İstisna-42

7.5K 358 6
                                    


Mete...


“Hatırlamıyor musun? Gerçekten mi? Ah Metecik, sen dün gece ağzından çoook önemli bir sır kaçırdın.” Sır mı? Ben mi? Kaçırmak mı? Yok canım, olamaz. Olamaz yaa! Olmamalı! "Hadi gel, yumurtayı soğutmayalım." Cemre rahat bir şekilde sandalyeye kurulup şekere uzanırken ben hala mutfak kapısının önünde dikilip dün gece ağzımdan ne kaçırmış olabileceğimi düşünüyordum.

"Dün sana ne söyledim ben?" Cemre başını kaldırıp bana baktı.

"Neden takıldın buna bu kadar?"

"Ne?"

"Gerçekten çok büyük bir sırrın mı var yoksa?" Ne demekti bu şimdi? Söyledim mi söylemedim mi?

"Cemre!"

"Ya tamam! Şaka yaptım sana. Hiçbir şey söylemedin tamam mı? Sadece çok fazla içtin ve sızmak üzereydin. Ben de seni eve getirdim o kadar. Birşey konuşmadık." Tek kaşımı kaldırdım.

"Emin misin?" Başını salladı.

"Eminim. Hem.. neden beni ilgilendirsin ki neden içtiğin?" Gözlerini benden çekip masaya çevirdiğinde derin bir nefes aldım. Bir gece önceye dair hiçbir şey hatırlamıyordum ve Cemre bir an öyle söyleyince söylememem gereken birşey söylediğimi sanmıştım. Neyse ki böyle birşey olmamıştı.

Gönül rahatlığıyla masaya yürüdüm ve Cemrenin karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. Tabağımı doldurdum ve o ben tüm bunları yaparken bir kere bile bana bakmamış olsa da ben gözlerimi ona dikerek tabağımdakileri yemeye başladım.

"Beni izlemeyi keser misin?" Neden yapacakmışım?

Birkaç gün önceyi düşündüm. Beni bir otel odasında bir başıma bırakıp gittiği günü. Eve gidinceye kadar aklımda bir sürü şey kurgulamış ve Cemreden nasıl intikam alacağımı düşünmüştüm ama eve geldiğimde duyduğum şeyle aklımdaki herşey uçup gitmişti. Sadece Toprağı düşünür olmuştum,  hayatta olma ihtimalini... Delirmek üzereydim. Üç gündür her gece kendimi ayrı bir bara atıp sabaha kadar içiyordum. İlkinde evimde uyanmıştım, eve beni Özgenin bir arkadaşı bırakmış. İkinci günse babamın adamlarından biri...

Artık toparlanmalıydım. Aklımı dağıtmalıydım ve sakin bir kafayla düşünmeliydim bunları.  Savaş! Savaş söylemişti Toprağın yaşadığını. O zaman nerede yaşadığını da biliyor olmalıydı. Onu bulabilirdim. Ama herşeyden önce toparlanmalıydım.

"Neden o sabah beni bırakıp gittin?" Kendimi bir kez daha kız gibi hissettim. Bu soruyu kaç kere duymuştum acaba? Şimdi bir başkasına soruyor olmak tuhaftı.

"Neden durduk yere bunu soruyorsun?" Çünkü kendimi toparlamaya çalışıyorum. Aklımı dağıtmaya çalışıyorum.

"Merak ettiğim için." Omuzlarını silkti.

"Canım öyle istedi.  Hem.. ben gitmesem sen gidecektin. İlk uyanan ben olduğuma göre?" Gider miydim? O sabahı gözlerimin önüne getirmeye çalıştım. Uyandığımda hissettiğim hayal kırıklığı... O uyurken giden ben olmadığımdan mı yani bırakıp gidilmeyi gururuma yediremediğimden mi yoksa.. bitmesini istemediğimden mi? Ben o sabah kollarımın arasında Cemreyle uyanmak istediğime emindim. Ben gitmezdim!

Umursamaz bir şekilde kahvaltısına devam eden Cemreye baktım. Ben gitmezdim evet ama bu gerçeği Cemreye söyleyebileceğime emin değildim. Sanırım söyleyemem.

