14 Gün

9.4K 1.1K 88
                                    

Edebiyat sınavından çıktığımızda, herkes çözdüğü soruları tartışıyor, biz ise sessiz sedasız kitap okuyorduk Kubilay ile.

Kalemi elime alıp Kubilay'ın kitabının köşesine 'Bu kadar bilgi bana çok fazla.' yazdıktan sonra bana baktığında sırıtarak kitabı bırakıp bahçeye indim. Zaten bir ton soru çözmüştük. Bir de beş yüz on sayfalık o kitabı çekemeyecektim.

Banklardan birine oturduğum sırada, Engin'in yavru köpek bakışlarını üzerime diktiğini fark edip gözlerimi devirerek başka yöne çevirdim bakışlarımı. Canım acıyordu ona baktıkça. Acımaması gerekiyordu. Ölse, toprak su niyetine kabul eder de sevap kazanırım diyerek mezarına bile tükürmemem gerekiyordu. Hayatımı vermiştim ben ona. Çocukluğumu. Ailemi. Tüm bunları bilmesine rağmen İlk büyük kavgamızda ettiği o lafı asla unutmuyordum. Unutmayacaktım da.

Yapmasaydın Zeynep.

Haklıydı. Silah mı dayamıştı kafama? Tehdit mi etmişti? Dövmüş müydü? Yapmasaydım.

Bakmasaydım ona.

Gülmeseydim.

Konuşmasaydım onunla.

Sevmeseydim.

Haklıydı.

Bu yüzden, bu kez suçu onda değil de, kendimde aradım. Ve çözümü de buldum anında. Onun da söylediği gibi, tek suçlu bendim çünkü. Onun o yere batasica aşkına inanıp ailemi terk eden de bendim, onun egosunu günden güne şişiren de ben.

Bankın kenarındaki küçük tahtaları tırnağımla kazıdığımı ve tırnağımın kırılıp, derimin kanadığını fark edince usulca kalkıp okulun içine doğru ilerledim. Parmağım sızlıyordu. Sızısını kalbimin tam ortasında hissedebiliyordum. Belki de, Engin'den arta kalan boşluğun ağrısıydı hissettiğim. Onu, her ne yaşamış olursak olalım, ilk defa çıkartmaya çalışıyordum oradan çünkü. Senelerdir oraya yerleşmiş, kalbimle bütünleşmiş bir parazit gibiydi. Çekip almaya çalıştıkça canımı yakıyordu. Ama artık çok iyi biliyordum ki, o oradan gitmedikçe bana zarar vermekten başka bir işe yaramayacak.

"Yenge!" İhsan'in sesini duymama rağmen aldırmadığım sırada, karşıma geçip yüzüne bakmamı sağladı. "Az dinler misin beni?"

"Kusura bakma. Yenge deyince..." dediğimde, yaptığım imâyı anladığını belli edercesine kafasını salladı.

"Bu güne kadar hiç adınla seslenmedim ki ben sana."

"Garip gelecek biliyorum. Ama benimle konuşmaya devam etmek istiyorsan, alışsan iyi edersin."

"Peki." deyip, bir süre sustuktan sonra zorla da olsa "Zeynep." dedi. "Konuşalım mı?"

"Dinliyorum."

Gözü, elimden akan kana takıldığı sırada "Engin," dedi. "Görünen köy kılavuz istemiyor zaten. Ama kızgın olduğunu bildiğim için, bir başkasının gözünden gör istedim ben yine de."

"Ben ona kızgın değilim ki İhsan." dedim umursamaz görünmek adına omuz silkerken. "Ben.. Kırgın da değilim aslında ya. Ben ona hiçbir şey değilim artık."

"Yapma be yenge." dediği an, annesinin en sevdiği vazosunu kıran masum bir çocuk gibi baktı bana gözleri. Dudağını ısırdıktan sonra "Görmüyor musun? İkiniz de ne haldesiniz?" diye sordu. Adımı söylemedi bir daha. Ya, hâlâ bana yenge demeye devam etmek istiyordu, ya da ben fazla abartıyordum ağzından çıkan kelimelerin taşıdıkları anlamları. O an, kelimeler yüklerini atsınlar üzerlerinden de, uçup gitsinler istedim. Serbest bıraktım onları altın kafeslerinden. Kifayetsizleștirdim, anlamsızlaștırdım. Bir bir sildim taşıdıkları harfleri. Hafiflettim yüklerini. Kayboldular benden, yok oldular tek tek.

"Görmüyorum." dedim usulca. "Ben ona baktığımda gördüğüm tek şey, Sümeyye onu öptüğü an beline giden eli. Başka bir şey görmüyorum. Görmek de istemiyorum." Kafamı iki yana salladiktan sonra, bir adım sağına geçerek sınıfa doğru yürüdüm. O an, anlasın istedim. Gerçekten canımın ne kadar yandığını anlasın da, anlatabilsin. Bir de, Engin'in benim için artık üçüncü tekil şahıs olduğunu fark etsin istedim. O, benim hikayemin üçüncü ve silik bir figüranıydı sadece bundan sonra. Gereksiz.. Ve benim için kesinlikle tekil.









《FİNAL》Eyvah! 17 Yaşındayım (-18) Where stories live. Discover now