Bölüm

8.6K 995 132
                                    

Tekrar bir taş attım, ve tekrar tekrar dalga dalga olup yavaşça azalarak yok olmasını izledim taşın bıraktığı izi. Deniz kenarında geziyorum işte demeyi çok isterdim, ama maalesef ki yağmurdan sonra oluşan gölcüklerden biriyle idare ediyordum. Zaten amacım deniz görmek falan da değildi. Amacım, düşüncelerimi netleștirebilmekti. Kafayı yemek üzereydim çünkü. Tamam, bu kadar şeyden sonra Engin'den nefret etmeye başlamam ve onu umursamıyor olmam normaldi. Evet, zaten Engin umursanacak bir yaratık da değildi. Ve ona gereğinden oldukça fazla değer vererek en büyük yanlışı yapan da bendim.

Peki.

Tamam.

Buraya kadar her şey gayet normal.

Peki ya bundan sonrası?

Kubilay'ın intihar ettiği gün yaklaştıkça neden kalbimi biri eline almış da tırnaklarını batıra batıra sıkıyor gibi hissediyordum. Evet, birinin ölüm gününü bile bile yaşamak iğrenç bir duyguydu. Kesinlikle bunun ne demek olduğunu biliyordum. Ama, ama işte bu öyle değildi. Başkaydı. Tanımlamakta zorlanıyordum. Kendime bile tarif edemiyordum. Ama biliyordum işte. Bu, başkaydı. Bu, biri ölüyor gibi değildi de, canlı canlı tırnaklarımı kerpetenle söküyorlar gibiydi. Ayak serçe parmağımı komodinin köşesine çarpmıșım da, o anki saliselik acı beynimde yer edinmiş ve asla oradan gitmeye niyeti yok gibiydi. Sürekli zonkluyordu. Sürekli. On altı gün yirmi iki saat, on beş gün yedi saat, on dört gün iki saat.. Susmuyordu. Tik taklarla doluydu kafam. Saatli bir bomba gibi. En sonunda 00.01'i gösterecek ve o bomba benim içimde patlayacaktı. Paramparça olacaktım. Bin parçaya bölünecek ve asla toparlanamayacaktım. Gerçi şu anda da bundan pek farklı değildim. Kafam bi yandaydı, kalbim bi yanda.

"Okuldan atılıșını mı kutluyorsun burada?" Kafamı kaldırıp Kubilay ile göz göze gelirken, "Yok." dedim. "Anneme söylediğimde kafama yiyeceğim mükemmel terliği düşünüyorum. Tabi söylemeden önce tahta topuklu o terliği saklamam gerekecek."

"Ne yani, sen o saatten beri dışarıda mısın?" diyerek parmak boğumlarıyla yüzüme dokundu. "Oha ama Zeynep ya. Eczaneye gelseydin bari. Donmuşsun."

"Çok soğuk değil aslında." dedim. "Hem hasta olsam da, evde geçireceğim üç koca günüm var. Bol bol yatar, iyileşirim."

"Kendini acındırma işini annene saklasan iyi edersin. Zira ben, kavga etmeden önce tüm bunları düşünmenden yanayım."

"Ya düşündüm. Düşünmedim mi sanıyorsun?" diye sordum, çöktüğüm yerden ona bakarak. "En az dört saniye düşündüm. Az hızlı olsalardı. Çıksalardı. Ne var?"

"Tabi canım. Bi Carl Lewis değillerse senin suçun mu?"

"Sus da kaldır beni." dedim elimi uzatarak. Carl Lewis, bir zamanların Usain Bolt'u olmalıydı. Pek hatırlamıyordum. Ilgi alanıma pek girmiyordu çünkü o zamanlar. Zaten o zamanlar ilgi alanıma girenlerden de belliydi zevksiz bir şey olacağım.

Bir kaç saniye bön bön yüzüme bakıp, afallaması geçtikten sonra elini uzattı Kubilay. Elini tutup kalktığımda, ellerimi birbirine çırpıp temizledim ve gözleri bir noktaya sabitlenen Kubilay'a çevirdim bakışlarımı. Eli, benim elimi çektiğim şekilde duruyordu ve o da eline bakıyordu. E bunun bir üstü de sihirli annemdeki Taci'ydi zaten.

"İyi misin?" deyip, elimi yüzüne doğru salladığımda transtan çıkmış ve bir kaç saniye etrafına bakınmıștı.

"İ-" dedikten sonra kekelediğini belli etmemek için boğazını temizledi. "İyiyim." Titreyen ellerin pek öyle demiyor Kubilaycığım ama, neyse.

"E hadi gidelim o zaman." Kafasını sallamak suretiyle söylediğimi onaylandıktan sonra, benimle birlikte yürümeye başladı.

"Neden kavga ettiğini söylemedin."

"Bilmem." dedim, omuzlarımı silkip. "Herkesin ağzından adımı duymaktan artık pek de hoşlanmıyorum sanırım. Yok Zeynep doğru yaptı, yok Zeynep yanlış yaptı. Zeynep şöyle, Zeynep böyle. Sıkıldım. Hem de çok."

"Anladım." dedi sadece. Yargılamadı. Neden yaptın diye üstelemedi. Engin yüzünden mi diye sormadı. Anladım dedi. Ve ben, anladığından bir an bile şüphe etmedim. Çünkü, çoğu erkeğin aksine asla yalan söylemezdi. Sır saklardı, susardı belki. Ama yalan, ona göre değildi. Sır saklamasının, susmalarının sebebi de bendim zaten. Onda bıraktığım izlenim. Ondaki güvensizliğim. Bunca şeye rağmen anlamadığım tek bir şey vardı ona dair? Nasıl oluyor da sevebiliyordu beni? İnsan bu denli çok canını yakan birini nasıl sevebilirdim ki? Nasıl olur da atmaya devam edebilirdi onun için kalbi? Sevmek dediğimiz şeyi ben mi bilmiyordum, yoksa Kubilay mı yanlış anlamıştı her şeyi? Tabi ya. Ben daha okumamıştım o şiiri. Ne demişti şair;

Sen istediğin kadar diren
Olmasın o, olmasın de dur
Kalbin açmışsa kapılarını ona bir kere
Sen avaz avaz bağırsan ne olur?

Ama yakında noktasından virgülüne kadar ezberleyecek gibiydim.






İğrenç şiirim için özür diler de giderim 🙈 bölüm adı da bulamadım ne zamandır. Dedim madem adı bölüm, başlığı neden olmasındı. Zati yorgunum, yormayın beni😂

《FİNAL》Eyvah! 17 Yaşındayım (-18) Where stories live. Discover now