17. Bölüm

1.4K 97 4
                                    

   "Senin burada ne işin var?" diye sordum sinirle.
   Anıl beni süzüp sırıttı. "Halka açık bir alanda karşılaşmamız ne hoş tesadüf, değil mi Derin?" Bakışları az önce kalktığım masaya kayınca kararmıştı.
   "Derin?" diyen Şeval'e baktım korkuyla. "Bizi tanıştırmayacak mısın?" Gözleri Anıl'ın üzerindeydi ve alıcı bir şekilde süzüyordu.
   "Şey..." Alt dudağımı dişledim. "Anıl-"
   Anıl devam edemeyeceğimi anlayınca olaya müdahale etti. "Derin'in okuldan bir arkadaşıyım." Bana göz kırptı ve ayağa kalkmış Şeval'in yanına gitti. "Seninle daha önce tanışmadık, öyle değil mi?"
   Şeval'in yüzünde bir tebessüm peyda oldu. "Tanışmadık."
   "Ah, ne büyük kayıp." Anıl çoğu kızın düşeceği yakışıklı yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. "Ben Anıl."
   "Ben de Şeval."
   Birbirlerine olan bakışları uzadıkça içim bir tuhaf olmuştu. Şeval'in gözlerinde hayranlık sezdiğimde aceleyle yanlarına gittim. Şeval'i geriye çekip Anıl'a baktım. "Kendini belli ettiğine göre gidebilirsin."
   Anıl ciddiyetsizliğini bozmadı. "Böyle güzel bir arkadaşın olduğundan daha önce hiç bahsetmedin, Derin."
   Şeval'in gözlerinin parladığını görünce tehlike çanlarım çalmaya başlamıştı. Şeval, Anıl'dan hoşlanmamıştı, değil mi?
   Boğazımı temizledim. "Ben sana hangi arkadaşımdan bahsettim de Şeval'i atladım?"
   Şeval dirseğini karnıma geçirince kaşlarımı çatarak ona baktım. Uyarıcı bakışlarımı fark etse de umursamadı.
   Anıl saatine baktı. "Benim bir işim var fakat bu konuşmanın burada kalmasını istemem." Cebinden telefonunu çıkarıp Şeval'e uzattı. "Numaranı alabilir miyim?"
   İstemsizce dudaklarımdan, "Oha," kelimesi çıktı. İkisinin de şaşkın bakışlarını yakalayınca omzumu dikleştirdim. "Hayır, numarasını alamazsın çünkü buna gerek yok."
   Şeval'in bana olan bakışları sertleşti. Anıl sadece benim fark ettiğimi düşündüğüm bir sertlikle, "Bırak da buna Şeval karar versin," dedi.
   Şeval, "Bence de," diyerek Anıl'ın uzattığı telefonu aldı. Oflayarak bakışlarımı etrafımda gezdirirken Ekin'in kaşlarını çatarak bize doğru baktığını gördüm. Anıl'ı onlara tanıtmayacaktım, buna gerek yoktu.
   Ada, "Tolga, Furkan Abi ve Okan da gelecek yanımıza. Sorun olmaz umarım?" diye sordu masaya.
   Alt dudağımı dişledim. Barış'ın adını saymamıştı, o neredeydi? Bunu daha sonra düşünmeye karar verip Anıl'a döndüm. Şeval'den aldığı telefonu cebine koyarken, "Konuşuruz bol bol, güzelim," dedi.
   Gözlerimi devirdim. "Artık gitsen iyi olacak."
   Şeval, "Sen de otursaydın," dedi son kelimesini uzatarak.
   Anıl imayla bana baktı. Daha sonra, "Başka sefere artık," dedi Şeval'e. "Sonra görüşürüz." Kararan bakışları bana döndü. "Derin, sen benimle gelsene. Bir şey söyleyeceğim."
   Şeval bana ölümcül bakışlar atıp masaya geçerken ben de Anıl ile birlikte onlardan uzaklaştım. Kimsenin bizi göremeyeceği bir yere gelince Anıl gülümseyen maskesini atıp kaşlarını çattı. "İşlerime karışarak haddini aşıyorsun."
   Ben de kaşlarımı çattım. "Asıl sen arkadaşlarımla muhabbete girerek haddini aşıyorsun. Şeval'den ve tüm arkadaşlarımdan uzak dur."
   "Kimden uzak duracağıma sen karar vermiyorsun, güzelim." Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Ama ben seninkilere karar veriyorum."
   "Bu da ne demek şimdi?"
   "Masada oturan o tip kim, neyin nesi bilmiyorum ama ondan uzak duracaksın. Duydun mu beni?"
   "Bu yaptığın saçmalıktan başka bir şey değil. Hayatımdakilerden sana ne? Karışma hakkını nereden bulabiliyorsun?"
   "Boş lafı bırak, Derin. Neler yapabileceğimi duysan şaşar kalırsın." Korkutucu bir ima ile tek kaşını kaldırdı. "Abinle tanışmamı istemezsin, değil mi?"
   "Senin amacın ne? Gönderdiğin saçma sapan siyah kutular, içindeki aptal notlar, kalem, çerçeve... Neden yaptın tüm bunları? Ne istiyorsun benden?"
   "Senden bir şey istemiyorum, seni istiyorum. Ve bu yolda engel tanımayacağım."
   Yaptığı ani itirafına karşı donakaldım. Anıl da bunu fark edince nefesini bırakıp bir adım geri çekildi. "Attığın her adıma dikkat et, bundan sonra ensendeyim." Omzundan geriye bir bakış attı. "Dediklerime uymazsan arkadaşlarının da peşindeyim." Cümlesi bittikten sonra ağır adımlarla yanımdan uzaklaştı.
   Bir süre söylediklerinin etkisiyle orada kaldım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kata yayılmış yemek kokuları burnuma dolarken koluma dokunulmasıyla sımsıkı yumduğum gözlerimi açtım.
   Karşımda gece mavisi irisleri görünce kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Sinirle etrafına baktı. "O şerefsizle mi konuştun?"
   "Ne?" diye sordum hâlâ tam olarak toparlanamamanın verdiği afallamayla.
   "Anıl denen it buradaymış ve sen de kuytu köşelerde o herifle mi konuştun?"
   "Şey... Hayır... Yani..." Gözümün önüne gelen bir saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Uzun konuşmadık."
   Yüzümü inceledi. "Ne bu suratının hâli? Ne dedi sana?"
   "Hiç," dedim bakışlarımı kaçırarak.
   Çenemden tutarak gözlerine bakmamı sağladı. "Derin, daha fazla sinirlendirme beni."
   "Gerçekten bir şey demedi." Titrek bir nefes aldım. "Boş boş konuştu, gitti."
   "Derin!"
   "Tehdit falan etti ama etkilenmedim, Barış. Oldu mu? İkna edebildim mi seni?"
   Bel altı bir küfür mırıldandı. "Tehdit ne?"
   "Bundan sonra sürekli beni izleyecekmiş, dikkat etmeliymişim falan..." Gözlerimi devirdim. "Boş boş konuştu işte söylememe değmez."
   Bir süre yüzümü inceledi. Daha sonra bir adım geriye çekildi. "Eğer başka bir şey varsa ve sen bana bunu söylemiyorsan kötü olur, Derin."
   "Başka bir şey yok." Nefesimi bıraktım. "Ada, senin geleceğini söylememişti. Neden buradasın?"
   "Gideyim mi?"
   Gözlerimi döndürdüm. "Onun için demedik herhalde..."
   "Abin olacak o kendine faydası olmayan hayırsızın arabası arızalıymış. Yeni tamir ettirdi, yine bozmuş. Ulaş'ınkiyle geldik, mecburen ben de gelmiş oldum."
   "Neden gelmeyecektin ki?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak.
   "Sevmiyorum böyle ortamları."
   "Peki, gelir gelmez nereden bildin onunla konuştuğumu?"
   "Yanına gelmeden önce arkadaşın söyledi. Şevval..."
   "Şeval," diye düzelttim onu. Bana dalga geçercesine baktığını görünce kıkırdadım. "İsminin yanlış telaffuz edilmesinden çok şikâyetçi de..."
   Gözlerini devirdi.
   "O zaman artık masaya dönebiliriz," diyerek tam yanından geçiyordum ki kolumdan tutarak beni durdurdu. "Asıl konu ise... Ekin'le hâlâ aynı ortamda bulunmanın açıklaması?" Sesi sertleşti. "Sadece üç kız geliyordunuz siz, onun ne işi var?"
   "Tamamen tesadüf," dedim. "Mağazada karşılaştık. Sonra birlikte yemek yemeye çıkalım dedik. Başka hiçbir şey yok."
   "Kız reyonundan giyindiği belli oluyordu zaten."
   Gözlerimi devirmekle yetindim. Barış nefesini bırakıp sessizce masaya yürümeye başladı. Yanında yürürken elini belime koydu. Bunu tam Ekin'in görüş açısına girdiğimizde yapmıştı ama kasıtlı olmadığına kendimi inandırdım.
