Her şey anne ve babamın o kazada ölmesiyle başladı...

"Her şey anne ve babamın o kazada ölmesi ile başladı. Bildiğin üzere ben tek çocuğum ve yalnızım yani ne seninki gibi bir abiye nede kız kardeşe sahibim. Yıllarca beni bir prenses gibi büyütmüşlerdi. Yediğim önümde yemediğim arkamdaydı, sahiden de babamın prensesiydim ben. Onun için de bir prenses gibi davranmalıydım. Yıllarca almış olduğum müzik eğitimini ne zaman hayata geçirmek istesem, bizim yaşantımıza uygun olmadığını, bunun bir hobiden daha ileri gidemeyeceğini söyleyip duruyorlardı. Oysa beni gencecik halimde, daha yirmi yaşındayken bırakıp gitmişlerdi. Geriye sadece elimde müzik kalmıştı. Beni sürekli didikleyen, para için başıma üşüşen akrabalarımdan kurtulmak için her gün mezarlığa gidiyor, ikisinin mezarının arasına yatıyordum. Yapayalnızdım, anlıyor musun kimsem yoktu. Holding, şirketler, para hiç biri umurumda değildi. Yaşadığım şehir, anılarımla dolu olan ev, her şey üstüme geliyordu. O gün mezarlıkta onların yanında yatarken hayatın ne kadar kısa olduğunu anladım ve onlardan sonra en sevdiğim şeyi yapmaya karar verdim. Şarkı söyleyecektim. Belki böylelikle hayata tutunabilirim diyordum. Bunu Ankara'da yapmam mümkün olmadığı için kiraladığım bir taksi ile evden aldığım minik bir bavulla aklıma ilk gelen yer olan Antalya'ya yola çıktım.

Antalya'ya vardığımda bir pansiyona yerleştim. Ayyaşların ve ot çekenlerin olduğu, hani farklı tiplerin olduğu...

İyi bir otelde kalsam tanınacağımı ya da izimin bulunacağını biliyordum. Birkaç hafta o pansiyonda kaldım önce. Gitar çalan çocuklarla şarkılar söyledim. Her gün içtim, ne bulduysam içiyordum. Alkol, esrar, sigara. Hiçbir şekilde ayık gezmiyordum...

Artık unutulduğuma karar verdiğimde rastgele bir emlakçıya gidip kendime möbleli mütevazi bir ev tuttum. Kontratı gerçek kimliğimle yaptığı için ona bir senelik kira karşılığı kadar komisyon verip tutanın ben olduğumun gizli kalmasını sağladım. Öylece dolaşırken girdiğim bir barda program başlamamış banttan müzik yayını yapıyorlardı. Hatta henüz benden başka hiç müşterileri yoktu. Elimde viski kadehi otururken sahnedeki korga kilitlendi gözüm. Dayanamayıp sahneye çıktım. Sistemi açtım ve çalmaya başladım. Aklıma ilk gelen şarkı Deniz Seki'nin Masal şarkısıydı. Öyle kendimden geçmiştim ki şarkı bittiğinde beni alkışlayan ve ıslık çalan personelle göz göze geldim. Masama geri oturduğumda yanımdaki sandalye çekilmiş, barın sahibi Ege yanıma oturmuştu. Solistlerinin olmadığını, eğer kabul edersem orada şarkı söylememi, gerekli her türlü reklamı falan yapacağını anlatıyordu. Teklifi gecelik yüz liraydı. Parayı duymuyordum bile...

O benim şarkı söylememi istiyordu. Düşünmeden kabul ettim teklifini. İsmimi sorduğunda ilk aklıma gelen Dilara demek olmuştu. Artık sahneye çıkıyordum. Personelin anlattığına göre eskiden kolay kolay dolmayan bar sayemde her gece full çekiyor hatta rezervasyonsuz müşteri kabul edilemiyordu. Yine bir gün sahnede şarkı söylerken çiçekçi tarafından yüzlerce gül getirildi önüme. 'Karşınızda oturan Bertan Bey'den...' dediklerinde eğilip teşekkür ettim ve yazdığı istek şarkıları okumaya başladım. Artık her gece sahnenin önündeki masa rezerve oluyor gece ikide geliyor, Sezen Aksu'dan 'Küçüğüm' şarkısını istiyor ve dinledikten sonra da gidiyordu. Bu arada evimin olduğu apartmanın merdivenleri, yürüdüğüm yollar, sahne her gün kırmızı güllerle dolup taşıyordu. Açıkçası onun bu ilgisi kendimi biraz farklı hissettiriyordu. Ege ile yaptığımız bir anlaşma vardı. Sahneye gözlerimi ve yüzümün yarısını kapatan farklı maskelerle çıkıyordum. Bu tanınmama işini kolaylaştırıyordu. Hatta bütün reklam afişlerimde maskeli olduğu için sanırım daha fazla ilgi çekiyordu. Bir gün alışveriş yapmak için evden çıktığımda takım elbiseli elinde kocaman bir buket kırmızı gül tutan bir adam beni karşılamış ve kapının önünde duran park halindeki arabaya doğru kibarca davet etmişti. Güllerin üzerindeki kartta "Seni bekliyor olacağım, Bertan," yazıyordu. Her ne kadar gitmemeyi düşünsem de içimdeki meraka yenilmiş kendimi arabanın koltuğunda bulmuştum. Araba şehirden uzaklaşmaya başladıkça içimi bir korku kaplamasına rağmen meraktan deli oluyordum. Sonunda şehrin dışında, deniz kenarında araba durmuş şoför ona eşlik etmemi istemişti. Kıyıya geldiğimizde beni bekleyen bir fiber tekneye doğru yönlendirildim. Çaresizce ayakkabılarımı elime alıp tekneye bindiğimde beni açıkta bekleyen yata ulaştırmak için gaza asıldı kaptan. Yata yanaştığımızda çalan kemanın sesi büyüleyiciydi. Yatın her tarafı kırmızı güllerle donatılmıştı. Beni bekleyen görevli yata çıkmama yardımcı olduktan sonra gitmem gereken yere beni yönlendirdi ve ortadan kayboldu. Onun karşısına geçtiğimde rüzgâr da sallanan yapraklar gibi titriyordum. Ama yaşadığım duygunun ne olduğunu bilmiyordum. Kibarca önümde eğilip elime bir öpücük bıraktıktan sonra, 'Gizemli prenses, hayatıma hoş geldin!' dedi. Söylediklerine anlam veremesem de itiraz etme gibi bir şansım da yoktu. Daha ayağımı basar basmaz hareket eden yat, açık denize doğru yol almaya başlamıştı. Yemek yerken kırk yıldır birbirimizi tanıyormuşuz gibi sohbet etmeye başlamıştık. Ona hayali bir geçmiş uydurmuş, adımın sadece Dilara'dan ibaret olduğunu söylemiştim. İlerleyen saatlerde viski içmeye başlamış, sohbet etmeye devam ediyorduk. Ellerimi yakalamış, gözlerini gözlerime dikmiş öylece beni seyrediyordu.

AŞK-I KIYAMET ( Pandemi boyunca yeniden yayında )Where stories live. Discover now