#47 - Geçmişin Külleri

Start from the beginning
                                    

Dolan gözlerinden taşan yaşlar, anın rehavetiyle ala çalmış yanaklarından aşağı inerken hıçkırdı.

"Beni bu kadar mutlu etme... Kalbim patlayacak."

Hıçkırıkları çoğalırken sözlerinden mi yoksa ağlamasından mı etkilendim bilmiyorum ama birden ben de ağlamaya başladım. Onun gibi hıçkırarak ağlamıyordum belki ama gözlerimden yaşlar boşalıyordu işte. Sanırım onca zamanın ardından sevgisine karşılık bulan kalbim, anın neden olduğu şoktan sıyrıldıktan sonra yeni yeni algılamaya başlamıştı yaşananları. Başkasını sevdiğine inanıp kendimi bu aşktan vazgeçirmeye çalıştığım, umutsuzluğa kapılıp içimi yediğim günler dün gibiydi hala. O kadar sıkıntılı andan sonra mutluluktan ağlamak benim de hakkım değil miydi? Koskoca adam olsam bile?

Başkalarının yanında kolay kolay akmayan gözyaşlarım, Beril onlardan biriymişçesine seri bir şekilde inerken yanağımdan aşağı usulca yutkundum. Normalde utanırdım ağlamaktan, yani en azından başkalarının yanında ağlamaktan ancak nedense şu an hiç utanç duymuyordum. Sonuçta onun karşısında, onu kazandığım için ağlıyordum ve bundan sonra ölene kadar yanımda olacağına göre beni her halimle görmesi gerekiyordu, öyle değil mi?

Ah, bunun düşüncesi bile öyle güzeldi ki.

Beril, yanaklarımdaki yaşları görünce önce şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı, hemen ardından da küçük bir çocuk gibi büzdüğü dudaklarının arasından "Ağlıyorsun?" diye mırıldandı. Sesinde hayret vardı. Hali, dudaklarımın iki yana kıvrılmasına neden olduğunda "Mutluluktan," diye fısıldadım. "Bu anın gelmesini öyle çok bekledim ki. Bunları yaşayamayacağım diye öyle çok üzüldüm ki. Hayal kırıklığına uğramamak için umut etmekten korktuğum şeyi yaşıyorum şu an, ağlamaya hakkım yok mu?"

Beril, seslice burnunu çektikten sonra küçük ellerini kaldırarak yanaklarıma yasladı ve beceriksizce gözyaşlarımı silmeye çalıştı.

"Ne için olursa olsun ağlama lütfen..."

Kendisi hala hıçkırıklarının arasından ağlarken bana ağlamamamı söylemesi beni hafifçe güldürdü. Başımı biraz daha ona yaklaştırdıktan sonra ağladığı için parıldayan ela gözlerinin tam içine baktım ve "Sen ağlarsan ben de ağlarım, demiştim," diye mırıldandım.

İnce kaşlarını bir çocuk huysuzluğuyla çatarken "Hayır, sen ağlamayacaksın," diye söylendi. "Ben ayağım taşa takılıp yere düşünce de ağlıyorum, sürekli benimle ağlayamazsın ya. Hem kahramanlar ağlamaz bir kere, ne biçim kahramansın sen?"

Kahramanlığıma laf ettiği için yalancı bir sinirle gözlerimi kıstım. "Gözü yaşlı kahramanım belki ben, türümün tek örneğiyim. Olamaz mı?"

Yanaklarımı bir kez daha kuruladıktan sonra elinin tersiyle kendi yanaklarını da sildi ve aynı huysuzluğuyla omuzlarını silkti. "Bana ne, ben ağlak kahraman istemem. Sonra kimse korkmaz senden, nasıl koruyacaksın beni o zaman?"

Sorusunu es geçip kaşlarımı havaya kaldırarak "Ağlak kahraman mı?" diye sordum şaşkınca. Güler gibi bir ses çıkardı.

"Evet, sürekli ağlayana başka ne denir ki? Hem... Sanırım yeniden düşünmeliyim."

"Neyi yeniden düşünmelisin?"

"Senin kahramanım kalıp kalmamanı. Böyle her duygusallaştığında ağlayacaksan ohooo, çok işimiz var senle."

Ağzım deyim yerindeyse bir karış açılırken "Öyle mi hanımefendi?" diye sordum. Yüzündeki eğlenen ifadeyi saklamaya çalışması başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Beni gaza getirmek ve ortamın havasını değiştirmek için böyle konuştuğunun farkındaydım. E, o zaman bana da bu oyuna katılmak kalıyordu.

KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ TamamlandıWhere stories live. Discover now