RUHUMUN GÜNAHI

Por Buketderler8

18.9K 11.6K 3K

Hiç, sebepsiz yere, ansızın kalbinizin sıkıştığı oluyor mu? Güneş'in altında karanlık üzerinize çullanıyor mu... Más

1.BÖLÜM: Kaçış..
2.BÖLÜM: Karanlığına Hoşgeldin..
3.BÖLÜM: Değişim..
4.BÖLÜM: Kırmızı..
5.BÖLÜM: Yara..
6.BÖLÜM: Yarın Yok Gibi..
7.BÖLÜM: Kaybet Beni..
8.BÖLÜM: Merhaba..
9.BÖLÜM: Nefes..
10.BÖLÜM: Karanlık Oyun..
11.BÖLÜM: Elveda..
12.BÖLÜM: Neredesin..
13.BÖLÜM: Zehir..
14.BÖLÜM: Gurur..
15.BÖLÜM: Güneş ve Ay..
16.BÖLÜM: Kar..
17.BÖLÜM: Kimsin Sen?
18.BÖLÜM: Başlıyoruz..
KARAKTER TANITIMI
20.BÖLÜM: Bul Beni..
21.BÖLÜM: Paramparça..
22.BÖLÜM: Gölge..
23.BÖLÜM: Ateş Sensin...
24.BÖLÜM: Oyun Bitti.
25.BÖLÜM: Söz Vermiştin..
26.BÖLÜM: Yarattığın Karanlık..
27.BÖLÜM: Üç Dakika.
28.BÖLÜM: Umut Dolu Sesleniş..
29.BÖLÜM: Senin İçin..
30.BÖLÜM: Mehir..
31.BÖLÜM: 27 Haziran.
32.BÖLÜM: Dayan Nefesim.
33.BÖLÜM: Geçmişin Karanlığı.
34.BÖLÜM: Aşkın Gücü..
35.BÖLÜM: NİŞAN..
36.BÖLÜM: Büyük Oyun.
37.BÖLÜM: Yabancı.
I.Kitap Finali: GÜNAHKÂR VE MASUM.
II.KİTAP TANITIM
40.BÖLÜM: Yalan Kapanı.
41.BÖLÜM: Kâbus.
42.BÖLÜM: Mucizeye Kaçış.
43.BÖLÜM: Güneş ve Uzay.
44.BÖLÜM: Tehlikenin Kanı.
45.BÖLÜM: Nefretin Gözleri.
46.BÖLÜM: En Güzel Dilek..
47.BÖLÜM: Merhaba Ve Güle Güle.
48.BÖLÜM: Doğum Ve Ölüm.

19.BÖLÜM: Kaderin Oyunu..

431 302 41
Por Buketderler8


'*Ben yanıyordum ve insanlar dumanlarımı farketmiyordu.*'

Ruhumun ve beynimin verdiği savaş büyük bir bahçe kapısından girdiğimiz an bitmişti. Taş işlemeli büyük bir evin önünde durduğumuzda buraya ev demek için şahit arıyordum âdeta. Arabadan iner inmez bulunduğumuz yeri tanıyormuşçasına başımı kaldırdım ve camın arkasından bana bakan bir adam gördüm. Gözlerim camdaki adama dalmıştı ki yanımdaki adamlardan biri 'burdan' diyerek yolu gösterene kadar.

Taş işlemeli eve yaklaştıkça adımlarım yavaşlıyor, geri geri gidiyordu sanki. Onlar da gitmek istemiyordu, neden geldik diye soruyorlardı bana, tıpkı benim bana sorduğum gibi. Ama her iki duruma da aynı cevabı veriyordum; bilmiyorum.

Yaklaştığımız ân kısa boylu, yaş almış bir kadın kapıyı açtı. Ben içeriye girerken tebessüm etmişti, sanırım bu evde gülme eylemini gerçekleştiren tek insandı, çünkü hiçbir adamın yüzünden mimik dahi oynamıyordu. Beni salona yönlendirdiklerinde oturmak yerine cama yöneldim ve etrafa baktım. Ev, koskocaman bir ormanla komşuydu.

-"Hoşgeldin!"

Issız ormanı izlerken arkamda hissettiğim sert ses ile irkilmiştim, arkama dönüp baktığımda bana bakan bir çift tanıdık gözle karşılaştım. Yaşadığım şaşkınlık o ân sadece tek bir kelime etmeme izin vermişti.

-"Sen!"

Savaş Bey dedikleri adam şöminenin yanında duran büyük kahverengi deri koltuğuna oturup eli ile oturmamı gösterdi.

Ondan izin beklemiyordum, kendi tercihim ile ayakta duruyordum ama daha ilk andan gerginlik çıkmasın diye karşısındaki tekli deri koltuğa oturdum.

Gözlerini gözlerime dikmiş bir şeyler arıyordu sanki, kelimelerimde saklayacağım gerçekleri gözlerimde aramak istiyor gibiydi.

-"Anlat!"

Sesi gittikçe sertleşiyor muydu yoksa gerginlik bende bunun etkisini mi bırakıyordu, bilmiyorum.

-"Sen kimsin?"

Deli bir cesaretle sesimi sertleştirmiş ve hesap sormuştum, bu yaptığım şey onun hiç hoşuna gitmemiş olacak ki mavi gözleri birden ateş gibi yakmaya başlamıştı gözlerimi.

-"Kim olduğumu bilmeden mi geldin buraya?"

İmalı bakışlarım ile gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum ne yapmak istediğini anlamıştım. Beni sevmediğini fazlaca hissediyordum ve bu beni üzmüyordu. Tebessüm edip konuşmaya başladım, onun istediği dilde.

-"Buraya gelene kadar 'üvey' dedeme geldiğimi sanıyordum. Oysa şimdi görüyorum ki ben-"

Tek kaşını kaldırarak bana bakıyordu, sanırım dikkatini çekmiştim.

-"Ben katilime gelmişim."

Ellerimi koltuğun kenarlarına koyup duruşumu dikleştirdim ve imalı gözlerle ona bakmaya devam ettim.

-"Katilimi tanımak istiyorum."

Cümlem biter bitmez yüzünde sinirli bir tebessüm oluştu, ondan korkmadığımı hissetmeye başlamıştı ve bu onu sinirlendiriyordu.

Gözlerimizi gözlerimizden ayırmıyorduk. Az önce kapıyı açan kadın elinde bir tepsi ile büyük salon kapısını açtı. Elindeki kahveyi ilk Savaş Bey'e uzattı, sonra da bana.

-"Ben almayayım, teşekkür ederim."

Reddetmem Savaş Bey'in sinirini daha da bozmuş olacak ki öfkeli gözlerle bana bakıyordu, öfkeli gözlerden başka bana yalvarırcasına bakan bir çift göz daha vardı; kadının gözleri. Onun o bakışları için kahveyi alıp yanımdaki sehpaya koydum ve Savaş beye baktım.

-"Senin verdirdiğin bir şeyi içmemem gerektiğini acı bir şekilde anladım."

Bir ân o güne gittim sanki, o odaya..Sonra aklıma Tamay'ın o gün gösterdiği cd'ler geldi, büyük ihtimalle bu evde bulmuştu onları yani bu demek oluyor ki Tamay burada olabilirdi. Onu tanıdıklarını zaten beni kaçırdıklarında anlamıştım.

-"Ne istiyorsun?"

Dakikalar önce sert gelen sesi artık normal bir sesti benim için, hiçbir şey hissettirmiyordu.

-"Gerçekleri."

Savaş Bey duruşunu dikleştirmiş, ateş gibi yanam gözlerini gözlerime dikmişti.

-"Hiçbir gerçeğe bu kadar kolay ulaşamazsın küçük kız. Şimdi çok oyalanma ve evine dön. Bu ziyaretini unutalım bizde."

Bir şey dememi beklemeden kalkmış gidiyordu ki sesimi yükselterek sert bir şekilde arkasından seslendim.

-"Ailemin beni evlatlık aldığını biliyorum."

Bu gerçeği ilk defa bu kadar sert ve gerçekten hissederek söylemiştim. Canımı yakan bu gerçek gözlerimin dolmasına neden olmuştu.

-"Senin öz torunun olmadığımı ve Tamay'ın beni kaçırdığında karşımda duran benimle konuşan adamın senin olduğunu biliyorum."

O ân dikkatini hangi cümlem çekti bilmiyorum ama birden arkasını dönmüş sert adımları ile karşımda duran koltuğuna geri oturmuştu.

Şöminede yanan odunları izlerken konuşmaya başladı.

-"Gerçeği biliyormuşsun ışte benden ne istiyorsun?"

-"Tamay neden beni size getirdi? Benden ne istiyorsunuz? Babamla, ailemle derdiniz nedir?"

Savaş Bey gözlerini ateşten ayırmadan sinirle dalga geçer bir ifade ile gülümsedi ve gözlerini ateşten ayırıp gözlerime baktı.

-"Baban ve ailen demek!"

Ne demek istediğini anlamıştım, canımı yakmaya çalışıyordu ama ona karşılık vermeyecektim.

-"Tamay benim oğlum sayılır, bir oyuna kalkıştığını öğrendim ve ben de oyunun ufak bir sahnesinde yer aldım hepsi bu."

Tek kaşımı kaldırarak imalı gözlerle gözlerine baktım.

-"Sana inanmıyorum."

Tok sesi git gide sertleşiyordu. Şömineden gelen yanan odunların sesi ortamı daha da geriyordu sanki.

-"Bence de. Bana inanmamalısın."

Gizemlerle dolu bu karanlık adam her hali ile insanın üzerinde tuhaf bir gerginlik bırakıyordu.

-"Neden beni zehirledin?"

Diğer sorularda yaptığının aksine hemen cevap vermişti.

-"Tamay'a kan dökmeyeceğime karşı söz vermiştim. Ve sözümü tuttum, hiç kan dökmedim."

Derin bir nefes alıp yutkunduğumda insanların nasıl bu kadar kötü olabildiklerini düşündüm.

-"Ailemle derdin ne?!"

Gözlerimin içine bakarak sinirle güldü ve imalı bir şekilde konuştu.

-"Ailenle hiçbir derdim yok."

Tam dayanamayıp sesimi yükseltecektim ki telefonum titremeye başladı. Hızlıca çantamı açıp gelen çağrıya baktım; Uzay arıyordu. Telefonu meşgule atıp geri çantanın içine bıraktım.

-"Arayan ailen mi küçük kız?! "

Dalga geçer gibi konuşuyordu benimle. Derin derin nefes alıyor sakin kalmaya çalışıyordum.

Gözlerini ateşten ayırıp arkasına yaslandı ve dakikalar önceki sert sesi ile konuşmaya başladı.

-"Bak küçük kız şuan anlatacaklarımı sadece buraya gelmek için gösterdiğin cesarete anlattığımı bil."

Şaşırmış bir şekilde gözlerine bakarken içimden gerçekleri söylemesi için dua ediyordum..

-"Sevgili annen ve baban birbirine aşık olup evlenmişlerdi, bir süre sonra çocuk sahibi olmak istediler fakat olmadı. Annen her hamileliğinde düşük yaptı. En son ki hamileliği 7.ayı geçtiği günden itibaren her şeyimi, her anımı doğacak torunuma adamıştım. Bu-"

Cümlesinin ortasında başını kaldırmış ve tavana bakmıştı. Bir süre oraya baktıktan sonra tekrar gözlerime baktı.

-"Bu evi onun için aldım. Onun için oda yaptırdım, her şeyini hazırlamıştım, her şeyini.."

Anlattıkça bana olan siniri artıyordu sanki. Konuştukça bakışları ve sesi daha da sertleşiyordu, kelimeleri ve bakışları birer ok gibi giriyordu vücuduma.

-"Aylar geçti ve nihayet bebeği dünyaya getirmeyi başardı annen. Torunumun doğum haberini alınca dünyanın en mutlu insanı oldum, torunum doğdu diye neler neler yaptım o saat içerisinde bir bilsen. En fazla bir saat sonra arabaya binmiş hastaneye gidiyordum, torunuma gidiyordum."

Duruşunu dikleştirip ellerini koltuğun kenarına yumruk yaparak koyduğunda bana tahammülü git gide azalıyordu. Gelişim ona geçmişi, bana duyduğu nefreti hatırlatmıştı.

-"Hastaneye gider gitmez babanların yanına değil torunumun yanına gittim. Beni onun bulunduğu odaya aldıklarında elim ayağım titremişti, oğlumun doğumundan sonra ilk defa bu kadar heyecanlanmıştım, o ân ki duygular bana insan olduğumu hatırlatmıştı sanki."

Bakışlarını gözlerimden ayırıp yanan ateşi izlemeye başladı. O konuştukça gözlerim doluyor, vücudum titriyordu.
Torunum diyordu, torunum..Ama bana değil, benim gözlerimin içine bakarak yaşadığı acıyı anlatıyor ve beni suçluyordu.

-"Onu kucağıma aldığım an dünyanın en mutlu, en güçlü adamıydım. Kucağımda dünyanın en güzel mucizesi vardı, çok güzel bir bebekti, çok."

O anlattıkça hissettiğim duygular beni suçluyordu. Yanı başımda gittikçe büyüyen şömine ateşinde yanan bendim sanki, doğru bildiğim yalanlardı. Sanki ben yanıyordum ve insanlar dumanlarımı farketmiyordu..

O ân çığlıklarıma karşı sağır oldu ruhum, yangınıma ise kör ve hissiz..

Bakışları bir benim bir ateşin üzerindeydi.

-"Küçük kahverengi gözleri âdeta ışıldıyordu, gözlerinin içine bakınca dünya durmuştu benim için, kokusu dünyanın en güzel en özel kokusuydu."

Nefret dolu gözleri ile gözlerime baktığında gözyaşlarımın düşmemesi için çaba sarfediyordum ama yapadım, gözlerimden düşen gözyaşlarına engel olamadım.
Gözyaşlarım onun için hiçbir şey ifade etmiyordu biliyorum, şuan beni öldürmemek için zor tutuyordu kendini bunu da biliyorum..

-"Dakikalar sonra istemeye istemeye yerine bıraktım onu. Bırakmama rağmen gözlerimi üzerinden ayıramıyordum. Istemeye istemeye de olsa onu yanındaki arkadaşı ile bırakıp çıktım."

Kısık ve titrek sesim o kadar yok gibi çıkmıştı ki halime acıyıp gülmüştü.

-"Hemen yanında bir erkek bebek yatıyordu."

Gözyaşlarım tane tane düşerken sadece başımı sallayabilmiştim.
Gözleri üzerimde dolaştığında şuan ki halim, hissettiklerim onun için hiçbir şey ifade etmiyordu.

-"Onu orda bırakıp babanın yanına çıktım çok kısa bir süre.."

Koltuğun kenarında duran demir topları sıkarak konuşmaya devam etti.

-"Çok kısa bir süre yanlarında kaldım. Dakikalar sonra tekrar torunumun yanına gittiğimde hemşireler beni odaya almadılar, doktorlar öldü dediler. Ben gelmeden saniyeler önce kapatmış gözlerini bu dünyaya. "

-"Ne.."

Kesilen nefesim ile tek bir kelime çıkmıştı dudaklarımın arasından. Gözlerimi sildikçe yeni, sıcak ve canımı yakan gözyaşları tekrar tekrar düşüyordu.

-"Hastanenin altını üstünü getirdim. Yerle bir ettikten sonra gösterdiler-"

Nefret dolu gözleri, ateşin verdiği sıcaklık ile daha çok yakıyordu beni. Kendimi anlattıkları karşısında suçlu ve güçsüz hissediyordum.

Yarım bıraktığı cümlenin devamını bile bile titrek sesim ile tek bir kelime edebildim.

-"Neyi?"

O ân attığı bakış, evet dedirtti bana, evet, şuan tam olarak katilinin karşısında oturuyorsun.

-"Cansız bedenini."

Daha fazla dayanamamış ellerim ile ağzımı kapatmış sessizce ağlamaya başlamıştım. Ağlamaya başladığım anda başını ateşe çevirmiş onu izlemeye başlamıştı.

Belki de dakikalarca ağladıktan sonra bana baktı.

-"Işte gerçekler."

Yanan gözlerim, titreyen çenem ve titreyen bedenim ile karşısında savunmasız bir şekilde duruyordum.

Kendimi zorlayıp konuşmaya çalıştım.

-"Ben-"

-"Sen diye bir şey yok!"

Küfür eder gibi lafımı kesmişti, demiri sıktığı elleri, duruşu, sert sesi ve nefret dolu bakışları bana daha fazla tahammül edemediğini açıkça belli ediyordu.

-"Sen kimsin küçük kız, söylesene bana!"

Sinirlerden patlamak üzereydi. Büyük bir hışımla ayağa kalkıp şöminenin tam önünde benim ise tam karşımda durdu. Ellerini cebine koydu ve gözlerimin içine baktı.

-"Adın bile sahte senin! Sen benim torunum değilsin, hiçbir zaman da olmayacaksın, hiçbir zaman onun yerine geçemeyeceksin!"

Acım yerini git gide sinirine bırakıyordu, oturduğum yerden kalkıp tam karşısında durdum.

-"Peki ya Melih? Onu seviyor musun?"

-"O benim torunum."

Birbirimizi öldürmek istercesine sert bakışlarımız bir savaşın ortasındaydı âdeta.

-"Torunun olup olmadığını sormadım."

Sesim git gide sertleşiyor ve ciddileşiyordu.

-"Sevip sevmediğini sordum."

Bana doğru bir adım attıp alaycı bir edayla konuştu.

-"Ben bu hayatta kimseye karşı bir duygu beslemiyorum küçük kız, nefret dışında."

Alaycı bir tebessüm edip hemen koltukta duran çantamı aldım ve tekrar gözlerine baktım.

-"O zaman seni sevindirecek bir şey söyleyeyim, gerçi o duygunun da ne olduğunu bilmiyorsundur da neyse!"

Kendimden emin bir şekilde konuşmaya devam ettim.

-"Benim bir ailem var ve o ailede sen yoksun. Ne onların hayatında ne de benim hayatımda. Bu karanlık dünyanda tek başınasın, yalnızsın, hep de öyle olacaksın."

Tam yanından gidiyordum ki sert sesi ile arkamdan seslendi daha doğrusu kendi kendine konuştu.

-"Uzay.."

Uzay'ın adını duyar duymaz hemen arkamı döndüm, ben arkamı dönünce yanıma gelmiş yine karşımda durmuştu.

-"Sevgilindi değil mi?"

Ne demek istediğini sorar gözlerle gözlerinin içine bakıyordum, bakışlarımı anladığını biliyordum.

-"Biliyor musun küçük kız, yazık olacak."

-"Ne saçmalıyorsun?"

Yakasına yapışmamak için kendimi zor tutuyordum. Bu meseleye, bu adama Uzay'ı karıştırmak istemiyordum, benim yüzümden bir kez daha zarar görmesine izin veremezdim.

-"Bu hayatta yaşatmak istiyorsan bazı fedakarlıklarda bulunmalısın."

Sustuktan sonra bir adım daha attı ve kendinden emin, sert sesi ile ruhumu üşüten o cümleyi kurdu.

-"Ve sen küçük kız, fazla yaşamayacaksın. Bedenini değil ruhunu öldüreceğim, gözlerinin içine baka baka-"

Alaycı bir gülüş atıp konuşmaya devam etti.

-"Tıpkı şuan olduğu gibi, hayatını mahvedeceğim."

Şuan üşümeme ve korkmama sebep olan şey hayatım değil sevdiklerimdi, benim için hayat sevdiklerimden ibaretti.

-"Bunu neden yapacaksın?"

Yanımdan geçip giderken bir ân durdu başını çevirmeden konuştu.

-"Çünkü sen günahların bedelisin."

Başka hiçbir şey demeden sert adımları ile çıktı odadan. Adımlarının sertliğinin sesi vardı âdeta.

Koskocaman salonda gerçekler ile tek başıma öylece kalmıştım. Ne gidebiliyordum ne konuşabiliyordum.
Ellerim tuttuğum çantayı hissetmemeye başlamış, bacaklarım güçleri kalmamışçasına titriyordu.

-"Iyi misiniz? Efendim, iyi misiniz?"

Duyduğum ses ile kendime gelmeye çalışıyordum. Donuk bakışlarımı yana çevirdiğimde, geldiğimde kapıyı açan kadını gördüm. Destek olmak istercesine kolumdan tutmuştu. Hiçbir şey diyemiyordum, yapamıyordum. Kendimi ona bırakıp beni yönlendirmesine izin verdim.

Saniyeler sonra uzun mutfak camının önündeki sandalyeye oturtmuş, su içirmişti.

Bir sandalye çekip karşıma oturdu, ellerini dizlerime koydu.

-"Daha iyi misiniz?"

Başımı sallamakla yetinmiştim. Daha fazlası gelmiyordu elimden.

Dakikalar sonra kendimi zorlayıp konuşmaya çalıştım.

-"Teşekkür ederim."

Kadın konuştuğum için sevinmişçesine gülümsedi.

-"O ne demek efendim. Ben bir şey yapmadım."

Kendimi zorlayarak tebessüm ettim ve titreyen elimi uzattım.

-"Mehir, adım Mehir."

Kadın bir süre bana bir süre elime baktı. Baktı ki kararlıyım elini uzattı ve tebessüm etti.

-"Ayşegül.."

Memnun olduğumu gülümseyerek belli edip yağan yağmuru izlemeye başladım.

-"Savaş Bey az önce adamlarını çağırdı büyük ihtimalle birazdan alacaklar sizi."

-"Onlara ihtiyacım yok."

Kararlı sesim kadının hoşuna gitmiş olacak ki başını sallamıştı.
Gözlerinin içine bakarak merakıma yenik düştüm.

-"Yorgun görünüyorsunuz iyi misiniz?"

Gözleri ruhsal yorgunluğunu ele veriyordu. Sorum karşısında nemli gözleri ile tebessüm etmişti. Konuşmak istemiyordu sanırım. Üzdüğümü düşünerek konuyu değiştirdim.

-"Siz burada çalışıyorsunuz sanırım."

Ilk önce başını sallamış sonra cevap vermişti.

-"Evet, kendimi bildim bileli burada çalışıyorum."

-"O zaman-"

-"Evet, Savaş Bey'i iyi tanırım."

Ne diyeceğimi anlamış gibi cümlemi bitirmeme izin vermeden, kendisi sorumu cevaplamıştı.

-"O, yani Savaş Bey torununu çok seviyor."

Yutkunup içimi yakan cümleyi tamamladım.

-"Yaşamasa bile."

Kadının birden gözleri dolmuştu, bu acı durum herkeste, evin her köşesinde derin bir ize sahipti.

-"Savaş Bey torunu vefat ettikten sonra bambaşka biri oldu."

Başını cama çevirmiş öyle konuşuyordu.

-"Nasıl yani?"

Dolu gözleri ile başını bana çevirip cevap verdi.

-"Eskiden, karanlık işlerle uğraşırdı."

-"Şimdi bıraktı mı?"

Sanki sorduğum soru onu germişti, gözlerimin içine bakarak titreyen sesi ile zar zor cevap verdi.

-"Hayır, şimdi o karanlığın ta kendisi."

Kurduğu cümle beni ürkütmemişti aksine o kadar bendi ki bu cümle. Haftalar önce kendi kendime kurduğum bir cümleydi bu. Ben Mehir, karanlığın ta kendisiyim demiştim bir gece kendi kendime..

Şimdi daha iyi anlıyorum ki her şey yeni başlıyordu, karanlık iki insanın savaşı başlıyordu. Ben ondan gerçekleri istiyordum o ise canımı. Yaşamamı istemiyordu, bunu açık açık söylemesine gerek yoktu, tek bir bakışı yetiyordu bunu anlamam için.

Beni sadece torununun yerine geçtiğimi düşündüğü için mi öldürmek istiyordu, ışte bunu bilmiyorum. İçimden bir ses tek nedenin bu olmadığını, bilmediğim daha çok şeyin olduğunu söylüyordu.

Gerçekler yalanların içinde saklı ufak bir toplu iğne, yalanlar ise koskocaman bir saman tarlasıydı ve ben gerçekler için yalanları yakacaktım..

Kadının o cümlesinden sonra susmuştuk, ikimizde bir süre şiddetini arttıran yağmuru izlemiştik.

-"Mehir Hanım!"

Duyduğum sert ses ile başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Beni evden olan adamlardan biri mutfak kapısının önünde durmuş bana bakıyordu. Yanına gidip tam karşısında durdum.

-"Bana bir taksi çağırın."

-"Savaş Bey'in kesin talimatı var, sizi bi-"

-"Bana hemen taksi çağırın."

Karşımdaki adam kafası karışmış bir şekilde etrafa bakındı.

-"Ama efendim-"

-"Haddini aşıyorsun küçük kız."

Karşımdaki adamın arkasından gelen sese doğru yöneldiğimde Savaş Bey ellerini cebine koymuş bana bakıyordu.

-"Arabaya kadar sana ben eşlik edeceğim."

Gözlerimi devirerek kapıya yöneldim. Ben yürümeye başladığımda yanıma gelmişti, yan yana yürüyorduk. Yanımda yürürken istemsizce gözlerim ona kaymıştı. Yürüyüşümüz aynı denecek kadar benziyordu. Ellerini cebinden çıkarttığında baş parmağında gümüş bir yüzük olduğunu gördüm o ân gözlerim baş parmağımdaki gümüş yüzüğe kaydı. Yüzükler bile aynı parmağımızdaydı..

O karanlıktı ben ise karanlığın yansıması. Gölgeler bile daha beyazdı yanımızda.
Sert adımları karanlığa götürüyordu beni, adımlarım onu takip ediyordu..

Sessiz bir şekilde evden çıktığımızda adamlarından biri şemsiye açarak yanımıza geldi. Şemsiyeyi açıp yanımda yürümeye başlamıştı ki durdum ve gözlerinin içine baktım.

-"Istemiyorum."

Savaş bey durmuş, karşısındaki ağaçlara bakarak konuşuyordu.

-"Islanmayı seviyorsun sanırım."

-"Yağmuru hissetmeyi seviyorum."

Kendimden emin bir şekilde verdiğim cevap nedense içimi rahatlatmıştı, sanki uzun zamandır içimde tutuyordum bu cümleyi.

-"Her yağmur yağdığında herkesin dilinde bir cümle dolanır; "İnsanlar ıkiye ayrılır; yağmuru izleyenler ve hissedenler" diye. Oysa o ayırdıkları insanlardan bir kısmının neden izlediklerini diğer kısmının ise neden hissetmek istediklerini sormazlar."

Başımı ona doğru çevirmiş dikkatli bir şekilde dinliyordum, şiddetli yağmurun altında ıslanırken.
Başını bana doğru çevirip gözlerime baktı.

-"Yağmurdan kaçan sadece izlemek isteyenler ıslanmak istemezler, ıslanmak günahlarının ağırlığını hissettirir çünkü. Bu evrenden silinip gideceklerini açık açık gösterir, çünkü insanoğlu kendini sonsuz sanıyor."

Cümlesi biter bitmez konuşmaya başlamıştım.

-"Yağmuru hisseden kişiler yağmur evrendeki kötülükleri temizlemek istercesine yağarken üzerlerine bulaşan kötülük tozlarından arınırlar. Hayata yeni bir şans verir, umut bahçesini tekrar sulamaya başlar."

Kararlı bir şekilde gözlerime baktı.

-"Sen hangisisin küçük kız?"

-"Ben, kötülüğü temizlemek istercesine yeryüzüne düşen yağmur damlasıyım. Kötülüklerden arınmaya çalışıyorum, en ufak bir tebessümle yeniden yeşeriyorum."

Ben sustuktan sonra hiçbir şey söylememişti öylece yürümeye başlamıştı. Arabanın yanında durduğumuzda elleri cebinde durmuş bana bakıyordu.

-"Yakında tekrar görüşeceğiz küçük kız."

Kararlı ve sert sesi çok netti, görüşecektik..

Adamlarından biri arka kapıyı açtığında kapıya yöneldim ve binmeden önce gözlerinin içine baktım.

-"Mezarını ziyaret ediyor olacağım."

Başka bir şey demeden arabaya bindiğimde bana karşı beslediği öfkesinin arttığını görebiliyordum ve bu beni korkutmuyordu.

Araba hareket ettikten sonra yaşananları düşünüyor, sindirmeye çalışıyordum. Titreyen telefonum ile daldığım düşüncelerden uzaklaşmıştım. Uzay'ın aradığını görünce daha fazla uzatmadım ve açtım, sessiz bir şekilde konuşmaya çalışıyordum.

-"Efendim."

-"Mehir nerdesin sen?!"

Sesi oldukça endişeli geliyordu, merak etmiş olmalıydı.

-"Şey-"

Yalan söylemek gerçekten de benlik bir şey değildi, ne diyecektim şimdi, biraz daha susarsam şüphelenecekti o ân aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

-"Sema aramıştı da biraz canı sıkkınmış onun yanına gelmiştim, çıktım şimdi eve gidiyorum."

Bir süre sessizlikten sonra Uzay'ın sesi sert ve tuhaf gelmişti, sorgular gibiydi.

-"Sema'nın yanındaydın yani?"

-"Evet canım. Sen neden aramıştın?"

Uzay'ın sesindeki tuhaflık git gide yerini soğuğa bırakıyordu.

-"Sonra konuşalım mı?"

-"Bir şey mi oldu?"

-"Sonra konuşuruz canım."

Bir şey dememe kalmadan telefonu kapatmıştı. Yalan söylediğimi mi anlamıştı acaba? Ama nasıl anlayacaktı ki? Neden sesi kötü ve soğuk geliyordu? Düşüncelerimin altında eziliyordum âdeta.

Ani bir kararla şoföre bakıp Uzay'ın evinin bir alt sokağının adresini verdim ve oraya gitmek istediğimi söyledim. Orada inecek yürüyerek evine geçecektim. Uzay'ı görmek istiyordum, gözlerine bakmak, sımsıkı sarılmak istiyordum.

Yaklaşık bir saat sonra arabadan inmiş Uzay'ın evine doğru yürümeye başlamıştım. Yağmurun durmasına rağmen hava hâlâ kapalıydı.

Yürüyeceğim mesafe 5 dakika bile yoktu belki de ama şarkısız olmazdı. Hemen kulaklığımı taktım ve yeni indirdiğim şarkıyı açtım. Dizelerde, melodilerle kaybolmak istiyordum. Bu karanlıkta bir şekilde yaşadığımı hissetmek istiyordum, ruhumu hissetmek istiyordum.

Bul beni ruhunda, tam yanımda
Bul beni ruhunda, kal yanımda..

Şarkının sözleri, melodisi ve hissettirdiği duygular sanki üşümem için bir bahaneydi.

Şarkının sonuna geldiğimde kapının önündeydim. Zile bastığımda kapıyı Ozan açmıştı.

Beni görünce çok sevinmiş sımsıkı sarılmıştı.

-"Mehir nerdesin sen? Çok özledik seni."

Gülerek elini omzuma attıktan sonra yürümeye başladık.

-"Işlerim vardı da onları hallediyordum. Uzay nerde? Sen tek misin?"

Salona girdiğimizde açık kapıdan bahçeye baktım. Can, Sema, Cevdet amca, Mustafa abi ve tanımadığım yaşlı bir adam büyük masanın etrafına sandalye çekmiş sohbet ediyorlardı, daha doğrusu masada ki herkes tanımadığım yaşlı adamı dinliyor gibiydi. Bahçeye yaklaştığımızda Uzay ve Gamze'nin bahçenin köşesindeki büyük ağacın altında konuşurken gördüm. Uzay soğuk bir yüz ifadesi ile Gamze'yi dinliyordu, Gamze ise heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu, konuşurken eli sürekli Uzay'ın koluna değiyordu. O an gerçekten üşüdüğümü hissettim ve birden irkildim.

Ozan tedirgin bir şekilde elini sırtıma koydu.

-"Mehir, iyi misin?"

Tebessüm ederek başımı salladım ki aklıma gelen bir gerçek ile olduğum yerde kala kaldım.

Ben Uzay'a Sema ile birlikteyim demiştim ve Sema şuan burada!

Uzay'ın sesinin neden öyle geldiğini anlamıştım! Böyle olmamalıydı..
Titriyordum..Bacaklarım hareket etmek istemiyormuşçasına titriyordu..

Derin bir nefes alıp bir adım attım ve bir adım daha bahçeye çıktığımızda bizi ilk gören Cevdet amca oldu.

-"Aa Mehir, hoşgeldin kızım!"

Cevdet amca heyecanlı bir şekilde bağırdığında Uzay ile göz göze gelmiştik. İçimi ısıtan bakışları, şimdi üşütüyordu beni..

Cevdet amca yanımıza geldiğinde tebessüm ederek sarıldım. Sakin ol Mehir, bir şey belli etme, sakin ol..

Masaya doğru yöneldiğimizde Uzay ve Gamze de bize doğru yürümeye başladılar.
Sema bana meraklı gözlerle bakıyordu. Ilk önce Mustafa abi ve Can ile selamlaştıktan sonra Sema bana sarıldı ve kulağıma doğru fısıldadı.

-"Mehir neler oluyor, nerdesin? Uzay'a benimle olduğunu söylemişsin!"

Ayrıldığımızda sonra anlatırım der gibi bakmıştım.

-"Mehir, canım hoşgeldin!"

Gamze en itici sesi ile selam verip sarıldığında eminim ki şuan en son isteyeceği şey benim buraya gelmemdi.
Uzay'ın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Başımı kaldırıp tedirgin bir şekilde gözlerine baktığımda büyük bir hayal kırıklığı görmüştüm ve ışte o ân gerçekten üşümüştüm..

Uzay'a doğru bir adım attığımda bana yaklaştı.

-"Hoşgeldin."

Tebessüm ettiğimde beni kendine doğru çekip sarılmıştı. Sarıldığı ân titreyen vücudumu serbest bırakmak ve kollarında süzülmek istedim. Kokusunu hissettiğim an nefes aldığımı hissettim, yaşadığımı hissettim. Tam şuan zaman dursun nolur..Onun kollarında, onun kokusu nefesimken dursun zaman..

Uzay ile ayrıldığımızda elini belime atmış kendine doğru çekmişti. Sesini düzelterek tam karşımızda duran adamı göstererek konuşmaya başladı.

-"Mehir seni dedemle tanıştırayım."

Gülümseyerek elimi uzattığımda karşımdaki adam gülümseyerek elini uzattı, uzattığım elimin üzerine elini koydu.

Uzay konuşmasına bana bakarak devam etti.

-"Bu güzeller güzeli kız da benim sevgilim."

Karşımdaki adam memnun bir şekilde başını salladığında gülerek konuşmaya başladı.

-"Çok memnun oldum kızım. Ben Toprak Uzay'ın dedesiyim."

Tebessüm ederek memnun olduğumu dile getirdim.

-"Çok memnun oldum efendim."

-"Toprak dede."

Tamam anlamında başımı salladım.

-"Çok memnun oldum Toprak dede."

Herkesin yüzünde gülümseme varken Gamze oldukça soğuktu. Uzay da hislerini dışa vurmamaya çalışıyordu. Meraktan ölüyordu şuan, biliyorum..

Uzay ile dedesinin yanındaki sandalyelere oturduktan sonra Mustafa abi ile göz göze geldik. Bana iyi olup olmadığımı sorar gözlerle bakıyordu, ona bakarak tebessüm ettiğimde o da gülümseyerek başını sallamış Cevdet amca ile muhabbetine geri dönmüştü.

-"Ee kızım nasılsın bakalım?"

Toprak dedenin sorusu ile daldığım düşüncelerden kurtuldum. Sahi nasıldım? Nasıl hissediyordum? İyi miydim? İyiysem iyi demek ne demekti, nasıldı?

-"Teşekkür ederim ıyiyim. Siz nasılsınız?"

Sizli hitap ettiğim için imalı bir bakış atmıştı, mahçup bir bakış attığımda gülerek konuşmaya başladı.

-"Çok iyiyim. Torunumun sevdiği kız ile tanıştım benden mutlusu olamaz."

Uzay ile göz göze geldiğimde öylece durmuş bana bakıyordu, neler olduğunu gözlerimden öğrenmek ister gibi..

Dedesinin Uzay'a bakarken içi titriyordu, o ân anladım ki Uzay'a karşı ayrı bir zaafı vardı dedesinin.

Bir süre Toprak dede ile sohbet ettik, Uzay sadece dinlemişti, sohbete katılmamıştı, şuan istediği tek şey benimle konuşmaktı biliyorum. Bende istiyordum, her şeyi anlatmak istiyordum, her şeyi.. En başından beri hissettiğim yaşadığım ne varsa hepsini anlatmak istiyordum. Ama yapamazdım.. Susmalıydım, en azından her şeyi yoluna koyana kadar..

Şuan ki suskunluğum ilerde ki çığlıklarımın habercisiydi.

Bir süre sonra Toprak dede, Uzay, Mustafa abi ve Cevdet amca ile sohbet etmeye başlamıştı. Onlar konuşmaya başlayınca diğer yanımda oturan Can' a döndüm.

-"Burada toplanacağınızı bilmiyordum."

-"Biz de bilmiyorduk. Gamze aradı, Uzay'ın dedesi geldi siz de gelin dedi biz de gelelim dedik. Toprak dedeyi uzun zamandır görmüyorduk."

Can'ın cümlesinden sonra Gamze ile göz göze geldim. Az önceki soğuk bakışları yerini fesat bakışlarına bırakmıştı, Uzay ile aramın soğuk olması âdeta mutlu etmişti onu. Ayrıca onun burda ne işi vardı?!

Can ile sohbetimize Ozanlar da katılmıştı, yokluğumda neler olduğunu anlatıyorlardı. Ellerimi masaya koyup dinlenmeye başladım, Uzay ile hafif sırt sırta oturuyorduk. Bir ân tuhaf bir şey oldu, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı.. Uzay elimi tutuyordu...

Arkası dönük olmasına rağmen uzanmış elimi tutmuştu, ne durumda olursak olalım, ne kadar kırgın, kızgın olursak olalım ellerimiz ayrılmayacaktı biliyorum. Elimin üzerindeki elini sımsıkı tuttuğumda derin bir nefes aldım. Işte benim huzurum..

Uzay elimi tuttuktan sonra Sema, Can ve Ozan rahatlamışçasına nefes alırken Gamze'nin bakışları eski soğukluğuna dönmüştü. Bir süre sonra Mustafa abi ve Toprak dede gitmek için ayağa kalktığında bizde kalktık.

-"Bende gideyim evlat. Nasıl olsa bir süre daha buradayım. Yine gelirim."

-"Burda kalsaydın baba."

Cevdet amca babasına burda kalması konusunda ısrar ederken Mustafa abi ve Uzay fısıldaşarak ilerlemeye başladılar.
Gözlerimi onlardan ayırmıyordum ki Toprak dedesinin seslenmesi üzerine bakışlarımı ona çevirdim.

-"Tanıştığıma çok memnun oldum kızım. Burda olduğum süre zarfında seni daha çok görmek isterim."

Tebessüm ederek başımı salladım.

-"Bende çok memnun oldum Toprak dede, elbette neden olmasın."

Toprak dede herkes ile vedalaştıktan sonra Cevdet amca onu geçirmek için eşlik etti. Uzay ve Mustafa abi çoktan çıkmıştı bahçeden. Masaya yöneldiğimizde Ozan koluma dokundu.

-"Mehir bir dakika gelir misin?"

Sesi ve bakışları çok tedirgindi. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

-"Noluyor Mehir? Günlerdir yoksun hatta yoksunuz. Bu gece olanlar neydi? Uzay ile kavga mı ettiniz? Neden uzak duruyorsunuz birbirinize karşı? Yoksa-"

Aklına ayrılık düşüncesini getirmişti.

-"Hayır yok öyle bir şey. Ayrılık söz konusu dahi değil. Sadece biraz yorgunuz."

Tek kaşını kaldırarak bakmıştı.

-"Sadece yorgunluktan öyle mi?"

Başımı sallayıp yorgun sesim ile konuşmaya başladım.

-"Yaşananlar sıcağı sıcağına tam etkilemedi sanırım şimdi çıkıyor yorgunluğu."

-"Sen yorulmazdın, bir şey mi oldu? Bak eğer yapabileceğim bir şey ise?"

Yorgun bir tebessüm ettim.

-"İnsan aşık olduğu adamı kaybedecek noktaya gelince yoruluyormuş."

Ozan bana tedirgin gözlerle bakarken Cevdet amca ve Uzay bahçenin giriş kapısında durmuş konuşmaya başlamıştı. Uzay babasıyla konuşurken bile gözleri gözlerimdeydi. Dolan gözlerim ile gözlerine baktım ve Ozan'a döndüm.

-"Onu çok seviyorum Ozan kaybetmek istemiyorum."

Kendimi tutamamış ağlamaya başlamıştım. Beni kendine çekip sarıldığında bir yandan gözyaşlarımı durdurmaya çalışıyor bir yandan da konuşuyordum.

-"O benim her şeyim. Bu hayatta ait olduğum tek yer onun yanı. Olmaz Ozan, onsuz olmaz."

Sırtımı sıralayarak sakinleştirmeye çalışıyordu.

-"Seni tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyor Mehir. Birbirinizi kaybetmeyeceksiniz, korkma. Siz bu hayatta gördüğüm en güçlü iki insansınız."

Başımı kaldırdığım ân Uzay'ın bize doğru endişeli bir şekilde yürüdüğünü gördüm. Hemen gözlerimi silip sesimi düzelttim.

-"Mehir noldu? İyi misin?"

Ozan elini Uzay'ın omzuna atarak sakinleştirmeye çalıştı.

-"Dolmuş biraz, merak etme korkulacak bir şey yok."

Ozan yanımızdan ayrılırken Uzay meraklı gözlerle gözlerime bakıyordu.

-"Iyiyim, birden sinirlerim boşaldı herhalde."

Uzay cevabımdan tatmin olmamıştı. Şuan ki halim her şeyi ele veriyordu.

-"Uzay, abi biz de gidelim artık. Yarın görüşürüz."

Ozan ve Can Uzay'a seslendiğinde Uzay başını sallamıştı. Dakikalar sonra bahçede sadece ikimiz vardık.

Bir süre sonra kendimi toparlamıştım. Uzay ile yan yana sandalyeleri oturmuştuk o dalgın bir şekilde karşıyı izlerken ben onu izliyordum.

Içinde verdiği savaşa yenik düş konuşmaya başlamıştı.

-"Bana yalan söyledin."

Sesindeki kırgınlığın altında kalmıştım âdeta.
Ne diyeceğimi bilmiyordum..

-"Uzay ben-"

-"Yaşadıkların hiç kolay şeyler değil biliyorum ama neden Mehir, neden bana yalan söyledin?"

Başını çevirip gözlerimin içine baktı. Gözleri doğruyu söyle diye yalvarıyordu.

Bir an doğruyu söyleyecektim ki o adam ile konuştuklarımız geldi aklıma, sonra beni kaçırdıklarında söyledikleri.. Derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim.

-"Bir an öyle gelişti."

-"Ne?"

Hayal kırıklığı taze yarasını kanatıyordu sanki. Gözlerindeki kırgınlık, tedirginlik git gide büyümüştü.

-"Yine yalan söyledin."

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

-"Uzay ben-"

Gözlerini açıp tekrar gözlerime baktı.

-"O adama gittin dimi?"

Anlamıştı..Ama hayır, belli etmemeliydim.

-"Hangi adama?"

Olabildiğince inkar etmeliydim. Gittiğimi bilmemeliydi.

-"Dedene! Ona gittin değil mi?"

Sesimi düzeltip inkar etmeye devam ettim.

-"Hayır Uzay tabi ki gitmedim. Gerçekten gitmedim."

Bir süre daha inkar ettikten o adamın konusunu kapatmıştı. Bir süre sessiz bir şekilde oturduk. Bu sefer merakına yenik düşen ben olmuştum.

-"Geldiğim de Gamze ile konuşuyordun?"

-"Evet."

Ne olduğunu açık açık sormamı bekler gibi hiçbir şey denemişti. Tedirgin biraz da çekingen bir şekilde yüzüne bakıyordum.

-"Ne konuşuyordunuz?"

-"Hiç, öyle havadan sudan."

-"Ne zamandır Gamze ile havayı, suyu konuşuyorsunuz?"

Başını kaldırıp şaşkın bir ifade ile yüzüme baktığında o an o cümle karşısında bende kendime kızmıştım.

-"Ben, özür dilerim öyle demek istemedim."

Bir şey demeden yüzüme bakıyordu. Gerçekten çok kötü hissediyordum, çok. Sandalyenin kenarına astığım çantamı alıp ayağa kalktım.

-"Bende gitsem iyi olacak iyice saçmaladım."

Tam gidiyordum ki Uzay beni, kolumdan tutup kendine doğru çekti ve dudaklarımızı kavuşturdu.

Ah nasıl özlemiştim onu, nasıl hasrettim..

-"Benden sakladığın şey her ne ise bulacağım."

Dudaklarıma doğru fısıldadığında az önceki ânın yarattığı etki ile bir şey diyememiştim.

Elimden tutup yürümeye başladığında hipnoz olmuş gibiydim. Dakikalar sonra Uzay'ın arabasındaydık. Arabayı çalıştırıp bana baktı.

-"Taksiyle mi gittin?"

Bir an dalgınlığıma yenik düştüm.

-"Nereye?"

Uzay bana imalı bir şekilde bakıyordu.

-"Bugün gittiğin yere, yalan söylediğin yere."

-"Evet, taksiyle gittim."

Hâlâ kızgındı bana ve doğruyu söylemeden de geçmeyecekti.

Arabaya sessizlik hakim olduktan sonra yorgunluğumu hissetmeye başlamıştım.
Yarın yeni bir yine başlayacaktık, bize verilen yeni bir şans bakalım bir çıkış yolu gösterecek mi..

Evin önünde durduğumuzda istemeye istemeye indim arabadan. Ondan ayrılmak istemiyordum, her saniye yanında olmak istiyordum. Yanına gidip gözlerinin içine baktım ve sımsıkı sarıldım.

-"Seni çok seviyorum Uzay bunu sakın unutma."

Elleri belimi sımsıkı sardığında evrenden soyutlanmıştık..

-"Seni çok seviyorum Mehir, seni asla bırakmayacağım, ne olursa olsun."

Ayrılıp dolu gözlerim ile gözlerine baktım ve dudaklarına bir öpücük kondurup yanından ayrıldım.
Eve girdiğimde hiçbir yerin ışığı yanmıyordu büyük ihtimalle uyumuşlardı. Sessiz bir şekilde odama çıkıp hemen üzerimi değiştirdim ve yatağıma uzandım. Beynim ve gözlerim uyumam için yalvarıyordu.

Başımı tavana çevirip bugün yaşananların düşündüm, Uzay'ın geçen arabadaki halini, cd'leri, kaçırılmamı, Uzay'ın kazasını..

Altında kaldığım düşünceler gözlerimi kapatıyordu yavaş yavaş, uyku ben içine çekiyordu. Buna daha fazla direnmedim ve gözlerimi kapattım.

-"Savaş bey, dediğiniz gibi Mehir hanımı takip ettik. Şimdi kalabalık bir masada oturuyor.
- Tamam efendim."

Adamlardan biri Mehir'in bulunduğu ortamın ve insanların fotoğrafını çekip Savaş'a gönderdi.

Savaş, fotoğrafı görür görmez dikkatini çeken tek bir detay vardı; Toprak Kara..
Ezeli düşmanı bugün yanına gelen genç kızın yanında oturuyordu. Sinirle telefonu yere fırlattı. Çekmecesini açıp Uzay'ın ve Mehir'in fotoğrafını eline aldı. Önce parçalanan telefona sonra fotoğrafa baktı.

-"Bana oyun oynadın küçük kız..Bu savaşı ben değil sen başlattın. Sizi öyle bir ayıracağım ki seni öldürmem için yalvaracaksın bana."

Fotoğrafı buruşturup yere attıktan sonra masanın üzerinde ki diğer telefonunu aldı.

-"Tamay! Hemen odama gel."

Saniyeler içinde Tamay odaya geldiğinde Savaş ellerini cebine koymuş dışarıyı izliyordu.

-"Yarından itibaren gerçek hayata dönüyorsun. Mehir'in ve senin buluştuğun güne ait fotoğraflar bu gece Uzay'ın telefonunda olacak ve sen de yanlarında olacaksın."

Tamay şaşkın bir şekilde karşısındaki adamı iziyordu. Cd'lerden haberi olsa böyle sakin kalmazdı diye düşünüyordu.

-"Yarın onların yanındayken bana haber edeceksin bende o ân göndereceğim fotoğrafı. Ardından-"

Arkasına dönüp sert ifadesi ile Tamay'ın yüzüne baktı.

-"Uzay senden hesap sormak isteyecektir. Onu, sana vereceğim adresteki depoya çağıracaksın."

Tamay merakına yenik düşüp neden olduğunu sorduğunda Savaş bilmiş bir eda ile tebessüm etti.

-"Orası planın gizli ve en güzel kısmı, büyüsü bozulsun istemiyorum."

Kapı çaldığında Tamay çıkmış, adamlardan biri gelmişti.

Savaş, her zaman ki emredici sert sesi ile yapacaklarını anlatmaya başladı.

-"Ne yapacağını anladın değil mi? Tamay ve o delikanlıyla konuşmaya başladığında Tamay' ı vuracak, delikanlıyı bayıltacaksın ve silahı onun eline yerleştireceksin. Sonra da polisi arayacaksın, ordan geçen biriymiş gibi ihbar edeceksin. Tamay ÖLMEYECEK!

Adam başını salladı.

-"Tamam efendim."

Adam odadan çıktıktan sonra Savaş Akan arkasına yaslandı ve planın geri kalanını düşünmeye başladı.
Başlıyordu ışte, kaderlerini o birleştirmişti, o silecekti. O bir araya getirmişti ve o ayıracaktı.

Toprak'ın onun hayatını mahvettiği gibi o da onun en büyük zaafının, torununun hayatını mahvedecekti.

Uzay ve Mehir gözlerini açar açmaz bir intikam ateşinin ortasına düşmüşlerdi, düştükleri ateş onları şimdi tutuşturuyordu.

Gördüğüm kabusun etkisi ile sıçradığımda kendime gelmeye, kabusu unutmaya çalışıyordum.

Rüyamda Uzay'a benim ve Tamay'ın mecburu buluşmamıza ait bir fotoğraf gösteriliyordu bunun üzerine Uzay sinirle Tamay'ın yanına gidiyordu. Ikisi birbirini görür görmez Tamay silah çekiyor Uzay'ı vuruyordu..Bense bağırmaya çalışıyordum fakat bağıramıyordum..

Banyoya gidip yüzümü yıkadım, gördüklerimi unutmaya çalışıyordum. Odama girdiğimde hava almak için balkona çıktım. Derin derin nefes alarak soğuğu hissettim. Bulutlar Ay'ın önünü kapatırken o aydınlatmaktan vazgeçmiyordu.

Ânlık bir his ile içeriye girip telefonumu aldım ve tekrar dışarıya çıktım. Mesaj uygulamasına girdim ve Uzay'a mesaj attım.

KİME: UZAY
Sevgilim yarın sabah erkenden buluşalım, sana her şeyi anlatacağım, her şeyi.. Seni çok seviyorum ve kaybetmek istemiyorum.

Dolan gözlerimi silerek soğuk havayı içime çekmeye devam ettim. Saniyeler içinde telefonum titredi, Uzay'dan mesaj gelmişti, anlaşılan tek kaçan uyku benim ki değildi.

KIMDEN: UZAY
2 saat sonra kapındayım. Seni çok seviyorum, seni kaybetmeyeceğim, beni kaybetmeyeceksin. Hadi uyu, rüyalarında bizi göreceksin ve teşekkür ederim, doğruları söyleyeceğin için.

Saate baktığımda 03:57 olduğunu gördüm. Gerçekten de çok erken bir saatte buluşacaktık ve böylesi bizim için daha iyiydi.

Her şeyi anlatacak olmanın verdiği huzur ile yatağıma uzandım ve düşünmeye başladım, düşünürken kaçan uykum geri gelirdi belki.

Uzay ile tanıştığımızda ikimizde birer çocuktuk âdeta. Ne yapacağını bilmeyen, heyecanlı iki çocuk. Zaman geçtikçe aşkımız büyüttü bizi, gözleri beni hayata döndürdü. Zaman bize her şeyi bana bırakın, ben size sizi tanıtacağım dedi ve öyle de oldu. Zaman geçtikçe Uzay'ın cesaretini, kararlılığını, inatçılığını tanıdım. İlk günkü çocuk şimdi gözümde, kalbimde sonsuz bir evrendi. Sonsuz bir güzelliği ve gücü vardı. Ruhumun karanlığında kaybolan küçük kız onun sayesinde yolunu bulmaya başlamıştı, oluyordu ışte aydınlığa kavuşuyordu. Yaşananlara, gerçeklere rağmen aydınlığa kavuşmanın umudunu hâlâ taşıyorum içimde. Çünkü biliyorum bir yerlerde aydınlık vardı, Uzay'ın ve benim ruhum orada bizi bekliyordu biliyorum.
Güneş doğar ve batardı bu böyleydi, kötülük ve iyilik vardı. Her durumun bir zıtlığı vardı; yaşamın bile.
Hayat, nefes aldığın süreçtir, yaşam ise ruhunu hissederek aldığın nefestir. Ikisi de nefesi barındırırken temelinde biri sadece süreç diğeri ise sonsuzluktur. Nefes aldığı her an yaşadığını hissedemez belki insan ama ruhunun nefes aldığını hissettiği her an yaşadığını hisseder insan.
Ruhunun varlığına inanmak istediğin an yaşadıklarını düşün, bu âna kadar hep o vardı, her ânındaydı. Anne karnına düştüğün andan itibaren senin içinde yaşamaya başladı ve sen gerçek kendini keşfetmeye başladığın ân, ruhun kendisini sana karşı tanıttı ve bir daha hiç senden ayrılmadı.
Ben vardım ve nefes alıyordum, Uzay vardı ve nefes alıyordu, sen varsın ve nefes alıyorsun..Nefes aldığın her ân aydınlığın sonsuz gücüne inan, çünkü her karanlık aslında bir aydınlıktır..

Onları doğum birleştirmişti ve ölüm ayıracaktı. Bedenleri ayrı düşse bile ruhları sonsuza kadar birlikte olacaktı. Onları ayıran bu evrene inat, yeni bir evren yaratacaklardı kendilerine..🌙

Seguir leyendo

También te gustarán

Peyda Por Herkes Yalan

Novela Juvenil

930K 64.7K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
137K 4.9K 32
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...
2M 120K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
189K 9.3K 20
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?