Bölüm-31 Yağmur

Start from the beginning
                                    

Sözde bu sırrı mezara kadar taşıyacaktı. Oysa ki, ilk anda yakalatmıştı kendini. Yavaş yavaş kendine gelen kadın, klozetin kapağından tutunarak kendini kaldırdı. Kopardığı parça tuvalet kağıdıyla ağzını sildi.

"Dokunma bana." Dedi ağzını silip kağıdı atıp şifona bastıktan sonra.

"Bu konakta asla ama asla durmuyacam."

"Asel, kurban olayım bir dinle önce beni."

Narin omuzunu adamın koluna çarparak, yatak odasına eşyalarını toplamaya gitmişti. Artık bu gerçekten sonra bu konakta değil kalmak, bu adi yaratıklarla aynı havayı bile solmak istemiyordu!

Peşinden gelen adamın farkındaydı, odasına daldığıyla ahşap çamaşır dolabının üstünde duran bavulunu indirmişti. Yatağın üstüne attığı bavulunun fermuarını açtı, dolaptan deli gibi oradan oraya giderek elbiselerini alıp alıp bavuluna attı. Yanağından süzülen ılık yaşlarla beraber titredi, onca sene... Onca sene bir yalan uğruna yaşamış olmak ne kadarda öfke vericiydi.

Son kalan bir kaç parça eşyasını önemsemeden bavulunu kapatmıştı. Ağır bir hale gelen bavulunu yataktan kaldırdı ve yere koydu. Derin derin soluklandıktan sonra tam kapıya yönelmekteydi ki, içeri gelen adam yüzünde durmak zorunda kalmıştı.

"Asel, hiç bir yere gitmiyorsun!" Arkasındaki kapının üzerindeki anahtarı tutarak kapıyı kilitledi. Çıkması imkansızdı artık.

"Çekil önümden Çağan!" Diye haykırsa da adam bir gıdım harekette bulunmuyordu. Gitmesine izin vermeyecekti, en azından dinlemeden gitmesine.

"Önce otur ve beni dinle Asel!" Derin bir nefes çekti ciğerlerine, ne kadar da inatçıymış bu kadın. Daha yeni fark ediyordu.

"Annenin ölüm sebebini bende yeni öğrendim anlıyor musun?! Babanın sana yazdığı mektupta yazıyordu! O mektubu senden saklamaya çalıştım, öğrenmene izin vermeyecektim!"

Boş konuşuyordu. Hakikatten boş konuşuyordu. Bu kelimeler, bu sözler bu cümle... Hiç bir anlam ifade etmiyordu. Yalan söylediğini düşünüyordu.

"Gitmek mi istiyorsun?! Git o zaman!"

Bavulunu daha da sıkı tuttu. Kendini güçlendirmeye çalışan şeyler söyledi aklından, kendine umut veren şeyler.

Başını eğdi. Aklından nasılda dile kolaydı bu sözler, keşke düşünmekle kalmasaydı söyleyebilseydi bunları birer birer herkesin yüzüne.

Tükürebilseydi! O iğrençlik abidelerine. İnsan kılığına burunmuş o adi yaratıklar.

İşte gidiyordu, karnında ki Miranlı aşiretinin ilk ve son torunuyla.

"Gidecem." Diye karşılık verdi kırık bir sesle.

Mardinin üstünde dolanan kara bulutların kadının hislerini dile getirmesiyle kendini daha bir üzgün hissetti.

Yağmur düştüğü yeri ıslatırdı, çamura çevirirdi her insanı. Her yağmurun yağışında kendini sırılsıklam bulurdu, kafası ıslak, düşünceleri bir ayrı karma karışık.

Yağmuru sevmiyordu. Ağlamayı bıraktığından beri sevmemeye yemin etmişti, ama ağlıyordu işte! Tek bir şeyini severdi bu ıslaklığın. Yüreğine serptiği soğukluğu, içinde ki o yangını nasıl küle çevirdiğini.

Bir tek onu severdi işte, unutmayı ve vazgeçmeyi.

Annesini kaybetmiş kendi başına büyümüş ufak bir kızdı. Annesinin her zaman ona seslendiği gibi onun tatlı bal ırmağıydı...

Titrek elleriyle zor tuttuğu gri tonlarında ki bavulu avuç içleriyle sıkıyordu, aklı hep nefretle doluyordu. Mantıklı düşünmesini engelliyordu.

Yüreği ise fazlasıyla yaralıydı.

Annesinin kayboluşu ardından uçmayı unutmuş sadece bu diyardan ruhen göç etmiş bir kuştu.

Karşısında duran kocasının kahve gözlerindeki buruk yansımasına baktı. Kendi gözlerinden firar etmeye yüz tutmuş göz yaşlarını çok net görebiliyordu, dudağını kemirmeye başlamıştı.

Kemirdikçe çektiği kurumuş parça derilerle dudaklarını kanatmıştı. Solgun ten rengiyle birleşen kırmızı çok belli oluyordu... Zorlukla aldığı nefesin kalbine batmasıyla hızlı hızlı soluklanmaya başlamıştı.

Adım adım kendine doğru yaklaşan adam,üstüne üstüne geliyordu. Aynı odanın karanlık duvarları gibi. Panik atak yaşar gibiydi, bunalıyordu. Sanki biri kalbini sıkıyordu veya boğazını.

Başının arkasından tutan el ve sarımsı saçlarını okşamaya başlayan kocası onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Sarıldığı kadını rahatlatmak için kulaklarına fısıldadığı sözcükler her şeyi buhara çevirmişti sanki... Yok olmuştu hatta hiç var olmamış gibi.

Çiselemeye başlayan yağmur yine yerini o yüreğine serpilen soğukluğu bırakıyordu.

Geldiği günden beri ondan nefret eden, kötü davranan hatta canını yakan Çağan gitmişti. Yerine daha sevecen, sevgi dolu bir adam gelmişti.

"Gitmek istiyorsan, en azından seni babanın konağına bırakmama izin ver." Diye fısıldamıştı, kulağında hissettiği o hoş sıcak nefesle gözlerini kapattı.

"Neden..." Hıçkırdı.

"Bana acıyorsun değil mi, bana acıyorsun sadece."

Geriye doğru adım attı. "Beni istemediğinizi bilmediğimi mi sanıyorsunuz?"

İşaret parmağıyla sildi akan gözyaşını. "Acınacak durumdayım değil mi Çağan ağa..."

Ani bir kahkaha patlattı. Sanki şu an kafayı yemiş delirmiş bir kadından farksızdı.

"Benden kurtulacaksınız merak etmeyin. Sadece benden değil, hatta daha fazlasından kurtulacaksınız." Sesini tazeledi.

Karnına yumruk yercesine hissettiği acı artıyordu.

Bebeğinden bahsetmeyecekti. Bebeğinin Çağan Miranlı diye bir babası olmayacaktı...

- - - - - - - - - - - - - - -

Votelayıp yorumlarsanız beni mutlu edersiniz. Teşekkürler.

AselWhere stories live. Discover now