"Seni suçlamıyorum Çağan." Tısladı. Evet, tısladı. Nefret ederek, öfke püskürerek! Ona karşı gelerek.

"Ağabeyimle ne işin var, seni nereden tanıyor. Tanımayı bırak onun odasında ne işin vardı?"

"Sana bunu açıklamak zorunda değilim." Yorganı tuttuğu gibi başına geçirdi. Onu duymak istemiyordu. Ne söylese söylesin zaten dediklerine bir gram inancı yoktu, o yüzden sert davranmayı seçti.

"Kime açıklamak zorundasın peki." Diye çıkıştı. Sinirlendiği çok ortadaydı, kendini hemencik belli ediyordu. Ses tonu değişiyor daha sert ve daha yüksek hale geliyordu. Kızmıştı hemde öyle böyle değil.

"Bana değilde kime açıklayacaksın Asel." Diyerek tekrarladı kendini. Fakat umduğu gibi tepki ya da cevap alamamıştı. Asel susmayı tercih etmişti - her zaman ki gibi.

"Of!" Dişlerini sıktı, gıcırdatarak. Söz hakkına bile sahip olmayışı ona koyuyordu, nedenini bilmese de dış kapının mandalı misali gibi hissetmesine sebep oluyordu. Mantıklı düşünürse öyleydi. Kaç aydır beraberdiler? Geldiğinden beri sayarsa... Üç-dört ay hatta bilemedin beş ay geçmişti aradan.

Asmin mutlu bir aileye kavuşmuş olsa bile, Asel mutsuzluğun dibine batmıştı. Bunun neden farkına varamıyordu? Asmin'in yaptığı gençlik hatasıydı. Belki de bilinçsiz gelişmişti, hamile kalması ve yeğeninin olması mucizeviydi. Sırf nefretinden dolayı bir kere bile gidip görmemişti! Doğduğu günden beri. Yüzünü bile bilmiyordu, Mardinin sokaklarında görse tanımazdı bile yeğenini.

Kaşlarını çattı, çok berbat bir dayıydı. Çok berbat bir eşti...

Aklını kurcalayan diğer şey ise, Asel'le başka şartlar altında tanışaydı belki de onu sevebilirdi.

Çirkin değildi... Hemde zerre kadar değildi. Dolgun dudaklar, sarımsı saçları. Denizi bile kıskandıracak gözleri vardı. Küçüklüğünde sümüklü diye tabirlendiği kız ona resmen güzelliğiyle küfürler savuruyordu.

Allah'ın lütfü olsa gerek. İlahi adalet...

Mardinin kızları güzel olur derlerdi. Asel pekte Mardin'de yaşayan birine benzemiyordu. Zeynep hanımdan almış olmalıydı güzelliğini - o her genç ağayı savaşmaya sürükleyen güzellikten - bu demek oluyordu ki başka erkeklerden de ilgi görme olasılığı yüksekti.

Yani; başka erkekler Asel'e bakabilirdi.

Hayır!

Alevle ateşlenen kahve gözleri kararmaya başladı. Kendi söylediğine sinirlenmişti! Hangi beyinsiz Çağan Miranlı'nın karısına bakmaya cesaret edebilirdi lan?!

Omurgalarını söker ellerine dizerdi! Anlık hızlı hızlı burnundan solunmasıyla kızgın boğadan farksızdı. Yatağın içinde kaybolan güzeller güzeli kadından dolayı bu halde gelmişti.

Of.

Bunları düşünmeye bile hakkı yoktu. Bir daha dokunmaya ona bakmaya bile cüret edemezdi. Yani öyle hissediyordu...

Karısı olmasına rağmen.

Duraksadı, bir kaç hafta önceki olayı anımsadı birden bire. Beraber oldukları geceyi. O kadar haz dolu bir geceydi ki, iliklerine kadar hissediyordu o zevki. Hayatı boyunca yaşadığı ilk ilişki olmasa da, en iyisi olduğu kesindi. Kimse bunu inkar edemezdi.

O safir rengine boyanmış gecede karşısında başka bir kadın duruyordu. Şehvetle bedenini kendisine sunan bir kadın - neden böyle bir şey yapmıştı ki? - bilmese de o halini hatırladıkça içi kıpır kıpır oluyordu.

Sıcaklık gövdesini ele geçiriyordu.

Gecelikle karşısına çıkmıştı, anımsadığı kadar kırmızıydı veya beyaz. Emin değildi tam hangi renkte olduğunu.

O gece paha biçilemezdi.

Uzun bir süre kadınından ses gelmeyince odayı terk etmek için bir girişimde bulundu. Uyumadan önce, Asel'i Ateşin odasında olduğunu öğrenipte kıskançlıktan çatlamak üzeri olmadığından önce annesini aradığını hatırladı.

Kafasına 'Allah kahretsin!' Diye mırıldanarak yavaşça vurmuştu.

Her şey birbirine karışmıştı! Hangi birine ilgi gösterecekti, hangisiyle ilgilenecekti.

Allahım...

Ev, evlikten çıkmış film settine dönmüştü. Aşk-ı memnudan daha karmaşıktı. Kafasında bunun acısını tadabiliyordu, devreleri yakmış olmalıydı artık.

Kafa gitmişti belliki.

Yürekli bir kadının başı, yüreksiz bir erkeğin omuzuna ağır gelir! Demiyordu boşuna şair. Öyleydi, Asel'in yükleri ve kendisi ağır gelmişti. Varlığı bir dert... Yokluğu bir dertti?

Yokluğu...

Yokluğunu ne zaman yaşamıştı.

Burnundan solduğu ani nefesle kendini odanın dışına atmıştı. Kalktığında üstüne geçirdiği t-shirt ve şortla geziniyordu evin içinde. Merdivenlerden sakin adımlarla iniyordu, konağı ele geçiren sessizliğin farkındaydı. Kimse kalmamıştı sanki, herkes gitmiş olamazdı yani en azından çalışanlar.

"Fatih?" Diye seslenerek dolandı konağın içinde. Salona vardığında kalabalığı fark etmişti. Aşirettin yaşlıları toplanmıştı ve fısır fısır bir şeyler konuşuyorlardı.

"Ne oluyor burada?" Dedi merakla. Teker teker baktı oturanların yüzüne. Annesinin yaptığı işarette kaldı gözleri, gel diyordu yanına oturmasını işaret ediyordu. Daha fazla konuşmadan geçip yanına oturdu. Oturmasıyla söze başlayan yaşlı adama odaklandı.

"Çağan ağa, nasılsın. İyisindir inşallah."

Alay mı ediyordu bu bunak?

"İyim Berat ağa." Kısa ve keskin bir cevaptı bu. Son kısmını bastırarak dile getirmişti. Adam sadece sırıtarak başını eğdi.

"Aşiretin bir araya gelme sebebi..." Dedi lafını geveleyerek. "Bebek."

"Bebek?" Tek kaşını kaldırdı. Ne bebeğinden bahsediyordu ki şimdi.

"Beş sene önce Mardin dışına çıktın. Kulağımıza geldiğine göre halletmişsin işini. Aşiretin başına geçtin sayılır nede olsa, bir çocuğun zamanı geldi. Erkek adamın erkek oğlu olur Çağan ağa."

Bu kadar aptalca bir fikir görmemişti.

"Size ne?" Dedi ayağa kalkarak.

"Size ne benim ne zaman çocuk yaptığımdan? Size mi kalmış bu."

"Çağan... oğlum." Kolundan tutan annesi yaşlı, dolmuş gözlerle bakıyordu.

"Mecbursun oğul, yoksa... yoksa kuma arayacaklar."

"Kuma mı?" Yüzünü ekşitti. "Siktirin gidin evimden. Kalkın lan, dağılın!"

Saygıda kusur etmek değildi bu, haddini bildirmekti! Yaşlı maşlı dinleyecek hali yoktu. Zaten zorla evlendirdiler bide kuma mi getireceklerdi başına.

Kahrolası aşiret bozuntusu!

"Hala mı buradasınız lan?!" Ayaklanan aşiret mensupları sayıklanarak, homurdanarak yavaş yavaş salonu terk ediyorlardı. Tekrardan oğlunu sakinleştirmeye çalışan Züleyha ne yapacağını bilmiyordu. "Oğlum sakin ol."

"Bırak Allah aşkına anne." Annesini kolunu savurdu.

"Bıktım sizden ve şu aşiret, töre sevdanızdan!"

Sabah sabah nereden kalkıpta gelmişti salona. Odasında kalkmak daha az sinirlendiriyordu.

"Oğlum deme öyle hadi..."

"Sen hiç konuşma anne! Kana buladığın ellerinle de bir daha bana dokunma!"

...

Votelayıp - Yorum yazanlara şimdiden teşekkür ederim. İyiki varsınız, bu bölüm sanki daha iyi oldu sizcede değil mi?

İnstagram veya Snapchat'te eklemek isteyenler bana ulaşabilirler. :)

AselWhere stories live. Discover now