"Küs müyüz? Yani, aynı binada oturuyoruz. Aynı okula gidiyoruz. E aramızda da bir sürtüşme olmadı." dediğinde, "Genelde hemen sevemem insanları." dedim. "Kişisel algılama."

Canan "Sen de mi sevmezsin?" diye sorup Kubilay’a bakınca ona doğru dönüp "Ne?" diye sordu.

"Sen de mi sevmezsin diyorum."

"Kimi? Zeynep'i mi?"

"Yok. Genel olarak. İnsanları."

"Bilmem. Sevebileceğim kadar çok insan olmadı hiç hayatımda."

"Peki olanlar?"

"Olan kişiye bağlı."

"Aynısınız yani." dediğinde dudak büzdü. "Oysa ben insanları ilk önce sevmekten yanayım. Hatasını görmezsem de devam ederim."

"Seni sevmemizi mi istiyorsun?"

"En azından düşman olarak değil de, arkadaş olarak başlamayı istiyorum diyelim." dediğinde ona doğru bir bakış attım yürürken. Daha geçen gün Kubilay’a yavşamıyor muydun kızım sen? "Ha?"

"Vallaha bana bakma." dedi Kubilay, anlık olarak durup. "Sonradan olağan bir trip yiyeceğim tek cümle bile etmem."

"Zeynep..." diyerek kedi gibi kocaman açtığı gözlerini bana dikti. Yüzüne oranla büyük olan gözleri Garfield'ı hatırlatmıştı bana. "Bak, yanlış başladım biliyorum. Sadece, ya flörtöz bir kızım ben. Yapım bu. Ama yemin ederim bir daha olmayacak." Yürümeye devam ettiğimi görünce "Ateşkes mi ilan etsek?" diye sordu.

"Abartma sen de ya. Düşman değiliz. Tamam, kıçın başın ayrı oynuyor diye kızdım ama." dediğimde kahkaha atmıştı. "Tam bana uygun bi tabir oldu ha." Sonra biraz daha yaklaştı bana. "Ama yemin ederim ki bir daha olmayacak."

Kubilay "Kulağına fısıldamana gerek yok. Ben zaten duymuyorum."dediğinde ikimizden de bir 'Ne' nidasi yükselmişti.

"Dinlemiyorum demek istedi herhalde." dedim, düzeltmeye çalışarak.

"Yok. Bildiğin sağırım demek istedim."

Yine ikimiz birden "Ne?" deyince "Sen nasıl bilmezsin ya?" diyerek bana döndü Canan.

"Bilmemek değil. Sadece.." diyerek Kubilay’a döndüm sinirle. "Bana söylemek için haftalarca beklemişti de."

"Ne? Senle o bir mi yahu?"

"Ha. Ona daha mı çok güvendin?" diye sorduğumda, önce şaşkınlıkla baktı bana, sonra kahkaha attı.

"Hayır. Ona güvenebilmen için söyledim. Sen hariç bilen yok. Birinden duyarsak, bu ona güvenemeyeceğimiz anlamına gelir diye."

"Ha. Her şey benim için yani. Ben de yedim." Hadi be ordan!

"Zeynep... Bu benim kimseden sakladığım bir şey değil ki. Sormadıkları için söylemediğim bir şey sadece. Biri sorsa, evet öyle derim. Neden yalan söyleyeyim ki?" Hâlâ ona baktığımı görünce devam etti konuşmaya. "Evet. Sana söyleyemedim. Belki fark etmeni bekledim. Belki de korktum. Yani, birdenbire geldin. Güvenle alakalı değil. Gerçekten. Sadece... Tekrar kaybetmekten korktum. Hem ezik, hem sağır."

Derin bir nefes verip Canan'a döndüm. "Tek bir kişiden bunu duyarsam, sadece düşman olmakla kalmam. Bilmiş ol."

"Bana güvenebileceğini göreceksin." diyerek önden yürümeye başladı. Ben de Kubilay’a döndüm bu sırada.

"Şimdi mi kızarsın? Okuldan sonraya mı saklamak istersin? Sabah sabah, daha afyonun patlamamışken sesin tam gür çıkmaz gibi sanki."

"Kendini ezikleyip durduğun için mi? Bilmiyorum. Ne zaman istersin?"

"Örnek verdim." dedi ellerini teslim olurcasına hava kaldırırken.

"Bir daha verme o zaman."

"Tamam." diyerek hızlanıp benimle birlikte yürümeye başladı.

Sınıfa geçince hemen arkamızdan gelen hocayla birlikte, sınıftakiler de bugün biraz daha erken susmuş olmuştu. Tabi, bizim beyin artığı amipcikler laf soktuğunu düşünebildiği her an konuşmayı kendilerine hak gördikleri için, Kubilay’a yöneltilen bir sorunun ardından "Ezik" deyip gülüşlerek, uyumak üzere olan beni uyandırmışlardı iyiliksever uykumdan.

"Bir şey mi dedin?"

"Aa! Alındın mı?"

"Zeynep! Sercan!"

"Bir şey demedim hocam. Bütün düşük notları kendisi alırken, sınıf birincisine ezik demesi garibime gitti de. Hayır, beyni zaten var mıyım yok muyum diye muallakta kalmış, bir de üstüne laf sokmaya çalışıyor su samuru." Sınıftakiler susmuştu birden. Gülüşleri götlerine kaçmış olmalıydı.

"Sana bir şey söyleyeyim mi Zeynep? Arkadaş tavsiyesi." dediğinde "İstemez." diyerek kestim sözünü. "Birincisi, sen benim arkadaşım değilsin. İkincisi de, bana tavsiye falan veremezsin, çünkü tavsiye üretebilecek bir beyin kapasiten yok." dediğimde bu kez gülüşmeler ona yönelikti. Senin beynin yok, sen beni delirtmek mi istiyorsun repliğinin de tam sırasıydı ya, tüh.

"Tamam! Susun artık." Bu seferki ikaz ile birlikte, önüme dönmüştüm Kubilay’ın cık cıkları eşliğinde. İyice mahalle ortasında öpüşen genç gören teyzelere dönmüştü bu aralar zavallım, benim yüzümden.

"Ne cık cık ya?"

"Susmuyorsun."

"E sen de çok susuyorsun."

"O zaman su içeyim." dediğinde kafamı pat diye sıraya vurmuşum, o gülerken. İğrenç esprilere maruz kalanlar, radyasyon misali, bir süre sonra ölüyor muydu acaba? Çok fazla dayanabilecek gibi değildim de çünkü ben.






Yanlış anladın Zeyno, ölecek olan sen değilsin. Neyse, bunu finalde tartışırız canısı :)

《FİNAL》Eyvah! 17 Yaşındayım (-18) Where stories live. Discover now