5. Bölüm

2.3K 149 29
                                    

   Arabaya yaslanmış abimleri beklerken kafamda bir savaş vardı. Neden sorusu yankılanıyordu sürekli. Neden Buse? Neden ben değil de Buse?
   Arkadan bir ses gelince başımı o tarafa çevirdim. Barış'ın koluna girmiş Buse neşeyle bir şeyler anlatıyordu, söylediklerine Barış da arada bir kafa sallıyordu. Barış beni fark edince hafif yukarı kıvrılan dudaklarını düzeltti.
   Buse parmaklarında yükselip Barış'ın yanağına bir öpücük koyarken daha fazla bakmaya gücümün olmadığını fark edip önüme döndüm.
   Buse, Barış'ı öpmüştü!
   "Derin?" Abimin sesini duyunca ona baktım. "Ada ile Demir nerede?" diye sordu etrafına bakınarak.
   Toparlanmaya çalıştım. "Hoca erken bıraktı," dedim. "Gelirler birazdan. Ben acele çıktım."
   Yüzümü inceledi. "İyi misin sen?"
   O sırada Barış da yanımıza gelmişti. Gözlerinin içine bakmak istesem de o irislerde kaybolacağımı bildiğim için yapamadım. "İyiyim, abi. Dersler yoğundu. Sorun yok."
   Onaylar anlamda başını sallarken çalan telefonunu cebinden çıkardı. Biraz uzaklaşıp telefona cevap verirken Barış ve ben yalnız kalmıştık.
   Yüzüne bakmamak için ant içmiş gibiydim. Daha sonra bu yaptığımın çocukça olduğunu düşünüp bakışlarımızı birleştirdim. Kendimi zorlayarak, "Hayırlı olsun," dedim.
   Dediğimi anlamadığını kaşlarını çatarak belli etti. "Ne?"
   "Hayırlı olsun. Sevgilin olmuş." Zoraki gülümsedim. "Ben de sınıftan öğrendim. Her ne kadar senden öğrenmeyi tercih edecek olsam da..." Sesimin titremesine lanet okudum.
   Omzunu silkti. Umursamıyor gibi görünüyordu.
   Başımı sallayarak bakışlarımı kaçırdım. Şu an, Buse ile ilgili kötü bir şey söylemesini her şeyden çok istiyordum. Ciddi bir şey olmadığını, hemen ayrılacaklarını, takıldıklarını ya da herhangi başka bir şey söylemesini istiyordum. Moralimi biraz olsun düzeltirdi belki.
   Fakat o beni daha da düşürdü: "Teşekkür ederim, umarım hayırlısı olur."
   Ağlamamak için gözkapaklarım birbirine yapışırcasına gözlerimi kapattım. Onun yanında, bunları söyledikten sonra ağlamak istemiyordum.
   "Peki sen..." dediğini duyunca gözlerimi açıp ona baktım. "...şu teneffüslerde yanında olan erkekten..." Acı çekiyormuş gibi bir ses tonuyla, "...hoşlanıyor musun?" diye bitirdi cümlesini.
   Normalde direkt kesip atmam gerekiyordu fakat içimde bir his bunu yapmamam gerektiğini söylüyordu. O bana acı çektiriyordu, sanki Ekin'den hoşlandığımı söylersem ben de ona acı çektirebilirmişim gibi hissediyordum.
   Omzumu silkerek, "Belki," dedim. "Sınıfa yeni geldi. Hoşlanıp hoşlanmadığımı zamanla öğreneceğim."
   Cevabımla ellerini eklem yerleri beyazlayacak kadar sıktığını fark ettim.
   Abim telefon konuşmasını bitirip yanımıza geldi. Arkasından da Ada ve Demir...
   Barış derin bir nefes alıp, "Ben yürüyeceğim," dedi abime. "Yarın görüşürüz." Abimin seslenmelerini umursamayarak yürümeye başladı.
   Ben de toparlanıp, "Hadi gidelim," dedim.
~
   Odama girince gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine izin verdim. Hıçkırarak ağlarken, "Geri zekâlı," diye mırıldandım kendi kendime. "En başından olmayacağı belliydi, sen kendini kaptırdın. Çek acını işte!" Deli gibi ağlıyordum. Ama kızdığım kişi; ne abim, ne Barış, ne de Buse'ydi. Kendime kızıyordum. Olmayacak bir hayale bağlanmıştım. İçimdeki umut, ışığını kaybetmemişti ve ben o umutla yaşamıştım.
