Sare❤

3.7K 253 23
                                    

Yatağında, bir sağa bir sola dönmekten, üzerindeki pike iyice üzerine dolanmıştı genç kızın. Saatin çok geç olmasına rağmen, hala gözüne uyku girmiyordu. Salih, babasının hastanede yattığını söylemiş ama daha fazla birşey söylememişti. Aklında binlerce kere aynı senaryoyu canlandırmış, kendisini babasıyla konuşmak, ona içindeki tüm öfkeyi kusmak için hazırlamıştı.
Bir an önce sabah olsun istiyor ama bir yandan da, babasıyla yüzleşmekten korkuyordu. Acaba nasıl birisiydi babası. Resimlerinden ve babaannesinin anlattığı kadarıyla tanıyordu sadece babasını. Evlenmiş miydi , başka çocukları olmuş muydu? Şu an neden hastanedeydi? İçi kıpır kıpır olmuştu bunları düşünürken, ama buruktu aynı zamanda da. Yarın bütün sorularına cevap verecekti babası. Herşeyi öğrenecekti ve üzerindeki ağırlığın bir kısmını atacaktı. Diğer kısmından da annesiyle yüzleştikten sonra kurtulacaktı.
Babaannesi hiç bir zaman annesini kötü olarak anlatmamıştı genç kıza. Annesinin iyi biri olduğunu ve isteyerek gitmediğini söylüyor ama başka hiç bir açıklama yapmıyordu. Yarın, babası ile karşılaştığında, öğrenecekti ne de olsa.
En çokta ailesi yüzünden başına gelenlerden dolayı affedemiyordu onları. Belki başında olsalardı, sahip çıksalardı o da şu an her genç kız gibi aşkı doruklarda yaşayabilecekti. Salih'e böyle korku dolu adımlarla yaklaşmayacak, kanatlanıp uçacaktı. Ve dört yıl boyunca gördüğü kabuslar, belki de güzel bir rüya olacaktı. Geceler boyu döktüğü yaşlar, hissettiği kimsesizlik duygusu esir almayacaktı genç kızı. Okula giderken, çocukları ile ilgilenen anne ve babaları gördüğünde, kalbi acımayacaktı. Yarım yamalak yaşadığı çocukluğunu doyasıya yaşayacaktı.
Ama onlar gitmeyi seçmiş, genç kızı hiç düşünmeden arayıp sormamışlardı bile. Çocukluğunun bütün haklarını elinden almışlardı. Şımarma hakkı olmamıştı mesela hiç bir zaman. Veya birşeyi çok istediğinde, diğer çocuklar gibi diretmeye de hakkı olmamıştı. Naz yapabileceği, kendisini sevdirebileceği ve başını okşayan anne baba eli olmamıştı hayatında. Babaannesi ne kadar ilgilense de Sare, her zaman ailesinin eksikliğini hissetmişti. Hangi çocuk hissetmezdi ki ?
Çocukluk kırgınlıklarıyla kendini uykuya teslim ettiğinde, güneş doğmak üzereydi.
Saçlarını okşayan, sıcacık elle güne gözlerini açmakta zorlandı genç kız. Rüyasında annesini görüyor olmalıydı ki, kedi gibi sokuldu başını okşayan ellerin altına.
"Hadi ama saatin kaç olduğunun farkında mısın?" diye soran erkek sesiyle gözlerini açtı ve uzun kirpiklerinin arasından gözlerini kısarak baktı, karşısındaki adama.
Salih, tam yatağının kenarına oturmuş, genç kızın uyandığına emin olmak için bakıyordu yüzüne.
"Çok mu uyudum? " diye sordu Sare.
"Eh, birazcık. Hadi kalk artık." diyerek burnunu sıkan adama baktıktan sonra pikeyi üzerinden attı.
Gece sıcaktan bunalınca çıkardığı pijamasını ve çamaşırsız göğüslerini unutmuştu genç kız. Şu an Salih'in karşısında yarı çıplak bir halde, altta sadece iç çamaşırı, üzerinde ise göğüslerini tamamen belli eden pijamasının askılı bluzu vardı. Uyku sersemi, ayağa kalkmak için adım attığında çıplak bacağını farketti önce. Daha sonra eli göğüslerine gitti ve hızlı hareketlerle tekrar üzerinden attığı pikenin altına saklandı. Kafasını birazcık pikenin üzerinden çıkarıp, hala yanıbaşında ayakta duran Salih'e baktı.
Genç adam, olduğu yerde kalmış, öylece tek bir noktaya bakıyordu. Derin bakışları yerini birden gülümsemeye ve kocaman bir "vay canına" ya bırakmıştı.
"Odadan dışarı çıkar mısın lütfen." diyerek resmen Salih'i kendi evinin odasından kovuyordu genç kız.
"Yeterince gördüm zaten, utanmana gerek yok tatlım."
"Tatlım" mı demişti bu adam şimdi. O cümle de bir tek bu kelime ilgisini çekmiş olmasına rağmen;
"Daha fazla ne kadar utandırılabilirdi bir insan acaba. Çıkmazsan geç kalacağız." diye cevapladı Salih'i.
"Tamam, hadi utanma. Çıkıyorum ben." diyerek kapıya doğru giden adamın kapıyı arkasından kapattığına emin olduktan sonra pikenin altından çıkarak hızla kapısını kilitledi. Kapının arkasından Salih'in gülme sesini duysa da , hiç bir şey söylemeden hızlıca hazırlanmaya başladı.
Aşağı indiğinde, Seniha hanım ve Salih'in oturduğu mutfak masasında kahvaltının hazır olduğunu gördü.
"Kusura bakma, gece uyuyamadım." diyerek Salih'e, "Ellerine sağlık Seniha teyze, masa çok güzel görünüyor." diyerek de Seniha hanıma baktı.
"Ben de yeni geldim kızım, Salih bey oğlum hazırlamış kahvaltıyı." diye cevap verdi Seniha Hanım.
"Kahvaltı yapmayı sevmediğini söylemiştin." dedi Salih 'in yüzüne bakmamaya çalışırken.
"Senin için hazırladım." dedi Salih, gülümserken. "Lütfen acele et, yoksa Tuna beni öldürecek." diye ekledi sözlerine.
Sessizlik içinde bir kaç lokma yedikten sonra,
"Çok heyecanlıyım. Boğazımda düğüm var sanki, yiyemiyorum. Saat kaçta gideceğiz.... Semih Öztürk'ün yanına?" diye sorduğunda, baba demeye dilinin varmadığını hissetti. Ve aynı anda Seniha hanımın da, içtiği çayı ağzından püskürterek, öksürük nöbeti geçirmesi bir oldu. Elinde bir bardak suyu , öksürmekten gözünden yaş gelen kadına uzatan Salih;
"Seniha teyze, iç şunu." derken, genç kız da yerinden kalkmış kadının sırtını sıvazlıyordu.
Suyu içen kadın, derin bir nefes aldıktan sonra;
"Tamam , iyiyim ben." dedi çatallaşmış sesiyle.
"Ne oldu, birdendire? iyisin değil mi?" diye soran kızdan, gözlerini kaçırarak "iyiyim, sağol kızım. Elimi yüzümü yıkasam daha iyi olacak." diyerek banyoya yöneldi.
"Çay, gıcık yaptı sanırım." diye söyleyen Salih, "Ben bir bakayım Seniha teyzeye, sonra çıkarız tamam mı ?" diye ekleyerek, kadının arkasından banyoya girdi.
Bir kaç dakika sonra, ikisi de geri döndüğünde, kadının gözlerinde hafif kızarıklık gördü genç kız.
Daha sonra kadının iyi olduğuna kanaat getirdikten sonra , Salih'in yönlendirmesiyle beraber evden çıktılar.
"Önce şirkete uğrayalım, dün konuştuğumuz adamların evraklarını imzalamam gerekiyor, daha sonra çıkarız." dedi arabayı çalıştıran adam.
Genç kız başını sallamakla yetindi ve şirkete kadar hiç konuşmadılar.
Şirkete girdiklerinde, genç kız yerine oturduktan sonra, Salih'in Tuna ile beraber odasına girişini izledi. Bugün Tuğba öğlene kadar izinliydi. Dün işlerini tamamlayamadığı için, sabah Salih'i arayarak izin almıştı. Genç kız yalnız başına beklemeye ve heyecanlanan kalbini sakinleştirmeye çalıştı.
Salih'in kendisiyle beraber gelmesini Sare istemişti. En azından o adamın hastane odasına kadar onunla beraber gidecek, orada olduğunu bilerek varlığından güç alacaktı. Biyolojik olarak babası olan, ondan bir parça olduğu adamın yanına, bir ay öncesine kadar tanımadığı adamla giderek, Salih'in varlığından cesaret alma düşüncesi ne kadar garip gelse de, korkuyordu Sare. Kendisini tutamamaktan, bağırıp hastaneyi birbirine katmaktan, belki de ne kadar Salih , genç kızı babasının çağırdığını söylese de, oraya gittiğinde sıcak baba şefkatiyle karşılaşmamaktan korkuyordu.
Onun istediği zaten şefkat değildi, hesap sormaktı. Bu düşünceyle yerinde doğruldu ve kafasını Salih'in odasının olduğu tarafa doğru uzattı sabırsızca.
"Nerede kaldı bu adam?" diye söylendi kendi kendine. Cebinden çıkardığı telefonundan Pelin'e mesaj göndermek istedi, Salih'i beklerken.
"Bugün babam olacak adamın yanına gideceğim." yazdıktan sonra mesajı geri sildi. Bu mesajla genç kızı daha fazla merakta bırakmaktan başka birşey geçmeyecekti eline. " En iyisi akşam buluşup, yüzyüze konuşuruz." diyerek telefonunu çantasına koydu. O sırada Salih'in odasının kapısının açılmasıyla, Tuna ile beraber çıkan adamı gördü ve hemen ayaklandı.
"Gidiyor muyuz?" diye sordu, yanına gelen adama.
"Her gün gidin zaten. Hatta hiç gelmeseniz de olur. Evrakları ben eve yollarım, imzalarsın dostum." diyerek espri yapmaya çalıştı Tuna, sitemle.
"Tuna!." diye uyaran bir bakış attı Salih , genç kız dudağının kenarını ısırarak, bakışlarını yere sabitlediğinde.
"Tamam, tamam. Ben burdayım, merak etmeyin." dedikten sonra, Sare'nin yanına gelerek omzunu sıktı hafifçe.
"Güçlü ol tamam mı?" diye ekledi sözlerine, genç kıza gülümseyen Tuna.
Demek, Salih Tuna'ya anlatmıştı. Genç kız da gülümseyerek başını sallamakla yetindi sadece.
Salih ile birlikte arabaya bindiklerinde,
"Benim yüzümden, işlerini aksatıyorsun." dedi genç kız.
"Senin yüzünden değil, senin için. Bu ikisi farklı şeyler. Ve bana bu şirketi nasıl ayakta tuttuğumu sormuştun, hatırlıyor musun? "
"Evet."
"Tuna sayesinde. Senden önce de ajansın çoğu işleriyle o ilgilenirdi zaten. Ben sadece, kâğıtlarda ismi geçen, imza atması gereken kişiyim. Geri kalan bütün işlerle, çalışanlarla Tuna ilgileniyor. Bu her zaman böyleydi. Bakma, sürekli sana laf soktuğuna. Sadece , seni kızdırmak istiyor." diye açıklama yaptığında , genç kız rahatlamıştı.
"Bunu öğrenmem iyi oldu. Bende sürekli bir suçluluk duygusu hissediyordum."
"Artık rahat ol lütfen. " dedi arabayı kullanırken.
Arabanın teybinden gelen müzikten başka hiçbir ses yoktu arabada , uzun bir süre. Hastaneye yaklaştıklarında, sessizliği bozan kişi Salih oldu.
"Hazır mısın?"
"Sanmıyorum. Avuçlarım terliyor. Aklımda o kadar çok soru var ki nereden başlayacağım bilmiyorum."
"Senin için çok zor olmalı ama ben yanındayım." diyerek arabayı park edip, ellerini tutan adamın maviliklerine baktı.
"Bunun için sana minnettarım." diye cevapladı Sare.
"Hadi, gidelim o zaman." diyerek genç kızla beraber arabadan inen adam, hemen Sare'nin yanına giderek tekrar tuttu ellerini.
Salih'in yönlendirmesiyle, ürkek adımlarla hastanenin merdivenlerinden çıkarken, titreyen bacakları zor taşıyordu genç kızı. Ve nihayet odanın kapısının önüne geldiklerinde, Salih sıkıca sarıldı genç kıza, bütün korkularını ve endişelerini almak istercesine.
"Git ve içinden ne geliyorsa konuş onunla. Ama unutma, içeride göreceğin adam hayallerindeki gibi kötü bir insandan olmaktan ziyade, acınacak durumda ve söyleyeceklerini kaldırabilir mi bilmiyorum. Sen sadece , kalbini dinle Sare. Geçmişinden kurtulma zamanı..." dedi genç kıza güç vermek için. Bu görüşme ile keşke gerçekten geçmişinden kurtulabilmek mümkün olabilseydi. Ama , buraya kadar gelmişken, geçmişinden kurtulacağı günler de gelecekti. Kalbi böyle söylüyordu şu an Sare'ye.
Salih'in kollarından ayrıldıktan sonra, istemsiz bir tebessüm bağışladı adama. Ve arkasını dönerek, yavaş adımlarla ilerledikten sonra kapıyı açtı.
İçeride iki tane erkek hasta vardı ve ikisi de babası olabilecek yaştaydı. Kapıyı arkasından kapattıktan sonra , bir süre inceledi içerideki adamları. Duvar kenarında yatan adam babasına benzemiyordu, mavi, Salih'in gözlerini anımsatan göz rengi vardı. Bu yüzden gözlerini yavaşça, cam kenarında yatan adama çevirdi ve o an adamın da ona bakmakta olduğunu gördü.
"Sare..." diye hırıltılı nefesiyle adını mırıldanmasına şaşırmıştı genç kız. Biraz daha yaklaştı adamın yanına. Kendi gözlerinin aynısını gördü , yatakta yatan adamda.
"Beni hatırlayabilmen çok şaşırttı beni Semih Bey." diyerek titreyen sesiyle konuşmaya çalıştı. Hayallerinde hiç böyle bir sahne yoktu. Her düşündüğünde, bağırarak hesap sorduğu babası, dimdik karşısında oluyor, kendisini savunmaya çalışıyordu. Oysa hasta yatağında, ağzındaki oksijen tüpü ile konuşmakta bile güçlük çeken adamdan nasıl hesap sorabilirdi ki?
"Kızım! Affet!" diyerek genç kızdan af diliyordu şimdi de. Sanki kavga etmişlerdi, sanki kızına tokat atmıştı veya ona istemediği birşeyi yaptırmıştı sanki af diliyordu. Giden onca yılın, kimsesiz geçen onca senenin affı iki kelimeye sığabilir miydi ki?
"Bana kızım deme. Sen, benim için ilk kez gördüğüm bir yabancıdan başka biri değilsin . Hem ne için af diliyorsun? Beni bırakıp gittiğin için mi? İki dakikalık zevkinin kurbanı ettiğin için mi? Benim ne yaşadığımı biliyor musun? Yıllarca nelerle savaştığımı? "derken gözlerindeki yaşları tutmaya çalışıyordu. Bir kere gözlerini kırpsa, tamamen bırakacaktı, yılların birikmişliğini.
Bir cevap bekliyordu, ama adam yavaş hareketlerle, yastığının altından çıkardığı zarfı uzattı genç kıza. Konuşabilecek gücü yoktu belli ki.
Yine de güçlükle, yüzündeki maskeyi çıkararak konuşmaya zorladı kendisini.
"Biliyorum... affı yok. Ama affet!... Acı çekiyorum. Can veremiyorum. Her Allah'ın günü annenin, o masum kadının yüzü canlanıyor gözümün önünde." derken adamın gözyaşları, Sare'den önce akmış, yastığına düşmüştü çoktan.
Hala ayakta olan genç kız, titreyen bacaklarının onu daha fazla taşıyamayacağını anlayarak oturdu, hemen adamın yanıbaşındaki sandalyeye. Adamın uzattığı zarfa bakarak,
"Bu ne?" diye sordu.
"Annen ve senin için." dedi.
Belli ki , hatasının telafisini küçücük bir zarfla yapmaya çalışmıştı.
Gözlerinden yaşlar akarken, küçük bir kahkaha attı genç kız.
"Yıllardır, bu anın hayaliyle yaşadım ben. Yaşadığım her zorlukta daha çok biledim sözlerimi. Ben nasıl acı çektiysem, siz de öyle acı çekin istedim. Ama her seferinde acımı unutmaya çalıştım. Allah'a yalvardım, "lütfen Allah'ım birkere görmeden, içimdeki zehri kusmadan ne onların ne de benim canımı alma." diye. Şansa bak, son anlarına denk geldim. Şimdi sen bu haldeyken, ben sana nasıl kusayım içimdeki zehri. Nasıl saplayayım yıllardır bilediğim o sözleri senin kalbine?" derken, aslında adamın canını nasıl yaktığının farkında değildi.
"Sana... yaşattığım onca acının, zorlukların telafisini.... yapacak kadar zamanım yok... Çok kötülük yaptım. Ne kadar yalvarsam...." derken bir öksürük nöbeti geçirdi ve hemen oksijen maskesini geri takarak derin derin nefes almaya çalıştı.
"Annen! O'nu buldun mu?." diye kendisini konuşmaya zorlarken, kapının açılmasıyla beraber hemşire girdi içeri.
"Hanımefendi, ne yapıyorsunuz? Hastayı yormamanız gerekiyor." diyerek, yatan adamın yanına geldi ve oksijen maskesini ayarladı.
"Lütfen, izin verin. Şu an dinlenmesi gerekiyor." diyen hemşireye baktıktan sonra, tekrar yatakta yatan adama döndü.
"Sana ne söylersem söyleyeyim, içimdeki öfke dinmeyecek. Ama görüyorum ki, seni bu şekilde karşıma çıkaran Allah, zaten cezanı vermiş. Hoşçakal Semih Bey." dedikten sonra, adamın elinden düşürdüğü zarfı alarak kapıya doğru ilerledi. Arkasındaki adamın hırıltılı nefesi arasından konuşmaya çalıştığını anlamasına rağmen, bir an durduktan sonra arkasına bile dönmeden çıkıp gitti odadan.
Kapıda kendisini bekleyen kollara attı bedenini ve gözyaşları içinde gömdü başını, o huzur bulduğu adamın göğsüne...
"Bitti. Tamam güzelim..." diyerek sırtını sıvazlayan adama;
"Böyle değil, böyle hayal etmemiştim." diyerek cevap verdi Sare hıçkırıkları arasında.
Bir süre sonra genç kız sakinleşince, hastaneden çıkarak arabaya bindiler.
"Bana, annemin masum olduğunu söyledi. Onu buldun mu diye sordu? Bu zarfı verdi." dedi Sare yorgun sesiyle, hala elinde tuttuğu zarfı adama gösterirken.
"Daha sonra baksan iyi olur. Şu an içinde ne yazıyorsa okumaya veya görmeye hazır görünmüyorsun." diyen adam, genç kızın başını avuçları arasına alarak burnunun ucuna küçük bir öpücük bıraktı. Daha sonra da;
"Bugün ne yapmak istersin?" diye sordu.
Zarfı katladıktan sonra, çantasına koyan genç kız;
"Eve gitsek iyi olacak. Yani beni eve bıraktıktan sonra sen şirkete dönebilirsin." dedi.
"Cevabınız reddedildi küçük hanım. Biraz yürüyelim, temiz hava iyi gelecektir. Daha sonra da hem ev için, hem de kendimiz için biraz alışveriş yaparız. Akşama da mısır patlatıp, o çok sevdiğin çizgi filmlerden alıp,izleriz."
Gülümseyerek baktı genç kız, adama. Nasıl da onun mutluluğu için çaba gösteriyordu. Hayatında ilk kez, kendisini gerçek anlamda değerli hissetti.
"Sen planı yapmışsın bile, şampiyon."
Sahildeki, yürüyüş yoluna yakın müsait bir yere arabasını park etti Salih. Beraberce doğanın güzelliğine doğru yürümeye başladılar. Etraflarındaki ağaçların kokusunu içine çekmek rahatlatmıştı Sare'yi. Doğayı, kendisini bildiğinden beri çok severdi. Gökyüzü, ağaçlar, güneş, deniz,çiçekler... Genç kıza yaşadığını hissettiriyordu. Belki de bu yüzden, yasemin çiçeği özlü şampuan kullanıyordu.
Salih'in elini tutmasından artık rahatsız olmuyor, aksine güven duyuyordu. Sahiplenilmek en çok istediği şeydi ve bu duyguyu Salih ile yaşamaktan da çok mutluydu.
Bir bankın üzerine oturduklarında, etrafını izleyen genç kız balık tutan insanlara baktı. Oltasına balık takılan yaşlı amcalar, kim bilir kendilerini ne kadar şanslı hissediyorlardı.
Tüm bu düşünce karmaşası, sadece babasını o hastane odasında öylece bıraktığı için, içinde hissettiği huzursuzluğu bastırmak içindi. O adam, ne kadar kötü olursa olsun, ne amaçla Sare'yi bırakmış olursa olsun şu an o hastanede kimsesiz ve acınacak haldeydi. Ve maalesef ki genç kızın biyolojik olarak babasıydı. Sare, kötü bir insan değildi. Kalbi, izin vermiyordu, onun orada öylece ölmesini beklerken içi rahat etmiyordu.
Karşısındaki denizden gözlerini alarak, yanıbaşındaki gökyüzü gözlere çevirdi bakışlarını.
"Kalbimin sesini dinlememi söylemiştin." dedi adama.
"Evet. Söylemiştim."
"Kalbim, o adamın orada öylece yatmasına razı gelmiyor."
"Senden beklediğim sözler bunlardı Sare. Biliyordum, babanı orada öylece bırakamayacağını."
"Biliyor muydun?"
"Evet. Baban kötü bir insan olabilir veya sorumsuz birisi olabilir. Yıllarca seni arayıp sormamış olabilir. Ama sen kötü bir insan değilsin Sare. Sen sorumsuz da değilsin. Ve bir insana arkanı dönüp gidebilecek kadar vurdumduymaz da değilsin."
"İyi birisi de sayılmam."
"İnsanlardan korunmak için, içinde tuttuğun bir tutam kötülükten zarar gelmez." dedi Salih gülümserken.
"Annemin masum olduğunu söylerken, ne demek istedi acaba? Verdiği zarfta bununla alakalı birşey olabilir mi? Anlamıyorum, sonuçta annem de bırakıp gitmiş ve yıllarca aramamış beni. Tamam , belki isteyerek gitmedi ama 23 yıl, geri dönmemesi için çok uzun bir zaman. Bu süre içinde dönmesi gerekiyordu. Tabi ki hala yaşıyorsa! İnsan hiç, bebekken bıraktığı çocuğunu merak etmez mi? Nerde, nasıl, yaşıyor mu, öldü mü? Bunları düşünmez mi?"
"Bu soruların cevabını da anneni bulduğun zaman öğreneceksin!"
"Ya hiç bulamazsam Salih, ya o öldüyse?"
"Babanı bulacağımız da, hiç ortada yoktu ama bak. Bugün gittin ve onunla yüzleştin."
"Ne yüzleşme ama! Hem senin sayende, nasıl teşekkür ederim bilmiyorum."
"Kalbinin sesini dinleyerek tabi ki. Sadece baban için değil, arada bir sor bakalım kalbine benim için de birşeyler söylüyor mu?" diyerek göz kırpmıştı genç kıza. Ve Sare'nin utanarak başını önüne eğmesine sebep olmuştu.
