60. Bölüm

752 56 1
                                    

   Abim koltuğa oturduktan sonra yavaş hareketlerle yanına oturdum. Barış da bizden uzaktaki tekli koltuğa oturmuştu. Ulaş abi ve Tolga üçümüzü yalnız bırakmış, diğerlerinin olduğu odaya gitmişlerdi.
   Abim sakinleşmek adına derin bir nefes aldı. Şu an sınırlarını epey zorluyordu zaten. Çoktan beni sürükleyerek eve götürmesi, Barış'a da bir güzel dalması gerekiyordu. Ama neyse ki tüm bunlar olmamıştı, bizimle sakin sakin konuşmaya karar vermişti. "Evet, oturduk. Ne konuşacağız?"
   Güç vermesi adına titrek bir nefes aldım. "Biliyorum, bizi pek hoş şekilde öğrenmedin. Üzerine o geceki fotoğraflar yayıldı, Barış ile ayrıldık. Tekrar barıştığımızı sana söylemedim... söylemedik..." Omzumu dikleştirdim. "Ama şimdi sana yalansız, her şeyi olduğu gibi anlatacağım. En başından... Her şeyin en başından..."
   Söylediklerime dayanamıyor da olsa, ses çıkarmıyordu.
   "Sözümü kesmezsin umarım?" dedim tek kaşımı kaldırarak.
   Ses çıkarmak yerine başını olumlu anlamda sallamakla yetindi.
   Bunu görünce anlatmaya başladım: "Ben uzun zamandır Barış'a karşı bir şeyler hissediyordum. Evet, çok yanlış. Hatta dünyadaki en fiyasko şey. Ama ne yazık ki tüm bunlar kalbime söz geçiremedi. İlk başlarda Barış'a karşı normalden fazla ilgi beslediğimi fark ettim. Tabii ki kendime böyle bir şeyi yakıştıramadım, sonuçta o benim abimdi. Yani... Abimin en yakın arkadaşıydı. Yakıştıramadım, inkâr ettim fakat belli bir sonuca ulaşamadım. İlgim çığ gibi büyüdü, bir anda kendimi aklımdan Barış'ı çıkaramaz bir hâlde buldum. Zaman geçtikçe anladım... Barış'ı gerçekten sevdiğimi...
   Ben bu sevgiyi oturttuktan sonra uzun bir süre boyunca sustum. Fakat kalbim artık göğüs kafesimi kırarcasına yükseliyordu. Sustum, sustum... Sen Buse'yi Barış'a ayarlamak için çalışmalardayken sustum. Barış'ın attığı her adımda kalbim kanıyordu ama sustum.
   Ama ne, biliyor musun? En sonunda susmanın acizlik olduğunu fark ettim. Bu yıl Barış'ın doğum gününde ona açıldım. Sonuçları ne olursa olsun, ret yiyecek de olsam konuştum. O gece duyurdum sesimi...
   Ve o gece Barış'ın da bana karşı boş olmadığını öğrendim. Birkaç hafta bir masalın prensesiymişim gibi hissettim. Öyle mükemmel zamanlardı ki... Tüm dertlerimi unutuyordum. Olan biten her şeyden soyutlanıyordum. Dünyamda sadece Barış ve ben oluyordu. Bizden başka kimse yok gibi yaşadım o haftaları.
   Daha sonra gerçek hayatla yüzleştim tabii... Sorunlar, stresler, kumpaslar... Her şey üst üste geldi ve biz sana anlatamadık. Yanlıştı, kabul ediyorum. Belki de ilişkimize başlamadan önce seninle konuşmalıydık, izin istemeliydik ama olmadı... Aşkıma karşı koyamadım, kalbime söz geçiremedim ve onların karşısında eğilmek zorunda kaldım.
   Üzgünüm, abi. Ama bu ilişkiyi yaşadığım için ya da Barış'a âşık olduğum için değil; senden sakladığım için. Aylar sonra öğrendiğin için... Kaldı ki, ağzımdan bile öğrenemedin. Bunlar için çok üzgünüm. Şimdi beni dinledin, uzun konuşmam bitti. Etrafı yıkıp dökebilir, bizi anlamamaya devam edebilirsin. Yine ayrılmamız için baskıda bulunabilirsin. Barış'a daha çok vurabilirsin, beni peşinde sürükleyebilirsin ve daha nicesi... Ancak aksini yapmak da senin elinde. Şu anda bizi anlamayı deneyebilirsin. Bize destek verebilir, beni dünyanın en mutlu insanı yapabilirsin. Hem böylece beni ikiniz arasında bir seçim yapmak zorunda bırakmamış olursun. Tercih senin, abi. Tüm bu konuşmalarım boşa gitmesin... Lütfen..."