   Masadaki boş sandalyelere oturunca Ekin ayaklandı. "Siparişi vermeye gidelim o zaman."
   "Gerek yok," dedi Barış umursamazca. "Biz verdik gelirken." Konuşurken Ekin'in yüzüne bakmamıştı.
   Ekin başını sallayıp sessiz kaldı. Abim bakışlarını sırayla Ada, Şeval ve benim üzerimde gezdirdi. "Söyleyin bakalım, neler yaptınız?"
   Ada elindeki kıyafet poşetini sandalyesinin arkasına saklamaya çalıştı. "Hiçbir şey. Furkan abi biz bilinçli insanlarız, sanki indirim görünce oraya atlayan insanlarız."
   Kendi kendime, "Hiç olur mu canım?" diye mırıldandım. Sesim beklediğimden yüksek çıkmış olmalı ki Barış'ın hemen yanımda güldüğünü duydum.
   Tolga tek kaşını kaldırarak Ada'yı süzdü. "Sana da bir çekidüzen vermek lâzım." Söylediklerinin odağı Ada'nın üzerindeki kıyafetlerdi, biliyordum.
   Ada da bunu anlamış olacak ki üzerine bir bakış atıp itiraz dolu bir yüz ifadesiyle Tolga'ya baktı. "Hiç de bile. Kıyafetlerime herkes bayılıyor."
   "Kıyafetlerine bayılan herkesi gerçek anlamda bayıltmamı istemiyorsan çeneni kapalı tut."
   "Despotluk sizde yayılmış anlaşılan," dedim dudaklarımı büzerek. "Hepiniz birbirinizden kabasınız maşallah..."
   Barış bana baktı. "Ne dedin?"
   Omzumu dikleştirdim. "Yalan mı? Tamam, kıskanın, sahiplenin de insanı boğmayın bir zahmet."
   "Derin'e katılıyorum ama sen kıskanılmaktan hoşlanmıyor muydun Derin?" diye soran Ada'ya masanın altından tekme attım. Pot kırdığını yeni fark edip dudaklarını birbirine bastırdı.
   Barış'ın üzerimdeki mavileri imayla parladı. "Bunları öğrendiğimiz iyi oluyor, Derin Hanım. Boş lâfa gelince dil pabuç gibi..."
   "Boş lâf değil canım o..." Omzumu silktim. "Her neyse..."
   Abimin bakışları masada oturan Aybüke'ye kaydı. Bunu fark edince, "Ah, sizi tanıştırmadım," dedim. "Aybüke; Ekin'in kuzeni. Ekin'i tanıyorsunuzdur zaten, sınıf arkadaşım. Aybüke de bu yıl bizim okula gelecekmiş." Aybüke'yi de herkesle tanıştırdıktan sonra arkama yaslandım. Barış neden hemen yanımdaki sandalyede soluyordu ki? Bu nedenle bacaklarım neden heyecanla oynuyordu, ya da titriyordu? Nedendi bu acizlik?
   Yemekleri yemeye başlayınca iyice acıktığımı hissetmiştik. Buna rağmen kalabalıkta sakin oldum ve hayvan gibi yemeğe atlamadım. Hanımefendice yemek için kendimi zorlayarak küçük lokmalarla devam ettim.
   Barış kulağıma eğilip, "Dün yemekleri nasıl yediğini de gördük, gamzeli," dedi. Daha sonra muzipçe sırıttı. "Kandırma bizi..."
   Ağzımdaki lokmayı yutup ona baktım. "Orada küçük kardeşin ve senden başka kimse yoktu. O yüzden rahattım, şu an değilim."
   "Benim yanımda rahat olman en doğrusu." Sesi memnuniyetle dolu çıkmıştı.
   Ben de gülümsedim. "Kimsenin yanında olmadığım kadar rahatım."
   "Sevindim."
   "Yalnız baştan söyleyeyim," diyen Ada'ya döndüm. Şeval ve ben dışında masada kalanlara konuşuyordu. "Biz daha neredeyse hiçbir yere girmedik. Sıkboğaz etmek yok."
   Tolga kaşlarını çattı. "O niyeymiş o?"
   "Çünkü canım, biz beyleri biliyoruz. Söylenip durursunuz şimdi, hiç çekemem."
   "Havalara bak sen..." dedi abim. "Yanınıza kadar gelmişiz, sizi yalnız mı bırakmamızı bekliyorsunuz?"