   İçime oturan bir diğer şey ise, Barış'ın bu zamana kadar hiç sevgilisinin olmayıp ilkinin Buse olmasıydı.
   Nefesimin daraldığını hissedip camı açtım. Aralık ayının sonundaydık ama yanıyordum. İçim yanıyordu.
   Kapı açılınca ağlayan suratımla oraya baktım. Karşımda Ada'yı görünce hıçkırdım. O ise beni bu hâlde görmeyi bekliyormuşçasına kapıyı arkasından kapattı ve yanıma geldi.
   O an ben hiç düşünmeden Ada'ya sarıldım. Birinin beni teselli etmesine ihtiyacım vardı. Derdimi anlatmaya ihtiyacım vardı.
   Saçlarımı okşarken benim yatağıma oturmamı sağlayıp kendi de yanıma geçti.
   Ondan ayrılıp hıçkırdım. "Bana hiçbir şey sorma. Çok kötüyüm. Sanki kalbimi bir el sıkıyormuş gibi hissediyorum. Nefes alamıyorum, düşünemiyorum." Saçlarımı alnımdan geriye doğru taradım. "Çıldırmak üzereyim."
   Yanağımdaki yaşları silerken, "Bir şey sormayacağım," dedi. "Dilediğin kadar ağla. Sevdiğinin sevgilisi olduğunu öğrenen herkes acı çeker, gözyaşlarını saklama."
   Bunu duyunca panikle yüzüne baktım. "S-Sen... Nasıl?"
   Gülümsedi. "Barış'ı sevdiğini biliyorum."
   Elimin tersiyle burnumu sildim. "Ne? Çok mu belli ediyorum? Barış? O da mı fark etmiştir?"
   Beni yatıştırmak isteyen bir sesle, "Hayır," dedi. "Belli ettiğinden değil. Benim sezgilerim güçlü."
   Ağlamam şiddetlendi. "Kimseye söyleme lütfen."
   "Söylemeyeceğim, merak etme. Sırrın bende güvende."
   Aslında biliyor olması iyi olmuştu. Yanında rahat olurdum, belki beni teselli ederdi.
   "Peki, ne zamandan beri?" diye sordu bana.
   "En başından..." diye mırıldandım. "En başından beri..."
   Aklıma bana bisiklet sürmeyi öğrettiği gün geldi. Daha 7 yaşındaydım. O zamanlar oturduğumuz mahallede benimle bisiklet süremediğim için dalga geçmişlerdi. Daha sonra Barış beni yanına çekmiş ve, "Sana bisiklet sürmeyi ben öğreteceğim, sulu göz," demişti. Düşe kalka, sabırla bana sürmeyi öğretmişti. Gece geç saatlere kadar çalışmanın sonunda öğrenmiştim. O 10 yaşında, ben ise 7 yaşında birer çocuktuk...
   Hatırladığım anıyla hıçkırdım. "Onun yanında kendimi prenses gibi hissediyorum. O özel mavileri bana kilitliyken hayal kuruyorum. O gözlerin içinde aşk görmenin hayalini kuruyorum." Kısık sesle, "Ben onu çok seviyorum," dedim.
   Ada bana sanki bir mucizeymişim gibi bakıp tekrar sarıldı. "Canım benim."
   "O kız onu öptü, ona sarıldı, dokundu. Barış'ı 16 yıldır ben görüyorum, ben seviyorum. Almasın. Buse benden onu almasın." Sanki küçük bir çocuktum ve sevdiğim oyuncağı başka bir çocuk almış gibi hissediyordum.
   Bir süre daha ağladım. Arada bir Barış'ın adını sayıkladım, ondan bahsettim.
   Ada benim biraz durulduğumu görünce, "Belki Barış da seni seviyordur," dedi.
   Dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü. "Yok daha neler! İmkânsız bu."
   "İmkânsız mı; değil mi, öğrenmenin bir yolu var."
   Heyecanla ona baktım. "Ne yolu var?"
