Gülüşün Kaçtı da Gözüme

Start from the beginning
                                    

"Kızım, misafirlerimiz gidiyor." Duymamış gibi yapıp bekledim mutfakta kapı kapanana kadar. Daha sonra hızla odama geçtim. Evde ağlarsam annem duyardı. Balkona geçip duvara yaslanarak oturdum bu yüzden. Kubilay nasılsa duymazdı beni.

Kubilay.. beni.. duymazdı. Çok acıydı be bu cümle. Çok acıttı.

Gözlerimdeki yaşları silmeye gerek duymadım o an. Değmezdi onlar silinmeye. Uzun zamandır hak etmişlerdi akmayı zira.

"Zeynep hadi yemeğe. Keki bile yememişsin zaten." Bırak beni anne be. Açlıktan ölsem de müstehak bana. "Hadi kızım."

Gözlerimdeki yaşları elimin tersiyle silip ayağa kalkarak kafamı kapıdan uzattım.

"Aç değilim anne ben."

"Grip mi oldun sen?" Sesim!

"Banyo yapacağım ben." Annem mutfaktan çıkmadan önce kendimi aceleyle banyoya attım.

"Kız orayı düzgün temizlemedim ki ben hâlâ."

"Ben hallederim." deyip burnumu çektim. Sonra da yerde olan süngerle, temizlik malzemelerini aldım. Bir yandan kendime söverken, bir yandan da her yeri parlatıyordum. Genç olmak güzeldi be. Hâlâ elim ağrımamıştı mesela. Ama gözlerimden akan yaşlardan dolayı bulanık görmeye başlamıştım bile. Zaten bir yeri en az beş dakika çitiliyordum, temiz olmaması imkânsız gibi bir şeydi. Kendime söylene söylene banyoya tertemiz edip, annem "Fayanslar inceldi kız." diye bağrınca kendime gelerek temizlik malzemelerini yavaşça yere bırakıp duş almaya başladım. Duş başlığı görmeyeli bayağı olmuştu, ama yine de keyfini çıkartamadım. Kubilay'a ne olduğunu düşünüp durdum hep. Insan üzüldü diye sağır kalır mıydı cidden? Bilmiyordum ki. Telefonda internet namına bir şey olmadığı için bakamazdım da. En iyisi yarın okulda kütüphaneye gidip ansiklopedileri karıştırmaktı. Internet kafeye gitsem bile, internet hâlâ yaygın olmadığı için böyle bir bilgiyi bulabileceğimi hiç sanmıyordum. Belki de anneme kulağım çok ağrıyor deyip, hastanede doktor beni kontrol ederken bir kaç soru sorabilirdim. Hiçbir şey bulamazsam, son çare olarak yapabilirdim bunu, evet. Ya da öncelikle Kubilay'a daha yakın olup onun söylemesini sağlayabilirdim. Bir iki gün ilgilenip, arada konuşunca olmuyordu demek ki bu işler. Daha azimli olmalı, gerekirse zamk gibi yapışıp bir dakika olsun bırakmamalıydım peşini. Engin köpeği beni aldattığında gurur namına bir şey kalmamıştı zaten bende. Bir kere de beni hiçbir şey beklemeden seven biri için hiçe saymalıydım belki de gururumu. Kubilay beni terslemiyordu ki zaten, sadece temkinli davranıyordu o kadar. Yemin ederim ben olsam onun yerinde, yüzüme bile bakmaz, hatta yüzüme tükürürdüm. Hak ediyordum yani. Hem de fazlasıyla.

Kilitlediğim kapıyı açarak "Anne, havluu." diye cırladım kapının aralığından. Annemin verdiği havlular sarılıp, etrafı kolaçan ederek babamla karşılaşmadan odama koştum sonra. Kıyafetlerimi giyindikten sonra, her zaman özenle yaptığım saçlarımı kurutmayı bile es geçerek tepeden topladım ve Kubilay'a yaptığım sorulardan bir kaçını yapamadığımı söyleyen bir mesaj attım. Engin'den de vardı bir kaç mesaj. He, öyle he diyerek annelerin küçük çocukları geçiştirdiği gibi başımdan savasım vardı onu. 

'Ama bu sorular çok basit.' Ben de biliyorum Kubilaycığım.

'İstersen gel de anlatayım saat geç olmadan.'

Arizona dansımı yaptıktan sonra çözdüğüm soruların cevaplarını bir güzel silerek kitabı elime alıp odadan çıktım. Babamdan yavru köpek bakışlarımı atmak suretiyle izin alarak merdivenleri ikişer ikişer çıkıp kapıyı çaldım.

"Merhaba. Rahatsız ediyorum ama.."

"Kubilay da seni bekliyor zaten. Odası tam karşı." Benim odamın tam üstü yani.

Annesinin adını unuttuğum için sadece teşekkür ederek zaten kapısı açık olan odaya girdim.

"Nereyi yapamadın?" Hoş buldum canım ya, Sağol. Cidden.

Kitabı açıp, parmağımı koyarak "Şu sayfa." dedim. "Yani sen kolay diyorsun da, ben hiç anlamadım."

"Ama bir önceki sayfa işaretli."

"Cevap anahtarı denen bir şey var." diyerek gülümsedim. "Ama hoca yarın tahtaya kaldırabilirim dedi. Burda yapıp da orda yapamazsam rezil olurum." Allah'tan bir şeyi düşündüğüm an, en ince ayrıntısına kadar düşünen bir insan evladıydım.

"Tamam. Otur o zaman şöyle de, anlatayım." Kubilay anlatırken, ara sıra kafamı salladım. Arada da anlamadığımı söyleyerek dudak büzdüm.  En son saatin sekize doğru geldiğini görünce anladığımı söyleyerek kitabı kapattım.

"Sizde içemediniz bir türlü. Çay getireyim mi?"

"Annemler bekler aslında."

"Bir üst kattasın kızım. Merak ederse gelir annen." diyerek bize çay koymaya gitti teyze. Cidden, adı neydi ya?

"Kubilay ya, annenin adı neydi?" Yüzüme değil de dudaklarıma baktığını fark ettim o an. Geri zekâlı ben, bir de akıllıyım diye geçinirdim etrafta.

Kısa bir gülüşten sonra benim gibi sessizce "Gülnur." dedi. Al işte.. gel de unutma.

"Unutkan insanım ben ya. Ne gülüyorsun?"

"En zor bölümde okuyorsun da."

"Inan bana nasıl geçtim o bölüme hâlâ daha aklım almıyor." deyip güldüm. "Hayır, ben bir yanlış yapıp geçtim. Okul idaresi nasıl aldı? Koskoca müdür yardımcısısın sen, hiç mi demedin bu kız mala benziyor sosyale yazayım diye."

Kubilay kahkaha atarken, güldüm ben de. Tanıştığımız günden beri ilk defa bu kadar içten güldüğünü görmüştüm. Engin hiç böyle gülmemişti benim yanımda. O orospunun koynunda gülmüş müydü acaba? Ya da başka kızların yanında? Gülerdi tabi köpek. Gülünce karizmatik olduğunun, tüm kızların ona baktığının farkında olduğundan adım gibi emindim. Oysa ki Kubilay'ın kendine baktıracak tek bir özelliği bile yoktu dikkatli bakmayıp, onu tanımadıkça. Peki neden onun gülüşü daha güzel geliyordu benim gözüme şu anda?

《FİNAL》Eyvah! 17 Yaşındayım (-18) Where stories live. Discover now