   Şeval, Ada ve ben aynı anda, "Evet," dedik. Tolga ve Barış'ın dudaklarından ise aynı anda, "Nah," kelimesi döküldü.
   "Ama bu haksızlık," dedim kelimeleri uzatarak. "Biz kendi kendimize gelmiştik çıktınız başımıza yahu. Bu nasıl hayat?"
    "Hayatına sitem edeceğine önündeki yemeği bitir," dedi abim. "Çok konuşma."
    "Haksızlık yaptığının sen de farkındasın Furkan Talay."
   "Derin'ciğim... Kardeşim... Sus."
   Kendi kendime onu taklit ederken Ada, Tolga'yı gelmemesi için ikna etme çalışmalarına girmişti bile. "Tolga'cığım... Canım... Yemekleri yedikten sonra git bak bakalım, ben evde miyim?"
   Tolga ise yapmacık bir şekilde gülümsedi. "Yemeğini bitir, çok eğleneceğiz sarışın çok..."
   Ada, "Ama ya," diye sitem ederken Şeval, "Lanet olsun dostum, sakin ol," diyerek yabancı film dublajlarını taklit etti. Masadakiler gibi Şeval'in tepkisine ben de güldüm.
   Bir süre daha sohbetle yemeklerimizi bitirdik. Kalkarken Ekin saatine baktı. "Biz burada ayrılalım sizinle... Daha sonra tekrarlarız inşallah."
   "Gidiyor musunuz?" dedim üzgün bir sesle.
   Bu tepkime Barış kaşlarını çatmıştı.
   Ekin gülümseyerek, "Maalesef," dedi. "Sonra görüşürüz"
   Tam sarılmak için ona yönelmiştim ki Barış kolumdan tutarak beni geriye çekti. Bu hareketine afallamamı saklayıp Aybüke'ye döndüm. "Tanıştığıma çok memnun oldum."
   "Ben de Derin. Sonra görüşürüz umarım."
   Başımı salladım. Onlar gidince Okan da oturduğu sandalyeden kalktı. "Hadi bakalım, dağılın gençler..."
   Abimin masada duran telefonu çalınca bakışlarım oraya kaydı. Mal 2 arıyordu. Yani Demir...
   Telefonu açıp kulağına götürdü. "Söyle." Karşı tarafı dinledikten sonra etrafına bakındı. "Yemek katındayız biz. Hemen görürsün zaten."
   Demir'in geleceğini anlayınca ben de etrafıma bakınarak onu aradım. Az ileride görünce elimi salladım ve buraya gelmesini işaret ettim. Abim telefonu kapatırken Demir yanımıza gelmişti. Elini kaldırarak herkese selam verdi.
   "Selam, gençler, kendini genç hissedenler, Evrim Şeval ve geri zekâlı ikizim; Derin."
   "Hoş geldin beyin mağduru kardeşim," dedim yapmacık bir gülümseme ile.
   Okan, abimi öne doğru itti. "Bizim aşağı katta bir işimiz var, halledince haberleşiriz."
   Demir sinsi bir ifadeyle Şeval'e baktı. "Herkes çiftlendiğine göre sen de benimle gel, Evrim Şeval."
   Bunu duyunca kaşlarım çatıldı. "Kim kiminle çiftlenmiş yahu? Saçmalama." Herkesin şaşkın bakışları bana dönünce panikle alt dudağımı dişledim. Her şeyi yok sayıp Barış ve kendimin çift olmasına yükselmiştim.
   "Lan geri zekâlı," dedi abim Demir'in kafasına vurup. "Ben bu herifle mi çiftim?" Konuşurken Okan'ı göstermişti.
   "İçindeki o hissi daha fazla saklayamazsın Furkan Talay," dedi Demir gülerek. Demir'in bakışları gülümseyen Şeval'e kayınca duraksadı. "Lan bir insanın gülüşü bile değişir mi?"
   Bu dediğine sırıttım. "İnsanlar ne görmek istiyorlarsa onu görürlermiş ikiz. Aklında bulunsun." Sesimdeki imayı fark eden Şeval gözlerini devirirken Demir de koluma vurdu.
   Demir, Şeval'i kolundan tutup asansöre çekiştirirken abim ve Okan da başını iki yana sallayıp uzaklaştılar. Ada ile Tolga çoktan gitmişlerdi. Barış ile yalnız kalınca bilerek bakışlarımızın birleşmesinden kaçındım.
   "Gözlerini yakalama şerefine ulaşabilecek miyim artık?"
