Salih

3.6K 266 21
                                    

Odasının kapısının açılmasıyla, sabahtan beri aklını meşgul eden kadın göründü karşısında. Önündeki bilgisayardan başını kaldırdığında gözgöze geldiler önce ve sonra söze girdi Sare;
"Hülya Hanım, sizi görmek istediğini söyledi." dediği anda kaşlarının çatılmasına engel olamadı Salih. Bu kadın hangi sıfatla işyerine gelebilirdi. Odasından kovduğu günden beri, hiç görüşmemişti onunla.
"Gelsin bakalım." dedi, ne söyleyeceğini merak ediyordu. Tuna da yanıbaşında, genç kızın geri çekilmesiyle içeri giren kadını izliyordu. Dudaklarından hafif bir ıslık kaçırdı önce ve Salih'e "ben çıkıyorum bakışı" attıktan sonra, ağır adımlarla çıktı odadan. Giderken gözleri hala , içeri giren kadının kalçalarındaydı.
"Ne istiyorsun? Neden geldin?" diye sordu Salih.
"Beni özlemişsindir diye düşündüm canım." derken arsız hareketlerle ellerini, arkasına geçerek boynuna dolamıştı genç adamın. Salih, kadının sırnaşık hareketlerinden rahatsız olduğunu belli ederek, kollarını boynundan çözdü ve ayağa kalktı.
"Seni aradığımı hatırlamıyorum Hülya. Burası Benim iş yerim. Ne cüretle gelirsin?" diye sinirle sıktı dişlerini.
En son yine bu kadınla birlikte olmuş olmasına rağmen, geçen üç hafta boyunca şu an karşısındaki kadına karşı hiçbir arzu duymuyordu adam. Ne uzun bacakları, ne de ondan yayılan dişilik kokusu ilgisini çekmiyordu şu anda. Hatta rahatsız olmuştu. Şu an Sare, kimbilir ne düşünecekti dışarıda. Bu düşünceyle daha çok huysuzlanarak, yanındaki kadından bir an önce kurtulması gerektiğinin farkına vardı.
"Ama ben seni özledim. Neden hiç aramıyorsun beni?" diye dudaklarını büzerek konuşan kadını, daha önce şirkete getirmekle ne kadar büyük bir hata yaptığını yeniden farketti.
Kadın, kene gibi yapışmıştı resmen. Salih'in oflayarak masasına oturmasıyla, kadın yeniden kollarını doladı adama ve gömleğinin düğmelerinden tek elini sokarak göğsündeki kılları okşamaya başladı ve aynı anda koltuğunda dönen adamın dudaklarına yapıştı. Salih'in kendisini geri çekmesine fırsatı olmadan, kapı açılmış ve tüm manzarayı Sare görmüştü.
Salih genç kızı kapıda görür görmez, yanındaki sarışın kadını nasıl itiklediğini bilemedi. Genç kızın, kendisini konuşmaya zorladığı o kadar belliydi ki.
"Görüşme yapacağınız beyefendiler geldi. Haber vermek istedim." diyerek hızla odadan çıkıp, kapıyı arkasından kapattı genç kız.
"Ya sen ne biçim insansın. Azıcık utanma olur be kadın! Defol git hemen burdan elimden bir kaza çıkmadan. " diyerek kolundan tuttuğu kadını kapının önüne doğru adeta fırlattı Salih.
"Bu konu burada kapanmadı, sen beni çok arayacaksın." diyen kadına;
"Defol!!!" diye kükredi adeta.
Kadının kapıdan çıkmasıyla, kendisi de çıkarak Sare'nin yanında bulunan adamları odasına davet etti. Adamlar odaya girerken, kendisi dönüp, arkadaşı Pelin ile beraber oturan Sare'ye baktı. Genç kızın gözlerinde gördüğü şey nefret mi, kıskançlık mı anlayamadı genç adam. Ama kesinlikle iyi şeyler değildi o gözlerde gördükleri.
"Lanet olsun" diye fısıldayarak odasına girdi. Tam yeni yeni güvenini kazandığı kız, onu başka bir kadınla öpüşürken , daha doğrusu kadın ona yapışırken görmüştü. Nasıl açıklama yapacağını düşünerek , masasının önündeki koltuklarda oturan iki adamın da elini sıktı öncelikle.
"Hoşgeldiniz. Kusura bakmayın, beklettim." diye özür dileyen Salih, kendi koltuğuna oturdu.
Adamlar konuşmaya başlayınca, Salih'in gözünün önünden bir sürü kelime geçiyor ama hiç biri beynine ulaşmıyordu.
"Kusura bakmayın, bir kaç dakika daha beklerseniz, yardımcım Tuna, sizinle bütün detayları konuşacaktır. " diyerek eline telefonunu aldığı gibi Tuna'yı aradı ve 2 dakika sonra arkadaşı odasında belirdi.
Kapının hemen girişinde bulunan Tuna'nın yanına giderek, "Şu adamlarla sen anlaş. İmzalanması gereken evrakları ben imzalarım. Fiyat konusunda fazla zorlama. Çıkmam gerek Tuna." dedikten sonra hızla odadan çıktı.
Ama Sare'nin olduğu yerde olmadığını görünce içine korku düştü. Bırakıp gidemezdi heralde. Az önce yanında Pelin'i de görmüştü ve şu an Pelin'de yoktu ortalıkta. Cebinden telefonunu çıkardığı gibi genç kızın telefonunu tuşladı.
İki kere çaldıktan sonra, nihayet "efendim" diyerek açılmıştı telefonu. En azından telefonunu açmıştı.
" Sare, neredesin?"
"Öğle yemeğine çıktım Salih Bey, bir sorun mu var?" diyerek çok rahat , bir o kadar da resmi konuştu genç kız.
"Haber verseydin, beraber çıkardık. Neyse, neredeysen söyle de yanına geleyim."
"Çıkarken, Tuna Bey'e söylemiştim. Sizi rahatsız etmek istemedim. Gelmenize gerek yok."
"Sare, bana nerde olduğunu söyler misin?" diye sert bir şekilde sorunca genç kız, şirketin bir sokak arkasındaki küçük kafede olduğunu söyledi.
Hızla kendisini dışarı atan Salih, yürüyerek bir kaç dakika sonra kızın bulunduğu kafeye girdi. Cam kenarında bir masada, Pelin'le beraber oturup fast food yiyen kızı gördü. Hemen iki kişilik masaya, başka bir masadan sandalye çekerek oturdu ve kendisine de filtre sade bir kahve söyledi.
"Hoşgeldin Salih, nasılsın?" diyerek elini uzatan Pelin'in elini sıktı ve Sare'ye dönerek;
"Biraz önce gördüklerin sadece yanlış anlaşılmaydı. Göründüğü gibi değildi inan." diye açıklama yapmaya çalıştı.
"Bana herhangi bir açıklama yapmanıza gerek yok Salih bey! Gören de aramızda bir şeyler var zannedecek. " Bu kız şimdi , aralarında hiç birşey olmadığını mı söylemişti. Peki ona sarılırken, alnından öperken veya ona herhangi bir şekilde dokunurken kendi hissettiklerine emin olduğu kadar, bu kızın hissettiklerinden de emin olduğu şey neydi?
"Sare, ne demek aramızda birşey yok?"
"Ne var aramızda Salih bey? Beni, pislik bir adamın elinden kurtarmanız da, evinizi açmanız da, patronum olmanız da hayatınıza burnunu sokmamı gerektirmez. Nasıl isterseniz öyle yaşarsınız ve kimi isterseniz onu öpersiniz." diye konuşan genç kızın sözlerinde ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu Salih. Genç kız hamburgerinden kalan son ısırığı yedikten sonra umursamaz bir tavırla oturduğu sandalyede arkasına yaslanarak , camdan dışarıyı izlemeye başladı.
"Ben o kadını öpmek istemedim." diye son bir çabayla savundu kendisini Salih.
"Bakın Salih Bey! ..." dediği anda sözünü kesti genç adam.
"Benimle böyle resmi konuşma." diye uyardı genç kızı.
"Peki! Bak Salih, daha bu sabah sana güvenip güvenmediğimi sordun. İyi bir arkadaş olabilirsin benim için. Arkadaş olarak güvenebilirim belki ama bugün gördüklerimden sonra senin düşündüğün şekilde asla güvenmem. "
"Sana o kadını ben öpmedim diyorum. Birdenbire yapıştı dudaklarıma."
"Tıpkı senin bana yaptığın gibi yani..." dediği anda bakışları keskinleşmişti genç kızın.
"Bunun bir açıklaması olmayacak belli. Bu şekilde anlatamayacağım ama biraz daha farklı." dedikten sonra Sare'nin dudaklarına yapıştı birden Pelin'in de şaşkın bakışları arasında.
Nefesi kesilen genç kız tepki vermemişti ve Salih kendini geri çektikten sonra;
"İşte tam bu şekilde, zorla öptü." diyerek oturduğu sandalyede geri yaslandı Salih.
"Sana bunu daha önce...." diye konuşan kızın tekrar lafını kesti ve;
"Biliyorum, sana istemediğin birşeyi zorla yapmayacaktım. Sadece sana anlatmak için, beni anlaman için bunu yapmak zorunda kaldım." diyerek Pelin'e döndü ve;
"Dışardan bakınca nasıl görünüyorduk? Zorla öpülmüş gibi duruyor muydu arkadaşın?" diye sordu.
Pelin, dudaklarından küçük bir kahkaha kaçırdıktan sonra;
"Valla gayet sevgili gibi görünüyordunuz. " diye cevapladı Salih'i, arkadaşının sinirli bakışlarına aldırmadan.
"Kes şunu Pelin. Hiç komik değil." diye konuştu Sare ve gitmek için ayağa kalktı. Salih'te onunla beraber kalkmıştı ve kızı kolundan tutarak durdurdu.
"Az önce kimi istersen öpebilirsin dedin. Ve benim öpmek istediğim tek kadın sensin Sare." diye dürüstçe duygularını belirtti.
"Gerçekten o kadını isteyerek öpmedin mi?" diye sorduğunda Salih'te biliyordu ki bu kız da kendisine karşı boş değildi.
"Yemin ederim, ben istemedim. Bir daha şirkete geleceğini zannetmiyorum ama gelirse bile onu içeri almazsın, kovarsın ve için rahat eder. " diyerek kızın içini rahatlatmaya çalıştı.
Beraber Pelin'e veda ederek , tekrar şirkete geldiler ve Sare unuttuğu bir şeyi hatırlayarak sordu Salih'e;
"Senin görüşme yapman gerekmiyor muydu? Neden geldin? Adamlar nerdeler? "
"Sen, beni o kadınla görünce, aklımda iş falan kalmadı. Yanlış anladığını biliyordum ve düzeltmem gerekiyordu. Tuna'ya devrettim adamları. " diye cevapladı Sare'yi odasına girmeden önce.
Odasına girdiğinde Tuna'nın da , adamların da çoktan gitmiş olduğunu gördü. Masasına oturarak Tuna 'yı aradı ve odasına çağırdı.
"Ben işi bağladım. Sen nereye kayboldun?" diye sordu Tuna.
"Uzun hikaye Tuna. Onu bunu boşver de, şu adamın yanına gitmem gerekiyor. Semih Öztürk'ün."
"Eee, benden ne istiyorsun?"
