RUHUMUN GÜNAHI

By Buketderler8

18.9K 11.6K 3K

Hiç, sebepsiz yere, ansızın kalbinizin sıkıştığı oluyor mu? Güneş'in altında karanlık üzerinize çullanıyor mu... More

1.BÖLÜM: Kaçış..
2.BÖLÜM: Karanlığına Hoşgeldin..
3.BÖLÜM: Değişim..
4.BÖLÜM: Kırmızı..
5.BÖLÜM: Yara..
6.BÖLÜM: Yarın Yok Gibi..
7.BÖLÜM: Kaybet Beni..
8.BÖLÜM: Merhaba..
9.BÖLÜM: Nefes..
10.BÖLÜM: Karanlık Oyun..
11.BÖLÜM: Elveda..
12.BÖLÜM: Neredesin..
13.BÖLÜM: Zehir..
14.BÖLÜM: Gurur..
15.BÖLÜM: Güneş ve Ay..
16.BÖLÜM: Kar..
18.BÖLÜM: Başlıyoruz..
19.BÖLÜM: Kaderin Oyunu..
KARAKTER TANITIMI
20.BÖLÜM: Bul Beni..
21.BÖLÜM: Paramparça..
22.BÖLÜM: Gölge..
23.BÖLÜM: Ateş Sensin...
24.BÖLÜM: Oyun Bitti.
25.BÖLÜM: Söz Vermiştin..
26.BÖLÜM: Yarattığın Karanlık..
27.BÖLÜM: Üç Dakika.
28.BÖLÜM: Umut Dolu Sesleniş..
29.BÖLÜM: Senin İçin..
30.BÖLÜM: Mehir..
31.BÖLÜM: 27 Haziran.
32.BÖLÜM: Dayan Nefesim.
33.BÖLÜM: Geçmişin Karanlığı.
34.BÖLÜM: Aşkın Gücü..
35.BÖLÜM: NİŞAN..
36.BÖLÜM: Büyük Oyun.
37.BÖLÜM: Yabancı.
I.Kitap Finali: GÜNAHKÂR VE MASUM.
II.KİTAP TANITIM
40.BÖLÜM: Yalan Kapanı.
41.BÖLÜM: Kâbus.
42.BÖLÜM: Mucizeye Kaçış.
43.BÖLÜM: Güneş ve Uzay.
44.BÖLÜM: Tehlikenin Kanı.
45.BÖLÜM: Nefretin Gözleri.
46.BÖLÜM: En Güzel Dilek..
47.BÖLÜM: Merhaba Ve Güle Güle.
48.BÖLÜM: Doğum Ve Ölüm.

17.BÖLÜM: Kimsin Sen?

485 312 37
By Buketderler8

(Uzun bir bölüm ile geri döndüm. Karanlık bir yere geçelim ve öyle okuyalım ^^)

Her yeni nefeste hayat yaşamamız için yeni bir şans veriyordu bizlere, oysa şuan aldığım her nefes neden benim göğsümü sıkıştırıyordu? Yeni bir şans neden insanın göğsünü sıkıştırır, canını acıtır ki?
Sanki aldığım her nefes yaşamak için değil de mücadele etmem için giriyordu göğsüme. O zaman da yaşıyor olmayacak mıyım diye düşünüyorum ama hayır, olmayacağım. Her nefes yaşatmıyor. Öyle nefesler var ki hayatına son veren, sen yeni bir şans diye içine çekerken o senin sonun oluyor. Ne acı! Sanırım hayatın bana çok güvenme dediği nokta burası.

Hayat denen bu deneyim intikamların alınması için mi devam ediyor? Yoksa elbet bir gün intikamlar bitecek aydınlık günlere kavuşacak mıyız diye bütün bu yaşananlar? Peki ya insan kötü bir durum yaşamadan bilmez mi hayatın, canının değerini? Hiç sanmıyorum.

Öyle ânlar oluyor ki tamam, ben bittim, yolun sonu bu diyorsun ve duruyorsun. Ne devam ediyorsun, ne geri dönüyorsun. Oysa bir adım atsan belki yolun sonu sandığın başına denk geleceksin. Belki de yürümekten korktuğun için o yolu sonun sanıyorsun.

Yürümekten korkma, korkularına karşı saklanma aksine onların üzerine git. Onlar senden daha güçlü değiller, onları kendi içlerinde güçlü yapan şey sensin, sen korkularından kaçtıkça kendilerini senin ruhundan üstün görecekler ve peşini bırakmayacaklar. Ama bir adım atıp üzerlerine gidersen yok olacaklar, belki izler bırakacaklar sana ama sahip olduğun ruhu hissettiğin sürece hiçbir iz acıtmayacak, yürümekten korktuğun o yollardan gözyaşlarını silerek geçeceksin.

Ve günün birinde derin bir nefes alarak gökyüzüne bakacaksın. İyi ki diyeceksin.. İyi ki korkularımın arkasına saklanmamışım ve o yollardan yürümüşüm.

Ve bir şey itiraf edeyim mi küçük kız? O ân aldığın nefesi asla unutamayacaksın, o ruhunun en güzel izi olarak kalacak..

Derin bir nefes alarak içimi döktüğüm kağıdı katladım ve çantama koydum. Kendime gelmek için banyoya gidip yüzümü yıkadım. Hiç uyumamış sabaha kadar koltukta oturmuş düşünmüştüm. Aldığım notları, telefonları, yaşananları.
Bir yerlerde birileri bizimle uğraşıyordu ama neden?

Göğsümü tutarak camın önündeki koltuğa geri oturduğumda saate bakmak için telefonumu aldığımda mesaj geldiğini gördüm oysa sesini duymamıştım. Mesaja tıklamadan önce numaraya baktığımda Tamay'ın gece bana ulaştığı numara olduğunu farkettim. Sinirle mesaja tıkladım.

KİMDEN: 05*******91
Mehir lütfen bugün gel. Çok az zamanımız kaldı. Ben bilmiyordum özür dilerim.

Neyden bahsediyordu bu? Neden durup dururken özür diliyordu? Neyi bilmiyordu?
Telefonu kapatıp masaya koyduğumda Gamze'nin ve Sema'nın yanına gittim ve seslendim.

-"Kızlar, hadi uyanın!"

Sema'nın koluna dokunduğum anda kalkmış uykulu gözlerle bana bakıyordu.

-"Sema ben iyi hissetmiyorum. Uzay'a haber verelim de gidelim."

Sema yataktan kalkıp yüzünü ovuşturdu, dikkatli gözlerle bana bakarak elini alnıma koydu.

-"Hasta mı oldun? Biraz ateşin var sanki. Uzay'a seslenelim de bir hastaneye gidelim."

Sema tam telefonu alıyordu ki kolunu tuttum.

-"Hastane olmaz. Hastalık olarak değil burada kendimi güvende hissetmiyorum. Evimize dönelim."

Sema acıyan gözlerle bana bakarak sımsıkı sarıldı.

-"Tamam canım. Gidelim. Ben Gamze'yi uyandırayım. Sen Uzay'a seslen."

Tamam anlamında başımı sallayıp odadan çıktım. Hemen yan odamızın kapısını çaldım. Daha ilk çalışımda Uzay'ın sesi duydum.

-"Kim o?"

-"Sevgilim."

Uzay kapıyı açtığında beni tedirgin gözleri karşıladı. Bana doğru bir adım atıp ellerimi tuttu

-"Sevgilim iyi misin? Bir şey mi oldu?"

Tebessüm ederek sakinleştirmeye çalıştım.

-"Ben kendimi iyi hissetmiyorum. Eve dönsek olur mu? Hemen şimdi, şuan."

Uzay'ın bakışlarını sorgular bir ifade aldığında sorgulamaması için içimden dua ediyordum.

-"Mehir bir şey olmadığına emin misin? Durup dururken neden gidiyoruz?"

-"Bir şey olmadı. Sadece gitmek istiyorum."

Uzay doğruyu söyle der gibi bakarken gözlerinin içine bakmamaya çalışıyordum. Bakarsam bir şey olduğunu anlardı gerçi şuan bile bir şey olduğunu anlamıştı üstüme gelmemek için sormuyordu, ama bunun eve dönüşü olduğunu biliyordum. Elbet sorgulayacaktı.

-"Uzay, noluyor abi?"

Ozan gözlerini kaşıyarak yanımıza geldiğinde bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordum.

-"Günaydın."

Gülümsemeye çalışarak Ozan'a baktığımda uykulu gözleri ile bir bana bir Uzay'a bakıyordu.

-"Mehir, sabahın köründe ne işin var? İçerde hiç kız yok yemin ederim. Eğer ona bakmaya geldiysen."

Ozan gülerek kapıya yaslandığında Uzay sert ve tok sesi ile gözlerime bakarak konuşmaya başladı.

-"Gidiyoruz. Hadi hazırlan."

Ozan afallamış bir şekilde Uzay'a bakarken Uzay'ın yüzündeki ifadeyi daha önce hiç görmemiştim.
Çok sert bakıyordu, çok..

-"10 dakika sonra burada, kapının önünde buluşur aşağıya ineriz."

Tamam anlamında başımı salladım ve yanından ayrıldım. Odaya giderken arkamdan baktığını hissedebiliyordum. Kapıyı açtığımda girerken başımı çevirdiğimde hâlâ bana baktığını gördüm. Ben kapıyı kapatır kapatmaz onun da kapısının kapanma sesi gelmişti.

İşte bu seni seviyorum demekti. Bana şuan çok kızgındı, hatta belki de kırgın. Ama ona rağmen içeriye girmemi beklemiş sonra o girmişti. Bu hareketi ile her zaman diyordu, her zaman nerede, nasıl olursak olalım seni koruyacağım, seveceğim..

Odaya girdiğimde Gamze saçlarını tarıyor, Sema yatakları topluyordu.

-"Mehir iyi misin? Noldu anlat bakalım? Neden gidiyoruz?"

Gamze imalı bir şekilde bana bakarken gözlerimi kaçırarak cevap verdim.

-"Kendimi iyi hissetmiyorum. Hem pazartesi sınavlar başlıyor. Bugünden gidersek çalışmak için 2 günümüz olur."

Gamze ve Sema inanamayan gözlerle bana bakıyordu. Ikisi de aynı anda aynı soruyu sorduğunda bu sefer ben onlara şaşıran gözlerle bakıyordum.

-"Sınavlar için yani?"

Ikisine karşı başımı salladığımda valizimden siyah taytımı ve beyaz kazağımı alıp banyoya gittim.

Saniyeler içinde giyinip dişlerimi fırcaladım, saçlarımı taradım ve çıktım.

-"Ne çabuk hazırlandın?"

Sema bana şaşkın gözlerle bakarken valizimi kapatıyordum.

-"Hadi hazırsanız çıkalım."

Ikisi de aynı anda valizlerini alıp kapıya yöneldiklerinde bende arkalarındaydım.

Dışarıya çıktığımızda Uzaylar bizi bekliyordu. Gamze ve Sema, Ozan ve Can ile konuşurken biz Uzay ile hiç konuşmamıştık. Resepsiyona geldiğimizde Uzay'ın telefonu çalmıştı. Uzay telefonu çıkartıp Ozan'a döndü.

-"Buna bakmam gerekiyor. Çıkış işlemlerini sen hallet."

Ozan tamam anlamında başını salladığında çıkış işlemlerini halletmeye başlamıştı. Uzay yanımızdan uzaklaşıp telefonu açtı. Normalde merak etmezdim ama bu sefer farklıydı..

Sessizce arkadasından gidip kiminle konuştuğunu anlamaya çalıştım. Şuan yaptığım şey çok ayıp ve utanç vericiydi ama merak ışte insanı yiyip bitiriyor. Ben en ufak telefon görüşmesini bile bu kadar merak ediyorken Uzay'ın şuan verdiğim kararı merak etmesine şaşırmıyordum aksine hak veriyordum.
Arkasında durduğumda sesini az da olsa duyuyordum.

-"Evet bugün geliyoruz. 10 da orda oluruz.
Sen bir şey bulabildin mi?"

Ufak bir sessizlikten sonra sıkıntılı bir şekilde ellerini saçlarına götürdü.

-"Emin misin Mustafa abi? Organ mafyası değil yani öyle mi? Şu sevindiğimiz habere bak. Of!
Peki kimmiş?
Tamam gelince konuşuruz."

Uzay telefonu kapatır kapatmaz arkasını döndüğünde beni görünce kaşlarını çattı.

-"Sen beni mi dinliyordun?"

-"Hayır. Ozan işlemleri halletti de onu söylemek için gelmiştim."

Uzay tek kaşını kaldırarak baktığında tebessüm etmeye çalışarak yanından ayrılıyordum ki kolumdan tuttu, beni kendine doğru çekip ellerini belime koydu. Nefesini nefesimde hissettiğimde kalp atışım artmış, yüzüm yanmaya başlamıştı.

-"Uzak durma..Dayanamıyorum."

Fısıldayarak konuştuğunda gözlerimin dolmasına engel olamamıştım.
Başımı boynuna koyup sımsıkı sarıldığımda zamanın durmasını o kadar çok istemiştim ki..

-"Uzay, hadi gidiyoruz."

Ozanlar yanımıza geldiğinde ayrılıp çantalarımızı aldık. Beraber arabaların olduğu yere geldiğinde ilk önce Ozanlara yerleşmeleri konusunda yardımcı olduk. Onlar arabaya bindiklerinde bizde Uzay'ın arabasına gelmiştik. Uzay elimdeki valizi alıp bagajı açtığında bende ön koltuğa oturmak için kapıyı açtığımda koltuğun üzerinde bir kağıt buldum. Hızla kağıdı alıp cebime koydum.

Uzay saniyeler sonra şöför koltuğuna oturduğunda hareket etmiştik. Bir kaç dakika hiç konuşmamıştık. Sonra sessizliği bozan Uzay olmuştu.

-"Evet anlat bakalım. Noluyor?"

Gözlerimi dışardan ayırmadan konuşmaya başladım.

-"Bir şey olmadı. Pazartesi sınavlar başlıyor, benim yüzümden çalışmamazlık yapmayın dedim."

-"Sınavlar için yani?"

Uzay imalı bir sesle konuşurken başımı sallamakla yetinmiştim.

-"Peki cebinde sakladığın şey ne?"

Tedirgin gözlerle Uzay'a bakarken avucumda sıktığım kağıdı hemen bacağımın altına koydum.
Ellerimi açarak havaya kaldırdım.

-"Bir şey yok sevgilim. Bak."

-"Dediğin gibi olsun bakalım."

Tebessüm ederek inandırmaya çalışsam da pek başarılı olduğumu düşünmüyordum.
Sema aramızın gergin olduğunu farkettiği için Ozanlar ile gitmek istedi, sizin konuşacaklarınız vardır dedi. Vardı, hemde çok vardı, ama nerden başlayacaktım, nasıl anlatacaktım ki yapamazdım...
Sıkıntılı bir şekilde uzanıp radyonun tuşuna bastım.
Bursa'dan çıktığımızı gösteren tabelayı gördüğümde yaklaştığımızı anlamıştım.

Biraz hava almak için camı açtım. Çok güzel rüzgar esiyordu ve bu beni üşütmüyordu.
Başımı camdan çıkardığımda işte dedim, hayat bu.
Ormanlık bir yola girdiğimizde başımı kaldırıp gökyüzüne merdiven dayayan yeşil ve kahverengi renk şölenini izlemeye başladım. Ağaçlar âdeta ağlıyormuşçasına döküyordu yapraklarını. Elimi camdan çıkardığımda ağaçtan düşen kahverengi bir yaprak anında elime değdi fakat yere düşmedi aksine daha çok havaya savruldu. Rüzgarla savaşıyordu sanki.

Rüzgar onu zorlamak ister gibi daha sert esiyordu sanki. Yaprak ise ona karşı geliyor kendi istediği yere uçuyordu.
Ön tarafa savrulduğunda arkama yaslandım ve rüzgar ile savaşan, asla görünürden kaybolmayan yaprağı izlemeye başladım.

-"Şu yaprağa baksana. Dakikalardır bizimle geliyor."

Uzay'ın sesi ile bir an daldığımı anladım.
Yaprağa bakarak başımı salladım.

-"Evet öyle. "

-"Rüzgar onu çok yıpratıyor. Kendini ona teslim etse belki bu kadar yıpranmazdı."

Pes etsin, rüzgar ile savaşmayı bıraksın diyordu..
Zar zor yutkunduğumda üşüdüğümü hissettim.
Dolan gözlerim ile yaprağı izlerken birden rüzgarın dindiğini hissettim.
Psikolojik olup olmadığını anlamak için elimi camdan dışarıya çıkardım ve evet, rüzgar dinmişti.

-"Yaprak kazandı. Rüzgar durdu."

Uzay'a baktığımda bir yola bir de hâlâ havada süzülen yaprağa bakıyordu.

-"Hâlâ düşmedi. Gerçekten çok güçlü bir yaprakmış."

-"Evet, çok güçlü. "

Yaprağın rüzgar ile verdiği savaşta galip gelmesi içimi rahatlamıştı, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Tam camı biraz kapatacaktım ki yaprak süzüldü, süzüldü camdan içeriye girip kucağıma düştü.

-"Uzay gördün mü?!"

Şaşırmış gözlerle Uzay'a baktığımda Uzay bir bana bir kucağımdaki yaprağa bakıyordu.

-"Mucize resmen."

Şaşkınlıktan konuşamıyordum. Kucağımdaki yaprağı yavaşça elime aldığımda parmaklarım ile çok hafif dokunmaya başladım.

Savaşmaktan vazgeçme diyorsun değil mi? Bak ben kazandım, sen de kazan diyorsun..
Ben de senin yaptığını yapacağım mucize yaprak, hiçbir rüzgara teslim olmayacağım, pes etmeyeceğim..

Yaprağa bakarak iç sesim ile konuştuktan sonra kendimi daha güçlü hissediyordum.
Elimde tuttuğum kahverenginin, kızılın ve yeşilin hakim olduğu yaprağa baktıkça bakasım geliyordu..

-"Torpidoda bir dosya olması gerekiyor. Içindeki kağıtları çıkar yaprağı o dosyanın içine koy istersen, zarar görmesin. "

Başımı sallayarak dediği dosyayı çıkardım. Kağıtları geri yerine bırakıp dosyanın içine yaprağı koydum.
Dosyayı arka koltukta duran çantama koyup önüme döndüm, arkama yaslanıp tekrar çıkan rüzgarın yüzüme vurmasına izin verirken radyoda çalan şarkıya kulak vermek istedim.

"Tereddütlerin karanlıkta parlıyor,
Gitsen yine iyi, kaçıyorsun."

Hayır Mehir, bu şarkıyı üzerine alınma hayır! Kaçtığın yok!
Şuan tam anlamıyla kendimi kandırıyordum. Kaçıyordum. Uzay'dan, gerçeklerden, yaşanacaklardan, her şeyden kaçıyordum..

Sanırım uzun zaman sonra bir şarkıya eşlik etmemiştik bu gerçekten dokunmuştu. Dolu gözlerle bakışlarımı Uzay'a çevirdim.

-"Seni çok seviyorum Uzay."

Uzay gözünü yoldan ayırmadan elini uzatıp elimi tuttu ve öptü.

-"Seni çok seviyorum Mehir."

Ona doğru kayıp başımı omzuna koydum ve kokusunu içime çektim.
Kokusunun verdiği huzur ile uykusuz gözlerim teslim olmuştu.

Yavaş yavaş gözlerimi açtığımda Uzay'ın yanımda olmadığını gördüm. Etrafa daha dikkatli bakınca bir benzin istasyonunda olduğumuzu anladım. Camdan dışarıya baktığımda Uzay az ileride telefon görüşmesi yapıyordu. Üzerimi montu ile örtmüştü. Montunu katlayıp arkaya koydum ve hava almak için kapıyı açtım. O ân arabaya bindikten sonra bacağımın altına sıkıştırdığım kağıt aklıma geldi.

Elimi bacağımın altına götürdüğümde kağıt orada yoktu. Dışarıya çıkıp koltuğun altı dahil her yere baktım fakat yoktu.

-"Mehir!"

Uzay'ın sesi ile anlık bir korku ile arkama döndüm.

-"Sevgilim neden sessiz geliyorsun? Korkuttun beni!"

İmalı gözlerle bakarken elini belime koydu.

-"Bir şey mi arıyorsun sevgilim?"

Gözlerimi kaçırarak başımı salladım.

-"Hayır sevgilim. Hava almak için çıkayım dedim."

-"Kağıdı aradığını biliyorum. Bende. Üzerini örterken düştü. Bu not yüzünden mi geri dönmek istedin?"

Gözlerine bakarak elini tuttum.

-"Hayır sevgilim. Gerçekten o yüzden değil. Hem o kağıdı da arabaya binerken gördüm ama okumadım. Ne yazıyor? "

Uzay yanağıma bir öpücük kondurup beni koltuğa oturttu.

-"Hiçbir şey. Hadi gidiyoruz."

Benim bir şey dememi beklemeden kapıyı kapattı ve yerine oturup arabayı çalıştırdı.

-"Bana ne yazdığını söylemeyecek misin?"

Hayır anlamında başını salladığında o kağıdı bir süre yanında taşıyacağından emindim. Bir şekilde onu okumam gerekiyordu.

Yaklaşık 1 saat sonra evin önünde durduğumuzda Uzay emniyet kemerini çıkarıp bana döndü.

-"Seni her yeni saatte görmeye alışmışken bir süre görememek çok zor olacak."

Elimi yanağına koyup sakallarında gezdirmeye başladım.

-"En geç yarın sabah görmüş olacaksın da şuan görüşmemizden daha önemli bir konu var."

Uzay meraklı gözlerle bana bakıyordu.

-"Nedir o?"

-"Uzamaya başlayan sakalların."

Cümlem biter bitmez başını kaldırıp aynaya baktı ve elini sakallarına götürdü.

-"Rahatsız mı oluyorsun? Keseyim hemen."

Hemen başımı salladım.

-"Aksine! Sakallarını çok seviyorum. Ama tabi sen nasıl rahat ediyorsan öyle kullan."

-"Sen nasıl istiyorsan ben öyle kullanırım."

Gülerek gözlerinin içine baktım.

-"Bu kadar da hanımcı olunmaz ama."

-"Biz ona hanımcı değil de aşık olduğu kadına çok değer veriyor desek."

Gülerek başımı salladım.

-"Tamam öyle diyelim hanımcı!"

-"Bak ya!"

Ikimiz de güldüğümüz sırada birden dudakları dudaklarım ile buluştu.

Ayrılıp gözlerime baktığında ben şaşkın bir yüz ifadesi ile ona bakıyordum.

-"Noldu sevgilim? Benimle dalga geçiyordun az önce."

Tek kaşımı kaldırarak baktığımda imalı bir şekilde gülümsüyordu.

-"Dalga geçtim diye mi öptün?"

Evet der gibi başını salladığında çocuk gibi alınmıştım. Sinirle arka koltukta duran kol çantamı ve montumu alıp arabadan indim. Uzay da benimle indiğinde bagajı açıyordum.
Valizimi çıkarttığında nolduğunu sorar gözlerle bakıyordu.

Tam yanından gidiyordum ki kolumdan tutup kendine çekti.

-"Noldu birden?"

Yüzüne bakmadan konuşmaya çalışıyordum.

-"Bir şey olmadı. Dalga geçtiğim için öpmüşsün, ne olabilir ki?!"

Uzay ufak bir kahkaha atıp beni kendine doğru çekti ve sımsıkı sarıldı.

-"Seni çok seviyorum çok. En büyük tartışmamız bu olsun Mehir."

İçimden böyle olması için dua ederken derin bir nefes aldım ve kollarından süzüldüm.

Yanağına öpücük kondurup yanından ayrılırken eve girene kadar beklemiş sonra gitmişti.
Eve girdiğimde kimse yoktu. Annem ve babam işte Melih okuldaydı büyük ihtimalle.

Hemen bir banyo yapıp çıktım. Valizimdeki kıyafetleri yerine yerleştirdikten sonra telefonu elime aldım ve Tamay'ın mesaj attığı numarayı aradım. Telefon ilk çalışında açıldı.

-"Alo, Mehir!"

-"Benim."

Tek bir kelime edecek istek yoktu içimde..
Tamay heyecanlı heyecanlı konuşmaya başladı.

-"Gelmişsiniz, teşekkür ederim."

-"Ne söyleyecektin?"

-"Böyle olmaz yüz yüze konuşmamız gerekiyor."

-"Sana neden güveneyim?"

Sıkıntılı bir nefes verip konuşmaya devam etti.

-"Çünkü şuan sana yardım edebilecek tek kişi benim, inan bana. Bak, tehdit yok, zorlama yok sadece gel lütfen gel. Ailenle ilgili olmasa bu kadar zorlamazdım seni!"

-"Ailem mi?"

Tamay'ın cümlesinden sonra soğuk soğuk terlemeye başlamıştım.

-"Evet. Eğer anlatacaklarımı dinlersen bir şeyler yapabiliriz."

Sıkıntılı bir şekilde nefes aldığımda gerçekten kötü hissediyordum.

-"Tamam."

-"Bana güven lütfen. 1 saat sonra mesaj atacağım konuma gelirsin."

Başka bir şey demeden telefonu kapattım ve hemen annemi aradım. Onunla konuşmak, sesini duymak çok iyi gelmişti. Üçünün de güvende olduğunu bilmek içimi rahatlatmıştı.

Evdeki sessizliğin bozulması için telefondan şarkı açıp masanın üzerine koydum. Dolabımdan siyah pantolonumu ve haki gömleğimi çıkarıp giydiğimde tamamdım.

Anlık bir his ile baş ucumdaki çekmeceye yöneldim. Ilk çekmeceyi açıp içinden sihirli kartımı aldım, evet sihirli. Siyah bir kart gibi görünüyordu oysa saniyelik bir hareket ile bıçağa dönüşüyordu. Artık savunmasız, güçsüz Mehir yoktu. Bana, aileme zarar veremeyeceklerdi..

Kartı arka cebime koyup çantamı aldım ve odadan çıktım. Su içmek için mutfağa gittiğimde Tamay'dan mesaj geldiğini gördüm. Konum atmıştı, attığı konum bir kafeye aitti.
Ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Tam arabayı çalıştırıyordum ki telefonum çalmaya başladı. Çantadan telefonu çıkardığımda Uzay'ın aradığını gördüm. Sesimi düzeltip açtım.

-"Sevgilim duşa giriyorum şimdi seni sonra arasam olur mu? Bir şey mi oldu?"

-"Hayır sevgilim. Biraz dinlendikten sonra görüşelim mi diyecektim."

-"Canım özür dilerim..Duştan sonra hemen yatacağım. Akşam görüşürüz olmadı."

-"Sorun değil sevgilim. Güzelce dinlen, dikkat et kendine, seni seviyorum."

-"Sende dikkat et canım. Çok öpüyorum."

Telefonu kapattığımda kendimi çok kötü hissediyordum belki de ilk defa böylesine bir yalan söylüyordum. Ona karşı yalan söylemek istemiyordum, her şeyi bütün gerçekliği ile anlatmak istiyordum. Ama yapamazdım, onları korumak istiyorsam bahsetmeyecektim.

Arabayı çalıştırıp Tamay'ın attığı konuma gittim. Kısa bir süre sonra attığı konuma gelmiştim. Arabadan inip etrafa bakındığımda Tamay'ı çardak kısmındaki masada oturdugunu gördüm. Çantamı alıp arabayı kilitlendim.
Yanına giderken etrafa bakınıyordum. Yeşillerin hakim olduğu bahçe tarzında bir mekandı ve hiç kimse yoktu. Şuan tek dolu masa Tamay'ın oturduğu masaydı. Hiçbir şey demeden yanından geçip karşısındaki sandalyeyi çektiğimde büyük bir heyecanla ayağa kalkmıştı.
Tepki vermeden oturduğumda o da oturmuştu.

-"Geldiğin için çok teşekkür ederim."

-"Ailem için geldim."

Tok sesim ile karşılık verdiğimde bozulmuştu ama belli etmemeye çalışıyordu. Duruşumu dikleştirip hemen konuya girdim.

-"Evet, o çok önemli konu nedir? Neyi bilmiyordun?"

-"Bir şey içmez misin?"

Sorusunu sorar sormaz elini kaldırmış garsonu çağırmıştı.

-"Bir şey içmeye gelmedim. Önemli dedin, geldim."

Tam ağzını açmış bir şey diyecekti ki konuşmaya devam ettim.

-"Ayrıca senin verdiğin herhangi bir şeyi ne yerim ne de içerim. Sonra maazallah yine panzehir peşinde koşarız!"

Tamay'ın yüzü tam anlamıyla düşmüş yeşil gözlerini kaçırarak etrafa bakmaya başlamıştı.

-"Buyrun efendim menümüz."

Garson menüyü uzattığında elim ile hayır işareti yaptım.

-"Ben bir şey istemiyorum, teşekkür ederim. "

-"Ben şekersiz kahve alayım."

Tamay siparişini verdikten sonra garson yanımızdan ayrıldı.

-"Seni dinliyorum anlatacak mısın artık?"

Yanında duran çantadan kahverengi bir dosya çıkardı.

Dosyayı bana uzattı, hemen alıp açmaya başladım.
Açtığım anda bir sürü büyük zarf vardı. Her büyük zarfın içinde küçük zarflar vardı o küçük zarfların içinde ise cd vardı.

Başımı kaldırıp Tamay'a baktığımda bana bakıyordu.

-"Bunlar ne?"

Tamay derin bir nefes alıp önümde duran büyük zarflardan birini kendine doğru çekti. O ân garson geldi. Garsonun elindeki kahveyi alıp hemen kenara koydu, garson gittikten sonra konuşmaya başladı.

-"Bu büyük zarflar yılları temsil ediyor şuan burda 16 tane var. Diğerlerini bulamadım."

Anlamayan gözlerle cd'lere bakıyordum. Her cd'nin üzerinde bir tarih yazıyordu.

-"Ne var bu cd'lerin içinde. "

Tamay gözlerini gözlerime kenetleyip tok sesiyle cevap verdi.

-"Sen, ailen ve Uzay."

-"Ne!"

Tamay başını sallarken önümde duran zarflara daha dikkatli bakmaya başladım. En altta duran siyah zarf dikkatimi çekmişti. Zarfı elime aldığımda üzerinde 26 Haziran yazdığını gördüm. Zarfın üzerindeki tarihe bakarak yutkundum.

-"Bu..Bu, Uzay ile tanıştığımız tarih."

Dolan gözlerim ile Tamay'a baktığımda başını sallıyordu.

-"Her şey çok tuhaf Mehir. Hangi detayı inceleyeceğimi şaşırdım. O yüzden sana gösteriyorum bunları. Bu zarflardan sadece 3 tanesi siyah. Bir tanesinin üzerindeki tarih yıllar öncesine ait ve içi boş, diğeri elindeki zarf, en sonuncusunun üzerinde ise hiçbir şey yazmıyor. "

Elimdeki zarfları bırakıp ellerimi yüzüme götürdüm ve gözlerimi kapattım.

Ellerimi çekip Tamay'a baktım.

-"Peki bunları neden getirdin? Birden ne değişti? Daha 1 hafta önce neler yapıyordun, diyordun. Amacın ne Tamay? Kimsin sen? Bunları nerden buldun?"

Tamay ellerini masaya koyarak konuşmaya başladı.

-"Neden getirdim bilmiyorum. Aniden gelişen bir şeydi. Nerden bulduğumu sorma söyleyemem, en azından şuan söyleyemem. Son zamanlarda bunlarla ilgileniyordum."

Gözlerime bakarak konuşmaya devam etti.

-"Hâlâ seni istiy-"

-"Sus lütfen!"

Elimi kaldırıp susmasını işaret ettim.

-"Bunları nerden buldun Tamay?"

İkimiz de gitgide sinirleniyorduk.

-"O gün yanımdaki adamın evinde."

-"Ne!"

Artık kalbim başka bir şey duymayı kaldıramayacak gibi atıyordu.

-"Evet onun evinde buldum. Orda ne işi vardı? Seninle derdi ne bilmiyorum. Bilsem emin ol seni bu durumdan kurtarmak için her şeyi yapardım her şeyi. "

-"Ben o adamları hayatımda ilk defa görüyorum benimle ne dertleri var anlamıyorum!"

Sinirle ellerimi masaya vurduğumda sinirden ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum.

-"Bilmiyorum Mehir. Onları uzun zamandır tanıyorum."

Gözlerimi gözlerine dikip sesimi yükselttim.

-"Peki beni neden kaçırdın? Neden onlara götürdün? Benimle oyun mu oynuyorsunuz siz?!"

-"Ben seninle yepyeni bir hayata başlayacaktım fakat onlardan bir telefon aldım. Ve şimdi zamanı olmadığını söylediler. Seni istediler. Ben de orada olacağım için götürdüm."

-"Ne saçmalıyorsun sen! Gerçekten bu kadar saçmalamak için mi o kadar zahmete girdiniz?!"

Sinirden gülmeye başladığımda telefonumdan gelen mesaj sesiyle telefonuma baktım. Okulun öğrenci işlerinden mesaj gelmişti. Beni öğleden sonra görüşmeye çağırıyorlardı. Bir de bu çıktı! Kim bilir noldu!

Sinirle yüzümü ovuşturduğumda önümde duran zarfları toplamaya başladım. Tamay ellerini zarfların üzerine koydu.

-"Üzgünüm bunları götüremezsin!"

-"Ya senin derdin ne! Neden getirdin o zaman bunları!"

Git gide sinirlenmişti. Gözlerinin yanındaki damarlar her an patlayacakmış gibi belli oluyordu.

-"Bilmiyorum! Kahretsin ki bilmiyorum! Hiçbir şey bilmiyorum.
Bunları buraya neden getirdim, neden o gün seni de alıp buradan gitmedim bilmiyorum!"

-"Sus artık yeter! Ben bunları duymak istemiyorum!"

Sinirle ayağa kalkıp çantamı aldım ve Tamay'a döndüm.

-"Benden, ailemden, sevdiklerimden uzak dur, durun! Yeter artık! "

Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

-"Bak Tamay, zarfları gösterdiğin, anlattığın için teşekkür ederim. Ben düşüneceğim, her şeyi en ayrıntısı ile düşüneceğim. Ama bir daha sakın diğer konuyu açma. Onu duymak bile rahatsız ediyor beni."

Sesimi yumuşatarak konuşmaya devam ettim.

-"Gamze seni çok seviyor. Onun değerini bil ve mutlu olun. Benimle ilgili o düşünceleri yok et aklından."

Tam gidiyordum ki arkamdan seslendi.

-"Ama ben seni seviyorum Mehir. Ben o gece az daha arabama çarpacak olan siyah elbiseli Ay'ın karanlığını yüzüme çarpan kızı seviyorum."

Arkamı dönüp kaşlarımı çatarak Tamay'a baktım.

-"Sen?"

O ân hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Uzay ile tanışmadan dakikalar önce kafeye gitmek için arabaya binmiştik. Giderken ufak bir kaza atlatmıştık ama karşı arabadan inen kişiyi görmemiştim..

-"Evet Mehir. O adam bendim."

Cümlesi biter bitmez gülümsedi ve bana doğru bir adım attı.

-"Seni önce ben gördüm."

Önüme dönüp arabaya doğru hızla yürümeye başladım.
Kendimi hemen arabaya attım. Vakit kaybetmeden çalıştırdım ve oradan ayrıldım.

Yolları geçtikçe beynim karıncalaşıyordu.
Gözlerimi saniyeliğine kapatıp başımı ovuşturdum. Ama geçmiyordu.
Kendimi tutamayıp sinirden bağırmaya başladım

-"Kahretsin! Kahretsin! "

Arabayı kenara çekip başımı direksiyona koydum, koyar koymaz hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

-"Yeter artık! Yeter! Çok yoruldum, yeter!"

Ağladıkça daha çok sinirleniyordum. Başımı kaldırıp sinirden direksiyona vurmaya başladım.

-"Yeter! Yeter artık!"

Kalan son gücüm ile direksiyonu tutup son kez bağırdım..

Gözlerimi silerek çantamdan su şişemi çıkardım.
Elime döktüğüm suyu enseme bırakıp yedirdiğimde yavaş yavaş sakinleşiyordum.

Kalan suyu tek dikişte bitirip yan tarafımda duran kolanyadan elime döküp kokusunu içime çektim.

Biraz daha toparladıktan sonra arabayı çalıştırıp yola devam ettim. Yaklaşık 1 saat sonra okula geldiğimde direkt lavaboya gidip yüzümü temizledim. Ordan da hemen öğrenci işlerine gittim.

-"Merhaba Sedef Hanım beni çağırdığınıza dair bir mesaj aldım da."

Sedef Hanım, okulun öğrenci işleri görevlisiydi. Okuldaki herkes ondan çok çekinsede bence çok samimi ve hoş biriydi.

-"Evet, Mehir ben sistemden gönderdim mesajı. İlhan Bey seninle görüşmek istiyor. 3.katta ki konferans salonunda seni bekliyor."

-"Teşekkür ederim."

Tebessüm ederek yanından ayrıldığımda kendimi çok yorgun hissettiğim için merdiven kullanmak yerine direkt asansöre binmiştim. Saniyeler sonra konferans salonunun önündeydim. Derin bir nefes alıp kapıyı çaldım. Içeriden yankılanan gir sesi ile içeriye girdim.

Içeriye girdiğimde İlhan Bey, bölüm profesörümüz ve fakülte müdürü yan yana oturuyordu.

-"Gel Mehir, otur."

İlhan Bey karşılarında duran sandalyeyi gösterdiğinde tedirgin bir şekilde oturmuş çantamı kucağıma koymuştum.

-"Neden seni çağırdığımızı merak ediyor olmalısın. Öncelikle sakin ol ve biraz rahatla."

Günlük yaşamına göre sesi çok naif çıkıyordu. Tebessüm ettiğim sırada bölüm profesörümüz önünde duran kumanda ile sahnedeki projeksiyonu çalıştırdı. Projeksiyon açılır açılmaz ekranda devasa bir mimari çıktı.

Devasa binanın resmi ortada kalacak şekilde etrafta binanın içi olduğunu tahmin ettiğim yerlerin fotoğrafları vardı, en üstte de bir isim. TÜRKİYE-PARİS PSİKOLOJİ MERKEZİ

Bakışlarımı hocalarıma çevirdiğimde üçü de bana bakıyordu. İlhan Bey ifadesini değiştirerek konuşmaya başladı.

-"Uzun zamandır bu proje üzerinde çalışmalar yürütüyoruz. Yurtdışında ülkemizi temsilen birçok psikoloji ve rehabilitasyon merkezi açıyoruz. Bu kapsamlı projenin ilk merkezinde de bizden öğrenci göndermemezi istediler. Bizler de son 1 yıldır çok detaylı bir gözlem ve araştırma sonucu senin de görev alman gerektiğini düşündük. Eğer kabul edersen orada yaşayan türkler ile birlikte o merkezde çalışabilecek aynı zamanda en iyi üniversitelerin birinde eğitimine devam edeceksin. Eğer çalışmalarda aktif ve başarılı olursan açılacak olan diğer merkezlerde de söz hakkına sahip olabileceksin."

İlhan Bey, susup kararlı bir şekilde gözlerime baktığında ne diyeceğimi bilmiyordum, sanki iki dudağım birbirine yapışmıştı, açamıyor, konuşamıyordum.

-"Ben, gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum. Öncelikle bu inanılmaz teklifiniz için çok teşekkür ederim fakat-"

Fakülte Müdürü, Korhan Bey gözlerini projeksiyondan ayırarak bana bakarak konuşmaya başladı.

-"Evet, inanılmaz bir teklif. Hemen reddedilecek veya kabul edilecek bir teklif değil. Her zaman ayağına gelecek bir fırsat değil, kimsenin ayağına her zaman gelmez. O yüzden iyi düşün!"

Oturuşumu dikleştirip ciddi bir ifade ile konuşmaya başladım.

-"Evet öyle. Ama benim burda bir hayatım var, ailem, sevdiklerim var. Onları bırakamam."

Korhan Bey sıkıntılı bir nefes verip İlhan Bey'e baktığında İlhan Bey kağıtların üzerinde duran kalemi eline almış onunla uğraşarak konuşmaya başladı.

-"Bu sana anlattığımız olayın sadece yüzeysel kısmı, emin ol. Eğer bu projeyi kabul edersen hayatın değişecek. En iyi üniversite okuyacak, bölümünde çok iyi yerlere gelerek ülkemizi çok güzel bir şekilde temsil edeceksin. Hemen kestirip atma!"

Bölüm profesörümüz Kenan Bey, İlhan Bey'e ve Korhan Bey'e baktı ve bana döndü.

-"Sana düşünmen için bir hafta süre verelim. Bu bir hafta boyunca iyice düşün ve bir haftanın sonunda bize kararını bildir. Umarım kararın hepimizi mutlu eder. Çıkabilirsin. Bu arada söylememize gerek var mı bilmiyorum ama şuan için gizli bir proje!"

Başımı sallayarak ayağa kalktım.

-"Kimse bilmeyecek emin olun. Teşekkür ederim efendim."

Yanlarından ayrılıp kapıyı kapattığımda düşüp bayılmamak için kendimi zor tutuyordum. Hemen lavaboya gidip yüzümü yıkamaya başladım.
Dakikalar önce hayallerimin ötesinde bir teklif almıştım.. Düşündükçe ellerimin titremesine engel olamıyordum. Kendime gelip dışarıya çıktığımda derin derin nefes alıyordum. Bir kenarda hayallerimden de öte bir teklif diğer tarafta ise sevdiklerim..

Arabaya binince düşünmeyi bir kenara bırakıp yola odaklandım. Yaklaşık yarım saat sonra eve geldiğimde hâlâ kimse gelmemişti.

Üzerime hemen rahat bir şeyler giyip mutfağa gittiğimde kendime kahve yapmaya başladım. Dakikalar sonra kahve ile birlikte odamın balkonuna çıkmıştım.

Güneş kendini turuncuya teslim ederken ona şahit olmak o kadar güzeldi ki..

Telefonum çalmaya başlaması ile içeriye geçmiş çantadan çıkarmıştım. Ekranda Uzay ismini görür görmez büyük bir heyecanla ile açtım telefonu.

-"Canım.. "

Titrek sesim ile cevap verdiğimde Uzay iç çekti.

-"Işte ihtiyacım olan ses."

Uzay'ın sesini duymak o kadar güzel gelmişti ki, bu hissettiğim eşsiz duyguyu anlatacak bir kelime bilmiyorum henüz.

-"Özledim seni."

-"Bu kadar çabuk mu?"

Gülerek konuştuğumda sesi komik bir şekilde sorgular şekilde geliyordu.

-"Sen özlemedin yani!"

-"Uzay!"

Kızmış gibi yaptığımda gülerek konuşmaya devam etti.

-"Şaka yapıyorum güzelim. Müsait misin? Buluşalım diyecektim."

-"Sana her zaman müsaitim. "

-"Işte bu! 10 dakikaya sizdeyim güzelim. "

-"Tamam, güzelim!"

Cümlem biter bitmez ufak bir kahkaha attığımda Uzay da kendini tutamamış ve kahkaha atmıştı.
Telefonu kahkaha ile kapattığımızda gözlerimi kapattım ve yardım istedim..

'Bana bir çıkış yolu göster, ne yapacağımı bilmiyorum. Içimdeki küçük kız ruhumun peşinden karanlığa doğru gidiyor. Sadece senden yardım istiyorum..'

Gözlerimi açıp kendime gelmeye çalıştım. Saniyeler sonra dolabımı açıp beyaz t-shirtümü ve siyah pantolonu çıkarmış, üzerime giymiştim. Banyoya gidip saçlarımı taradım ve olduğu gibi açık bıraktım.
Çantamı ve anahtarı alıp evden çıktığımda ailecek kurdugumuz gruba mesaj attım, annem geç geleceklerini söylemek için aradığında biraz konuşmuştuk. Telefonu akşam balkonunda kahve içerken durum değerlendirmesi yaparız cümlesi ile kapatmıştık.

Telefonu çantama koyar koymaz Uzay'ın arabasının sokağı döndüğünü gördüm. Uzay'ın her zaman durduğu tarafa geçtim. Saniyeler sonra arabadan inip yanıma geldi, sımsıkı sarılmaya başladı.

Öyle güzel sarıyordu ki beni, dünyanın en yumuşak, en naif, en güzel, en huzurlu yeriydi kolları. Onun kolları arasında hayattan soyutlanıyordum âdeta başka zaman duruyordu. Onun kolları, kokusu, teni huzurdu.. Uzay tam anlamıyla huzurun ta kendisiydi.

-"Nasıl özledim bir bilsen!"

Başımı boynuna koyup fısıldadım.

-"Saatler yetmiyor artık bize."

Başını boynuma yaklaştırıp kulağıma doğru fısıldadı.

-"Zamanın bize ait olacağı âna çok az kaldı..Bir saat, hafta, yıl değil sonsuz bir ömür bizim olacak."

Başımı kaldırıp şaşkın gözlerle gözlerine bakarken göz kırpıp gülümsediğinde karşısında çok komik durduğumu düşünüyordum.

Arabaya bindiğimizde meraklı Uzay'a baktım.

-"Nereye gidiyoruz bakalım."

-"Sonsuzluğa."

-"Ne!"

Etrafı kontrol edip yola çıktığında şaşkın bir ifade ona bakıyordum.

-"O ne demek Uzay!"

-"Gözlerini kapat ve içindeki kız çocuğunun şuan nerede sonsuzluğu görmesini istersin anlat."

-"Uzay!"

-"Hadi yap!"

Uzay ısrarlı bir sesle cevap verdiğinde pes edip arkama yaslanmış ve gözlerimi kapatmıştım, esen rüzgar yüzüme çarptıkça gözlerimin önüne bir yer geliyordu sanki..

-"Küçük kız şuan toprak bir yolda yürüyor, yürüyor ve ışte geldi. Uçurum kenarı..
Sonsuz mavinin evi. Şuan için turuncunun ama saatler sonra sonsuz bir aydınlığa ev sahipliği edecek olan sonsuz gökyüzünün tam altında."

Yavaş yavaş gözlerimi açtığımda binaları hızlı hızlı geçiyor, kuru gürültülere, beton yığınlarına ve çeşitli maskeli ruhlara eşlik eden şehir denilen yeri geride bırakıyorduk.

Biz tam şuan evimizi geride bırakıyor sonsuzluğa gidiyorduk..
Biz aydınlık için, sonsuzluk için beton yığınlarını, duvarları geride bırakıyorduk.

Yaklaşık bir saat sonra toprak bir yola girdiğimizde kalp atışım hızlanmıştı.

Heyecanla Uzay'ın direksiyonda duran eline uzandım ve tuttum. Bana bakıp heyecanımı gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu.

Dakikalar sonra ormanı geride bıraktığımızda Uzay arabayı durdurdu. Dışarıya adım atar atmaz denizin eşsiz kokusu rüzgar ile çarpmıştı yüzüme.

-"Hadi bakalım."

Uzay elinde ki katlamalı sandalyeleri açtı, tekrar arabaya gitti geri geldiğinde elinde piknik sebeti vardı.

Iki sandalyeyi yan yana olacak şekilde açtı, ortalarına katlanabilir bir masa kurdu ve üzerine de piknik sepetini koydu.

-"İnanmıyorum sana ya! Bunlar ne?!"

Kollarını açarak gülümsedi.

-"Sürpriz!"

Dolan gözlerim kollarımı açarak ona doğru koştum ve boynuna sımsıkı sarıldım.

-"Seni çok seviyorum."

-"Ben daha çok seviyorum."

Gülerek ayrıldığımızda gözlerimi silip etrafa bakmaya başladım.

-"Sen bunları ne ara hazırladım? Ayrıca böyle bir yere geleceğimizi nereden bildin ki?!"

Elimi tutup sandalye oturttu ve fısıldadı.

-"Çünkü Uzay Ay'ı ve onun ruhunu tanıyor, anlıyor. "

Başımı kaldırıp renkli gözleri ile göz göze geldiğimde ellerimi boynuna koydum, kendime yaklaştırdım ve kavuştu dudaklarımız. Onu öpmek şifaydı, sonsuzluktu..

Gülümseyerek başını kaldırdı saçlarıma bir öpücük kondurup yanımdaki yerine oturdu ve masada duran piknik sepetini açtı.

-"Evet efendim ne istersiniz acaba? Size ne ikram edelim?"

Duruşumu dikleştirdim ve tek kaşımı kaldırarak etrafı gösterdim ve imalı gözlerle gözlerine baktım.

-"Beni bu kadar iyi tanıyorsan şuan ne istediğimi de biliyor olman gerek!"

-"Bakalım burda ne varmış?"

Uzay gülümseyerek çantadan kahve termosu ve kahverengi bir kutu çıkardı.

-"Bol sütlü kahve ve.. "

Kahveyi bana uzatıp elindeki kutuyu açtı.

-"Damla çikolatalı kurabiye."

-"Şaka yapıyorsun!"

Termosu masaya bırakıp hemen elindeki kutuyu aldım.

-"Inanmıyorum! Harika kokuyor."

Hemen bir tane alıp yemeye başladım.

-"Harika bir şey bu! Üstelik hala sıcak. En sevdiğim!"

Uzay duruşu dik bir sekilde gülümseyerek sandalyesine oturdu ve kahvesinden bir yudum aldı.

-"Afiyet olsun sevgilim. Eee seni tanıyor muymuşum? "

Kurabiyeler o kadar lezzetliydi ki yedikçe yiyesim geliyordu, sadece başımı sallayabilmiştim.

Bir ân başımı kaldırdığımda Uzay'ın bana bakıp kahkaha atması bir oldu.
Masada duran peçetelerden birini aldı ve bana doğru yaklaştı.

-"Şu haline bak. Damla çikolatayı nasıl bulaştırmayı becerdin acaba?"

Dudaklarıma bulaşan çikolataları peçete ile silecekken hemen kutuyu masaya bıraktım ve Uzay önümde durduğu anda ellerimi yanaklarına koydum ve kendime doğru çektim.

Ayrıldığımızda gülerek yüzüne baktım.

-"Şu haline bak. Damla çikolatayı nasıl bulaştırmayı becerdin acaba?"

Gülmekten sancı giren karnımı tutarken Uzay da gülmemek için kendini zor tutuyordu, en son daha fazla dayanamayıp gülmeye başladı.
Gülerek sandalyesine oturduğunda bana bakıyordu.

-"Seni böyle görmek benim için en büyük ödül. Duruşun, gülüşün dünyanın en güzel manzarası âdeta."

Elimi uzatıp elini tuttum.

-"Senin eşsiz ruhun ve bir çift duygu yüklü göz sayesinde güzel bu manzara.
Bu manzara sen gelene kadar hep kıştaydı, karlar altındaydı ama sonra sen geldin. Ve yaz geldi, güneş açtı ruhuma. Bir çift renkli göz sonsuz bir renk cümbüşü kattı hayatıma."

Parmakları elimin üzerinde gezinirken daha da iyi hissediyordum kendimi.

-"Sen geldin aydınlandı evrenim, yeniden doğdu ruhum, bu sefer ölmemek üzere."

Dolu gözlerle her bir kelimesinden bin anlam yatan adama baktım, ne güzel bir ruhu vardı, onu hakedecek ne yapmıştım acaba?

Uzay ile sohbet ede ede Ay'ı karşıladığımızda bu ândan başka bir ân yoktu bizim için. Sadece şuan vardı. Karanlığı sadece Ay'ın aydınlatması için herhangi bir ışık fener yaktırmamıştım, gerek de yoktu. Ay evrenin karanlığını yok etmek ister gibi parlıyordu bu gece..

-"Şuan bir kez daha emin oldum, sen gerçekten evrenimi aydınlatan tek gezegen, tek insansın. Şuna bakar mısın? "

-"Gerçekten harika. Baksana ne bizim, ne ormanın ne de evrenin başka bir ışığa ihtiyacı yok şuan."

Uzay heyecanla ayağa kalkıp yanıma geldi ve elini uzattı.

-"Bu gece, Ay tüm karanlığı silerken bana bu dansta eşlik eder misin? Ruhunda karanlığa dair ne varsa şuan Ay'ın silmesine izin ver."

Dolan gözlerimi silerek başımı salladım ve elini tuttum.

-"Izin vereceğim."

-"O zaman ilk önce o!"

-"Ne! Nasıl yapacağım?!"

İkimizde Ay'a doğru döndük. Elimi bırakıp arkama geçti, kollarımı açtı ve yanımda durdu.

-"Gözlerini kapat, duy, hisset ve fısılda. "

-"Bağırsam?"

Uzay hayır anlamında başını salladı.

-"O zaman çığlıkların karanlık evrene yayılır ve elbet bir gün yine seni bulur. Ay'a doğru fısılda. Buradan sadece Ay'a gitsin ve orada kalsın, bir daha seni bulmasın."

Gözlerimi kapattığımda fısıldadı.

-"Sen güçlüsün. Buna şuan Ay da şahit oluyor. Sen karanlıktan daha güçlü değilsin. Ruhun karanlıktan daha güçlü. Güçlü ve beyaz bir ruha sahipsin..Sen güçlüsün."

Uzay'ın susmasından dakikalar sonra kendimi gerçekten hissettiğim ân fısıldadım.

-"Ben güçlüyüm. Ben Mehir, ben artık aydınlığın ta kendisiyim. Hiç kimse karanlığa mecbur bırakamaz beni, kimse zarar veremez sahip olduklarıma, ben artık güçlüyüm."

Dakikalar sonra gözlerimi açtığımda çok garip hissediyordum. Sanki gerçekten bir şey değişmişti içimde. Tedirgin gözlerle Uzay'a baktığımda derin bir şekilde beni izliyordu.

-"Seninle gurur duyuyorum güçlü kız. Sen Mehir'sin, aydınlığın ta kendisisin."

Yanıma gelip sımsıkı sarıldığında tek bir neden oluşturdu, aydınlık ruhlarımız.. Ve el ele tutuşup Ay'a gitmek için kurtuldular karanlıktan.

-"Hadi dans edelim."

Gülerek onu kendime doğru çektim.

-"Ama şarkıyı sen söyle."

Uzay kaşlarını kaldırarak gülümsedi.

-"Yaa! Demek öyle, pekâlâ. Hangi şarkıyı istersiniz?"

Ellerimi boynuna götürdüm önce Ay'a sonra gözlerine baktım.

-"Tanıştığımız gece Ay'a karşı söylediğin şarkıyı söylemeni istiyorum."

Derin bir iç çekti ve gülümsedi.

-"Bir dileğim daha kabul oldu."

Anlamayan gözlerle yüzüne baktım.

-"Nasıl yani?"

-"O gece şarkıya başlamadan önce Ay'a bakarak 'bir gün bu şarkıyı eşsiz güzelliğin karşısında söyleyeyim ve sen de buna şahit ol.' Demiştim. Ve ışte, gerçek oldu.."

Titreyen sesim ile tek bir kelime çıktı dudaklarımın arasından..

-"Uzay.."

Gözlerim renkli gözleri ile buluştuğunda şarkıyı söylemeye başladı.

"Yalandan da olsa
Ne güzel güldün o akşam bana.."

Şarkının sonuna geldiğinde ellerimi yüzüne koydum.

-"O akşama dair gerçek olan tek şey gözlerinin içine bakarak gülümsemem."

-"Mehir.."

Başını eğip yavaşça yaklaştı dudaklarıma, dudaklarını hissederken dudaklarımın üzerinde fısıldadı.

-"Bu hayatta gerçek olan tek şey sensin, sana olan aşkım."

Heyecandan titreyen sesim ile fısıldadım, dudaklarına doğru.

-"Benim tek gerçeğim sensin."

Dudaklarımız kavuşuyordu ki Uzay'ın çalan telefonu böldü bizi.

Sıkıntılı bir nefes alıp cebinden telefonu çıkardı.

-"Bayadır çalmıyordu, geç kaldı."

Utangaç ve bir o kadar da çekingen gözlerle yüzüne bakıyordum. Telefonun ekranında Mustafa abinin adını görünce bana döndü.

-"Sevgilim bunu açmam gerekiyor."

Tamam anlamında başımı salladığımda Uzay yanağıma bir öpücük kondurup yanımdan uzaklaştı. Arabadan biraz daha ileriye doğru yürüdüğünde bir ağacın önünde durdu bana baktı, ben elimi kaldırdığımda gelmediğimden emin olup Mustafa abiyi aradı.

Son zamanlardaki telefon görüşmeleri beni çok tedirgin ediyordu, üstelik o notta yazan şeyden daha bana bahsetmemişti. Yanlış olduğunu bile bile sessizce arkasından gittim ve önünde durduğu ağacın hemen arkasına geçtim.

-"Tamam abi dediğin fotoğrafları açıyorum. Hopörlörü açıp sesi kısacağım bir saniye."

-"Tamam evlat. Mehir yanında mı? "

-"Evet ama yanından uzaklaştım. Konuya direkt fotoğraftan girdiğine göre bir şey buldun sanırım!"

-"Evet evlat. Sana attığım fotoğraflardaki adama iyi bak, daha önce görüp görmediğine emin ol."

Uzay fotoğrafı yakınlaştırıp dikkatli bir şekilde incelemeye başladı fakat ben göremiyordum.

-"Yok abi hatırlayamadım, tanımıyorum büyük ihtimalle."

-"Artık ihtimallerle işimiz yok. Bize kesinlik gerekiyor."

-"Noluyor abi?!"

Mustafa abinin sesi git gide ciddi bir o kadar da endişeli çıkıyordu.

-"Fotoğraflardaki adam Türkiye'nin en önde gelen mafya adamlarının başında geliyor. Yasak işler konusunda yurtdışında da çok ciddi işlerin başında."

Uzay âdeta nefesini tutmuş bir şekilde dinliyordu Mustafa abiyi.

-"Mehir kaçırıldığında sinyalin geldiği ikinci ev onun adamlarından birinin evi."

-"Tesadüf olma ihtimali?"

Duyduklarım karşısında ellerim buz kesmiş, bacaklarım titremeye başlamıştı. Mustafa abi konuştukça o ânlar geliyordu aklıma, o ev, o yaşlı adamlar..

-"Sinyalin geldiği ilk evi hatırlıyor musun? Akif Bey bu ev babamın kışlık evi demişti fakat kendileri yıllardır görüşmüyorlarmış."

Uzay tedirgin bir ses tonu ile cevap verirken, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu, bacaklarım daha çok titremeye, ellerim daha çok üşümeye başlamıştı.

-"Evet abi hatırlıyorum. Öyleymiş Mehir bahsetmişti. Noluyor peki? Artık söyle!"

-"O ev Akif Bey'in babasının evi yanı namı değer Savaş ASLAN'ın."

-"Yani Mehir'in dedesinin evi?"

Nefes almakta zorlanmaya başlamıştım. Derin derin nefes almam gerekiyordu ama yapamazdım o zaman Uzay'a yakalanırdım. Biraz daha yaklaşıp dinlemeye devam ettim.

-"Hayır Uzay, Mehir'in dedesinin evi değil. Mehir.."

-"Mehir ne abi!"

Uzay sinirle sesini yükselttiğinde Mustafa abi tek bir cümle kurdu. Tek bir cümle yerle bir etti hayatımı, bu evrenden sildi, yok etti beni.

-"Mehir o ailenin kızı değil."

-"NE!"

Uzay ile aynı anda aynı tepkiyi verdiğimizde Uzay hemen arkasını döndü.

-"Mehir mi o?"

Mustafa abi telaşla soru sorduğunda Uzay hemen telefonu kapattı.

Uzay bana doğru bir adım attığında bir adım geri gittim ve gözlerine baktım.

-"Ben kimim?"

Gözyaşları bir bir terkederken gözlerimi vücudumun titremesi dengemi bozuyordu. Geriye doğru bir adım daha attım, buradan kaçmak istiyorum. Nereye olduğunu bilmeden kaçmak istiyordum, duyduklarımın yalan olması için dua ediyordum..
Gözyaşlarım arttırırken şiddetini gözlerim git gide kapanıyor yer sallanıyordu sanki.
Uzay bana doğru bir adım daha atıp elimden tuttu.

-"Sevgilim, iyi değilsin gel."

Yaşananlardan yorgun düşen vücudum kendini serbest bıraktığında Uzay'ın kollarına yığılmıştım. Sonrası ise kendim ile vereceğim mücadelenin başlangıcıydı. Gözlerim kapandıktan sonra hissettiğim tek şey gökyüzünün beni evrenden silmek istercesine  bıraktığı yağmur damlalarının vücuduma bir kurşun gibi girmesiydi..

Tek bir cümle ile yok oldum, tek bir cümle ile varolabilir miyim?

Kim olduğumu bilmeden nasıl devam ederim mücadeleye, dakikalar öncesine kadar tanımadığım kişiler sadece bizimle uğraşan insanlarken şuan asıl tanımadığım kişi kendimim.
Haftalar önce ruhuma sen kimsin diye sorarken aynaya bakıp kendime sormalıymışım bu soruyu..Ben kimim?

Artık bir kimliğim yok, varlığım yok, soyadım yok..

Kendimi bu yaşıma kadar bir yere ait hissedemeyişimin altında böyle bir şey yattığını hiç düşünmezdim. Yorgunluk beni derin bir uykuya hapsetmeye çalışırken karanlıkların içinde yaşlı gözlerle annem çıktı, sonra Melih, ardından babam.
Annem kızım diye seslenirken, Melih titrek sesi ile abla diyordu babamsa kendinden emin sesi ile gözlerimin içine bakarak Mehir diyordu.. MEHİR..

SAHİ KİMDİ BU MEHİR?

Bir gece de, bir cümle ile hayatım değişti.
Ben Mehir, gerçek adımı, soyadımı, kim olduğumu bilmiyorum. Bu artık sadece kötü insanlarla değil benim kendi ruhum ve gerçekler için vereceğim savaşın başlangıcıydı. Ama ne olursa olsun pes etmeyeceğim, gerçekler ne kadar karanlık olursa olsun sürüklenmeyeceğim.

Continue Reading

You'll Also Like

52.6K 3.7K 18
"Bir adam ile yara bandının hikâyesini hiç duydun mu?" diye sordum meraksız bir tonda. Çünkü anlatmak istediğim sıradan bir hikâye değildi, kendi yaz...
6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
109K 11.2K 38
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...
59.5K 5.6K 65
Asi ve Alaz Twitter üzerinden tanışırlar.