   Hevesle konuştu: "Hafta sonu olacak yılbaşı partisine seni öyle bir hazırlayacağız ki... Partinin en güzel kızı olacaksın. Daha sonra Barış ile seni karşılaştıracağız. Seni öyle görünce kıskançlık damarları patlayacak, gerilecek." Ellerini birbirine vurdu. "Ve olaylar gelişecek."
   Kaşlarım kalkarken, "Barış'ın umurunda bile olmayacağım," dedim. "Unuttun mu? Onun sevgilisi var."
   Kendinden emin bir sesle, "Göreceğiz bakalım, umurunda mısın; değil misin..." diye mırıldandı.
31 ARALIK
   Ve o gün gelmişti. Yılbaşı partisinin olduğu o gün... Barış'ın hislerini öğreneceğim o gün...
   Abime iki gün dil döktükten sonra okulun partisinde olma iznini çıkarabilmiştim.
   Şimdi ise Ada'nın sihirli ellerinin arasındaydım. Bana dolabımdan siyah bir etek bulmuştu. İki yıl önce aldığım bu eteğin üzerine ise bordo, omzu delik bir ince kazak giymiştim. Diz kapağıma kadar gelen siyah çorabın altına hafif topuklu siyah botlarımı giymeyi düşünüyordum. Saçlarımı ise sadece düzleştirmiştik.
   Ada'nın yoğun ısrarlarına -içinde Barış'ı etkilemenin geçtiği birçok cümlenin olduğu- karşı çıkamayıp bana makyaj yapmasına izin vermiştim.
   Siyah göz kalemini sürerken ona oldukça zor anlar yaşatsam da en sonunda sürebilmiştik. Ada'nın maskarasıyla kirpiklerimi hacimlendirmiştim ve gerçekten göze batar duruma gelmiştim. Far sürmekten hoşlanmadığım için gözkapaklarım doğaldı.
   Normalde göz makyajından başka makyaj yapmazdım ama Ada bu kuralımı yıkıp yüzüme fondöten sürmüştü. Adını bilmediğim birçok makyaj eşyasıyla yüzümü badanalarken uysal bir kedi gibi sesimi çıkaramıyordum.
   En sonunda koyu pembe bir rujla dudaklarımı renklendirip eserine bakmak için geri çekildi.
   Gördüğü görüntü hoşuna gitmiş olacak ki gülümsedi. "Harika görünüyorsun, bebeğim."
   Korkuyla aynaya baktım. Sürdüklerinden dolayı yaşımı en az beş yaş büyüteceğiz zannederken sonuç hiç öyle çıkmamıştı. Ada makyajı öyle iyi ayarlamıştı ki sanki hiç makyaj yapmamışım gibi bir görüntü elde etmiştim. Sadece rimel ve göz kalemi sürmüşüm gibi duruyordu.
   "Ada," dedim hayran hayran kendime bakarken. "Sen gerçekten mükemmelsin. Çok güzel olmuş makyajım!"
   Kendi makyajına başlamışken bana baktı. "Rica ederim, canım. İleride sen de bana bir konuda yardımcı olursun, ödeşmiş oluruz."
   Güldüm. "Elbette..."
   Bir süre sonra kendi makyajını da bitirip ayağa kalktı. "Hadi o zaman. Gidebiliriz."
   Alt dudağımı ısırdım korkuyla. "Umarım abim bir şey demez." Kıyafetime karşı abicilik oynayabilirdi.
   "Eğer evden çıkıp da parti salonuna gitmeyi başarabilirsek diyeceklerini yutacaktır zaten, güven bana. Partideki kızların yanında çocuk gibi kalacağız."
   Kaşlarım havalandı. "Nasıl bu kadar eminsin?"
   "Okul partilerinde az bulunmadım, canım benim." İmayla sırıttı.
   Başımı iki yana sallayarak yatağın üzerindeki küçük çantamı aldım. Telefonumu çantaya koyarken, "Hadi," dedim.
   Koridora geldiğimizde abim giydiği takım elbisenin kravatıyla uğraşıyordu. Bunu görünce aklıma Barış geldi.
   Kravat takmaktan hiç hoşlanmıyordu. Takım elbise giyse bile yakası hep boş olurdu. Papyonu ise ben sevmezdim. Laf arasında Barış'a söylediğimde, "Ben de hoşlanmam," demişti.
