Salih

2.6K 250 29
                                    

"SAHİ! SEN YÜREĞİNDE ÖLDÜRÜRKEN İKİMİZİ HİÇ Mİ ACIMADI CANIN?"

Ege kıyılarında, denizi gözler önüne seren manzarası ile evinin terasında, tek başına oturup acısını kendi kendine yaşamaya çalışarak oturan adam sargılı elindeki telefonuna gelen görüntü ile kocaman açtığı gözlerini, doğru görüp görmediğinden emin olmak için yeniden kısarak baktı. Mert'in ofisinde oturan Sare, ellerini kucağında birleştirmiş bir şekilde kafasını önüne eğmiş duruyordu.
Genç kız bir hafta öncesinde, evinden bir anlık sinirle çıkıp gittikten sonra Salih, peşinden gitmek istemiş ama ısrarla çalan telefonu adım atmasını engellemekle kalmamış, olduğu yere çivilenmesine sebep olmuştu. Annesiydi arayan... Çığlık çığlığa telefonda bağıran, son günlerde aklının köşelerinde bile yer almayan, onu doğuran kadındı.
Babasının kalp krizi geçirdiğini, doktorların acil ameliyata aldıklarını ve Salih'in bir an önce Muğla'ya gitmesi gerektiğini söylemişti hıçkırıkları arasında. Her ne kadar aile bağları sıkı sıkıya bağlı olmasa da, bu durum Salih'in içinde birşeylerin parçalanmasına sebep oldu. Hemen Pelin'i arayarak Sare 'nin yanına gitmesini tembihledikten ve olanları kısaca özet geçtikten sonra, daha fazla açıklama yapmayarak Tuna'yı aramış ve Muğla'ya gitmesi gerektiğini söylemişti.
Tuna'nın ayarladığı ilk uçakla, Muğla'da annesinin söylediği hastaneye gitmişti hiç zaman kaybetmeden. Salih , havaalanından kiraladığı aracını otoparka parkettikten sonra, hastanenin kapısına vardığında, aile dostları ve aynı zamanda babasının en iyi arkadaşı olan Ömer Bey'i gördü kapıda.
"Ömer abi, babam..." demesiyle, Ömer beyin bakışlarını kaçırmasının yanı sıra, yanlarına hastanenin başka bir bölümünden önünde boş bir sedye ile gelen bir hasta bakıcı söze girdi.
"İhsan Tekin'in kıyafetlerini ve diğer eşyalarını alabilirsiniz Ömer Bey. Tekrar başınız sağolsun."
Salih, o an duyduklarına inanamadı önce. Hastanenin kapısına yaslandı destek alabilmek için. Hala Ömer Beyin yaşlı gözlerine bakıyordu.
"Yalan değil mi? Yalan olduğunu söyle. Benim babam değil söz ettiği kişi değil mi Ömer abi?" derken bu kez adamın yakasından tutup sarsmaya başladı Salih. Ama adamın yaşlı gözleri, dudaklarını birbirine bastırıp kafasını sağa sola bastırması gerçekleri suratına çarpıyordu Salih'in. Birden olanca gücüyle , hastanenin boydan boya cam olan kapısına indirdi yumruğunu. Eli kanlar içinde kalırken, hissettiği acı kalbindeki acının yanında toz tanesi olarak kalıyordu. Hemen yanına gelen güvenlik görevlilerinin ve hemşirelerin kendisini sakinleştirmeye çalışmalarını izledi bir süre. Söylenen sözlerin hiç birisi kulağından girip beynine ulaşmıyordu. Hastane odalarından birine götürdükleri sırada, geldiği yerin ve bulunduğu durumun farkına varmasıyla irkilerek geri çekildi. Yanındaki güvenlik görevlilerinin ve hemşirelerin ardından gözleri Ömer beyi bulunca, yüzünde beliren acı ifade ile;
"Annem nerede?" diye sordu, kendisinin de zor duyabileceği bir sesle. Boğazı düğüm düğüm olmuş, sözcükler çıkmamak için direniyordu adeta.
Hemen yanıbaşındaki hemşire, Ömer beyin konuşmasına fırsat vermeden söze girdi.