   Uzun konuşmamdan sonra gözümden akan yaşla bakışlarımı, dizlerimde güçsüzce duran ellerime indirdim.
   Ortamda bir süre sükunet asılı kaldı. Sadece nefes seslerimiz duyuluyordu.
   "Eğer..." Abimin sesini duyunca başımı kaldırıp ona döndüm. Barış'a bakıyordu. Ses tonu sakindi. "...kardeşimi üzersen seni buna pişman ederim."
   Söylediklerini kısa bir an algılayamadım. Barış'a baktığımda onun da benden pek farksız olmadığını gördüm. İlk toparlanan o oldu.
   Yüzüne yarım bir tebessüm yayılırken, "Emin ol kardeşini üzersem beni pişman etmeni bizzat ben isteyeceğim," dedi.
   Gülerek ayağa kalktıklarında ben olanları hâlâ anlamlandıramıyordum.
   Onlar tokalaşıp birbirlerine sımsıkı sarılırken ben de ağır ağır ayağa kalktım.
  Kendimi zorlayarak, "Yani..." diye mırıldandım. "Tüm bunlar ne demek oluyor?"
   Abim bana döndü. Hâlâ gülümsüyordu. Barış'ın omzuna yavaşça vurdu. "Bundan sonra Barış'a emanetsin. Ah, tabii..." Barış'a döndü. "Emanet lâfını da fazla ciddiye almamak gerek. Unutma, arkasında kapı gibi abisi var."
   Beynime oksijen gitmeye başlayınca olanları da anlamıştım. Güçlü bir çığlık atarak yerimde zıpladım. "Yaşasın!"
   Onlar gülerken heyecanla abimin boynuna kollarımı doladım ve ona sımsıkı sarıldım. Omzumdaki tüm yüklerden kurtulmuş gibi hissediyordum. Ve bu inanılmaz derecede rahatlamama neden olmuştu.
2 Hafta Sonra:
   "Derin! Derin, uyan! Bu nasıl bir uyku yahu? Kalksana."
   Rüyamı tam orta yerinden bölen sesi duymazdan gelmek için huzursuzca kafamı yastığa gömdüm. Fakat ses oldukça inatçıydı.
   Sanki hayatım ona bağlıymış gibi sımsıkı sarıldığım yastığı çekip aldı. "Kalk diyorum sana, Derin kalk!"
   Oflayarak gözlerimi araladım. Karşımda Şeval'i görmeyi beklemiyordum ama bozuntuya vermedim.
   "Ne oluyoruz be?" diye homurdandım sinirle.
   "Kalk hadi, kalk! O kadar çok işimiz var, sen hâlâ uyuyorsun."
   Yorgun bir şekilde yastığımın altındaki telefonumu buldum. Saati görünce gözlerim büyümüştü.
   "Yuh!" dedim. "Saat daha sabahın yedisi. Ne gibi bir işimiz var da şu saatte kalkıyoruz yahu?"
   Elimden telefonu alıp ekranı dibime kadar getirip gösterdi. "Tarihe bak tarihe." Benim bakışlarım ayın üçünü gösteren tarihe kayarken Şeval ofladı. "Bugün 3 Mayıs. Yani bugün ne var?"
   "Elinin körü var!" dedim öfkeyle. "3 Mayıs saat 7'de ne işimiz var, Allah için söyle."
   "Bugün Şeniz'i istemeye geliyorlar ya hani... Bakalım, hatırlayacak mısın?"
   Anında gözlerim büyüdü. Panikle doğrulurken, "O bugün müydü ya?" diye sordum.
   Şeniz ve Ulaş abi düğünü yazın yapmaya kesin karar vermişlerdi, hatta tarih bile almışlardı. Elbette tüm bunlar olduğu için işler de hız kazanmıştı. İsteme, kına, düğün... Hepsini üç aya sığdıracaktık ve yetişmek zorundaydı.
   Şeval bilmiş bir şekilde başını salladı. "Evet canım, bugündü."
   Kısa bir an düşündüm. Daha sonra, "Saat kaçtaydı tam olarak?" diye sordum.
   "Akşam yedi sekiz gibi."
   Rahat bir nefes alarak yatağıma tekrar yattım. "Daha on üç saat kadar vaktimiz var. Bu saatin dört beş saati bizim için yeterli olur, o yüzden uykuya devam."
   "Hayır, Derin. Şimdi kalkıyorsun, elini yüzünü yıkıyorsun ve hazırlanıyorsun."
   "Şu saatte nereye gideceğiz, ne bu acele?"
   "İlk önce Ada'yı almaya gideceğiz. Daha sonra bir yer bulup kahvaltı yapacağız. Zaten tüm bunlar olurken öğleden sonra olacak. Şeniz'in yanına, kuaföre geçeceğiz. Orada da dört beş saat oyalanacağımız kesin, akşam oldu bile."
   Anlattıklarını dinlerken yorulmuştum. "Ben aslında yoğum," dedim.
   Kolumdan tutarak doğrulmamı sağladı. "Varsın varsın kalk hadi."
   Telefonumun çaldığını duyunca gözlerim büyümüştü. Bu saatte kim arayacaktı ki? Şeval arayana bakıp bana uzattı. Telefonu alıp ekrana baktım. Gece gözlüm.
   Aramayı cevaplandırıp kulağıma götürdüm. "Efendim, Barış?" Sesim uykulu çıkmıştı.
   "Neyse ki uyanmışsın, seni uyandırmakla da uğraşmak zorunda kalmadım."
   Çoktan dolabımın önüne geçmiş, bana kıyafet bulmaya çalışan Şeval'e bir bakış attım. "O görevi canım(!) arkadaşım Şeval zevkle üstlendi, merak etme."
   "Harika," dedi. "Şimdi o yataktan çık ve on dakika içerisinde aşağıda ol."
   "Neden?" diye sordum.
   "Sen, Şeval ve Demir kahvaltıya benimle geleceksiniz. Tolga da Ada'yı alacak, orada buluşacağız."
   Ofladım. "Benim uykum var."
   "Yok, Derin. İşim başımdan aşkın, seninle de uğraştırma beni."
   "Çok sağ ol ya..." dedim iğneleyici bir sesle. "Gerçekten yani ilgilendiğini ancak bu kadar belli edebilirdin."
   Telefonun diğer ucundan kısık sesle güldüğünü hissettim. "On dakikaya kapıdayım."
   Gözlerim büyürken panikle, "On mu dakika?" dedim hızlıca.
   "Evet, süren başladı. An itibariyle dokuz dakika elli sekiz saniyen kaldı." Cümlesi biter bitmez telefonun yüzüme kapandığını belli eden o sesi duydum.
   Nefesimi bırakarak Şeval'e döndüm. "Nesiniz siz? Organize Derin'i çileden çıkarma örgütü falan mı?"
   Gülerek bana döndü. Elinde boyu dizimin altında biten kırmızı elbisem vardı. "Evet, bebeğim. Ama hemen harekete geçmezsen o örgüt seni kefene saracak, bilmem anlatabildim mi..."
   Yüksek sesle ofladım. "Neden ya? Neden ben?"
   "Vaktimiz olsaydı sana bunu uzun uzun anlatırdım ama ne yazık ki zamanımız yok, canım." Elindeki elbiseyi bana attı. "Giy şunu hadi."
   Kısa süre içerisinde huysuzlanarak elbiseyi üzerime geçirdim ve apar topar saçımı düzene soktum. Yüzüme makyaj yapma gereği duymamıştım, zaten birkaç saat sonra kuaförde o işi halledecektik.
   Demir çoktan uyanmış, hatta bizden beş dakika önce aşağı bile inmişti. Şeval ile hızla ayakkabılarımızı giydik ve asansöre bindik. Annemlerle ben hazırlanırken Şeval konuşmuştu, abim ve Demir yanımızda olacağı için sorun çıkmamıştı.
   Apartmanın önünde Barış'ın arabasını görünce yüzüme istem dışı bir tebessüm yayıldı. Arabanın camları film kaplı olduğu için Barış'ın ifadesini göremiyordum. Şeval arkaya yönelirken ben de ön kapıyı açtım. Fakat benim oturacağım koltukta Demir'in oturduğunu görünce kaşlarım çatıldı.
   "Ne oluyor be? Kalk koltuğumdan."
   "Koltuğun mu?" diye sordu yüzünü buruştururken. "Bir de benimsemiş..."
   Nefesimi bıraktım sakinleşmek adına. Daha sonra tekrar Demir'e döndüm. "Git arkaya otur, ne işin var önde?"
   Sahte kabadayı rolüne bürünürken aynı onların yaptığı gibi sesli bir soluk çekti içine. "Ön tarafa bundan sonra ben oturacağım."
   Gözlerimi devirdim. Kim bilir aklından yine neler geçiyordu? "O niye, Demir? Allah için söyle, merak ettim."
   Konuşmasına saçma bir şive ekleyerek, "Törelerimiz böyle söylüyor," dedi.
   Şeval ve Barış gülerken ben onlar kadar eğlenmiyordum. Salak bir şekilde karşımda oturmuş ikizime bakarak tek kaşımı kaldırdım. "Törelerimiz değil de, Furkan Talay böyle söylüyor olabilir mi acaba bay zekâ?"
  Gözbebekleri büyürken takındığı kabadayı rolünü bir kenara bıraktı. "Nereden anladın lan? Bu nasıl bir telepati?"
   Gözlerimi devirip, "Telepati değil de," dedim. Daha sonra toparlandım. "Neyse..." Kolundan dürttüm onu sinirle. "Kalk şuradan, sevgilinin yanına git yahu!"
   Gözleri büyürken, "Evrim Şeval mi?" diye sordu.
   "Yok, Allah'ın cezası Şeval."
   Yaşlı teyzelerin gençlere takındığı kınama tavrı ile cıkladı. "Sen çok ayıp bir insana dönüştün."
   Sanki bana iltifat etmiş gibi gülümsedim. "Teşekkür ederim, canım. Şimdi sakince arka koltuğa geç yoksa uykusuzluğun verdiği sinirle sana dalarım."
   "Şiddete eğilim de var sende..." Başını iki yana salladı. "Seni alacak olana şimdiden Allah'tan sabır diliyorum."
   Başımla sürücü koltuğunda oturmuş, gülerek bizi dinleyen Barış'ı işaret ettim. "Beni alacak olan kişi, tam da yanında. Ona konuş bakalım, fikri neymiş..."
   Demir, Barış'a döndüğünde canım sevgilim ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Hiç sorma, koçum. Aldık başımıza belayı, ne desek suç..."
   Tek kaşımı kaldırdım tehditkâr bir şekilde. "Bela?" diye tekrarladım onun sözünü.
   Sırıtarak bana döndü. "Püsküllü bela." Göz kırptığını görünce içimden lanet okudum. Ona ne kadar sinirli olursam olayım göz kırpınca içimin erimesine engel olamıyordum.
   Demir ikimize anlamsız bakışlar atıp, "Bu nasıl bir ilişki yahu?" diye söylenerek koltuğu boşalttı. Kalktığı yeri ben doldurdum ve kapıyı arkamdan çektim. Arabaya iyice yerleştikten sonra yola çıktık.
   Dördüncü kez esnediğimi gören Barış sesli bir şekilde nefesini bıraktı. "Sen kaçta uyudun?" diye sordu hesap soran ses tonuyla.
   Suçu yakalanmış bir çocuk gibi, "Şey..." dedim. "Belki... Yani sadece ihtimal..." Boğazımı temizledim. "Dört..." Kaşlarını daha da çok çattığını görünce, "Üç," diye çevirdim. Şirince sırıttım. "Üçe iki kala."
   Söylediklerimden sonra sinirle soluklandı. "Ne yaptın o saate kadar?"
   Sırıtışımı genişlettim. "Seni düşündüm. Bizi düşündüm. Sana tekrar tekrar âşık oldum. Saatin nasıl geçtiğini anlamamışım."
   Başını iki yana sallayıp, "Güzel denemeydi ama yemezler," dedi.
   Somurttum. "Film izledim."
   Aynadan arkayı kontrol edip direksiyonu sağa kırdı. "İyi halt ettin."
   Sadece gülümsemekle yetindim. Onunla tatlı atışmalara girmek çok hoşuma gidiyordu. Özellikle onu sinirlendirmenin verdiği tat başka hiçbir yerde yoktu. Ortama yayılan sessizliği bozmak için radyoya uzandım. Radyoda denk gelen şarkıyı duyunca küçük bir çığlık atarak sesini yükselttim. Barış bana yandan bir bakış attı. "Ne bu sevinç?"
   Gülerek omzumu silktim. "Şarkıyı seviyorum."
   Demir arkadan araya girdi. "Şarkıyı değil de söyleyen adamı seviyor olabilir misin, Derin Talay?"
   Panikle alt dudağımı dişleyip Demir'e sus işareti yaptım.
   Barış'ın kaşları çatıldı. "Ne oluyor? Kim bu şarkıyı söyleyen kişi?"
   Olayların eğlencesini yeni anlayınca sırıttım. "Michele Morrone."
   "Çüş, Derin!" dedi hayretle. "Manyak mısın kızım sen?"
   "Neden manyak olayım canım? Şarkı çok güzel... Adamın da maşallahı var yani, taş gibi."
   Sinirle direksiyonu sıktı. "Beni çıldırtmak mı istiyorsun?"
   Gülmemek için altdudağımı dişledim. "Hayır." Cevabı gayet net bilsem de, "Neden parladın ki?" diye sordum.
   "Adamın filmi ortada lan!"
   Gözlerimi kırpıştırdım. "Ama ne kadar yanlış bir kalıp bu... Adamın tipini ve sesini seviyor olabilirim."
   Bir küfür mırıldandı ve şarkıyı değiştirdi. Bunu görünce, "Hey!" dedim. "Neden değiştirdin?"
   "Bir düşünelim..." dedi yalandan düşünüyormuş gibi yapıp. Daha sonra sinirle bana baktı. "Sevgilin yanındayken elin adamına taş gibi demen yüzünden olabilir mi?"
   Dediklerinden sonra yüzümü istemsiz bir gülümseme esir almıştı. "Sen beni kıskandın mı?"
   "Saçmalama," dedi yüzüme bakmadan. Bu hâline kahkaha attım.
   "Aman da aman!" dedim sanki bir bebeği seviyormuşçasına. "Sevgilim beni de kıskanır mıymış... Hem de ünlü ve yakışıklı ama aynı zamanda da iki çocuk babası olan bir adam için mi kıskanırmış... Seni yerim."
   Söylediklerimin onu yumuşatmasını beklerken aksi oldu. Sinir oranı artarken, "Adamın iki çocuk babası olduğunu da biliyorsun, öyle mi?" dedi. "Aferin, Derin. Kimlik numarasını da biliyor musun?"
   Kıkırdadım. "Bilmiyorum, aşkım. Ama eksikliğini hissediyorsam öğrenebilirim? Olmadı araya tanıdık falan sokarım..."
   Sakinleşmek adına derin bir nefes aldı. "Gece de bu adamın filmini izlediğin için uykusuz kaldın herhalde," dedi sinirle.
   Benim gözlerim büyürken Demir benim cevap vermeme fırsat bırakmayarak, "Yuh lan!" dedi. "Allah yolunda olanlar varken böyle konular konuşmayın. Tövbe estağfurullah."
   Konuyu daha fazla uzatmak istemediğim için sustum. Birkaç dakika sonra tekrar Barış'a döndüm. "Senin elin geçti sanırım."
   Geçen haftalarda piknikte burktuğu sağ eline bakıp başını salladı. "Geçti, en azından araba kullanmama engel olacak kadar ağrımıyor."
   Başımı salladım. "Kıyamam ben sana... Acımasın canın."
   Bana yandan şüpheli bir bakış attı. Tek kaşını kaldırırken, "Sende ne var bugün?" diye sordu.
   "Ne var bende?"
   "Üzerime fazla düşüyorsun. Dökül bakalım, gamzeli. Ne istiyorsun?"
   "Kuru iftira!" dedim sitem dolu bir sesle. "Alt tarafı bugün seni daha çok seviyorum, direkt art niyet arama gereği neden?"
   Demir arkadan gevşek gevşek, "Sevgi pıtırcığı olmuş bugün," dedi.
   Kıkırdadım. "Neden olmasın..."
   Barış ikna olmamıştı. "Var sende bir şeyler..."
   Elimi yanaklarına koyarak sakallarını okşadım. "Yok bir şeyim, canım. Sen yola dön."
   Uzatmadı ve kafasında soru işaretleriyle önüne döndü. Ama anlamıştı. Elbette ondan bir şey isteyecektim.
   Aklımdaki düşüncelere sırıttım. İş şeytanlığa gelince neyse ki zekâm eksik kalmıyordu.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now