"Haklısın, ben de aynısını yapardım." Çatalımı yavaşça tabağıma bıraktım. "Kahvaltı için teşekkür ederim, ve dün gece için." Masadan kalkarken Cemrenin gözleri beni buldu.

"Gidiyor musun?" Yavaşça başımı salladım. Kalkmaya hazırlandığını farkettiğimde ona doğru yürüyerek onu durdurdum.

"Kahvaltına devam et." Gözleri benden masaya doğru kayarken hızla eğilip hafif aralanık dudaklarına bir öpücük kondurdum. Kendimi biraz geri çekip aramızda kısacık bir mesafe varken durup şaşkınca bana bakan gözlere gülümseyerek baktım.

"Sonra görüşürüz." Tamamen doğrulup mutfaktan çıktım ve dış kapıyı açıp koridordan mutfağa son kez bakarak kendimi dışarı attım. Cemrenin şaşkın şaşkın bana bakan gözleri nedense beni mutlu etmişti.



***


Berradan...



"Yankının da asistana ihtiyacı vardı. Kaç gündür başının etini yiyor tüm şirketin. Ona asistan bulduğumu söylediğimde çok sevinecek. Gerçi bu asistanın Zeynep olmasına ne der bilemem." Vay çakal vay. Ben de diyorum Savaş bu meseleyi neden geçiştirdi, hiç dalga falan geçmedi.  Çöpçatan Savaş iş başında. Hadi bakalım!

"Fena mı olur?" Başımı iki yana salladım.

"Fena olmaz da.. Yankı senin abin. Arkasından iş çevirmiş olmuyor musun?"

"Bunu bana sen mi söylüyorsun?" Savaşın neyden bahsettiğini anlamaya çalıştım. "Muratla sorunları halletmiş gibisiniz." Aa o mesela.

"Aslında tam olarak halletmiş sayılmayız. Amcamlar ona işi göstermemi istediği için bu haldeyiz. Eskisi gibi olmamız çok zor."

"Neden? Senin için o kadar önemli miydi sana inanması?"

"Evet,  elbette önemliydi. Ama sadece bu kadar değil, ben artık... daha farklı hissediyorum." Başını kaldırıp gözlerime baktığında neyden bahsettiğimi anlayıp anlamadığını çözmeye çalıştım. Anlamasını istediğimden tam emin olamasam da eğer bilirse yanında bu konularda daha rahat olacağımı hissediyordum.

"Savaş.." Gözleri gözlerimde aramızdaki sessizlik gittikçe uzarken sessizliği bozan ben oldum. "Gerçekten ceketi vermeye mi geldin? Akşam da verebilirdin."

"Yakalandım." Ellerini teslim olurmuş gibi hafifçe kaldırdı. "Erken haber vereyim de kalp krizi geçirme diye geldim."

"Ne demek o?"

"Yarın akşam bir yemeğe davetliyiz."

"Yiz?"

"Evet, Şükrü Altındeğerin malikanesine. Çoktan babana haber vermiş olmalı." Ney? Yanlış duydum herhalde. Evet evet, yanlış duydum!

Uzanıp çeneme dokunduğunda titreyerek kendime geldim.

"Ne dedin sen? Ne demek Şükrünün evi? Bizi eve mi davet etti yani? Ama ama ama- ben hazır değilim ki!!" Yerimde zıplayıp ki ne zaman ayağa kalktığımın bile farkında değildim, Savaşı da heyecanıma dahil etmeye çalışıyordum. "Ya Savaş! Hem Şükrü diyorsun hem de oturuyorsun ya. Kalksana!"

Savaş nihayet ayağa kalktığında benim gibi telaşlanacağını sandım fakat o beni kendine çekerek bir kere daha kalbime indirmeye kalktı.

"Şşşh, sakin ol!" Nasıl sakin olayım ya, sarılıyorsun canım şuan bana farkında mısın acaba?! "Ben yanındayım." Nefes, nefes!



Devam edecek...



İSTİSNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin