21 - Geçmiş

166K 5K 149
                                    

Sürpriz bir bölüm yazmak istedim. Merakla bekleyen arkadaşlar için. Aslında pek yeni bir bölüm sayılmaz. Fakat, sanırım bu gün çok iyi havamdayım ve yarin yazmaya zamanım olmayacak. O yüzden sizlere bu yeni bölümü armağan ediyorum. İyi ki varsınız, beni cidden çok mutlu ediyorsunuz. Gerek votelarınızla gerek yorumlarınızla. Sonsuz teşekkürler.

Mardin, Aralık 2007

Açık sarı saçlarını iki ayrı belik yaptıran küçük kız durmadan saçlarına bakıyor, saçlarıyla oynuyordu. Odasından çıktığı gibi annesinin odasına dalan kız makyaj masasının başında saçını ince tarakla taramakla meşgul olan annesine baktı. Up uzun gür sarımsı saçlarını toparlayıp at kuyruğu şekline sokup bağlamıştı. Beyaz tenli olmasından dolayı pencereden odasına doğan ışıkla daha da parlayan mavimsi gözleriyle yaşının geçmesine rağmen nefes kesici bir güzelliğe sahipti. Kapı kenarından ona bakıp duran küçük kız suratına yerleştirdiği en tatlı gülümsemeleriyle annesini seyrediyordu. Merakına yenik düşen kız "Anne?" Diye seslendi en sabırsız haliyle. Kızını fark eden Zeynep hanım buruk bir gülümsemeyle "Efendim yavrum?" Diyebilmişti sadece. Boğazından bir türlü koparamadığı kelimelerle yutkundu. Bu gün günlerden ölümdü. İçeri ufak adımlarla giren kız annesini süzüyordu. Üzerine giymiş olduğu uzun sade desensiz siyah elbise ona hiç yakışmamıştı, iç karartıcıydı.

"Anne neden siyah giydin?" Diye sormuştu. Annesinin giysi dolabına yaklaştı, dolabın kendinden büyük ve ağır kapaklarını zorlanarak açıp, ayak parmaklarında durup çiçek desenli uzun elbiseyi almışı askılıktan. "Bak, bu daha çok yakışır sana." Dedi heyecanla parlayan, annesinden aldığı mavi gözleriyle.

Kızının dediklerini duymamazlıktan gelmeye çalışan kadın, bu konuda bir hayli zorluk çekiyordu. Gözlerini yumdu, siyah düz elbisesinin yanındaki ellerini sıktı. Tırnak izlerini avuç içlerine işlercesine bastırmıştı uzun tırnaklarını. Canı yanıyordu... En çokta üzerine atılan çamuru silemiyor olması onu delirtiyordu. Karşı köyün aşiretinden biriyle görüldüğü iddialarıyla milletin diline dolanmasıyla kimse ona inanmıyordu artık. Ne oğlu ne kocası ne aile bildikleri! Tek başına ölüme terk edilmiş bir melek misali, yalnız ve huzursuz ölecekti. Geriye bıraktığı ise kendinin kopyası olan ufak bir kız. En çokta ona acıyordu ya...

Kapattığı masmavi gözlerini daha da öfkeyle sıkarak açmamaya emretti kendine, kirpikleri birbirine dolanmıştı. Burnundan solarak, ağzını bıçak açmıyordu. Küçük korkak adımlarla odanın kapısına yanaşıyordu. Kızından kaçarcasına.. "Nereye gidiyorsun anne..." Beyninde yankılanan bu soruya maalesef cevap veremiyordu. Ne diyebilirdi kızına? Nasıl bir yalan söyleyip onu sakinleştirebilir artık.

Ölüme gidiyorum... Ölmeye, kendimi temizleyip. Üzerime atılan çamurdan - çirkeften kurtulmaya gidiyorum. Annen bir melek olacak Asel! Tertemiz beyaz bir melek.

Kapıdan çıkmasıyla onu yalnız bırakmayan küçük kız peşinden koşuşturuyordu. Merdivenlerden inen kadın hem durgun hem de sessizdi, konuşsa bile kimse inanmayacaktı yine ona. Pes etmişti... Ölüm çareydi belli ki. Böyle bir hayat sürmek istemiyordu, iğrenerek bakan surat ifadelerinden kurtulmak istiyordu.

"Anne gitme!" Diye peşinden haykıran çocuğuyla, yüreği yanıyordu.

Konağın arka bahçesine çıkan mutfak kapısından geçmişti. Bahçede toplanan aşiret ve kocasına bile bakmadan başını dik tutuyordu. Etrafta toplanan adamlarla korkusu sanki azalıyor gibiydi.

Bahçeyi yarılayıp çimene basmasıyla yere sessizce diz çöktü. Bakışları alçalmıştı, giderken bari o kansız insanların yüzünü görmek istemiyordu. Başına doğru uzatılan silahla başını istemsizce arkaya itti. Bir daha açmamak üzeri kapattığı gözlerini, sırtında hissettiği bakışlarla aralamıştı. Silahın sahibinin tetiğe uzattığı parmakla, hazırdı.

AselHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin