39. Bölüm

847 74 3
                                    

Derin Talay:
   Barış'ın arabayı durdurmasıyla etrafıma baktım. Nerede olduğumuzu fark ettiğim anda hızla ona döndüm. "Abimlerin görmeyeceği, sessiz sakin bir yerden cidden burayı mı anladın?"
   Anahtarı çekip bilmiş bir tavırla bana döndü. "Neyini beğenemedin, gamzeli?"
   "Barış, sizin eve mi geldik?" dedim omuzlarımı düşürüp. "Neden?"
   "Çünkü bebeğim," dedi. Bedenini bana çevirip konuştu: "Furkan'ın buraya gelme ihtimali sıfır. Annem, babam ve Zeynep alışverişe gittiler, en az iki saatimiz var. Ulaş Erez nerelerde asla bilmiyorum. Yani evde tekiz, rahat olabileceğimiz tek yer burası."
   Çok ikna edici bir açıklamaydı, kabul.
   "Peki," dedim isteksizce.
   Bu hâlimi fark edince yalandan kaşlarını çattı. "Somurtma, eğleniriz bir şekilde."
   Gülümsedim. "Birlikte olalım da gerisi boş..."
   O da gülümsedi. "Aynen öyle."
   Arabadan inince bana uzattığı elini tuttum. Havaya bir bakış atıp, "Yağmur yağacak gibi duruyor," dedi. "Durabildiğimiz kadar bahçede duralım, içeri sonra gireriz."
   Başını sallamakla yetindi.
   Birlikte bahçeyi turlamaya başladık. Hastaneden çıkmamın üzerinden epey bir süre geçmişti. Neyse ki havalar ısınmaya başlamıştı. Abim ve Okan dışarı çıkmışlardı, fırsattan istifade ben de Barış ile buluşmuştum. Onların görme ihtimali olmayan yer ise Barış'a göre burasıydı.
   Barış'ın telefonuna mesaj gelince bakışlarımı ona çevirdim. Ağır ağır cebinden çıkardığı telefondan mesaja baktı. Anında kaşları çatılmıştı. Telefonu aceleyle cebine koyması şüphelerimi ayağa kaldırmıştı.
   "Kimden geldi mesaj?" diye sordum elini bırakırken.
   "Önemli birisinden değil. Takılma."
   Beni geçiştirmesi şüphelenmeme neden oldu. Elimi ona doğru uzattım. "Telefonunu verir misin?"
   "Derin-"
   "Barış!" diyerek sözünü kestim. Sert sesimi duyunca nefesini bırakıp telefonu bana uzattı.
   Mesaj Asla Açma'dan gelmişti. Buse'yi ben bu şekilde kaydetmiştim. Yani mesaj Buse'den gelmişti.
   Furkan, Okan ve herkes burada ama asıl gelmesi gereken Barış Erez aramızda değil. Gelmeyi düşünmüyor musun, yakışıklı?
   Mesajı okuyunca hisettiğim öfkeyle dişlerimi sıktım. Telefonu ona sertçe uzattım. Gözlerim sinirden yaşarmaya başlamıştı. "Bu ne?" Konuştuğumda sesimin de vücudumdaki tepkilerden pek farklı olmadığını anladım.
   Bana doğru bir adım attı. "Canımızı sıkmaya bile değmeyecek bir şey."
   Sinirle geri çekildim. "Onun yanına gitsene yakışıklı. Benim yanımda işin ne zaten? Orada ortam ne hoş, tek eksik sensin sonuçta!" Yakışıklı derken kelimenin üzerine bastırmıştım.
   "Güzelim, saçmalama. Ben burada olmasam bile oraya gitmeyecektim zaten."
   İsyan edercesine, "Barış, bu kızın sana karşı bu kadar rahat olması benim hiç hoşuma gitmiyor," dedim. "Bu ne laubalilik? Hiç de buna engel olmuyorsun."
   "Bebeğim, ben Buse'ye hep mesafeli davrandım ve öyle davranmaya da devam ediyorum. Ama sürekli çevremde olan birisi, ne kadar uzak durabilirim?" Ses tonunu ikna edici bir düzeyde tutmaya özen göstermişti.
   Dudaklarımı buzdum. Sertçe, "Numarasını sil." dedim.
   Nefesini bıraktı. "Silemem."
   Hırsla omzuna vurdum. "Aman ne hoş! Senin de durumdan pek rahatsız olduğun söylenemez."
   "Derin, şu anda boş bir kıskançlık tribinin içindesin." Yatıştırıcı bir tonla devam etti. "Benim için senden başka kimse yok."
   Bu söylediği beni daha da öfkelendirmişti. "Tabii ki de benden başka kimse olmadığını biliyorum. Benden başka birisinin olma ihtimali olduğu gün hayatından çıkarım zaten. Beni sakinleştirmek için Buse'yi engelleyeceğini, ondan nefret ettiğini, kızlarla bir olup onu öldürmeme izin vereceğini söylemen gerekiyordu. Hayatında onun olmadığını elbette biliyorum!" Nefes almadan konuşmuştum. Evet, öfkelenmenin üzerimde böyle bir etkisi oluyordu.
   Kahkaha attı. "Derin, doğruyu söyle; gelmeden önce bir şey mi içtin?"
   "Gıcık!" dedim. Gözüm yana kaydığında bahçeyi sulama hortumunun orada usul usul bana baktığını gördüm. Barış'a sinsi bir bakış yollayıp hızla hortumun yanına gittim. Onun beni engellemesine fırsat bırakmadan hortumu aldım ve suyu açtım.
   Barış yavaşça, "Onu hemen yere bırak," dedi.
   Yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Ne yazık ki seni dinlemeyeceğim, aşkım. Çünkü senden bir şekilde hıncımı almam gerek." Ve sözüm biter bitmez hortumu ona yönelttim. Barış ıslanırken yüksek sesle söylediği birkaç bel altı küfür duymuştum. Debelenmelerine karşı kahkaha attım. "Bak, sinirlenmek nasıl oluyormuş Barış Erez? Gör de feyz al!"
   "Derin!" dedi sudan korunmak için elini siper ederken. "Kapat şu suyu."
   Sırılsıklam olmuştu. Ama bunu umursamadım. Eğlenmek istiyordum. İçimde ona olan tüm öfkeyi şu anda çıkarmak istiyordum. Tamam, belki şimdiki olayın büyütülecek bir yanı yoktu ama bu fırsatı bir daha yakalayamazdım. İyi kullanmalıydım.
   "Ben çok eğleniyorum!" diye bağırdım gülerek. "Orada havalar nasıl?"
   Bir küfür homurdanıp doğruldu. Bana doğru geldiğini görünce yüzümdeki gülümseme donup kalmıştı. "Neden geliyorsun öyle?" Sesim titremişti, Gözlerindeki intikam dolu ifade ürpermeme neden olmuştu.
   "Düello davetiyene karşılık veriyorum," dedi. Cümlesi biter bitmez elimdeki hortumu sertçe çekip aldı. Çığlık atıp kaçmaya çalışmam ne yazık ki sonuç vermedi. Çünkü kolumdan sıkıca tutmaya başlamıştı.
   "Birilerinin canı yaramazlık istiyor anlaşılan," dedi haylaz bir sırıtışla. "Bana uyar." Elindeki suyu bana tutarken attığım çığlıklar ve debelenmelerim işe yaramıyordu. "Su nasıl Derin Talay?" Eğlenme sırası ona geçmişti.
   "Sen nasıl bir ruhsuzsun?" diye bağırdım. "Şaka yapalım dedik, bokunu çıkardın. Haksız olan senken ıslanan neden benim? Haksız rekabet! Sen çok pis bir insansın. Allah senin belanı vermesin Barış. Seni sevmi-"
   Cümlemi kesen şey bedenimi sertçe ona çevirmesi oldu. Hortum aşağıya indi ve  ikimizi de ıslatmaya başladı. "Beni sevdiğini söyle..." dedi kısık sesle. "Söylemeye çalıştığın cümleye karşılık olarak."
   Islandığı için iyice rengi belli olan irislerinde kaybolurken, "Seni seviyorum," dedim.
   Dudaklarını ıslattı. Benimkilere baktığını görünce onu beklemeyerek parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarımı dudaklarına kapattım. İkimizin de beklediği bu temasla elindeki hortumu yere bıraktı, ellerini belime sardı. Kollarımı boynuna doladım.
   Su damlaları birbirimizin yüzünde yol çizerken kendimi ona iyice yaklaştırdım.
   Nefes almak için geri çekilince alnını alnıma yasladı. "En derinimdeki Derin Talay... Buse'ymiş, başkasıymış; hiçbiri umurumda değil. Benim tek kızım sensin ve bu gerçek asla değişmeyecek."
