3.Bölüm: ''Ölü Fredia''

10.1K 1.4K 1.3K
                                    

Keyifli okumalar...

***

Yerleştiğim yeni yatakhane de diğerlerinden farklı değildi, her defasında yedi kişilik bir yatakhaneye yerleştim. Yeni çocuklarla ve her katta yeni renk kıyafetlerle devam ettim.

Sokrates-21'de geçirdiğim ikinci günde sokulduğum zeka simülasyonunu skor tablosundaki en yüksek puanla tamamladım. Sokrates-20'deki üçüncü gün testinde bir çocuk daha zeminde hareketsiz kaldı. Kulede bir üst kata çıktıkça pişmanlık, korku, endişe tek tek beni bırakmaya başladı.

Ölüm ile yaşam arasındaki çizgi git gide belirsizleşti. Tek bildiğim şey zayıflık ölümdü.

Bu yüzden benden zayıf olanları elemiş, bazılarını öldürmüştüm. İçimde kabaran hırs beni ele geçirmeye başlamıştı. Daha güçlü, daha iyi ve daha üstün olmalıydım.

Kulenin ilk on katına çıkan çocuk sayısı sadece yüzde beşti. İlk katlar bizi daha sert ve daha duygusuz yapardı. Her test, her simülasyonla bir parçamı kaybettiğimi fark etsem de durmak zayıflıktı.

Minik kirpi güçlü ol.

Babamın sözlerini son hatırladığım zaman Sokrates-10'un son testiydi. Onları düşünmeyi ne zaman bırakmıştım? Ayağımdaki kırmızı pabuçları çıkaralı altı yıl olmuştu. Kuleye girdiğimde on beş yaşındaydım. Sokrates-10'a geldiğimdeyse on altı.

Her zamanki gibi muhafızlar bizi kod adı değişen testlerden birine sokmak için hazırlanmışlardı. Yatakhanemdeki herkes derin bir uykudayken kapılar açılmış, başımıza çuvallar geçirip bizi bağlamışlardı. Nereye gittiğimizden habersiz bizi bir teste daha sokuyorlardı.

''Kod 12 uygulamaya hazır. Teta timi hazır.'' Muhafızın kalın sesi, başımda bekleyen başka bir muhafıza beklediği emri vermiş olacak ki beni ileri doğru itip arkamdan kapıyı kapatmıştı.

Ellerim bağlı, başımdaki çuval yüzünden nefes almakta zorluk çekiyordum. Kafamda, ortamı hareket etmeden algılamaya çalıştım. Dizlerime sürtünen zemin normal zeminden farklı değildi. Çuvalın deliklerinden giren ışık bana aydınlık bir ortamda olduğumu söylüyordu. Tek sorunum bağlı olmamdı. Ne bir ses ne de bir koku vardı.

Ellerimi çekiştirip bileğimdeki bağlarının dayanıklılığını ölçerken, sağ tarafımdan gelen hıçkırık sesiyle hareketsiz kaldım. Bir kadın ağlıyordu.

İyi de burada kimse ağlamazdı ki?

Bize en çok hatırlatılan şey bu değil miydi? Zayıflık öldürür!

Başımı yana eğip yaklaşmaya başlayan hıçkırık sesinin sahibinin nerede olduğunu anlamaya çalıştım. Adım sesleri devam ederken yaklaşanın tek bir kişi olmadığını fark ettim. İki kişiydiler. Adımlarının zemine uyguladığı ağırlıktan çıkan ses birinin ya daha cüsseli olduğunu ya da birinin kadın olduğunu bana söylüyordu.

Dibime gelip duran insanların saldırmasını ya da test ne gerektiriyorsa onu yapmasını bekledim. Kaba eller bileğimdeki bağları çözerken, güzel kokulu eller başımdaki çuvalı çıkardı. Keskin ışık gözlerimi kör ederken birkaç saniye alışmak için gözlerimi kırpıştırdım.

Hareket edebilmemden yaralanıp rakiplerim ile arama mesafe koymaya başlamışken, karşımdakileri görmem ile donakaldım.

Uzun sarı saçları arasından bana bakan, yaş dolu mavi gözlere eşlik eden hoş kokusu ve siyah arasına beyazların serpiştirildiği saçlarla çevrili, kahverengi gururlu bakışları ile iki metre önümde duran insanlar.

''Minik kirpi güçlü ol.'' Geçmişin hayaleti karşımda dikilmiş bana bakıyordu. Babamın çökmüş bedeni ve annemin narin suratı.

Kahretsin! Bu nasıl bir oyundu böyle?

Gazap'ın GözdesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin