♣ 26.Bölüm ♣

Start from the beginning
                                    

Ölüm denilen soğukluğa benzer yüzüme bakarak babam ''Hadi kızım gel de içeriye girelim, '' dedikten sonra kollarımdan tutup beni sürüklemeye başladılar.

Ölümün soğukluğunu tüm iliklerime kadar hissedebiliyordum. Hislerim yine çok karışıktı. Vicdan azabı ve ölüm iliklerimi kısa bir süre içinde parçalayacaktı sanki.

''Bir dakika, '' dedi İbrahim'in amcası.

''Ne oldu? '' diye sordu annem merakla.

''Anne bırakın, ben iyiyim, '' dedim. Kollarımı annem ve babamdan kurtarıp omzuma düşen, benim ruhumun siyahlığını tamamlayan siyah şalı başımın üzerine yerleştirdim.

''İçerisi çok kalabalık. Asel, İbrahim eski okulunun yanındaki parkta. Tek başına. Git ve onun yalnızlığına ortak ol. Onu düştüğü durumdan kurtarmaya çalış. Lütfen. Ağabeyim öldüğünden bu yana ağzını dahi açmadı. Konuşmadı hiç, '' dedi amcası.

''Tamam tamam. Hemen bıraksın şoför Asel'i. Zaten o da İbrahim'e destek olmak için geldi, '' dedi babam ve ardından bende başımı onaylarcasına salladım.

Annem ve babam taziye evine girdi ve onun öncesinde babam akşam adresini verdiği otele gelmemi söyledi. Ben de arabaya binip başımı ön koltuğa yasladım. Parka varana dek gözlerimi kapadım. İbrahim'i düşünmemeye çalıştım. Onun yanına gidince kendimi tutamayıp tüm her şeyi anlatabilirdim. Ne olacağını sadece zaman gösterecekti.

Araba durdu önden gelen boğuk bir ses, ''Hadi küçük hanım, geldik. İbrahim karşı ki bankta oturuyor. ''

Zor da olsa kendimi arabadan dışarıya atmayı becerdim. Şoför, '' Seni bekleyecek miyim? Yoksa gidecek miyim? '' diye sordu. 

''Hayır. Siz gidebilirsiniz. Çok teşekkürler. ''

Parka girdim. Yine aylar öncesinde olduğu gibi salıncaklar, kaydıraklar çocuklarla doluydu. Onu fark etmem on saniyemi almıştı. Bankın yaslanma kısmına çıkmış, ellerini birbirine kenetlemiş, başını yere eğmişti. O sarı saçları parkın karşı tarafında olmama rağmen göz kamaştırıcı gözüküyordu.

Yaklaşıyordum. Ona yaklaşıyordum ama ayaklarımdaki, ellerimdeki titreme bitmiyordu bir türlü. Birde bunun üzerine gözyaşları.

Beni fark edememesi çok normaldi. Çünkü eskisi gibi salıncakta sallanan çocukları değil de yeri izliyordu.

Onun gibi bankın yaslanma kısmına oturdum. Yine kafasını kaldırmamıştı. Heyecanlıydım. Korkuyordum. Titriyordum. Sanki iç organlarım yerle bir oluyordu. Sanki içimde 8.2'lik bir deprem oluyordu. Sanki bağırsaklarım kalbime dolanmıştı ve bu durum benim rahat nefes almamı engelliyordu.

Kirli hissettiğim ruhuma ait olan ellerimi omzuna koydum ve kafasını kaldırmasını bekledim. Evet, kafasını kaldırıp bana baktı. Yüzü sapsarıydı. Gözyaşları yanaklarını ıslatmıştı.

Beni belimden tutup kendine çekti. Bana sarılmak yerine kolunu omzuma yerleştirdi. Yüzüme bakmıyordu. ''Galiba babam öldüğünden bu yana ilk defa konuşuyorum. Seni gördüğüme çok sevindim. Sana sarılmak istemiyorum çünkü bırakamamaktan korkuyorum. ''

Onun konuşmasının ardından düşünmeden ağzımdan dökülen söz ''Sarıl, '' oldu.

Sarıldı. Elleri saçımda yerini aldı. Yavaşça okşuyordu saçlarımı. Ben ise gömmüştüm yüzümü omzuna. Ağlıyordum. Şu lanet olası gözyaşları ne zaman bitecek?

Eliyle beni itti. Daha sonra banka oturdu. Ben de onun ardından banka oturdum.

''Çok mu güçsüz görünüyorum? '' diye sordu.

Orda Kal Portakal  Where stories live. Discover now