   Sorusunu duyunca hızla ona baktım. "Şey... Evet..." Birdenbire ne olmuştu da dilim tutulmuş, tüm vücudum utanca bürünmüştü?
   "Nereden başlamak istersin gamzeli?"
   "Şey..." Dudağımı büzdüm. "Belki-"
   Elini kaldırarak sözümü kesti. "Kitap mağazasından başka."
   "Peki," dedim hecelerini uzatarak. "Belki yemeğin üzerine güzel bir tatlı fena olmazdı."
   Gülümsedi. "İşini biliyorsun, gamzeli."
   Ben de gülümsedim. "İşimi ve ne istediğimi çok iyi biliyorum diyelim, Barış Erez."
   "Önden buyurun, Derin Talay."
   Gülüşümü büyüterek merdivenlere yöneldim.
   Karşımıza çıkan ilk kafeye girdik. Boş bir masaya kurulurken yanımıza garson gelmişti bile. Barış bana bakıp göz kırptı ve garsona döndü ve tatlı siparişini verdi. Garson uzaklaşırken bana döndü. "Evet, Derin Hanım... Şu an en müsait ortamdayız, bana o Anıl denen itin sana ulaşımını başından sonuna kadar anlat."
   Ofladım. "Gereksiz şeyler, anlatmaya değmez."
   "Gereksizse anlatman daha kolay olur," dedi. Arkasına yaslandı. "Seni dinliyorum."
   "Cidden mi?" diye sordum baygın bakışlarla. "Şuraya gelmişiz, konuşacak onca konu varken Anıl'ın bana gönderdiği aptal kutuları ve onun bana tavrını mı konuşacağız?"
   Sakallarını ovaladı. "Olayı öğrenmek istiyorum."
   "Olayı sana anlatırım, önemli kısımları söyledim zaten. Ama şu an onu konuşmasak?" Yüzündeki kararsız ifadeyi görünce, "Lütfen," dedim.
   Nefesini bıraktı. "Pekâlâ... Konuyu sonra açmak için kapatıyorum."
   "Bu da bir seçenek tabii..."
   "Ne konuşmak istersin?"
   "Hm," dedim düşünen bir suratla. Alt dudağımı dişledim. "Neden Ekin'den uzak durmam konusunda bu kadar ısrar ediyorsun?"
   Ekin'in adını duyunca bakışları kararmıştı. "Çünkü ondan hoşlanmadım."
   "Sen hoşlanmadın diye o kötü bir insan olmuyor." Dudağımı büzdüm. "Mesela ben de Buse'den pek haz etmiyorum. Bu onun kötü olduğu anlamına mı gelir?"
   "Buse'nin iyi biri olduğunu da nereden çıkardın?"
   Kaşlarım kalktı. "Anlamadım?"
   "Buse'nin nasıl bir kız olduğu ortada. Herkesin dilinde, sürekli vücudunu sergilemeye çalışıyor, makyajdan yüzüne bakılmıyor... Sence bu kız, iyi birisi mi?"
   "Sen... Buse'den hoşlanmıyor musun?"
   "Ben Buse'den zerre kadar hoşlanmıyorum." Omzunu silkti. "Her anlamda..."
   "Ama belli ki o senden hoşlanıyor," dedim umursamaz görünmeye çalışarak.
   "Benden hoşlanan tek kızın o olmadığını benden daha iyi biliyorsun." Sesi muzip çıkmıştı.
   Dediğine abartıyla gözlerimi devirdim. "Bilmem mi..."
   "Ekin konusuna gelirsek..." dedi ciddileşerek. "Ondan hoşlanmadım. Senin yakınlarında dolanmasından rahatsız oluyorum çünkü sana zarar verecekmiş gibi hissediyorum. Ve ben bunu sana çok kez söyledim, bir kez daha söyleyeyim; senin zarar görmeni hiç ama hiç istemiyorum, Derin. Benim için değerlisin. İnan bana, kelime oyunu ve ya edebiyat değil. Eğer sen de kendine zarar gelmesini istemiyorsan ondan uzak dur. Sana uzak dur dediğim herkesten uzak dur. Seni korumama izin ver." Nefesini bıraktı. "Gerçi seni korumama karşı tavrın-"
   "Beni korumanı istiyorum," diyerek sözünü kestim. "Beni koruman, zarar görmemem için çabalaman hoşuma gider. Bunu istiyorum."
   "O zaman ortada sorun kalmadı?"
   Başımı salladım gülümseyerek. "Kalmadı."
   O da gülümsedi. "Harika."

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now