   Elimi yanaklarına koyarak sakallarını okşamaya başladım. "Benim sana olan sevgim de asla değişmeyecek, gece gözlüm."
   "Sırılsıklam olduk," dedi huysuz çıkan sesiyle.
   Altdudağımı dişledim. "Sana sırılsıklam âşığım dedikleri bu olsa gerek."
   Gözlerini devirip başını iki yana salladı. Tam o sırada bulutlardan güçlü bir ses geldi ve saniyeler içinde gökten yağmur damlaları düşmeye başladı. Çok hızlı yağmur yağıyordu.
   "Dediğin tuttu," dedim gülerek. "Yağmur yağacağını içeriye geçmemizi söylemiştin."
   "Islanmayalım diye demiştim fakat biz yağmuru beklemeden o işi hallettik zaten."
   Gülerek ondan ayrıldım. "Hadi, eve geçelim. Üşüdüm."
   Başını salladı. Koşar adımlarla eve girdik. Evin sıcaklığına rahat bir nefes aldım. "Sanırım donuyorum."
   "Donmuyorsun, her an hasta olabilecek bir bünyen varken sevgiline bu şekilde anlamsız sataşırsan olacağı bu." Söylenmesinde haklıydı, bu yüzden sessiz kaldım.
   Odasına yürüdüğünü görünce titreyerek onu takip ettim. O, dolabının karşısında dikilip kıyafetlerine bakarken arkamdaki duvara yaslandım ve onu izlemeye başladım.
   Saçındaki su damlaları yavaş yavaş yere düşerken oldukça dikkat çekici görünüyordu. Yakışıklıydı, daha da yakışıklı olmuştu. Üzerindeki kazak iyice ıslanmıştı ve rengi koyulaşmıştı.
   Barış raftan siyah bir kazak alıp bana döndü. Onu alıcı bakışlarla süzdüğümü görünce, "Hey!" dedi. "Hayırdır, gamzeli?"
   Muzip bir şekilde gülümsedim. "Hiç... Sevgilime tekrar tekrar âşık oluyorum, yasak mı?"
   "Değil," dedi o da gülerken. Elindeki kazağı uzattığını görünce hemen aldım. Omuzlarından tutup kazağı süzünce normalden daha uzun olduğunu gördüm. "Bu kadar uzun bir kazak senin dolabında ne arıyor?" diye sordum garipseyen bir sesle. "Bunu cidden giyiyor musun?"
   "Elbette giymiyorum." Haylaz bir şekilde göz kırptı. "Bu tarz durumlar için duruyordu dolabımda."
   Sinirle kaşlarımı çattım. "Buraya çok kız geldi de sen bu kıyafeti çok verdin sanırım?"
   Barış bunalmışçasına ofladı. Daha sonra beni şüpheyle süzüp, "Özel gününde falan mısın Derin?" diye sordu. "Doğruyu söyle."
   Omzuna vurdum. "Saçma saçma konuşma. Dediğin söylediğime çıkıyor, ben ne yaptım?"
   "Hayır, güzelim. Dediğim söylediğine çıkmıyor. Bu eve gelen tek kız sensin. Hep sendin ve sadece sen olacaksın. Tatmin edici bir cevap mıydı?"
   Başımı salladım. Oldukça ikna ediciydi. Beni kararsız bakışlarla süzdü. "Benim eşofmanlarım muhtemelen belinde durmaz ama yine de vereyim. Üşümemen için."
   "Tamam, ben eşofmanı hallederim. Belini tutarım, sorun yok." Başını sallayıp tekrar dolaba döndü. Normalde klişe bir durumun içerisinde olsaydık Barış'ın bana bir gömlek vermesi ve benim bacaklarımın çıplak kalması gerekirdi. Ama ben o filmlerdeki, dizilerdeki kızlardan farklı olarak gerçekten üşüyordum. Yani Barış babasının eşofmanını verse yine de giyecek durumdaydım.
   Gri bir eşofmanı bana uzattı. "Sen burada giyin." Arkasındaki dolaptan kendine de birkaç parça kıyafet aldı. "Ben de banyoda giyineyim. İşin bitince salona gel."
   Başımı salladım. "Tamam." O çıktıktan sonra hızlıca üzerimdeki ıslanmış kazağı çıkardım. Normalde mavi renkte olan kazak ıslandığı için laciverte dönmüştü. Barış'ın verdiği kazağı üzerime geçirince anında onun kokusuna bürünmüştüm. Giyilmese bile dolapta durduğu için istemsizce Barış'ın kokusu sinmişti.
   Boyu dizimden birkaç parmak yukarda bitmişti. Vakit kaybetmeden altımdaki siyah kotu çıkardım ve Barış'ın eşofmanını giydim. Tam tahmin ettiğim gibi beli çok büyük olmuştu. Hatta benden bir tane daha girerdi.
   Belini tutup yukarı doğru çektim. Üşümekten iyiydi, idare edebilirdim.
   Dolaptaki boy aynasından saçlarımın ıslanmasından sonra tel tel kabardığını gördüm. İşte bundan nefret ediyordum. Elimle düzene sokmaya çalıştım. Az öncekinden daha iyi durduğuna karar verince çıkardığım kıyafetleri elime aldım ve odadan çıktım. Salona geldiğimde Barış'ın çoktan giyinmiş olduğunu ve şömineyi yakmaya çalıştığını gördüm. Elimdekileri koltuğa bırakıp onun yanına gittim.
   Benim geldiğimi fark edince bakışlarını bana çevirdi. Beni süzdükten sonra memnun bir şekilde gülümsedi. "Yakışmış."
   Kaşlarım havalandı. Büyük geldiği için kolları dökülen ve elimin üzerini kapatan kazağı gösterdim. "Yakıştığına emin miyiz? Üzerimdekiler bana en az dört beden büyük."
   Son odunu da şömineye atıp ateşi artırdıktan sonra karşıma geldi. Ellerini belime koyup beni iyice kendine çekerken, "Yakışan şey, üzerindeki kıyafetler değil zaten," dedi.
   "O zaman ne?" diye sordum. Fakat bulunduğumuz yakınlığından dolayı sesim titremişti.
   "Senin üzerine sinen kokum." Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Senden gelen kokum hoşuma gitti."
   İstemsizce gülümsedim. "Üzerimdeki koku, benim de hoşuma gitti."
   "O hâlde bunu tekrarlamalıyız." Yaramaz çıkan sesinden sonra dudaklarıma eğildi. Bunu fark edince aceleyle geri çıktım.
   "Ama böyle olmaz."
   Nefesini bıraktı. "Neden benden kaçıyorsun?"
   "Çünkü birlikte olduğumuz her an yan yanayız... Böyle dip dibe, birbirinden ayrılmayan sevgililer gibi olmayalım. Hani sürekli dudak dudağa falan..."
   "Biz öyle olmayız, bebeğim. Bizim ilişkimiz dünyada tek."
   Bu çok doğruydu. Fakat içimden düşündüğüm şeyi dışarı yansıtmadım. "Olabilir ama yine de..." Cümleleri birleştirmeyince altdudağımı dişledim. Barış bunu görünce oflayarak, "Pekâlâ," diye mırıldandı. "Dediğin gibi olsun."
   "Harika." Ondan uzaklaşıp televizyonun altındaki masanın yanına gittim. Masanın altındaki rafta ters çevrilmiş bir çerçeve vardı. Meraklanarak çerçeveyi aldım. Fotoğrafı görünce ise attığım güçlü kahkahaya engel olamamıştım.
   Barış ve Ulaş abinin küçükken çekilmiş sevimli bir fotoğraflarıydı.
   Barış neye güldüğümü öğrenmek için yanıma gelince elimdeki çerçeveyi fark etti. Hızla almak için yönelince çerçeveyi geri çekerek buna izin vermedim.
   Gülmekten dolayı gözümden akan yaşı silip, "Bu ne?" dedim. "Barış, bu fotoğraf çok tatlı."
   "Derin, ver şunu," dedi sabırsız bir sesle.
   Fotoğrafa tekrar baktım. Ulaş abi ile Barış elindeki çikolatayı almak için birbirleriyle kavga ediyorlardı. Hatta Ulaş abinin gözünde bir damla yaş vardı. Barış ise sadece sinirliydi. Belli ki çikolatayı onun almak istemesine çok öfkelenmişti.
   "Sen küçükken de sinirliymişsin." Tekrar ona baktım. "Ama sen hep sinirliymişsin, bu şekilde anlaşamayız."
   "Güzelim, daha fazla uzatma da ver şunu. Hadi!" Sakin kalmak için kendini zorladığı belli oluyordu.
   "Bu fotoğraf benim olsun mu?" diye sordum hevesle.
   Anında, "Hayır," dedi. Sesi kesindi. İtiraz istemiyordu.
