"Karaca, abinle düzgün konuş."

Annesinin uyarısını kulak ardı etti. Can da bir şey deme gereği duymadı. Sezen'le eskisi gibi görüşmediklerini biliyordu. Bu durum işine gelmiyordu doğrusu. Sezen'le yeniden bir konuşsa iyi olacaktı sanırım. 

Karaca da masadan kalkıp odasına çıktı. Bu akşam dışarı çıkası yoktu. Annesi bir de başına davet çıkarmıştı. Şimdi o akşam ne giysem derdi de olacaktı ki bu canını her şeyden çok sıkıyordu. Annesi onun böyle gecelerde ne giydiğine karışmayı kısa bir süre önce bıraksa da iğneleyici laflarıyla onu bunaltmayı başarıyordu. Sanırım son yıllarda beğendiği tek elbisesi Ateş ve Güneş'in düğününde giydiği lacivert elbiseydi. Açıkçası beğenilmeyecek gibi değildi. Annesi bile kayıtsız kalamamıştı. Düğün demişken aklına onlar geldi. Bitmeyecek bir balayı yapıyorlardı sanırım. 1 ay olmuştu gittikleri. Aslında kolay şeyler yaşamamışlardı, ikisi de uzunca bir zaman dinlenmeyi hak ediyordu. Onlar için mutluydu. 

Bir de kendisi için olabilseydi keşke. Dün Barış'ın dedikleri aklına gelirken adam da ki bariz değişimi görebiliyordu. Artık kendisine daha yakın davranıyor, sorun da burada başlıyordu ya zaten. Onu soğutmuştu. İyi bir şey yaptığı takdirde arkasından tam tersi, kötü bir şey geleceğini biliyordu. 

Durum ikisi içinde olabildiğine kötüydü. 

Ama şimdilik bunları düşünmeyi sonraya erteledi. Biraz da kendi işine baksa iyi olacaktı. Dava dosyalarını çıkarıp üzerlerinde çalışmaya başladı. Bu gece uzun olacağa benziyordu ama halledecekti. Ara verdiği kısa bir an da da Sezen'le telefonda görüşüp yarın için bir ara konuşmak istediğini söyledi. O işin de aslı astarı neyse öğrenecekti.

*-*-*-*-*

Barış karşısındaki adamla yaptığı alışverişten pek memnun değildi doğrusu. Ona istediği bilgileri vermediği gibi alaycı ifadesi de sinirini bozuyordu. Kısa süreli de olsa.. Adamın önüne koyduğu resimlere bakmadığını görünce başını tutup aşağı doğru sertçe eğdi. 

"Bir daha ki sefer kafanı koparırım. Bak şunlara."

Adamın başı sertçe masaya vurduğundan yüzünü buruşturuyordu. Üstelik alnından akan kanları gözlerine girmiş onu rahatsız ediyordu. Doğrusu iyi vurmuştu. Başını bir an da çekip tuttuğunda boğazından bir hırıltı gelircesine ses çıkardı. Canı yanıyordu. Ama biliyordu ki buradan ya ölüsü çıkardı ya ölüsü çıkardı. Konuşsa da konuşmasa da bu adamın onu canlı bırakmayacağını biliyordu. 

"Moncton. "

"Kanada mı?"

İşte bu şaşırtıcıydı. O şerefsizin bilindik bir yerde olacağını hiç düşünmemişti. Gerçi bu resimde görünen adamın o olup olmadığı belirsizdi ama Barış biliyordu, o şerefsizi önden arkadan nereden görse tanırdı. Öyle kötü bir enerjisi de vardı ki basit bir fotoğraftan bile hissediliyordu. 

"Bu fotoğraf geçen hafta salı günü elime geçti. Aynı gün çekilip gönderildi. Ne zamandır orada?"

"Bilmiyorum."

Yediği sert bir yumruktan sonra yeniden "Bilmiyorum." dedi ama son çırpınışlarıydı. Ne söylerse söylesin bu adam onu bırakmayacaktı. Tek dilediği konuşmadan önce dövülerek bayılıp kafasına bir kurşun yemekti. 

"Son kez soruyorum, ne zamandır orada?" 

"Neden peşine düşmüyorsun? Yoksa korkuyor musun?"

Tek eliyle boğazını sıktı Barış. Onu şuracıkta gebertecekti. Yavaş yavaş ciğerlerindeki havanın gidişini, gözlerinin yuvalarından çıkacak gibi oluşunu zevkle izleyecekti. Öyle de oldu. Adam baygınlık geçirmeden hemen önce bıraktı onu. Derin derin nefes alışını gözünden akan yaşları izlerken sıkıldı. Arka masaya koyduğu telleri eline alıp önünde ki masaya bıraktı. Adamın ellerini önüne getirip sandalyedeki kolluklara bağladıktan sonra masayı geri ittirip yaklaşık 15 cm uzunluğundaki tellerinden birini eline aldı. Adamın korku dolu bakışlarını umursamadan elindeki teli sağ işaret parmağının tırnağının altından sokup ileri doğru ittirdi. 

Karaca ve Barış (Tutku ve Tehlike Serisi-2)Where stories live. Discover now