kahkahası bitince, "Derin anlatamaz öyle şeyleri, pas geçer." dedi.
   Tolga, "Belki de Derin'in içinde gizli bir-" diyecekken Ada sevgilisinin sözünü, "Çüş!" diyerek kesti.
   Neyden bahsettiklerini anlayınca, "Oha!" diye bağırdım. "Yuh size, çüş! Oha!" Elimdeki kartları sinirle masaya koydum. "İçiniz fesat sizin yahu!"
   "Sen öyle anlattın, güzelim," dedi Barış sırıtışı genişlerken.
   "Ben öyle mi anlattım canım?" Masaya bıraktığım kartı alıp herkese gösterdim. "Kelime balayı! Fesatlığa asla gerek olmayan bir kelime."
   Şeval gülmesini sonlandırınca, "Neyse," dedi. "Süre de bitti zaten. Diğer el artık."
   Gözlerimi kısarak erkeklere döndüm. "Bana bakın. Eğer oyun içinde yaş üstü şeyler düşünecekseniz hiç başlamadan bitirelim."
   Barış elini kaldırdı. "Ben yaş üstü düşüneceğim, hadi oyun bitsin."
   Uyumak için söylediğini biliyordum. "Sen hariç," dedim sahte bir gülümsemeyle.
   Erkeklerden onaylayan mırıldanmalar duyunca rahat bir nefes alarak kartı bıraktım.
   Eğlencenin tadını çıkaracaktım.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin