65. Bölüm : Olimpos Kraliçesi

763 70 4
                                    

Kırgınlık ve öfke birleşip tüm kontrolü ele almıştı. Onlardan her zaman nefret etmiştim ama onları sevmeyi hiçbir zaman bırakamamıştım. Ancak şimdi karşımda aciz bir şekilde diz çökmüşlerken onları sevmeyi bıraktığımı hissediyordum. İçimdeki nefrete daha sıkı tutundum bu yüzden. Çünkü benden geriye yalnızca o kalmıştı.

"Yeter!" dedi Tanrı Hades bağırarak. Ben de ne zaman konuşacak diyordum. Fazla bile sessiz kalmıştı ve onu sabırlı biri olmadığını bilecek kadar yakından tanıyordum.

"Karen, kiminle konuştuğunu sanıyorsun sen? Bu kadar oyun yeter." dediği zaman başımı iki yana salladım. Burada Tanrıları istemiyordum. Hiçbirini. Bakışlarım Hunter'a döndü. Yüzümde karanlık bir gülümseme oluştu. Tıpkı Laila'ya olan şey gibi bir anda patladı.

Bir çığlık sesi yükseldi.

Tanrıça Persephone.

Tanrı Hades benimle göz göze geldi. Ona daha çok gülümsedim.

"Hunter ve Rose öleli çok oluyordu, değil mi? Onları geri getiren sendin, öyle değil mi Tanrı Hades? Ta o zaman sırf o kutudan çıkmanın öfkesini sizden atamamam için yaptın." kahkaha atmaya başladım. Artık nasıl bu kadar kör olabilirim sorgulaması yapmıyordum. Kördüm. Görmemiştim ama artık bitmişti. Artık her şey daha netti.

Bir anda sustum ve gözlerimi Hera'nın biricik çocuğu Rose'a diktim. Hunter'a olan şey ona da oldu. Tanrıça Hera'dan bir çığlık yükseldi. Tanrı Zeus sessiz kaldı. Tanrıça Hera üzerime yürümeye başladığı zaman gülmeye başladım. Başımı hafifçe öne eğip gülüşümü saklamaya çalışsam da başarılı olamamıştım.

Bir anda başımı kaldırıp biri siyah biri beyaz olmuş gözlerime Tanrıça Hera'ya diktim. "Ölüm seni kutsasın, Tanrıça Hera." yankılı çıkan sesim herkese ulaşırken Tanrıça Hera'nın bedeni bir anda buz kesti. Ayaklarından başlayan soğukluk tüm bedenine yayılırken elini bana doğru uzattı. Elindeki gül daha çıkamadan Tanrıça Hera artık buzdan bir heykeldi.

Avucumu öpücük yollayacakmış gibi dudaklarımın önüne tuttum ve hafifçe havaya üfledim. Havadaki su tanecikleri küçük birer buzdan bıçağa döndüler ve Tanrıça Hera'nın buzdan bedenine çarptılar. Bedeni tuzla buz olurken gücü gökyüzünde bir yıldıza yükseldi. Bir sonraki sahibi gelene kadar o yıldız onu saklayacaktı.

Diğer Tanrılara baktım yüzümdeki gülümseme ile. Gözlerim altın rengine bulandı. Uzun sürmesini istemedim. Bu yüzden hepsi yüzündeki dehşet ifadesi ile yere yığıldı. Kalpleri ise ayaklarımın dibine düştü.

Hala yaşayanlar; Lucas, Maya, Will, Ryan, Brian, görevden getirdikleri Zeus melezi Esme, Thanatos, Hypnos, Poseidon, Hades ve Zeus'tu. Koskocaman savaş alanında onlardan başka yaşayan kimse kalmamıştı.

Tanrı Hades acıyla bağırdı. Tanrıça Persphone. Onun biricik Kraliçesi. Uğruna tüm dünyayı yakıp yıkabileceği eşi.

"Seni Olimpos'un koruyucusu ol diye yarattık! Kıyameti olman için değil!"

Yer altı öfkesinden payını aldı ve biraz ilerimizde yer kendi içine çökmeye başladı. Öfkeli ruhlar hızla devasa delikten fırladılar. Onlar tüm Olimpos'a yayılmaya başlarken ne Tanrı Zeus ne de Tanrı Poseidon tek kelime etti.

"Olimpos'a kıyameti ben getirdim ama kıyameti siz olacaksınız, baba."

Keskin bakışları bana döndü. Çektiği acı bir an bana kendimi anımsattı. Toprak Ana Gaia, bana Kuzey'in öldüğünü söylediği zamanki halime benziyordu. Tamamen çıldırmış ve saldıracak bir yer arayan halime. Ona onu anladığımı söylemek için dudaklarım aralandı ama yalnızca güldüm.

Olimpos Prensesi // TAMAMLANDI // DÜZENLENECEK Where stories live. Discover now