** 42. Bölüm **

122 17 9
                                    


Maç bitmişti. Galip gelen taraf bizdik. Herkes mutluydu. Bende mutluydum tabii ama buruk bir mutluluk. Meriç'in bileği burkulmuş ve oyundan çıkmak durumda kalmıştı. Hastaneye gidecek kadar değil ama acı çekecek kadar kötüydü durumu. Yedek kulübesinde oturmuş arkadaşlarının mutluluğunu izliyordu. Canı acıyordu belli.İçimi yakıp kavuran onun acı çekmesiydi besbelli.
Kutay'ın ısrarı üzerine spor salonundan çıkmak için ayağa kalktı.
"Biz gidiyoruz Belin, " dedim arkama dönerek.
"Lan nereye? Daha kutlama var! "
"Gerek yok Belin. Kutay zaten kendisini iyi hissetmiyor. "
"Peki canım. Siz bilirsiniz. "
"Benim açımdan sorun yok. Gidelim, " dedi Kutay konuşmaya katılarak.
Kendi kendisine de bana da oraya giderek eziyet edecektik. Hiç kuşkusuz o da Hera'ya bakınca bir tuhaf hissediyordu kendisini. 

Dayanılmazdı.
Birkaç metre ötede sevdiğin duruyor ve sen ona ''geçmiş olsun, bir şeyin var mı?'' diye soramıyorsun, dayanılmaz bir acıydı.
Ona sarılamıyorsun, dayanılmaz!
O kadar çaresiz oluyorsunuz ki bu durumda, ''biz kavuşamıyoruz ama belki nefeslerimiz birbirine karışıyordur'' diye düşünüyorsunuz.
İşte bu kadar da çaresiz!

Oyuncular sevinçlerini izleyicilerle paylaşmaya devam ederken bizde kalabalığın arasına girip salondan çıkmayı çabalıyorduk.
Bu sırada müdür salona girip "Gurur duyuyorum sizinle! Helal olsun benim koçlarıma! Diğer maçlarda da bu performansı göstereceğinizden hiç kuşkum yok. Hatta daha fazlasını umuyorum! " diye bağırdı. Herkes alkışlamaya başladı. 

Müdür konuşmaya devam etti, "Servisler hazır. Piknik yaparak kutlayalım istedim. Hem eğlenceli de olur. Ormana gidiyoruz! "

Meriç ise olan biteni kırık bir tebessümle izliyordu yerinde. Yanına gitmek istiyordum.Gökhan takım arkadaşlarının yanından ayrılıp bize doğru yaklaştı.

"Tebrik etmeyi dahi çok mu görüyorsun? " diye sordu ümitsiz gözlerini bana kilitlerken.
"Evet. Senin sayende de Meriç benim ona geçmiş olsun dememi dahi çok görüyor artık, " dedim iç geçirerek.
"Kimsenin ahı kimsede kalmıyormuş demek ki. Bak ben mutsuzum ve ne tesadüf sende. "
"Ve bu durum senin hoşuna gidiyor, " dedim sinirle.
Kutay araya girdi, "Bırak Allah aşkına Asel, " dedi ve kendisine doğru çekti beni.
"Hayır, hoşuma gitmiyor, " dedi gülerek.
"Belli belli, " dedi Belin sinirli gözleriyle ona bakarken.
"Sen, " dedim ve ona birkaç adım atıp yaklaştım. "Sen eğer beni sevseydin mutlu olmamı isterdin. Kimle ya da nasıl mutlu olduğum umurunda olmazdı, eğer gerçekten sevseydin. Sadece mutluluğumu isterdin. "
"Ah diyorum ya hani, " dedi ve yutkundu. "Alakası yok. Sen kendin getirdin ilişkinizi bu duruma. Hani seni istiyorum ya, sen geçimsizin tekisin. Güvenilmeyecek bir kızsın. "
Dedikleri beni çileden çıkarmaya fazlasıyla yetmişti.
"Ulan madem böyle düşünüyorsun, ne diye beni sevdiğini iddia ediyorsun? Ve üstelik buna inanmamı dahi bekliyorsun. Yoluma taş koyuyorsun. Sevmiyorsun, " dedim sesimi yükselterek. Salondaki herkes servise yetişme telaşını rafa kaldırmış bizi dinlemeye başlamışlardı. Meriçle göz göze geldik. O da ayağa kalmış sanki tiyatro oynuyormuşuz gibi bizi izliyordu.
Gökhan konuşmaya başladı.

"Kalp kadar nankörü yoktur. Birisi için atmaya başlamadan önce sana gelip 'istiyor musun' diye sormuyor. Senin fikrini almıyor. Bir bakıyorsun aşık olmuşsun. "


***

Son dediği şey ne kadar da doğruydu. İnsana hak tanınmıyordu aşk konusunda. Kalbe söz geçirilmiyordu. Kalbin ne isterse o oluyordu. Beynin devreye giremiyordu. Kalp beyine direniyor, beyin kalple baş edemiyordu. Aşk şansa bağlı. Şansın varsa kalp doğru kişiyi seçip, onun için atar. Şansın yoksa; karşılıksız, acı, gözyaşı.


Servislerin hepsi doluydu. En sona Kutay, Belin, Erva ve ben kalmıştık
"Hadi çocuklar sizde binin, " dedi Coğrafya hocası camdan başını çıkarıp bağırarak.
"Hocam yer yok, " dedi Erva.
"Takımdakilerin servisinde yer var. Oraya gidin çabuk. " Hocanın uyarısı üzerine hızlıca dediği servise doğru ilerledik.

Orda Kal Portakal  Where stories live. Discover now