   Bizim geldiğimizi fark edince ağır ağır beni süzdü. Kaşları üst dudağına değecek kadar çatıldığında hızla müdahale ettim. "Abi biliyorum, pek hoşuna gitmedi görüntüm ama lütfen giyeyim. Vallahi yanından ayrılmam. Bakan olursa da haddini bildiririm gerçekten. Sana söz veriyorum, lütfen bir şey deme..."
   Kısa bir an duraksadı. Daha sonra kolundaki saate bakıp, "Sadece bir kereliğine ses etmeyeceğim," dedi. "Sakın alışma."
   Gülümseyerek boynuna atladım. Sımsıkı sarılırken, "Teşekkür ederim," dedim.
   Abimin odasından Demir çıktı. O da siyah bir gömlek ve siyah kot pantolon giymişti. Takım elbiseden hiç hoşlanmazdı ve yaşına uygun olmadığını düşünürdü. Beni ve Ada'yı şaşkınca süzüp kaşlarını çattı. Abim olma edasıyla, "Derin!" dedi yapma siniriyle. "Hemen odana git ve üzerini değiştir. Bak, adamın asabını bozma! Yakarım burayı, çabuk odana!" Daha sonra birden durup abime baktı. "Seni yormadım abi, Derin'e soğuk yaptım."
   "İyi halt ettin," dedi abim gülerek. "Bu zekâyla onuncu sınıfa nasıl geldin sen?"
   Ada elindeki telefondan başını kaldırıp, "Artık gidebilir miyiz?" dedi. Ona da dolabımdan dizinin birkaç parmak üzerinde biten bordo renk kışlık bir elbise vermiştim. Bileğinde biten siyah botunun üzerine ise çorap giymeye gerek görmemişti.
   Hep birlikte evden çıktık. Annem, teyzem, babam ve eniştem de bir restoranda yemek yemeye gitmişlerdi.
   Arabaya bindiğimizde Ada ile ben arkaya, Demir de öne oturdu.
   Yolda bağıra bağıra şarkılara eşlik edip bol bol video çektik. Hatta Ada güzel çıkan bir videoyu paylaştı.
   Partinin olacağı salona gelince araba durdu. Arabadan indikten sonra abim bana kolunu gösterdi. "Bu güzelliğin kışkırtıcı bir hâle dönüşmemesi için bu gece kavalyen ben olacağım."
   Gülümseyerek koluna girdim. "Bana uyar."
   Demir, Ada'ya baktı. "Eğer aşıların tamamsa ben de senin kavalyen olayım."
   Ada gözlerini devirdi. "Benim kavalyem zaten var. Sen kendi derdine yan."
   Demir tek kaşını kaldırdı. "Derdim mi? Hah! Elimi sallasam ellisi be." Salona girmek üzere olan bir kızı durdurdu. "Kavalyen olabilir miyim?"
   Ani sorduğu soruya gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
   Kız, Demir'e gülümsedi. "Olur tabii ki."
   Demir, Ada'ya havalı bir bakış atıp kızla beraber salona girdi. Abim başını iki yana sallayarak Ada'ya baktı. "Senin kavalye kim?"
   "Benimle abicilik oynayacaksan başka zamana, Furkan abi. Tolga gelecek."
   Ada'nın cümlesi biter bitmez yanımızda Tolga belirdi. Abimle selamlaşıp bana baktı. "Merhaba, Derin."
   "Merhaba," dedim hafif bir gülümseme ile.
   Abim, Ada'yı gösterdi. "Bizim kız sana emanet kardeşim." Daha sonra beni de yürüterek salona girdi.
   Salona girdiğimiz ilk anda dudaklarım şaşkınlıktan aralanmıştı. Yılbaşı temasıyla donatılan salonun her tarafında ışıklar vardı. Okulda az çok gördüğüm, görmediğim herkes çeşitli taraflara dağılmışlardı.
   Abim gözden uzak bir masaya geçerken ben de onu takip ettim.
   Dairesel masanın bir kenarına abim, karşısına da ben geçtim. Sandalye yoktu, o yüzden tüm salondakiler masaların yanında ayaktaydı.
   Abim ileride birine elini kaldırıp yerini belli etti. Bakışlarımı el kaldırdığı kişiye çevirince nefesim tekrar daralmıştı.
   Siyah takım elbisesinin içinde kusursuz görüntüsüyle Barış Erez bize doğru geliyordu. Gömleğinin üstten üç düğmesinin açık olduğunu görünce istemsizce dudaklarım yukarı kıvrıldı. Kravat ya da papyon yoktu.
   Bize doğru attığı her adımda içimdeki his de çığ gibi büyüyordu.
   Yanımıza geldiğinde ilk önce abimle selamlaştı. Bakışlarımız kilitlendiğinde ademelmasının aşağı yukarı hareket etmesini izledim. Sinirlendiğinde sert yutkunurdu ve ademelması hareket ederdi.
   Beni süzerken her saniyede kaşları daha çok çatılıyordu.
   Benim için ne kadar zor olsa da gülümsedim. "Merhaba, Barış abi." Abi kelimesini bastırarak söylemiştim.
   Sinirle bir soluk çekti ciğerlerine. "Merhaba, Derin. Farklı görünüyorsun." Son cümlesinde görmek istemediği bir şeymişim gibi gözlerini yummuştu.
   Gülüşümü genişlettim. "Teşekkür ederim. Bugün farklı olmak istedim."
   "Farklı ve açık." dedi sertçe.
   "Bir günlüğüne ses etmedim," diyerek araya girdi abim. "Ayak uydur."
   Barış daha fazla üzerinde durmayarak bakışlarını kaçırdı. Ben de onun bu hâllerine olan sinirimle, "İçecek bir şeyler alacağım," dedim.
   Abim başını sallarken Barış'a öfke dolu bir bakış atıp içecek standına doğru yürümeye başladım.
   Ne vardı yani kıskansaydı?
   Evet, sinirli bakışları ve açık olmasına duyduğu haz etmemeyi belli etmişti ama bu kıskançlık değildi. Açık kıyafetlerden hoşlanmıyordu sadece.
   Yere bakarak yürüdüğüm için önümü göremiyordum. Aniden bir bedene çarpınca afallayarak gözlerimi kırpıştırdım. Karşımda Ekin'in çimen yeşili gözlerini görünce kaşlarım kalktı. "Ekin?"
   "Derin?" dedi gülümseyerek. Daha sonra beni süzdü. "Bu sen misin?"
   Kafamdan Barış'a olan sinirimi atıp, "Güzel olmuş mu?" diye sordum.
   "Partinin en güzel kızı mısın sen, nesin?"
   Güldüm. "Teşekkür ederim." O da lacivert şık bir gömlekle siyah pantolon giymişti. Saçlarını ise okuldaki dağınık hâlinin aksine düzenlemişti. Alnına dökülmüyordu en azından. "Sen de çok hoş görünüyorsun."
   Kaşlarını kaldırıp indirdi. "Yaptık bir şeyler işte..." Etrafına bakındı. "Bu güzelliğin kavalyesi olan o şanslı kim?"
   Sırıtarak, "Abimle tanışmaya bu kadar istekli olduğundan haberim yoktu," dedim.
   "Hadi canım!" dedi harflerini uzatarak. "Kavalyeni abin mi yaptın?"
   "Kafamda kavalye diye bir plan yoktu, kapıda abim fikir sundu. Kabul ettim."
   "Peki, kavalyen olabilir miyim?"
   Ani sorusunu duyunca kaşlarım kalktı. "Diyorsun?"
   "İster misin?"
   Kısa bir an düşündüm. Sonuçta sınıf arkadaşımdı, herhangi bir problem olmazdı.
   Bakışlarım abimlerin olduğu masaya kayınca Barış'ın yanında bana sırtı dönük bir kız olduğunu gördüm. Kıvırcık uzun saçlarından ve fiziğinden anlamıştım kim olduğunu. Buse! Demek ki bu gece Barış, onun kavalyesi olmuştu.
   Barış sıkıntıyla etrafına bakınırken bakışlarımız birleşti. Kaşlarını çatarak Ekin'e baktığında içime ani bir güç doğdu ve elimi bana uzatılan Ekin'in eline bıraktım.
   Barış'ın bakışları birleşen elimize kayınca tekrar görmüştüm. Gözlerinde siniri, ademelmasının yukarı aşağı hareketini ve sıktığı dişlerinden dolayı seğrilen çenesini... Sanki bir savaşı kazanmışım gibi yüzüme zafer dolu kibirli bir gülümseme yerleşti.
   "Kavalyem olmanı isterim, Ekin."

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin