Asel

By Hikaray

7.6M 247K 26.2K

Küçücük bir bedeni nasıl sığdırdılar beyazlar içine? Oysa kendi halinde saf ve naif dünyadan kopuk bir kızke... More

1 - Can Parçası
2 - Kınalı Güzel
3 - Gelin
4 - Kelebek
5 - Kanatsız
6 - Kaçış
7 - Yeniden
8 - Nefret
9 - Hata
10 - Kocacığım
11 - Uzak
12 - Gecelik
14 - Ten kokusu
15 - Benimsin
16 - Doğruluk
17 - Biz Bize
18 - Özel
19 - Yaralı
20 - Kayıp
21 - Geçmiş
22 - Huzur
23 - İhanet
24 - İntihar
25 - Melek
26 - Kurtarıcı
27 - Doktor
28 - Kanından Canından
29 - Kıskanç
30 - Bebek
Bölüm-31 Yağmur
Bölüm-32 Emanet
Bölüm-33 Kurşun Yarası
Bölüm-34 Geçmişten Gelen
Bölüm-35 Kan
Bölüm-36 Kan II
Bölüm-37 Katil
Bölüm-38 Yürek Tanem
Bölüm-39 Bal Tanem
Bölüm-40 Kırılış
Bölüm-41 Baba
Bölüm-42 Aşk kokusu
Bölüm-43 Hoş Geldin Hayatıma
Bölüm-44 Aşk Final
Bölüm 45- Benim ol
Kırmanşah
!
Cebri İcra
Teşekkürler! ❤

13 - Ölümsüz

198K 6K 574
By Hikaray

Not: Biraz cinsellik içeren bir bölüm.

Duştan yayılan kadınsı kokuyla, gezindi odanın içinde. Etrafında gözlerini gezdirdi ve gergin bir halde oturdu yatağa.

Çıplak olan ayakları üşüyordu, açık teninde gezinen soğukla ürperdi. Heyecan duygusuna kapılan bedeni titriyordu, kendini sakinleştirmeyi denese de bir türlü başaramıyordu. Derin derin solduğu nefesle aklında bu gece ne yapması gerektiğini düşünüyordu. İçinden bir ses o gelmeden üstündekilerden kurtulması gerektiğini tekrar tekrar söylüyordu. Narin vücut hatlarını ortalığa sergileyen gecelikle kendini satılık kumaş gibi ortaya attığını düşünüyordu. Aslında tek istediği ona kadın olabileceğini kanıtlamak, ebediyen böyle yaşayamazdı. Belki bir adımda bulunsa o da bir adım yaklaşırdı?

Belki de ilk adımla her şey değişirdi? Her ne kadar çabalasa bile... O bir adım gelmedikten sonra ona gitmek neye yarardı ki. Nefretle püskürdüğü sözler, yediği acı dolu darbeler gitmezdi. Sarılsa bile geçmezdi artık. Yüreğine yediği tokatlarla nefes almak bile zor geliyordu, gitmek istese de evlilikten kaçamazdı. Yolun sonu ölüme gidiyordu... Aşk denilen şeyden haberi bile yoktu, sevilmemişti ki hiç.

Ellerini bacaklarında dolaştırdı. Hafif açık renkteki teninin bir kısmını kaplayan gecelikle daha olgun duruyordu. Utancından kızaran al yanaklarıyla daha da güzelleşmişti, ayağa kalkarak makyaj masasına doğru çekingen adımlarla yaklaştı. Masadan aldığı kırmızı ruju dudaklarına ufak ufak basarak sürmüştü, bir birine sürterek tüm dudaklarına dağıttı. Titreyen ellerle aldığı ruju geri koydu yerine, kendine hakim olamıyordu. Korku denen duygu onu ele geçirmişti... Aynadaki üzgün yansımasına baktığında kendi güzelliğini ilk kez fark etmişti.

İnce beliyle, o belinden aşağı doğru inen kıvrımlı dolgun kalçalar... Beğenir miydi? İster miydi, onu kadın olarak görür muydu, hüzünle eğdi başını. Parmak uçlarını masada gezdirdi. Neden önemsiyordu ki? Mecburiyetten yapmıyor muydu bunu. Doğru ya, mecburiyetten.