"Annenize sakinleştirici yapıldı. Durumu iyi ve şu an uyuyor. Şimdi izin verin, kolunuza bir bakalım." dedi. Salih, onu duymamış gibi, ileri doğru bir adım attı, kolundan aşağı süzülerek inen kan damlalarına aldırmadan.
"Babama götürün beni, babamı göreceğim."diyebildi.
Hemşirenin;
"Ama Salih Bey, kolunuz..."
"Babamı göreceğim dedim sana." derken hemşireye öldürücü bakışlarını attı Salih.
Ömer bey;
"Tamam kızım, bize bir kaç dakika müsaade edin. " diyerek söze girdi ve hemşirelerin onayını aldıktan sonra, dışarı çıkmalarıyla;
"Salih'im, oğlum. Bu durum kabullenilir değil biliyorum. Çok zor olmalı senin için, benim için bile bu kadar zorken..."
"Ömer abi, nasıl oldu? Yani babamın herhangi bir sağlık problemi yoktu. Aklım almıyor." derken gözünden burnunun üzerine kayan bir damlayı çabucak sildi Salih.
"Evet, herhangi bir sorunu yoktu. Birdenbire oldu. Biz de anlamadık. Annenlerin evinin bahçesinde toplanıp mangal yaptık bir önceki gece. Herşey normaldi. Sabah kalktığında kendisini kötü hissettiğini, midesinin bulandığını söylemiş annene. Apar topar getirdiler hastaneye. Ameliyat olması gerekiyordu ama ona bile zamanı olmamış. Doktorların elinin altında vermiş son nefesini..."
"Son bir kez göremeden, son bir kez sarılamadan beni bırakıp gitti öyle mi?"
"Takdir'i İlahi oğlum. Kim karşı koymuş ki ölüme biz koyabilelim."
"Beni babama götür Ömer abi."
"Tamam, ama önce koluna müdahale etmelerine izin ver. Annen seni bu şekilde görürse, dayanamaz. Acısına acı ekleme oğlum. Sen ona destek olacaksın artık." dedikten sonra, Salih'in başı ile onay vererek, gözlerini kapatmasının ardından, içeri giren doktorun ve hemşirelerin koluna pansuman yapıp sarmasını izledi Salih.
Daha sonra, hasta bakıcının yönlendirmesiyle yanında Ömer bey ile birlikte, üzerinde morg yazan kapıya geldiler.
İçeriye yalnız girdi Salih. Buz gibi bir oda ve numaralandırılmış dolaplara baktı. Ölüm kokuyordu. Hayatında ilk kez ölümün kokusunu almıştı genç adam. İçerideki görevlinin de yardımıyla, babasının olduğu çekmecenin çekildiğini izledikten sonra, bembeyaz çarşafı kaldırmasıyla gördü babasını. Çocukluk kahramanını, ilk kez bu kadar güçsüz görmüştü. O her zaman çok güçlü bir adamdı.
Gözlerindeki yaşlara aldırmadan, yaklaştı. Nefes almakta zorluk çekse de, konuşmaya başladı.
"Baba! Ne yapıyorsun burda? Hiç sana göre birşey değil ki yatmak. Sen her zaman sabahın erken saatlerinde kalkardın. Hiç yakışıyor mu, burada boylu boyunca uzanmak? Beni, oğlunu görmeden nereye gidiyorsun? Bak geldim işte..." dedikten sonra, yüzünü başka tarafa çevirerek, kanatırcasına ısırdı dudağını. Daha sonra tekrar baktığı babasının yanağını okşadı hafifçe.
"Özür dilerim baba. Yanında olmadığım için, sana son kez sarılamadığım için affet beni koca kurt." dedikten sonra, babasının cansız bedeninde okşadığı yanağına öpücük kondurdu.
Daha sonraki günleri, acısını kabullenmeye çalışmasıyla, annesini teselli etmesiyle, cenaze işleri ile ilgilenmesiyle geçmişti. Salih'in babasının ölüm haberini alan Tuna'da , ilk fırsatta arkadaşının yanına gelmiş, cenazeye yetişmişti.
Annesi ve babası ile üniversite yıllarında bağları zayıflayan Salih, sık sık onlarla görüşen bir evlat değildi. Emekliliklerinin keyfini süren ailesini aramak aklına gelmiyor, onlar aradığı zamanlarda bir kaç kelime edip kapatıyordu telefonu. Şu an vicdanı ile yaptığı muhakemede ise sürekli yeniliyordu kendisine. Oysa hiç düşünmemişti, babasının veya annesinin birgün ansızın, son kez bile göremeden onu terkedeceklerini.
Terasın kapısının açılmasıyla, elinde bir fincan kahve ile annesini gördüğünde, elindeki telefondan başını kaldırarak zoraki bir gülümseme yolladı annesine.
"Anne, neden yordun kendini. Gitti mi misafirler?"
"Gittiler oğlum. Başsağlığına gelmişler sağolsunlar." derken annesine bakan Salih, tanıdığı eski Saltanat hanımdan ne kadar farklı göründüğünü düşündü. Annesi eskiden bakımlı, tırnakları ojeli, takıp takıştıran ,yüzünde gülümseme eksik olmayan bir kadındı. Şu an gördüğü, gözleri ağlamaktan küçülmüş, başında kahverengi bir eşarpla, yüzünde yer yer çizgiler olan kadın yabancı gibi geliyordu ona.
"Nasıl alışacağım onsuzluğa? Keşke biraz , onsuz nasıl yaşanır öğretseydi de öyle gitseydi." diye sözcükleri sıralayan annesinin ellerini avuçları içine aldı Salih.
"Benimle gel anne. Hem içim rahat eder, seni burada böyle nasıl bırakıp giderim?"
"Onun anılarını buraya bırakayım, seninle geleyim öyle mi? Yapamam. Gelsem de nefes alamam. Bak..." diyerek, bulundukları terastan aşağıya doğru elini uzattı.
"Bu ağacı sen küçükken beraber dikmiştiniz. Koca çınar oldu. Peki şu çiçekleri görüyor musun? Hepsiyle tek tek ilgileniyor, sevgiyle okşayarak konuşuyordu onlarla. Senin yokluğunun acısını onlarla dindiriyordu." dediğinde Salih'in başını önüne eğmesiyle;
"Seni suçlamıyorum oğlum. Ben ailemi ayakta tutamadım. O hayattayken istediği ilgiyi ona vermedim. Tıpkı sana vermediğim gibi. Senin bizden uzaklaşmana da ben sebep oldum. Ama şimdi, bu çiçekleri, bu evi, bu ağaçları burada yetim gibi bırakıp, seninle gelmemi isteme benden."
Salih, annesini elbette anlıyordu. Ama içi rahat etmiyordu da aynı zamanda.
"Anne!" diyerek avuçlarında tuttuğu elini dudaklarına götürdü.
"Seni de kaybetmeye, son kez göremeden gitmene dayanamam." dedi ellerini öptükten sonra.
"Bu zamana kadar nasıl geldiysek, bundan sonra da öyle devam edecek Salih'im. Hem benim yanımda Şükran var. Arkadaşlarım, dostlarım da hiç yalnız bırakmıyorlar. Sen işine git oğlum. İşinin başında ol. Beni düşünme. Hem artık daha sık ararsın, daha sık görüşürüz."
"Tabi görüşürüz de anne, içime sinmiyor işte. Şimdilik Tuna işlerin başında. Ben bir kaç gün daha senin yanında kalacağım. Pazartesi günü, babam için mevlüt okunacak, ondan sonra yola çıkarım."
Her ne kadar Sare için erken dönmek istese de, Mert'in gönderdiği fotoğrafla gitmekten vazgeçmişti. Demek ki, Seniha hanım da Salih'in bir suçu olmadığına Sare'yi ikna edememiş olacaktı ki, soluğu Mert'in yanında almıştı genç kız. Annesinin;
"Başım çok ağrıyor, biraz uzanacağım." demesiyle, eve girmesinin ardından , eline telefonunu aldığı gibi Tuna'yı aradı Salih.
"İyi misin Salih? Saltanat teyze nasıl? "
"İdare eder Tuna. Annem de toparlanmaya çalışıyor işte. Senden bir şey isteyeceğim."
"Söyle kardeşim."
"Sare'nin evine gitmeni, bizimle yaptığı sözleşmeyi gözlerinin önünde yırtmanı ve benim evimde kalan bütün eşyalarını ona geri iade etmeni istiyorum."
"İyi de neden yapayım böyle birşeyi?"
"O Mert denilen piç, bana Sare'nin onun ofisinde çekilmiş fotoğrafını göndermiş. Fotoğrafın altına da, "yeni çalışanım." diye yazmış."
"Yapma ya... Sare hiç öyle birine benzemiyor Salih, iyice düşündün mü?"
"Onu uyardım Tuna. O adamdan uzak dur dedim. Benim canımı acıtmak için yaptı ve başardı. Ama beni hiç tanımamış. Bir kalemde onu silebileceğimi düşünememiş."
"Bence seni bekleyeyim ben abi. Bak çok taze bir acın var. Bir kaç güne iyice toparlanırsın. Gelir konuşursun Sare ile. Hı?"
"Hayır Tuna. Geldiğimde ve gelecek olan diğer günlerimin hiç birinde Sare'yi görmeyeceğim. Sen beni daha önce hiç böyle gördün mü Tuna? Ben onu sevdim lan. Yemek yemedim onu sevdim. Uykumdan çaldım onu sevdim. Kendimden çok sevdim. Şimdi söyle, bilip bilmeden beni yalancılıkla suçlayan bir kadını, bana inanmayıp ilk fırsatta şerefsizin birine koşan kadını görsem de ne söyleyeceğim."

"Tamam abi. Sıkma sen canını. Geldiğinde konuşuruz.Ne zaman geliyorsun?"
"Pazartesi akşamı ordayım."
"Tamam o zaman, işleri düşünme sen. Burda herşey yolunda. Saltanat teyzeme selamlar." dedi Tuna ve telefonu kapattı.

Kalbinin koru yetmiyormuş gibi bir de Sare eşelemişti yarasını. Onu düşünmek istemiyordu Salih ve aklına getirdiği babasının yüzü ile, kısa bir süreliğine de olsa kovdu genç kızı düşüncelerinden. Babasının ona bisiklet sürmeyi öğrettiği günler canlandı gözünde. Yedi yaşındayken, Salih okulda ilk karnesini aldığında çok istediği iki tekerli bisikleti hediye etmişti babası. Çocuk kalbi nasıl da mutlu olmuştu, babasının elleri altında duran demir parçasını gördüğünde. Hemen koşmuş sarılmıştı en kocamanından açtığı kolları ile babasına.

İlk başlarda dengede durmakta zorlansa da, yavaş yavaş babasının desteği ile alışmıştı kısa bir sürede. Sonuçta babası , dağ gibi adam vardı sırtını dayadığı... O güldüğünde, babasının da yüzünde gördüğü mutluluk geldi gözlerinin önüne. "Salih'im, Aslan parçam... Paşam.." diye severdi babası onu. İçinden fısıldadı sonra;
"Ah be babam. Biz seninle ne ara bu kadar uzaklaşmıştık farketmeden. Meğer ben ne çok özlemişim seni..."
İsmini anne ve babasının isimlerinin ilk hecelerinden türeterek koymuşlardı Salih'e. Annesi Saltanat hanımın isminin ilk hecesi ile, babası İhsan beyin isminin ilk hecesini birleştirerek okumuşlardı adını kulağına. İkisinden parçaydı Salih sonuçta. Ama bilemezdi birgün puzzle ın parçaları gibi eksik kalacağını. O eksikliği , kocaman güçlü babasının yokluğunu ömür boyu taşıyacağını.
Soğumuş kahve fincanına baktı. Bir iki yudum ya içmiş , ya içmemişti. Günlerdir boğazından doğru düzgün birşeyler de geçmemişti zaten. Yorgundu. Uykusuzdu. Gözlerini kapattığı an, kendisi ile başbaşa kaldığı an gözünün önünde beliren babası soruyordu ona;
"Neden gelmedin oğlum? Hiç mi özlemedin?"
Ve Salih içinde verdiği savaşta milyon kez mağlup oluyordu kendisine. Her gün gittiği mezarlıkta, babası diye toprakla konuşuyor, babası diye toprağı okşuyordu. Kendisi istemeden bir cenaze uğurlarken, Sare'nin yüreğinde bile isteye kendisini öldürmesini anlayamıyordu.
İstanbul'a dönmeden bir gece önce uyku tutmadı yine yorgun gözlerini. Düşünceler sıraya girmiş, rahat bırakmıyordu Salih'i. Gecenin sessizliğinde, yataktan çıkarak ayağına geçirdiği terliklerin sesinden başka hiçbirşey duyulmuyordu. Nefes almaya, kendini yarın İstanbul'a gittiğinde Sare ile yüzyüze gelmeye hazırlamaya çalışıyordu. Ne kadar içinden söküp atmak istese de, görmek istemediğini dile getirse de, ayaklarının onu yüreğinin sahibine götüreceğini biliyordu. İki gündür kendisini arayan Sare'nin telefonlarını cevapsız bırakmış, ona olan siniriyle başedemeyeceğini düşünerek kalbini kırmak istememişti. Hem bir haftadır konuşmamışlar, arayıp sormamış olmasına rağmen, Mert ile çalışmaya başlamasına rağmen neden aradığını da bilmiyordu Salih. Komodinin üzerinde duran paketten bir tane sigara çıkararak balkona çıktı. Normalde sadece sinirli olduğu zamanlarda içtiği sigarayı, babası öldüğünden beri epeyce çoğaltmıştı. Boş bulunduğu, yalnız kaldığı her an yakıyordu bir sigara ve dumanında canlandırıyordu kaybettiği onca şeyi. En başta babasını...
Olanca nefesi ile , ciğerlerine çekerken sigaranın yoğun dumanını, bir el hissetti omuzlarında.
"Çok içiyorsun şu mereti."
Annesinin sesiyle, arkasını döndü ve çektiği dumanı üfledikten sonra, başını sağa sola sallayarak;
"Aslında fazla içmiyorum anne. Uyku tutmadı. Sen neden uyumadın? " diyerek cevapladı.
"İhsan'ımın nefesi her gece ensemi okşardı. Bilemezsin nasıl bir boşluk bıraktı arkasında."
Bilirdi aslında Salih. Her ne kadar evli olmasa da ve çok kısa bir süre aynı yatağı paylaşsa da, Sare'den yayılan yasemin kokusunu deli gibi özlemişti bile.
Konuşmak yerine, elinde tuttuğu sigarayı söndürdükten sonra annesine sarılarak, saçlarını öperek cevap vermişti. Annesi de gözlerini kapatarak yaslamıştı başını oğlunun omzuna ve kapattığı gözlerinden iki damla yaşı da serbest bırakmıştı.

"Biliyorum zamanı değil oğlum ama yarın gidiyorsun , hayatında ciddi düşündüğün, evlenmek istediğin biri var mı?" dedi kadın gözlerini sildikten sonra Salih'e bakarak.
Salih şimdi nasıl bir cevap vereceğini düşündü. Deli gibi arzuladığı, evlenmek istediği kadın sözünü çiğnemiş, yapmasını istemediği bir şeyi yaparak Mert şerefsizinin yanına gitmişti. Her ne amaçla oraya giderse gitsin, bu Salih'in kabullenebileceği birşey değildi.
"Senin de dediğin gibi annecim, bunları konuşmak için uygun zaman değil. Hem gidiyorsam ne olmuş ki? Sık sık geleceğim yanına."
"Keşke baban senin evlendiğini görebilecek kadar yaşasaydı."
"Bunu en çok ben isterdim anne. Ama olmadı işte. Bedeni bizimle olmasa da, bir yerlerden bizi izleyeceğine eminim. Hem ben babamı kaybetmedim anne, sadece görmediğim bilmediğim bir yere gitti ve orada bizi bekliyor. Sen de böyle düşün." derken daha sıkı sardı annesini. Ona söylediği teselli cümleleri , konuşurken boğazının yanmasına sebep oluyordu.
"Hadi anne geç oldu artık. Saat 12 yi geçiyor. Yarın çok yorulacaksın. Yat ve güzel bir uyku çek."
"Ben bir şey yapmıyorum ki oğlum. Şükran sağolsun her yere koşturuyor. Pire gibi maşallah."
Şükran, yıllardır annesinin yanında çalışan yardımcısıydı. Her zaman çok çalışkan bir kadın olmuştu. Kocasını genç yaşta bilmediği bir hastalıktan dolayı kaybettikten sonra, bir daha kimseyle evlenmeyeceğine, kocasının hatırasını kirletmeyeceğine yemin etmiş ve İhsan beyin evinde çalışmaya başlamıştı.
"Neyse, dediğin gibi ben gidip yatayım da, sen de dinlen güzelce. Yarın yolculuk yapacaksın." diyen annesine gülümseyerek baktı Salih ve odaya girdiklerinde annesinin arkasından bakarken çalan kapı sesini duydu.
Birden arkasına dönerek;
"Kim geldi acaba gecenin bu vakti hayırdır inşallah." diyen annesine bakarak;
"Sen dur. Ben bakarım." diyerek kapıya yöneldi.
Meraklı ve sabırsız adımlarını hızlandırarak, nihayet kapıya vardığında kapının tekrar çalması üzerine, hiç düşünmeden ve kim olduğunu sormadan açtı kapıyı. Karşısında gördüğü bal rengi , yorgun gözlerle neye uğradığını şaşıran Salih hiç bir şey söylemeden öylece bakıyordu.
"Sare, sen..." diyebildi sonunda, konuşma yeteneğini kaybetmediğine sevinerek...
"Ah, Salih. Ben bilmiyordum. İnan çok üzgünüm." dedikten sonra, ellerini boynuna dolayan kıza sarılmak istese de, elleri boşlukta çırpınıyordu.
Gecenin bu vakti , bu kızın İstanbul'dan kilometrelerce uzağa , kendisi için geldiğini bilmek tuhaf hissettirmişti. Ama şimdi neden konuşmak istese de , sözcükler çıkmıyordu ağzından. Ona kızgındı. Hem de fazlasıyla kızgındı oysa. Söyleyecek onca sözü olduğunu biliyor, ama konuşmak istemiyordu. Sare, genç adamın canını yakmıştı hem de en fazla acı çektiği zamanlarda. Hızla kendisini geri çekti ve;
"Burada ne işin var?" dedi sinirli olduğunu bildiği bakışlarıyla.
Hafif bir şekilde acı acı tebessüm eden genç kız;
"Aradım! Açmadın telefonlarımı. Seni merak ettim. Babanı kaybetmişsin üzgünüm." dedikten sonra Salih'in sargılı kolu dikkatini çekti ve endişeli gözlerle sordu;
"Koluna ne oldu?"
İlk önce genç kızın tuttuğu elini hızla çeken Salih , daha sonra devam etti;
"Bu mu?" derken kolunu gösterdiği genç kıza; "Yüreğim kadar acımıyor. Birini kaybetmek ne demek biliyor musun? Dur ben söyleyeyim, bilmiyorsun. Canından can kopuyor. Acı çekiyorsun. Ama bu acının tarifi yok. Uğurlamaya çalışıyorsun içinden kaybını ama canın yana yana bir türlü uğurlayamıyorsun. " dedikten sonra bir adım geri çekildi ve hala kapıda duran kıza baktı;
"Salih!" diyen genç kızın sözünü tek el hareketiyle keserek devam etti sözlerine;
"Sahi! Sen yüreğinde öldürürken ikimizi, hiç mi acımadı canın?" diye sordu tekrar.
Bir süre kendisine anlamayan gözlerle bakan kıza, eşofmanının cebinden çıkardığı telefonda Mert'in gönderdiği resmi açarak gösterdi Salih.
"Çok güzel biz olabilirdik Sare, ama artık hiç bir şey olamayız." dedi, verdiği kararın arkasında durarak. Sare, kendisini hiç tanımıyordu. Hiç bilmiyordu genç kızı bir kalemde silebileceğini... Acı çeke çeke bir haftada önce babası, daha sonra Sare olmak üzere ikinci kez , cenaze yaşatıyordu kalbine.
Eve girmek için geri çekildiği sırada, annesinin tanıdık sesi doldurdu kulaklarını.
"Gecenin bir vakti, kapımıza gelen misafiri eve almayacak mısın oğlum?"



❤SEVDASINI SEVDİĞİM❤Donde viven las historias. Descúbrelo ahora