AŞK-I KIYAMET ( Pandemi boyun...

By busramarsel

673K 19.9K 1.3K

Ne beyazın içinde var olan siyahın Ne de siyahın içinde kaybolan beyazın hikayesi Kıyametin içinde ki aşkın v... More

AŞK-I KIYAMET
İÇİMDEKİ SÜRTÜK
PİŞMANLIK
AŞK
ACI
HAYAL KIRIKLIĞI
ENDİŞE
İSYAN
BAŞIM DÖNÜYOR
RÜYA
MASAL-İTİRAF
DÜĞÜN-CENAZE
ÖLÜM
BEN HAYATIN MAĞLUBUYUM
YAZGI
YENİ HAYAT
UNUTAMA BENİ
KISKANÇLIK
AŞK NE DEMEK?
AŞKSIZ PRENS
KADER
MESELE
SÜRPRİZ
TUZAK
SEVE SEVE
YATAĞIN SOĞUK TARAFI
MUCİZE
TEKLİF
LA CUMPARSİTA
DOĞUM
ZAMAN
KABUS
ADINI SEN KOY
KELEPÇE
ŞİKAYETİM VAR
CEZA
BEKLEYİŞ
UMUT
KARAR
ADI AŞK OLSUN
İKİ YABANCI
HATA
İKİNCİ BAHAR
MERAK
KAYIP
CENAZE
GÖÇEBE
GÖNLÜM GÖÇEBE
SEN EŞİTTİR BEN
SEVMEK
O'NA
KÖR KUYU
ŞANS
HER SON BİR BAŞLANGIÇ
BAŞLANGIÇ
Dipnot
DUYURU
Aşkk
Cenaze Part:4
Göçebe
Gönlüm Göçebe
Sen = Ben
Sevmek
O'na
Kör kuyu
Şans
Final Part:1 Sonunda
Final Part:2 Veda
Final Part :3 Her son bir başlangıç
SPOİLER
Yazarınızdan son Rica
Yeniden başlasın...(Spoiler)
AÇIKLAMA
Yazarınızdan Sevgilerle
Duyduk Duymadık Demeyin...
Duyduk Duymadık Demeyin
YARIŞMA BAŞLADI
CNR Expo İstanbul Kitap Fuarı
YARIŞMA BAŞLIYOR

AŞK-I KIYAMET

16.1K 520 34
By busramarsel

Gözlerimi araladığımda Arda yanımda öylece uyuyordu. Tıpkı bir bebek gibi, bu gerçekten o muydu? Hani benim dalga geçtiğim okulun ortasında rezil ettiğim Arda, sümüklü Arda, şişko kocaman göbekli Arda. Hayat benimle dalga geçmekten ne zaman vazgeçecekti? Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de ona âşık olmuştum. Onunla yaşadığımız o gecede ona âşık olmuştum. O benim hayatımı kurtarmış, beni kendine âşık etmişti. Benden bir an olsun vazgeçmemişti. Bu masallarda bile olmayacak bir olaydı. Gözlerini üzerimde hissettiğimde vücudumu ürperti sarmış, "Günaydın," derkenki sesi beni benden almıştı. Dudaklarını dudaklarıma bastırarak karnımdaki kelebekleri harekete geçirmişti.

"Seni bulamamanın, sana ulaşamamanın ne demek olduğunu bilemezsin! Ölürüm de bundan sonra seni hiçbir yere bırakmam. Anladın mı beni peri kızı, seni asla bırakmam!" diyen sesi kulaklarımı aydınlatmıştı. Tekrar dudaklarımız birleşmiş ve ellerimiz birbirine kenetlenmişti.

"Tanrım bu nasıl bir rüya uyanmak istemiyorum!" dediğimde kulağıma eğilip, "İkimiz de aynı rüyayı görüyoruz meleğim ve bundan sonraki hayatımız hep rüya gibi geçecek!" diye eklemişti.

Sadece, "Sarıl bana!" diyebilmiştim. Onunla konuşmak istediğim o kadar çok şey vardı ki. O ânın büyüsünün kaybolmasından korkuyordum. Belki de kurduğum aşırı hayallerden dolayı beynim bana bir oyun oynuyordu. Sonuçta günlerdir o geceyi ve o mavi gözleri hayal ediyordum. Pek tabi delirmiş ve yanımdaki Arda'yı onun yerine koymuş olabilirdim. Hatta yanımdaki Arda bile olmayabilir, sadece benim hayal ürünümden ibaret de olabilirdi. Sağ kolumu dişlerimin arasına götürüp ısırdığımda ağzımın içinde kalan boşluktan minik bir çığlık çıkmıştı. Yanımdaki yakışıklı ise bana kıkır kıkır gülmekle meşguldü.

İnanamayarak ellerimi yüzüne doğru uzatırken çaresizce, "Sen gerçek misin?" diye sormuştum. Susuyordu... Gözlerini gözlerime dikmiş sanki yüreğimin içine bakıyordu. Gözleri, 'Ben gerçeğim!' diye haykırıyordu. Ama o sadece susuyordu...

***

Ellerimiz birbirine kenetlenmiş, Dubai sokaklarında öylece yürüyorduk.

"Hadi güzel bir kahvaltı yapalım," dediğinde itiraz etmeden uslu kızlar gibi onu takip etmiştim. O gün hayatımın en güzel günüydü. Arda, "Ah Hasan amca!" diye iç geçirdiğinde, aslında her şeyin Hasan amcamın başının altından çıktığına kanaat getirmiştim. İkimiz birbirimize bakarken kahkahalara boğulmuştuk. Gayri ihtiyari birden yaşadıklarım aklıma gelmişti. O kara gün, aklımdan silmeyi bir türlü başaramadığım o gün. Gözlerimden süzülen yaşlara engel olamıyor, onu hak etmediğimi düşünüyordum. O beni gerçekten çok seviyordu. Ya ben onu, onun beni sevdiği kadar sevebilir miydim acaba? Arkamı dönüp koşmaya başladığımda gerçekten nereye gideceğimi bilmiyordum. Belimden beni kendine çeken iki el ayaklarımı yerden kesmişti. Kollarına teslim olduğumda, "Sana layık değilim," diyebilmiştim. "Ben de sana," demişti usulca.

"Her şeyi, geçmişi unutalım bugün, yeniden doğalım seninle. Seni iki yıldır her yerde aradım. Bana o geceyi ve kokunu bırakıp gittiğin o günden beri senin yokluğunda her gün ölüyorum. Bunu bir daha bana yapmaya hakkın yok anladın mı? Seni sekiz yaşımdan beri seviyorum ve senden hiç vazgeçmedim, vazgeçmemi de bekleme."

Duyduklarım karşısında kendimi tokatlamak istiyordum.

Dudaklarını tekrar dudaklarıma bastırıp, ateşli bir şekilde öpmeye başlamıştı. Ben de kendimi ona teslim etmiş ve onun ateşinde yanmaya başlamıştım. Nefes almak için ayrıldığımızda kulağına eğilip, "Sakın benden vazgeçme!" deme cesaretini kendimde bulmuştum. Yıllardır görmezden geldiğim, yok saydığım, hatta tiksindiğim adama âşık olmuştum. Ona mı âşık olmuştum yoksa onun aşkına mı âşık olmuştum bilmiyordum. Sadece ve sadece hissettiklerim daha önce hiç hissetmediğim şeylerdi. Aklım ve benliğim, "Hayır, bir ilişkiye hazır değilsin!" dese de, diğer yanım cayır cayır onun ateşinde yanmak istiyordu. Öleceksem eğer bu Arda'nın elinden ve onu yüzünden olsun istiyordum.

***

Müthişti... Kahvaltı, yaptığımız sohbet, kahkahalarının kulağımdaki yankısı eşsizdi. Kalbimdeki yaranın kabuklarının tek tek düştüğünü, yenilendiğini ve yaralarımın iyileştiğini hissediyordum. Odamın balkonunda bu sefer ikimiz manzarayı arkamıza alıp çektiğimiz fotoğrafı Hasan amcama göndermiştik. Anında bize, "Sonunda, çok mutlu olun canlarım..." yazan bir cevap göndermişti. Ben peri kızı, o yakışıklı prens olmuş, masalımız başlamıştı. Her masal mutlu mu biterdi bilinmez ama ben Arda ile çok mutlu olmak istiyordum. Onun yanında her ânın her salisesinde yeniden dünyaya geliyor gibiydim. Bana öyle şeyler yapmış ve öyle güzel davranmıştı ki tam hayattan vazgeçtiğim anda onun sayesinde aşka inanmıştım. Kader değildi de neydi bu? O gece o varyanta gitmesem, uçurumun ucunda dikilmesem ve ölmeye niyetlenmesem yine Arda'yı bulabilir miydim acaba?

Sorular, sorular, sorular... Sonu gelmeyen ve gelmeyecek olan soruların esiri olmuştu benliğim. Bense benliğime inat sonuna kadar yürüyecektim bu yolda.

***

İkinci haftamızı kutlama yemeğinden dönüyorduk. Aslında her günün bitiminde geçen günün kutlamasını yapıyorduk. Gündüzleri çalışma saatlerinde açacağımız otelin tedarik listesinin üzerinden geçiyor, toplantıdan toplantıya koşuyor, deli gibi çalışıyorduk. Hasan amcam haklı çıkmıştı. Çalışmak gerçekten çok iyi gelmişti bana. İşle o kadar çok meşgul oluyordu ki beynim, kendimle ilgili bir şey düşünmeye fırsatım kalmıyordu. İşten arta kalan zamanlarımızda, Dubai'de ne kadar yer varsa test ediyor, her gün farklı bir şey yemeyi deniyorduk. Bu arada Arda'nın tam bir gurme olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Dubai'de, Türkiye'den daha güzel kahve yapan bir Türk Kahvecisi bile bulmuştu bize. Bulduğumuz ilk fırsatta oraya kaçıyor, Türk kahvesi ve taze sıkılmış portakal sularımızı içerken yanımızda çanta niyetine taşıdığımız tavla ile kapışıyorduk. Arada bana avans verip yeniliyor, kolunun altına tavlayı sıkıştırıp, "Ustamsın!" diyerek önümde eğiliyor ve gülme krizlerine girmeme sebep oluyordu. Bulduğu her boşlukta yaptığı jestlerle ruhumu okşuyor ve ona git gide daha çok bağlanmama sebep oluyordu. On beşinci günümüz şerefine öyle güzel bir organizasyon tertip etmişti ki ağzım açık kalmıştı. Otelin terasındaki tenis kortunun ortasında muazzam bir masa kurdurmuş, dans ettiğimiz sırada gökyüzünü havai fişekler ile aydınlatmıştı. Son olarakta gözlerimi bağlamış ve beni kendine mahkûm bırakmıştı. Düşmekten korktuğum için ona sıkı sıkı yapışıyordum. Birkaç adım sonra, "Geldik, hazır mısın?" diye eklemişti. "Hazırım," demiştim ve meraktan çatlamak üzereydim. Gözlerimi açtığında gördüğüm manzara beni adeta büyülemişti. Kral dairesinin ortasındaki havuzun tamamı kırmızı gül yapraklarıyla bezenmiş, yürüyeceğim her yer minik mumlarla aydınlatılmıştı. Arkadan gelen müziğin büyüsüyle ayaklarım yerden kesilmişti. O anda beni belimden kavrayıp iyice kendine çekmiş, dudaklarımızı birbirine kenetlerken bedenlerimizi müziğin ritmine bırakmıştık. Vücutlarımız birbiri için titremeye devam ederken, okyanus mavisi gözleri benliğimi ele geçirmeye devam ediyor, birbirimize minik minik öpücükler konduruyorduk.

"Seni seviyorum!"

"Seni seviyorum!"

"Seni hep seveceğim!"

"Seni hep seveceğim!"

"Ölünceye dek!"

"Ölünceye dek!"

Dudaklarımı onun boynuna mühürlemiş, o müthiş kokusunu içime çekerken, Arda beni hızlı bir hamle ile kucaklamış, ben de ona uyum sağlayıp bacaklarımı beline dolamıştım. Üst kattaki yatak odasına çıkmak için merdivenlere doğru ilerlerken beni kendisi ve duvar arasında hapsetmiş, dudaklarımız daha da hızlanmıştı. Dudaklarımdan aşağıya inip boynuma doğru geldiğinde istemsizce inleyip ellerimi saçlarına daldırmıştım. Dudaklarını daha da sertleştirip ufak bir ısırık bıraktığında buz kesmiş, onu ittirmiş, merdivenin basamaklarına çöktüğümde ise hıçkırıklara boğulmuştum. Kendime engel olmaya çalıştıkça vücudum daha çok sarsılıyordu. Bacaklarımı karnıma çekmiş, kollarımla sararken dişlerimi dudaklarıma bastırıp içimden çıkan o çığlıklara engel olmaya çalışıyordum. Ne olmuştu, ne kadar süre geçmişti bilmiyordum. Ancak kalçamdaki acı ile vücudumdaki bütün gerilim sona ermişti. Gözlerim boş bakıyordu. İçimden ne bağırmak ne de ağlamak gelmiyordu. Ruhum bedenimden gitmişti sanki. Arda beni kucağına almış yatağa giderken sürekli olarak yanımda olduğunu tekrar ediyordu.

Arda bir mucizenin içinde her dakika yeniden doğuyordu. Sıcak bedenleri birbirine dolanmışken bir anda Azra, onu ittirip çığlıklar atmaya başlamıştı. Ne yaptıysa sakinleşmiyordu. Çaresizce otelin doktorunu çağırdı. Meleğine sakinleştirici yapıp sinir krizi geçirdiğini söyledi doktor. İğne yapıldıktan sonra boş boş bakmaya başlamıştı Azra. Ağzından tek bir kelime dahi çıkmıyordu. Arda çıldırmak üzereydi...

Ne olmuştu ne yaşamıştı ki, daha önce canına kıymak istemiş, şimdi ise sinir krizi geçiriyordu. "Allah'ım lütfen meleğimi benden alma!" diyerek dua ediyordu. Dualar sorununu çözeceğe benzemiyordu. Arda onun tek kılı için ömrünü vermeye razıyken, kendi gözünden kıskanıyorken, onu bu hale getiren sebebi bilmemek ve sorunu çözememek daha çok yakıyordu canını...

Telefonu eline aldı ve saatin kaç olduğunu umursamadan çevirdi ezbere bildiği numarayı. Uykulu bir ses ile cevap vermişti Hasan amcası telefona

"Arda, saatin kaç olduğundan haberin var mı? Ters bir şey mi var? Azra'ya bir şey mi oldu?"

Gecenin bir yarısıydı tabi ki. Saat bir hayli geçti.

"Hasan amca, ne olduğunu bilmiyorum ve çıldırmak üzereyim. Azra bir sinir krizi geçirdi. Doktor sakinleştirici yaptı. Öylece boş boş tavana bakıyor. Sanki ruhu alınmış gibi."

"Ne oldu birden bire? Bir şey olmuş olması lazım?"

"Aslında çok güzel bir gece geçirmiştik. Dans ediyorduk, ona romantik bir sürpriz hazırlamıştım ve şey biz biraz yakınlaştık, anla işte... Bir anda beni ittirip çığlık atmaya başladı ve sonrası malum. Sana anlatmıştım. Daha önce de ölmek istemişti ve onu kurtarmış sonra da kaybetmiştim."

Telefonun diğer ucundaki Hasan, derin bir nefes aldı önce. Sonra oflayarak bıraktı o nefesi. Konuya nasıl gireceğini bilmiyordu

"Bak evlat, aslında sana bunu daha önce anlatmam lazımdı. Biliyorsun o kadar aramama rağmen ben de Azra'yı bulamamıştım. Sonra beni bir gün bir taksicinin telefonundan aradı ve saldırıya uğradığını söyledi. Onu hemen otele yönlendirip doktor gönderdim. Azra'ya sakinleştirici yapıp doktor beni aradığında ilk uçakla zaten Antalya'ya onun yanına gittim. Azra tanınamayacak hale gelene kadar dayak yemiş defalarca tecavüze uğramıştı. Onu gördüğümde perişan haldeydi. Sürekli ataklar geçiriyor, krizden krize giriyordu. Tam üç gün boyunca onu uyuttuk ve sonra Ankara'ya getirdim. Aslında toparlamıştı... Ama demek ki yaşadığınız o an ona bir şeyi hatırlattı ve yeniden bir atak geçirdi. Azra'ya bazı şeyler için zaman tanımalısın evlat, çünkü çok zor bir dönemden geçiyor..."

Hasan amcasının sesi git gide kulağından uzaklaşırken kafasındaki tek şey Azra'nın dayak yediği ve tecavüze uğradığıydı. Telefonla konuşurken etrafında dolanıp durduğu cam masaya yumruğunu vurmasıyla masanın tuzla buz olması bir oldu. Çıkan şangırtıdan olacak ki telefondaki ses kulağını yırtıyordu. Dişlerini sıkarak haykırıyordu cinnet geçiren, ruhu bir anda yaşlanan Arda...

"Kim? Bunu yapan kim? Ben ona bakmaya kıyamazken, meleğime bu işkenceyi yaşatan kim? Onu öldüreceğim, anlıyor musun Hasan amca, onu öldürürken, o pislik son nefesini verirken gözlerinin içine bakıp canının çıkışını izleyeceğim. Onu istiyorum, bulun onu bana!"

Azra, Arda'yı okulun ortasında rezil ettiğinde bile bu kadar canı yanmamıştı. Nasıl bir yaratıktı bu? Bir kadına, savunmasız bir kadına şiddet uygulamak, üstüne üstlük tecavüz etmek? Hayatının hiç bir evresinde anlayamamıştı bu olayı, anlayabilmesi de mümkün değildi. Üstelik her gün okuduğu gazetelerin üçüncü sayfaları böyle haberlerle dolu olduğu için okumayı ret eden Arda, şimdi bu olayı bizzat yaşamış olan sevdiceğiyle aynı odada depremlerin en büyüğünü yaşıyordu. Demek ki insan büyük lokma yemeli büyük konuşmamalıydı...

"Sakin ol evlat, böyle yaparsan Azra'ya bir faydan olmaz. Azra'yı çok sıkıştırmama rağmen bana kim olduğunu söylemedi ama yapan kişiyi tanıyor. Merak etme ben de boş durmadım. Adamlarımız kim olduğunu bulmak üzere ve emin ol ki ona ulaştığımızda onu haritadan sildireceğim. Şimdi sakin olmalısın. Azra'nın sana ihtiyacı var. Toparladığı an onu alıp hemen buraya dönüyorsun. Bir an evvel onu tedavi ettirmeliyiz. Durum gerçekten sandığımdan daha ciddi. Bana söz ver, sakin olacak ve bir delilik yapmayacaksın."

Sıktığı dişlerinin arasından tıslayarak konuşuyordu Arda.

"Söz veriyorum, ama sen de bana söz ver, o adamı bulacaksın!"

"Söz veriyorum evlat, söz. Hadi şimdi git ve o eline baktır."

Arda telefonu kapattığında olduğu yere çökmüş cam kırıklarının üzerine yığılıp kalmıştı. Ağzından çıkan tek şeyse, "Onu öldüreceğim!" olmuştu.

Beni kucaklayıp yatağa yatırdığında ruhum bedenimden ayrılmış gibiydi. Ne konuşabiliyor ne de hareket edebiliyordum. Telefonla konuşurken sürekli, "Hayır olamaz," diyordu. Her 'Hayır olamaz!' deyişinde teninin rengi çekiliyor, okyanus mavisi gözleri lacivert hatta siyaha dönmeye başlıyordu.

'Onu öldüreceğim!' dediğinde etrafında dönüp durduğu masaya yumruğunu vurmuş ve masayı tuzla buz etmişti. Geçen günlerden birinde otelin müdürü anlatıyordu bu camlar iki santimetre kalınlığında ve öyle kırmak her babayiğidin harcı değil diye. Masanın bin parça olduğunu gördüğümde o yumruğu Bertan'a atarsa neler olabileceğini, hatta bu hırsla hiç uğraşmadan tek eliyle bile onu öldürebileceğini anlamıştım. Duyduğu şeyler o kadar canını yakmıştı ki elinden akan kanların farkında bile değildi. Telefonu kapatıp cam parçalarının üzerine yığıldığında bütün gücümü toplayıp yataktan kalkmıştım. Yanına oturduğumda kanayan elini avuçlarımın arasında bastırarak gözlerinin içine baktığımda sesim zor çıkıyordu.

"Söz ver bana sevgilim, söz ver, başını belaya sokmayacaksın. Beni yalnız bırakmayacaksın. Bunca yıldan sonra birbirimizi bulmuşken benim geçmişteki hatalarım yüzünden beni bırakmayacaksın, delilik yapmayacaksın..." diyerek yalvarıyordum.

Alnını alnıma yaslamış, gözlerinden süzülen yaşları ellerimizin üzerine damlarken, "Söz veriyorum meleğim, seni asla bırakmayacağım. Benim yüzümden üzülmene asla izin vermeyeceğim. Seni seviyorum meleğim. İstersen öpüşmeyelim bile ama ellerini elerimden çekme. Lütfen beni bir daha itme. Sakın benden korkma. İstersen ölene kadar bedenlerimiz bir araya gelmesin, ama benden kaçma ve sana yemin ediyorum ki seni asla ama asla bırakmayacağım," diyerek yalvarıyordu...

Birbirimize sarılmış hüngür hüngür ağlıyorduk artık. Ona sımsıkı sarılmıştım. Kendimi toparlayıp ona son gücümle, "Beni evimize götür aşkım," diyebilmiştim.

***

Evimize geleli on beş günden fazla olmuştu. Psikoloğum kendi evimdeki anılarımla yüzleşmeye henüz hazır olmadığımı söylediği için Arda'nın evinde kalıyorduk. Gölbaşı tarafında etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili, bahçesinde oldukça büyük bir havuzu olan güzel bir villaydı burası. Kendi şahsi ihtiyaçlarım için Aysel'i de yanımda getirmiştim. Bu arada birkaç gece dışarı çıktığımızda basına yakalanmıştık ve evet artık ilişkimizi herkes biliyordu. Son iki gündür çok yorgun hissediyordum kendimi. Arda her gün holdinge gidiyordu. İyi bir eş olmanın provalarını yapıyormuş. Sanırım üşütmüştüm ya da mevsimsel grip gibi bir şey geçiriyordum. Sürekli midem ağzımdaydı ve ayağa kalkınca da dünyam dönüyordu. Bütün vücudum kırılıyordu, hatta ağrımayan kemiğim yoktu. Tek düşündüğüm sıcak yatağın içine kıvrılıp arka arkaya eski dizileri izlemekti.

Kendi iç sesimle dedikodu yaparken yine midem ağzıma gelmişti ve bu sefer dışarı çıkmak için inatla direniyorlardı. Kendimi klozetin önüne zor atmıştım ve beklenen an gerçekleşmişti. Sonunda midem boştu. Beynim yerinden çıkacaktı sanki.Var gücümle çökmüş olduğum yerden bağırıyordum.

"Aysel neredesin sesimi duyan var mı?" Bizimki yine Lale Hanım'la kahve falı bakıyordu herhalde. İstemediğim ve ihtiyacım olmadığı her anda dibimde biten Aysel, nedense her ihtiyacım olduğu zamanda sırra kadem basıyordu.

Elimi yüzümü yıkayıp merdivenlerin başına geldiğimde, "Aysel!" diye seslenmeye devam ediyordum. Birinci basamağa adımımı attığımda yer ayağımın altından kaymıştı ve son gördüğüm Aysel'in korkudan fal taşı gibi açılmış olan gözleriydi...

Ambulans sirenleri ile gözümü açmıştım. Elimi tutan Aysel bana o korku dolu gözleriyle bakmaya devam ediyor, tepemdeki paramedik telsizle hastaneye bir şeyler söylüyordu.

"Yirmi üç yaşında bayan hasta, merdivenlerden yuvarlanmış, Subtral bölgede açık yara var, travma geçiriyor olması muhtemel, aynı zamanda vajinal kanaması var. Beş dakikaya varış noktasındayız."

Beni o kadar sıkı bağlamışlardı ki hareket etmem mümkün değildi. Ağzımdaki oksijen maskesini çıkartmadan sesimi duyurmam da imkânsızdı. Bir taraftan elimi tutan, bir taraftan ağlayan Aysel bir taraftan da telefonla konuşmaya çalışıyordu.

"Arda Bey, evet benim!"

"Aysel niye ağlıyorsun?"

"Çok kötü çok!"

"Aysel ne oldu? Delirtme beni!"

"Azra Hanım merdivenlerden yuvarlandı. Başını merdivenlere vurdu ve kafası kanıyor. Ambulanstayız şimdi, MedSky hastanesine gidiyoruz."

Başımdaki ağrı o kadar şiddetlenmişti ki gözlerimi açık tutamıyordum.

***

Gözlerimi tekrar açtığımda, tepemde Arda'nın bana bakan gözlerini görmüş ve bir şeyler olduğunu anlamıştım. Okyanus rengi gözleri neredeyse siyah olmuş, boynundaki ve şakaklarındaki damarlar dışarı çıkmış, teninin rengi ise çekilmiş bembeyaz olmuştu. Korkarak, "Aşkım bana ne oldu? diyebilmiştim.

Alnıma bir öpücük kondurduktan sonra rengi koyulaşmış gözlerini gözlerimin derinliklerine demirlemişti.

"Meleğim tek bildiğimiz merdivenlerden yuvarlandığın ve en son basamağa başını vurduğun. Doktorun gelmesini ve neyin olduğunu söylemesini bekliyoruz."

Onun gözlerinin içinde kaybolurken bir taraftan da başımdaki ağrıya bildiğim bütün küfürleri sıralıyordum.

"Şey, aslında ben kusmuştum. Çok halsizdim. Grip olduğumu sandım. Mutfağa inip ilaç alacaktım. Sonrasını hatırlamıyorum."

Odanın açılan kapısından doktor içeri girmiş, elimi sımsıkı tutan Arda ne olduğunu anlayabilmek için yanımdan bir çekirge gibi sıçramıştı. Doktorun gülümsemesine anlam verememiştim.

"Öncelikle rahatlayabilirsiniz korkulacak bir şey yok. Tomografi sonuçları temiz çıktı. Sadece başınızdaki yaraya estetik bir dikiş atmak zorunda kaldık. Biraz dinlenmeyle hiçbir şeyiniz kalmaz."

Merakıma dayanamayıp doktora lafını yarıda bıraktırmıştım.

"Peki, ben neden kustum ve neden merdivenlerden inerken gözüm karardı ve de yuvarlandım? Ambulanstaki adam kanamam olduğunu söylemişti."

"Bakın gebelikte bundan sonraki dönemde bu bulantıları, baş dönmelerini hatta bayılmaları çok yaşayacaksınız. Bünyeniz biraz zayıf. Düşük tehlikesi geçirmişsiniz. Ama şu an için bebekte bir sıkıntı yok."

Duyduklarımız karşısında Arda allak bullak olmuş, bense gözyaşlarımı tutamamıştım. Odanın içinde volta atan Arda ne söyleyeceğini düşünmeye çalışıyordu. Yanıma oturmuş ve başparmakları ile gözyaşlarımı silmişti.

"Bak aşkım doğurmak istersen saygı duyarım ve o bebeğe kendi babası gibi sahip de çıkarım. Sen nasıl mutlu olacaksan ben senin yanındayım."

Dayanamayıp onu iyice kendime çekmiş ve dudaklarına küçücük bir öpücük bırakmıştım. Ardından boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım.

"Aslında ben bu bebeği doğurmak ve onunla yaşlanmak istiyorum. Çünkü onun babasına aşığım. O gecenin hatırasıyla dünyaya gelsin istiyorum. Beni kendine âşık eden, beni ölümden döndüren o adama benzesin istiyorum. Gözleri babasınınki gibi okyanus rengi olsun istiyorum. Ben ondan bir parçayı öldüremem aşkım. Çünkü onun babası sensin..."

Continue Reading

You'll Also Like

84.6K 913 11
Yanlış anlamadan doğan bir hata ve getireceği sorunlar onları karşı karşıya getirdi. İlk izlenim kesinlikle etkilenme değildi. Yalnız bilmedikleri şe...
17K 3.8K 24
" üzgünüm ama ben aşka inanmam" diye söyleyen Hale, karşısındaki adamın gözlerindeki sıcaklıktan bir an olsun kopmak istemiyordu. fakat yaşadığı onca...
2.4M 106K 71
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.8M 104K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...