♣ 27.Bölüm ♣

337 29 14
                                    


Meriç bana mesaj atmıştı, evet. Gece yarısı aklına gelmiştim. Belki de aklından hiç çıkmadığım için aklına hiç gelmiyorum, bilemiyorum.

Ona mesaj yazıp, yazmamak arasında dakikalarca gidip geldim. Ve yazmam gerektiği kanaatine vardım.

Gönderilen; Meriç

Seni özledim. Evet, mesafeler işte. Engel oluyor sarılmamıza.

Mesajı yazıp, telefonu komidinin üzerine koydum ve sırt üstü uzanıp uyumaya çalıştım. Ama sadece çalışmakla yetindim. İbrahim uyuyordu, yanımda.

Ne yapmaya çalışıyordum ben? Yanımda uyuyan kişi benim İzmir'deyken kimseye bahsetmediğimdi. Ve İzmir'de yatağında uyuyup beni hayal eden, beni arzulayan kişi de benim sevgilimdi. Ne yani ben iki erkek arasında mı kaldım? Peki, peki ben iki erkeği aynı anda mı yürütüyordum? Hayır, hayır. Hayatım boyunca böyle kızlara sürtük deyip onlardan nefret etmişimdir. Peki ya ben? Ben de mi onlar gibi olmuştum? İstemeden. Kabul etmiyordum, edemiyordum. Benim düştüğüm durum, benim düşmekten korktuğumdu. Ama kabul etmemem bazı şeyleri değiştirmiyordu. Evet, ben iki erkeği aynı anda yürütmüş sayılıyordum. Galiba hiçbir şey hakkında büyük konuşmamak gerekiyordu. Çünkü hep nefret ettiğim şeyler benim başıma geliyordu.

Peki şimdi ne olacaktı? İkisinden birini seçmek zorundaydım. Daha fazla bu acizlik hissini, hissedemezdim. Birini bana yoksun bırakacaktım. Peki,  bana yoksun bıraktığım kim olacaktı?

Nasıl uyuduğumu bilemiyorum ama uyumuştum işte. Sabah gözlerimi açtığımda saat yediydi. Ve İbrahim yatakta değildi. Hemen yataktan kalktım ve banyoya koştum. Yüzümü yıkadım. Aynada sebebini bilmiyorum ama dakikalarca kendime baktım. Sonra daldığımı fark edince silkelenip kendi kıyafetlerimi giydim. Anlaşılan İbrahim erkenden kalkmıştı.

Aşağıya indim. Evet, tahmin ettiğim gibi erkenden kalkmıştı ve krep yapıyordu. Onun krepleri meşhurdu tabii. Babasının yanında yaşamıyordu diye Cuma gününden İbrahim'e giderdik ve hafta sonunu da orada geçirirdik. Bize omlet, krep yapardı sabahları. Akşam yemeğini de kızlar hazırlardı. Çok güzeldi o günler. Neler vermezdim ki geri gelsin diye. Beraber havuza girerdik. Yarış yapardık, kim daha önce bitiş çizgisine varacak diye. Ben hep kazanırdım. Yüzmede, koşuda, voleybolda ve futbolda üzerime yoktu tabii. Hele de futbol. Vazgeçilmezimdi. Erkek arkadaşlarımla halı saha da haftada iki gece maç yapardık. Beni takımlarına almak için her şeyi yaparlardı. Tabii ben İbrahim'in takımındaydım her zaman. 'Gol kralı' olmuştum aramızda. O günleri hatırlayınca gülmemek elde değildi.

''Uyandın mı bebeğim? '' diye seslendi mutfaktan.

''Uyandım, '' dedim bağırarak.

Sonra mutfağa doğru ilerledim.

''Bugün ne yapacağız? '' diye sordu. Beraber oturduk ve kahvaltımızı yapmaya başladık.

''Bilemiyorum ama galiba taziye evine gidip birkaç saat oturmamız lazım, '' dedim ve portakal suyundan yudumladım.

''Evet haklısın, gidelim. Bugün arkadaşlarım da gelebilir baş sağlığına. Orada bulunmam lazım. ''

Saçı darmadağındı. Ama bu haliyle bile çekici olmayı becerebiliyordu. Ah, o gözlerinin bedenimde gezdiğini hissedebiliyordum, ben yemek yerken.

Kahvaltıyı bitirdik ve masayı topladım. O odasına çıkıp giyindi.

Telefonum çaldı. Meriç'ti.

''Efendim, '' diyerek açtım telefonu. 'Neredesin' diye soracaktı ve ben lanet olsun ki yine yalanların ardında yerimi alacaktım. Hayatım boyunca söylemediğim yalanları aylardır söylüyordum. Bu işte galiba profesyonel oldum.

Orda Kal Portakal  Where stories live. Discover now