♣ 34.Bölüm ♣

Start from the beginning
                                    


***

Sabah olmuştu. Nasıl bitkin düşen gözlerimi açmıştım bilinmez. Kirpiklerim ıslaktı hala. Okula gitmek istiyordum, yorgun olsam bile. Onu görmek istemiyordum ama onu görebilmek umuduyla evden çıkacaktım. 

Duş aldım ve siyah tişörtümü üzerime geçirip deri ceketimi giydim. Daha sonra deri pantolonumu da giydikten sonra evden çıktım. Aşağıya indim. Arabama doğru ilerliyordum. Arabama yaslanmış bir kızın olduğunu fark ettim, zor da olsa. Göremiyordum. Kim olduğunu çıkaramıyordum. Gözlerim dünden dolayı çok hasar görmüştü ve lensimi değiştirmeden evden çıkmıştım. Bugün bayağı zorlu geçecek gibiydi. Karşıda duran kıza odaklanmaya zorlanıyordum. Gözlerimin yanıyor olması net görmemi engelliyordu. Zorlamıştım gözlerimi. Arabaya daha yaklaşmadan tekrardan gözlerimi kısıp kendimi zorladım. Kim olduğunu uzaktayken bilmek istiyordum. Ama olmuyordu işte. Gözlerim patlayıp da yerinden çıkacak gibiydi.

Aslında kendimi kandırıyordum. Kim olduğunu gayet iyi biliyordum. Sadece o olmamasını diliyordum. Onunla yüzleşmekten korkuyordum. Bana hangi yüzle bakacağından korkuyordum. Onun olmasını istemiyordum çünkü onu görünce nefretimin dineceğini biliyordum. Ona daha çok aşık olacağımı biliyordum. Ve neden korktuğumu bilmiyordum tam olarak. Sadece, korkuyordum işte.

Kaskatı kesilmiş bacaklarımı sanki arabaya doğru sürüklüyordum. Arkadan bir güç ayaklarımı tutmuş da gitmemi engelliyordu sanki. Zorlanıyordum yürümekte. Ve yavaş yavaş yaklaşıyordum arabama. Asel'di. Gelmişti. Ne diyecekti peki? Görmezden gelmeliydim. Tıpkı az önce uzaktan onu fark edemediğim gibi. Onunla göz göze gelmeden arabanın kapısını açtım. Kolumu tuttu sıkıca ve beni kendisine döndürmeye çalıştı. Bunun hüsranla sonuçlandığını anladığında ise parmak uçlarına kalkıp çenemi tuttu ve kendisine çevirdi.

''Meriç, '' dedi ve yutkundu. Ona kızgın gözlerle bakmaya çalışırken gözlerimin dolduğunu ve bakışlarımın yumuşadığını hissettim. Ona sarılmak istiyordum, sımsıkı. Kendimi zor da olsa tutuyordum.

''Ne var? '' diye sorabildim uzun süren sessizliğin ardından.

''Bana kızgın mısın? '' diye sordu. Ah, yine akılsızca aklına gelen ilk şeyleri düşünmeden savuruyordu etrafa.

''Kızgın mısın ne lan? '' dedim gülerek ve yumruğumu arabanın camına geçirdim. Çok pis canım acımıştı. Artık tamamen vücudum acı içinde kavruluyordu.

''Meriç, gördüğün gibi. Ben seni hak etmiyorum. Bak, seni üzüyorum. Seni mutlu edemiyorum. Seni sevsem bile buna katlanmalıyım. Yavaş yavaş seni unutacağım. Zor olsa da seni unutmaya çalışacağım. Bittik Meriç. '' 

Ne diyordu bu? Beni unutmak için çıkıyordu demek onunla. Oysa benim kalbim başkası için atarken, bir başkasıyla mutlu olmaya çalışamazdım. Bunun adı adilik olurdu. Adi bir insan böyle yapardı. Adi bir insan sevdiğini unutabilmek için bir başkasıyla çıkardı. 

''Ben seni böyle de kabul etmiştim. Ben seni böyle sevmiştim zaten. Senden beni mutlu etmeni istememiştim ki. Daha ne istiyorsun ki? Seni yaptığın her pislikle sevmiştim. Daha ne istiyorsun? Onunla mutlu olacağını mı sanıyorsun, ha? '' dedim bağırarak.

Utanmaz, bir de ağlıyordu gözlerimin önünde.

Utanmaz, nasıl güzel ağlıyordu öyle.

''Yalan söylüyorsam şayet, Allah belamı versin. Seni seviyorum. Ama senin de dediğin gibi ben pisliğim. Ben seni hak etmiyorum! Duydun mu? Sen daha iyilerine layıksın Meriç. Sen bana layık değilsin. Ben Gökhan gibi yarım kalmış birilerine layığım. ''

''Lanet olsun! Senden daha iyisi var mı, önce bir sor bana. '' 

''Yarım kalmışlara mı layıksınız hanımefendi? Ben seninle tamamlanıyordum. Beni yarım bıraktın. Ben de artık yarım kalmışlardanım. Buna ne demeli? ''  

Susmuştu. Arkasını dönüp gitti. Arabaya bindim. Siktirip gitmek istiyordum bu şehirden. Bu şehir onunlayken güzeldi. Şimdi şehir de benim gibi karanlıktı. Ama gidemiyordum işte. Çekip gidemiyordum. Başkalarıyla mutlu olma hayalleri kuramıyordum. Gidemiyordum. Çünkü o yanımda değildi ama bu şehirde bir yerlerdeydi işte. Bırakıp gidemezdim öylece. Razıydım, onunla aynı şehirde nefes almaya bile.

Resmen benimle oyun oynamak istiyordu. Neyse, dedim kendi kendime. O varsa eğer oyunun içinde, bende varım. Razıydım yavaş yavaş yok olmaya. O oyun canımı yakacak olsa bile.

Arabayı sahile çektim ve yaslandım. Gökyüzüne bakıp iç çektim. Hava bozulmuştu. Yağmur yağacak gibiydi. Ama sanki bulutlar o kadar dolmuştu ki, ağlayamıyordu bile. İnsanların canını yakmaktan korkarlar gibi, dökmüyorlardı içindekileri. Fakat ben onların tam tersiyle bir çocuk gibi ağlıyordum. Durmadan, bıkmadan, usanmadan gözyaşlarım akmaya devam ediyordu.

Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Gökyüzüne tekrardan bakmaya başladım. Gökyüzüne bakıyordum. Onun da gökyüzüne bakabilme ihtimalini göz önünde bulundurarak, gökyüzüne bakıyordum. Belki aynı yerde buluşur gözlerimiz, bakışırız diye.

Çok fazla dayanamadım yine. Gözyaşlarım akmaya kaldığı yerden devam etti.

''Sonbahar da döküyordu yaprağını,

Kuruyordu dalları.

Bu aralar benim gözlerimde de mevsim sonbahar,

Ama dinmek bilmiyor gözyaşı. ''

  


Orda Kal Portakal  Where stories live. Discover now