   "Ama lütfen," dedim küçük bir çocuk gibi ses tonumu ayarlayarak.
   "Hayır." Uzanarak çerçeveyi elimden aldı. Tekrar almaya çalıştığımda ise elini havaya kaldırdı ve bu şekilde fotoğrafı benden uzaklaştırmış oldu.
   Kaldırdığı eline bakıp ofladım. "Haksız rekabet dediğin budur! İki metre boyun var, ben kısayım. Nasıl ulaşayım o çerçeveye şimdi?"
   "Güzel bir yolu var; bu çerçeveye ulaşmaya çalışma. Çünkü bunu sana asla vermeyeceğim."
   Somurttum. "Cani."
   Burnumu sıktı. "Cadı."
   Bahçeden bir ses duyunca bakışlarımı oraya çevirdim. "Sesi duydun mu?" diye sordum panikle.
   Beni hiç umursamadan, "Hayır," dedi.
   "Bir dinle," diyerek itiraz ettim. "Dikkatini ver."
    Oflayarak başını dışarı çevirdi. Fakat yüz ifadesi bir anda değişmişti. Bunu görünce korkuyla, baktığı yere baktım. Karşımdaki görüntüye bir çığlık atıp elimi dudaklarıma bastırdım. "Özlem teyze!" diye bağırdım boğuk çıkan sesimle.
   Bir küfür mırıldandı. "Annem geldi lan."
   "Basıldık," dedim telaşla. Elimi ağzımdan çektim. "Basıldık, Barış. Basıldık."
   "Bir dakika sus, Derin. Zor olacak biliyorum ama Allah için sus be, güzelim." Düşünmeye başladı.
   Dudaklarımı büzerek sinirle ona baktım. "Şu an nasıl susayım? Basbayağı suçüstü gibi yakalandık." Hissettiğim panikten dolayı sesim titremişti.
   Muzip bir şekilde bana döndü. "Öpüşelim mi?"
   Şaşkınlıktan dudaklarım aralanırken, "Manyak mısın sen?" dedim. "Annen kapıya dayanmış, basılmışız. Dediğin şeye bak."
   "Ne var, yavrum? Tam basılmış olurduk. En azından basılma kalıbına girmiş olurduk." Sesli bir nefes aldı. "İleride de çocuklarımıza anlatırız. Biz annenizle yaramazlık yapardık deriz. Kıssadan hisse hikâyelerle büyütürüz onları."
   Söylediklerinden sonra sakin kalmam çok zordu. "Ya sabır," diye mırıldandım. "Barış, bir ciddileşsene! Çözüm bul, annen beni burada yakalarsa bitti, her şey çok farklı yerlere gider. İşte o zaman çocuklarımıza uzundan hisse hikâyeler anlatmak zorunda kalırız."
   Ciddileşti. Bulunduğumuz durumu yeni kavrayabilmişti sanırım. "Annem neden erken geldi?" Kendi kendine sorsa da ben tabii ki sessiz kalmadım.
   "Evet, hani iki saati vardı?" diye sordum.
   O sırada Özlem teyzenin sesi ortamı doldurdu: "Barış, açsana kapıyı oğlum. Ellerim dolu, anahtarla uğraştırma beni."
   "Sıçtık," diye mırıldandım. "Hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Senin de öyle mi-"
   "Derin!" diyerek beni susturdu. Daha sonra hızla arkamı gösterdi. "Gir şuraya."
   Gösterdiği yerin küçük beyaz bir dolap olduğunu görünce, "Çüş," dedim. "Neresine sığayım ben onun?"
   "Küçücük kızsın, her yere sığıyorsun; şuraya mı sığamayacaksın?"
   Kaşlarımı çattım. "Ben küçücük kız mıyım?"
   "Şu an bunu tartışmak istediğine emin misin?"
   Kısa bir an duraksadım. Daha sonra, "Hayır," dedim. Başka zaman konuşabilirdik. Gösterdiği dolabın kapağını açtım. Dolapta raf yoktu. İnce, uzun bir dolaptı. Girmem kolay olurdu. Neyse ki, içinde de pek bir şey yoktu.
   Dolaba girip ucundan biraz aralık bıraktım. Nefessiz kalırdım. Bir de heyecan basınca kesin ölürdüm.
   Barış, benim iyice görünmediğimden emin olduktan sonra kapıya koştu. Elim ayağım titriyordu panikten.
   Acaba bu gece tek parça uyuyabilecek miydim?

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now