"Sare'nin anlamaması gerekiyor. Burda kal,herhangi bir durum olursa ara beni. Bir kaç saate gelirim zaten."
"Söylemesen de ben hep burdayım zaten."
"Biliyorum, ama onu yalnız bırakmak istemiyorum. " diyerek kapıya doğru giden arkadaşının arkasından konuştu Tuna.
"Gelip geçer diye düşündüm ama sen baya aşık olmuşsun oğlum."
"Belki de..." diyerek odasından , Sare'ye bir iki saate döneceğini söyleyerek de şirketten çıktı. Telefonunu eline alarak, Tuna'nın mesaj attığı hastanenin adresine doğru arabasını sürmeye başladı.
Geldiği hastane, çok eski bir devlet hastanesiydi. Danışmadan Semih beyin odasını öğrenerek, hızla 302 nolu odaya çıktı. Göğüs Hastalıkları, onkoloji servisinde yatıyordu adam. Odanın kapısını hafifçe tıklatarak içeriye girdiğinde, içeriden yayılan ağır ilaç kokusu midesinin bulanmasına neden oldu. İçeride Semih beyden başka bir hasta adam daha vardı ve Salih, Semih beyi görür görmez ağzındaki oksijen tüpüne rağmen tanımıştı. Sadece gözlerine bakması bile yeterliydi, onun Sare'nin babası olduğunu anlamak için. Aynı bal rengi gözler, uzun kıvrık kirpikler ve meraklı bakışlar. Salih'in kim için geldiğini merak ediyordu belli ki.
Eski kareli pijama altı ve atletiyle, yüzündeki oksijen maskesiyle, hırıltılı nefesiyle durumu kötü görünüyordu. Üzerindeki çarşafın bir kısmını açık bırakmıştı. Ağır adımlarla adamın yanına yaklaşan Salih, hemen yanıbaşındaki sandalyeye oturdu.
"Semih Öztürk. " dedi soru sorar tonda.
Adam, gözlerini kırpmakla yetinmişti.
"Seni bu şekilde, bir hastane odasında görmek aklıma gelmezdi Semih bey. Şimdi düşünüyorsundur, bu adam da kim, beni nereden tanıyor diye? Sahipsiz bıraktığın ailene sahip çıkmaya çalışan, onları korumaya çalışan ve kızına aşık olan adamım ben." diyerek adamın tepkisini bekliyordu. Herhangi birşey söylesin diye ve nihayet dudakları kıpırdandı adamın; "Sare..." diyebildi zorlukla, maskenin izin verdiği kadarıyla...
"Demek kızının ismini hala hatırlıyorsun!"
"Bana O'nu getir." dedi adam hırıltılı nefesinin arasından.
"Babacığım diyerek , boynuna sarılmasını mı bekliyorsun yoksa?"
"Bana O'nu getir." dedi yeniden ve gözlerinden iki damla yaş geldi. Belli ki son nefeslerini, tanımadığı, yabancı bir adam için harcamak istemiyordu.



Hastaneye gelirken, aklında söyleyecek o kadar çok söz vardı ki bu adama... Ama o adam ne kadar kötü olsa da sevdiği kadının babasıydı ve acınacak durumdaydı. Artık Sare'yi sevdiğini kendisine itiraf edebiliyordu. Bugün farketmişti ki, hiçbir kadın ona kendisini bir kafede öptüremezdi, tabi ki Sare'den başka. Sare istememişti belki öpülmeyi ama mecbur bırakmıştı adamı...
Şimdi şirkete doğru giderken, Sare'ye nasıl bir dille anlatacağını, babasını bulduğunu nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. En iyisi, bugün gitmemek, yarın onu götürüp kendi gözleriyle görmesini sağlamaktı. Ya da gece evde oururken söyleyebilirdi. En doğrusu bu gibi geliyordu. Gece söyleyecek ve genç kızın sabaha kadar düşünmesi için zaman tanıyacaktı ona.
Odasının önüne geldiğinde, Sare ile Tuna'yı muhabbet ederken gördü. Bir an için sinirlense de bunu onlara belli ettirmedi. Sonuçta kurda kuzuyu kendisi emanet etmişti.
"Patron da geldi işte." diye konuşan Tuna oldu.
"Beni mi çekiştiriyordunuz? " diye sordu Salih.
"Seninle ne işim olur be! Bugün Sare 'nin yanına arkadaşı geldi ya, onu soruyordum. Benden etkilenmiş mi diye yani? Sonuçta bütün kızlar benden etkileniyor." diye kendini övmeye başlamıştı Tuna.
"Aman Sare, arkadaşını bu zibididen ne kadar uzak tutsan, sağlığı için o kadar iyi." dedi Salih gülümseyerek.
"Pelin zaten buna bakmaz ki." diye göz kırpmıştı Sare, Salih'e Tuna'nın göremeyeceği bir şekilde.
"Ben de çok meraklıydım senin bücürük arkadaşına." diye cevap verdi Tuna , omuz silkerek.
"Benim arkadaşım bücürük falan değil tamam mı, minyon o." diyerek Pelin'i savundu Sare.
"Neyse, çekişmeye sonra devam edersiniz. Hadi Sare, çıkalım." diyen Salih oldu.
"Oğlum bir dur yerinde yaa, ajansın sahibi sen misin, ben miyim belli değil?"
"Bu saatten sonra, benlik birşey olmaz artık. Hem sen ne güne duruyorsun burda?"
"Tabi anasını satayım. Sen git, keyfine bak. Tuna eşşek gibi çalışsın. Akşam gel de takılalım biraz, diyeceğim ama..." diyerek Sare'yi işaret etti gözleriyle Tuna, bir yandan sırıtarak.
"Yok, abi almayayım ben." dedikten sonra Sare'nin çantasını eline alarak;
"Biz çıkıyoruz, sana iyi eğlenceler." dedikten sonra çıktılar.
"Eve mi gidiyoruz?" diye sordu Sare, araba kullanan adama bakarak.
"Evet, sakıncası yoksa."
"Bak, ben yalnız da kalabilirim. Yani Tuna ile takılmak istersen..."
"Hiç bir yere gitmek istemiyorum Sare. Bugün sana yemek yapacağım. Ellerimle hemde..."
"Yemek yapabiliyor musun? "
"Her şeyin bir ilki vardır."
"Yok artık. Benim zehirlenmeye niyetim yok, daha ailemi bile bulamadım." diye konuşan genç kıza, yandan bir bakış attı Salih.
"Ben buldum güzelim..." demeyi ne kadar çok istese de bir şey söylemedi bu konuyla alakalı.
"Seni zehirler miyim ben? Söz, yemeklerin tadına önce ben bakacağım." diyerek gülümsedi kıza.
Nihayet eve vardıklarında, Seniha hanımın çoktan çıktığını gördüler. Evde ki mis gibi yemek kokusunu içine çeken Sare,
"Yemek hazır bile, geç kaldın şampiyon." dedi adama.
Bir yandan kafasını kaşıyan Salih,
"Ben Seniha teyzeyi tamamen unutmuşum ya. Neyse , zaten açlıktan ölmek üzereyim. Sana bir yemek borcum olsun o zaman. " diye cevapladı genç kızı.
Birlikte üst kata çıktıklarında, her ikisi de üzerini değiştirmek için odalarına girdiler. Salih, bugün gittiği hastane kokusunu üzerinden atmak için, kısa bir duş aldıktan sonra hızlı bir şekilde üzerini giyindi. Eşofman altının üzerine , bu kez sarı tişört geçirerek saçlarını son kez havlu ile kuruttu.
Ne kadar hızlı olursa olsun, Sare'nin hızına yetişemiyordu. Sabahları ondan önce hazırlanıp mutfağa geldiği gibi, şimdi de yine Salih'ten önce üzerini değiştirmiş ve yemek masasını hazırlamıştı bile. Üstelik, tesadüfen pişti olmuşlar, genç kız da kendisi gibi gri eşofmanının üzerine, sarı tişört giyinmişti.
Sessizce, mutfağın kapısında durup genç kızı izlediğinin kendisi de farkında değildi. Ta ki saçlarını savuran kızın, arkasını dönerek bal rengi gözlerini kendisine dikene dek.
"Aaaa, aynı giyinmişiz. " dedi genç kız, hemen farkederek. Bir Salih'e , bir kendisine bakıyordu aynı zamanda.
"Ya tesadüf işte. Evren bile bizi birbirimize yakıştırıyor güzelim." derken göz kırparak masaya oturdu Salih.
"Ya bu işte bir gariplik yok mu sence de? Normal de erkekler kadınların hazırlanmasını bekler, ama her seferinde sen benden önce hazırlanmış oluyorsun." diye ekledi sözlerine.
"Ben çok hızlıyım demek ki, ya da sen yavaşsın."
"Senin hızlı olduğunu kabul etmeyi tercih ederim." diye gülümsedi tekrar kıza.
Sessizlik içinde yedikleri yemekten sonra , kahvelerini içmek için terasa çıkmayı teklif etti Salih. Ve kahveleri genç adam yaparak, beraber terasa çıktılar.
"Burası çok güzel, daha önce neden hiç çıkmadık. " diye yakındı genç kız.
Teras aslında kış bahçesi olarak dizayn edilmişti. Açık havanın aksine, tavanı sadece camdan oluşuyordu. Aynı şekilde , tavandan başlayan camlar, balkon bitimine kadar devam ediyordu. İnsan başını kaldırdığında, yıldızlarla ve gökyüzüyle bütünleşebiliyordu.
Ayrıca buradaki, renkli çiçekler ve saksı ağaçları da ortama otantik bir hava veriyordu. Salih'in kendisinin uğraşarak rengarenk boyadığı araba lastiklerinin içine ektiği, mor ortancaların ise ayrı bir havası vardı. Aynı zamanda, hasırdan koltukları, iki kişilik salıncak ve bir tane sehpa ile bu kış bahçesinin dekorasyonuyla Salih bizzat kendisi ilgilenmişti. Yokluğunda ise, Seniha Hanım ilgileniyordu zaten çiçekleriyle.
"Daha önce hiç fırsatımız olmadı ki."
"Yaaa, şu güzelliğe bak, manzara, gökyüzü, şu çiçekler... Herşey harika tasarlanmış..."
Hasır koltukların birinde oturan Salih, genç kızın içindeki heyecanı keyifle izliyordu. Daha sonra yerinden kalkarak terasın, eve doğru olan küçük girintiye doğru ilerledi. Sare'yi yanına çağırarak, önündeki küçük kapıyı açtı. Genç kız, gördüğü manzarayla büyülenmiş gibi bakıyordu etrafına.
Kapının hemen arkasında, tıpkı kış bahçesi gibi bir alan vardı. Tek farkı, duvarlarının tavanına kadar olan bölümde, bir sürü kitap vardı. Sadece tavan camdan yapılmış, duvarlar ise kitaplık şeklinde ve fazlasıyla kitapla doluydu.
"Sen, kendin mi yaptın burayı? İnsanın sevmese de kitap okuyası gelir böyle bir yerde."
"Daha önce, hiç kimse girmedi buraya, benden başka. Seniha teyze bile... Benim hazinelerim var burada herkesten saklayıp, birtek sana açtığım."
"Muhteşem bir yer burası. Teşekkür ederim, bunu benimle paylaştığın için."
"Kahvelerimiz soğumasın, hadi..." diyen adam, genç kız çıktıktan sonra kapıyı kapatarak kış bahçesine geri döndü ve Sare'nin hemen yanına oturdu.
" O kitapların hepsini okudun mu?" diye sordu genç kız...
"Çoğusunu ." diye cevapladı adam kahvesinden bir yudum aldıktan sonra.
"Ben fazla okumayı sevmiyorum ama burda akşama kadar kitap okuyabilirim..."
Kısa bir sessizlikten sonra, Salih konuştu;
"Bugün, kıskandın mı sen beni?"
"Neden sordun?"
"Çünkü , bana tokat atmadın, bağırmadın, kızmadın... Seni öptüğüm zaman."
"Ne alakası var bunun kıskanmakla?"
"Kıskanan insan, kaybetmekten korkan insandır. Bana tokat atmadın, kızmadın çünkü beni kaybetmekten korktun."
"Fazla güveniyorsun kendine."
"Mesela şu an seni tekrar öpsem, hiç bir tepki vermeyeceğini bilecek kadar güveniyorum kendime."
"Zorlama bence Salih." derken, Sare'de adamın dudaklarına bakıyordu. Salih onun da istediğinden emindi artık. Sözleri tam tersini söylese de , Salih genç kızın da kendisini öpmesini beklediğini ve bundan hoşlandığını anlayabiliyordu.
Hiçbir şey söylemeden yaklaştı, içindeki ateşi söndürebilecek tek varlığa... İçindeki yangın ya sönecek, ya da küle dönecekti...
Konuşmasına fırsat vermeden, bastırdı dudaklarına dudaklarını. Ve başta tereddüt eden kız da , ilk kez karşılık veriyordu Salih'in öpüşüne.
Salih , heyecandan nefes almayı unuttuğunu zannetti bir ara ve toparlandığında elini genç kızın saçlarının arasına geçirerek daha bir derinleştirdi öpüşünü. Sare'nin dudaklarında kaybolduğunu ve yeniden hayat bulduğunu hissetti.
Kendisini şu an durdurmazsa eğer, olacaklara engel olamayacağının farkına vararak uzaklaştı birden genç kızdan. Sadece alnını dayadı, gözleri hala kapalı ve nefesi düzensiz olan kızın alnına...
"Kendime engel olamıyorum. Ne kadar söz verirsem vereyim, konu sen olunca sözümü tutamıyorum. " diye fısıldayarak konuştuğunda, genç kız işaret parmağını adamın dudakları üzerine götürerek "şşşt" dedi ve kafasını göğsüne koyarak , yıldızları izlemeye başladı.
Kısa süren sessizliği Salih bozdu. Her ne kadar sabaha kadar onunla burada , başı göğsündeyken sanahlamak istese de genç kıza söylemesi gerekiyordu.
"Babanı bulsan, şu an karşında olsa ne söylerdin ona?"
Genç kız, kafasını kaldırdı önce, derin bir nefes aldı daha sonra.
"23 yılın acısı nasıl çıkar , inan hiç bilmiyorum. Her gece , aklımda o kadar çok kelime, cümle beliriyor ki baba diye düşündüğümde. Mesela, ilk adımımı, ilk sözcüğümü hiç merak etmedi mi? İlk karne heyecanımı, ilk yaptığım resmi düşünmedi mi? Öylece bırakıp gitmek için mi dünyaya getirdiler beni? Suçum neydi?" derken gözlerinden akan bir damla yaşı sildi Salih.
"Ağlama güzelim, yarın babana bütün bunları kendin söylersin..." diye tek nefeste söyledi kıza.
"Na- nasıl?" diye kekeleyen kız, şaşkınlıkla bakıyordu Salih'e.
Dikkatli bakışlarını genç kıza diken adam, sadece başını salladı ve kızın duymak istediği sözcükleri sıraladı...
"Babanın, şu an nerede olduğunu biliyorum!..."


❤SEVDASINI SEVDİĞİM❤Where stories live. Discover now