"Tamam. Utanma hemen." diyerek çenesinden tuttuğu kızın başını kaldırdı ve gözlerine bakmasını sağladı Salih.
"Sare, ben daha önce hiç böyle hissetmedim. Tek bakışında, cellatı oluyorsun bedenimin. Senin karşında savunmasız kalıyorum. Ben sana...."
Sare'nin telefonunun çalmasıyla sözleri havada asılı kaldı Salih'in.
"Pelin arıyor, bir dakika." diyerek telefonu cevapladı genç kız.
"Efendim canım."
"Napıyosun kuzum, ajansın oralardan geçiyordum da, müsaitsen bir kahve içelim diyecektim."
"Salih'le dışardayız Pelin. Ama akşam mutlaka görüşelim. Sana anlatacaklarım var."
"Kötü bir şey yok ya! Bak şimdi merak ettim."
"Şimdi anlatamam canım. Ama kötü birşey yok, için rahat olsun. Akşam konuşuruz. Seni çok seviyorum." diyerek telefonu kapattı.
Tekrar Salih'e döndüğünde, onun yanlarına gelen simitçiden simit aldığını gördü.
"Acıktın mı?" diye sordu gülümserken.
"Benim için değil. Ben de acıktım biraz ama simiti şu kız için aldım." diyerek parmağıyla gösterdiği, çimlerde oturan küçük bir kızın yanına gitti. Küçük kız, elinde satmaya çalıştığı selpaklarla çok yorgun görünüyordu. Üstü başı perişan halde olan kızın yanına giden Salih'in arkasından gitti o da. Salih simit'i küçük kıza uzattı ve çok aç olduğu belli olan kız hiç itiraz etmeden sessizce aldı simiti küçücük elleriyle Salih'in elinden. Ürkek bakışlarla bakıyordu bir yandan.
"Çok mu acıktın tatlım sen?" diye sordu Sare.
Küçük kız başını sallamakla yetindi.
"Annen, baban nerdeler?" diye sorduğunda, kızın baktığı noktaya baktığında kucağında daha küçük bir bebekle, onlara bakan adamı gördü. Babası olmalıydı bu adam. Küçücük kızını, çıplak ayaklarıyla çalıştırıp, acıktığını anlamayacak kadar taş kalpli bu adamı ve kızını gördüğünde , kendi babası geldi aklına. Ve Salih 'le beraber yürümeye devam ederken, o kızı orda öylece bıraktıktan sonra da , düşünmeye devam etti.
Babasına o kadar büyük öfke duyuyordu ki, bugüne dek. Bugün o hastane odasında onu çaresiz ve acılar içinde kıvrandığını görene dek. Evet babası onu bırakıp gitmişti ama en azından babaannesi gibi bir meleğe bırakmıştı Sare'yi. Bunu düşününce bile babasını affetmese de , içinden şükretti. Yaşadığı onca zorluk olmasına rağmen, başını sokacak bir evi olmuştu. Sıcacık yemek yapan babaannesi olmuştu. Belli bir yaşına gelene kadar , babaannesinin emekli maaşı sayesinde çokta parasız kalmamıştı. Kendisi için affetse bile, babasının adını her andığında ağlayan babaannesi için affetmesi mümkün değildi o adamı. Ve bir anlık kararla Salih'e dönerek;
"Salih!" diye seslendi ve adamın da ona bakmasıyla; "Ben bir karar verdim. O adamı orada öylece bırakamam. En azından doktoru ile konuşup, durumunu öğreneceğim. Ve bu reklam çekimleri için kazandığım parayı O'nu tedavi ettirmek için kullanacağım. Gerekirse en iyi hastaneye yatıracağım onu." dedi.
Karşısındaki adamın gülümsemesine ve içinin rahatlamasına bakılırsa, çok doğru bir karar verdiğinin farkındaydı genç kız ve Salih 'in duyamayacağı bir şekilde ekledi sözlerine...
"Babaannem de böyle yapmamı isterdi..."








❤SEVDASINI SEVDİĞİM❤Where stories live. Discover now