"Ne oldu?" diye sordum heyecanla. Kendimi aksine öyle inandırmıştım ki, Derin'in yüz ifadesine rağmen Beril'in bizimle gelmeyi kabul etmesi imkânsızmış gibi geliyordu. "Kabul mü etti?"

Derin, yanağımdan makas aldıktan sonra "Sen Derin'ini ne sandın?" diyerek kendini tekli koltuğa bıraktı ve havalı bir şekilde bacak bacak üstüne attı. "Herhalde hallettim bebeğim."

Şaşkınlığım ve mutluluğum birbirine karışarak düzgün düşünmemi engellerken, kafamı sallayarak kendime gelmeye çalıştım ve hızlı adımlarla ilerleyip yanındaki koltuğa oturdum.

"Nasıl ikna ettin?" diye sordum merakla. "Gelmeyeceğini söylemişti."

Mavinin açık tonu olan gözlerini kısarak bana bilmiş bir bakış attı. "Yavrum benim adım Derin."

Yeterli bir açıklama yapmışçasına dudaklarını birbirine bastırarak arkasına yaslandığında, kaşlarımı kaldırarak "Yani?" diye sordum. Bana, şaka mısın sen dercesine baktıktan sonra gözlerini devirerek ofladı.

"Ona bu gezinin iyi geleceğini, kendini eve kapatıp hayattan soyutlanmakla eline bir şey geçmeyeceğini anlattım. Araya da kendimi örnek olarak karıştırdım ve oldu işte."

"Anladım," diyerek dalgınca ona baktım. Gelmesine sevinmiştim sevinmesine ama bir şey eksikti sanki. Beklediğim bir şey varmış da gerçekleşmemiş gibi hissediyordum.

"Kampa senin için gelmesini bekliyordun, değil mi?"

Derin'in fazlasıyla anlayış barındıran sesi, beni kendime getirdiğinde bir anlığına afalladığımı hissettim. Haklı mıydı? İçime çöreklenen bu saçma hissin sebebi bu muydu?

Buydu. Bencilceydi belki ama buydu.

İstemsizce içimi çekerken "Gelmesine tabii ki çok sevindim ama sanırım bir yanım, benim de kampa geldiğimi öğrendiği için fikrini değiştirmesini istiyordu," diye mırıldandım. İnkâr etmeye gerek bile duymamıştım. Derin, beni çok iyi tanıyordu. Dilim ne söylerse söylesin, tek bakışımdan içimi okuyabiliyordu. Ona yalan söylemeye çalışmak bile boşuna bir çabaydı.

Sessiz kaldığında gözlerimi gözlerine çıkararak burukça dudaklarımı kıvırdım. "Fazla imkânsız bir beklenti, değil mi?"

"İmkânsız değil," diye mırıldandı, elini dizimin üzerindeki elimin üstüne koyarak. "Sadece zamansız."

Alt dudağımı dişlerimin arasına kıstırırken belli belirsiz kafamı salladım.

"Zamansız... Önümde belirsiz bir zaman sıkıntısı var ve ben gün geçtikçe daha çok yorulduğumu hissediyorum. Sanki o gelmek bilmeyen vakit geldiğinde, geriye benden bir parça kalmayacakmış gibi."

Bir tepki belercesine gözlerine bakmaya devam ederken "Anlıyorsun beni, değil mi Derin?" diye sordum. Dudakları samimiyetle kıvrılırken, elimi biraz sıktı. "Ben senin ikinci annenim, unuttun mu? Anneler her şeyi anlar."

Söyledikleri küçük de olsa tebessüm etmeme neden olurken, omuzlarını dikleştirerek konuşmaya devam etti. "Yoruldun, görebiliyorum. Bir yanın deli gibi Beril'in peşinden koşmak isterken, diğer yanın vazgeçmek istiyor. Bunun da farkındayım ama vazgeçmek sandığın kadar kolay değil. Olsaydı şayet, senden evvel Feza vazgeçerdi benden."

Bir anda doluveren gözlerini kırpıştırarak yutkundu. "O benden vazgeçemedi, ben de ondan geçemedim. Yıllar sürdü belki ama en nihayetinde doğru kişiye kavuştum. Sen de kavuşacaksın. Öyle ya da böyle... Kavuşacaksınız."

"Ama o senin gibi değil," diye mırıldandım, karşı çıkarcasına. "Belki yaşından belki de kişiliğinden dolayı bilmiyorum ama başına gelenleri atlatması seninkinden çok daha zor olacak."

KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ TamamlandıWhere stories live. Discover now