Mardin gibi bir yerde kendini kanıtlaması gerekiyordu değil mi. Her evlenen kız gibi o bembeyaz çarşafı bir kaç kan damlasıyla süsleyip göstermesi gerekiyordu değil mi (!) Bir ağa gelini... Çok büyük bir olaymış gibi. Köylünün diline dolaşacaktı, tıpkı o gece de olduğu gibi. Çağanın onu en mutlu olması gereken günde bırakması gibi! Açtığı yaraları daha da derine kestiği gibi... Ah, neden uğraşıyordu ki?

Gözlerini ahşap parkede gezdirerek, cam kenarının yanına yanaştı. Gökyüzünün mavi tonlarıyla boyanmasıyla kendini kaybetmişti, suskun ve isteksiz bir tavırla beklediği adam gelmek bilmiyordu sanki. Kollarını göğsünün altında birleştirdi. Gelmemesi daha mı iyiydi?

Ne çabuk geçmişti onca zaman, onca vakit. Gözlerini hâlâ alamamıştı gece mavisinden. Parlayan yıldızları tek tek sayıp durdu, imkansızı başarma isteği artıkça daha da saydı. Gelmedikçe... Daha da saydı o pırıltı tanelerini. Bilmiyordu, ne derdi vardı? Neden hüzünlüydü bu gece.

Gelmeyişi kalbini sızlatıyordu. O kadar nefret ediyormuş demek ki, eve bile gelmeye tenezzül etmedi. Bakışlarını pencereden ayırıp komodinin üzerinde duran telefona odaklamıştı, ne arayan vardı nede onu arayası. Arasa bile ne diyecekti, ne anlatacaktı hatta ne soracaktı?

Kim bilir neredeydi, kiminleydi. Gelmediğine göre kendine bir eğlence bulmuştu. Geri çekildi, bu geceliğe ihtiyacı yoktu... Çıkarmak bir yana, halen üzerinde kalmasını istedi. En azından bir süreliğine kendini istenen bir kadın olarak hissetmek istedi, gelmeyecekti. Saatin daha da ilerlemesiyle bundan emin olmuştu, derin bir ah çekerek beyaz yatak örtüsüyle sarılan yorganı kaldırdı. Zorlukla attı kendini o kalın sıcak yorganın altına. Yatağın sağ tarafında yatmayı alışkanlık haline getirmişti.

Gözlerini sıkarak kapattı. Ağlamak istemiyordu ama gözlerini dolduran ılık yaşlara sahip çıkamadı. Gözünden süzülen yaşlar, burnundan kırmızının en güzel rengine boyadığı dudaklarına aktı. Kavrayıp sarıldığı yorgana daha da sıkıca sarıldı, sıcaklığına sığındığı yorgan tenini okşuyordu. Üzgündü, hemde nedensizce.

"İstemiyor işte... Neden zorluyorsun ki aptal." Diye mırıldandı kendi kendine. Uykuya teslim etmek istiyordu kendini, öylece uykunun kollarına sarmaş dolaş olmak istiyordu. Fakat uykusu tuhaf bir şekilde gelmek bilmiyordu. Hatta gelmek istemiyordu bile diyebilirdi, isteksizleşmişti iyice.

Islanarak birbirine dolanan kirpikleri, ağırlaşan gözlerine eşlik ediyordu. Her ne olursa olsun açmak gelmiyordu içinden. Kulağını kapıya odaklamıştı. Her tıkırtıyı duyuyordu.

Bu demek oluyordu ki, yine de onu beklemeyi seçiyordu.

Gelmeyen birini bekliyordu...

Bütün gününü mahfeden baş ağrısı içtikçe artıyordu. Yudumladığı zıkkımın dibine geldiğinde yenisini istiyordu. Tüm gecesini böyle geçirmişti, içtikçe içiyordu. Kapanmak üzere olan barın tezgahında sızıp kalacak kadar sarhoştu. Omuzunda hissettiği dokunuşla kıkırdadı. Hafifçe homurdanır gibi sesler çıkardı, dürtmeye başlayan bar çalışanı onu kendine getiremiyordu. "Ağabey." Diye seslenip dursa da, kendini kaybeden adam bir türlü uyanmıyordu.

"Ağabey kalk, kapatıyoruz." Diye tekrarladı kendini. Başını kaldıran adam sadece pişkinlikle gülüyordu. İçkiyi fazla kaçırdığından ne dediği belirsizdi, kolundan tutup ayakta kalmasını sağlayan barmen taksiyi çağırıp kafası kıyak olan adamı bindirmişti.

Hıçkırarak ağır gelen kafasını arkaya bıraktı, ellerini siyah saçlarına daldırdı. Kahve gözlerini kısarak şoföre "Miranlı konağı" Gibi bir şey zırvaladı.

Kolunu kaldırıp bileğini kaplayan kol saatine baktı. Gecenin üçü muydu cidden? Ah... Beyin sikici cidden.

İlerleyen taksi sanki hiç durmayacak gibiydi. Gittikçe gidiyordu, gezindiği taşlı ve yokuşlu yollar midesini bulandırıyordu. Ekşiyen midesiyle yüzünü tiksinircesine büzüştürdü, of midesine sanki birisi bıçak saplıyor gibiydi. Saplıyordu çıkarıp tekrar sokuyordu sanki. Mardin'i doğduğundan beri sevmezdi İstanbul veya İzmir de daha rahattı sanki.

Ne töre vardı, ne de karışan bir aşiret. En önemlisi ne Ahmet ağa vardı durmadan dırdırını çektiği.

Taksinin durmasıyla cebinden çıkardığı parayı uzattı, kapıyı zar zor açsa da ayakta bile duramıyordu. Arabadan inerek yeni doğmuş bir ceylan gibi konağa ilerledi, sarsıla sarsıla ilerlediği yolda kıkırdayıp gülüyordu. Sarhoş olmak onu mutlu biri yapıyordu... Belki de o yüzden seviyordu içmeyi.

Ceketinin cebinden çıkardığı demir parçasıyla sarhoşluktan titreyen elleriyle bir türlü anahtarın deliğini tutturamıyordu. Çabalayıp dursa da sonun da anahtarı kapıyla birleştirebilmişti. Çevirip araladı kapıyı. Parmak uçlarıyla iterek sessizce kapattı. Anahtarlığını tekrar cebine atarak merdivenden yukarı doğru çıkarak odasına gitmeyi planlıyordu. Attığı sağlam olmayan adımlarla kendini taşıyamayan kollarla ilerledi. Merdivenin son basamağıyla, hangi kapı olduğunu bulmak istercesine bakındı.

İlk kapı mıydı? Ya da karşısında duran mıydı. Yorgun adımlarla dümdüz ilerledi. Sendeleyerek kapıya varmıştı, ses çıkarmamaya çalışarak açtı kapıyı.

Odaya girmesiyle düğmelerini çözdü. Ruhu daralmıştı, ceketini attı yere. Tek tek açtığı düğmelerle ceketinin üzerine alkol kokusuyla kirlenmiş siyah gömleğini attı. Kemerinin tokasını çözerek, belinden kemerini çekiştirdi. Pantolonunda da kurtularak, sadece iç çamaşırıyla kalmıştı.

Yorganı kaldırarak daha fazla ayakta kalamayıp yatağa bıraktı kendini. Yuvarlanıp, döndüğü yatakta uyuyan simanın sırtına çarptı.

Şaşkınlıklar içinde yanında yatan kadını fark etmişti. Yüzüne baktığında başının dönmesiyle tam anımsayamadı, kollarını ince beline dolayarak sarıldı. Vücudunu istemsizce bastırıyordu, hissettiği sıcaklık mutluluk vericiydi. Durmadan gülümsemesiyle, burnunu o narin bedenin sahibinin sarımsı saçlarına gömdü. İçinde çektiği kadınsı kokuyu durmadan kokladı... Meleklerin kokusuna batırılıp çıkartılmış gibi mis bir koku duyuyordu. İstemsizce daha da yaklaştı, hafifçe kıpırdanan uykulu kadın ne yaptığının farkında bile değildi.

Arkasında yer edinen adama sürtünüyordu. Dudaklarını ısıran genç adamın hoşuna gitmişti bu hareketi. Ellerini yavaşça aşağı doğru gezdirdiğinde beraber yattığı kadının bacak arasına varmıştı. Parmak uçlarıyla bacaklarında dolandı. Bir homurtuyla üfledi kulağına... Ağırlaşan gözlerini açmıyordu bile.

Uykusun da dudaklarından kayıp onu çıldırtan inlemesin den habersizce uyuyordu mışıl mışıl. Sarıldığı kadının çıkarttığı sesle vücudunu ateşe atarcasına bir sıcaklık ele geçirmişti.

Sertleşen bir şeylerin değmesiyle rahatsız olan kadın, bir hamleyle ona sarılan -sertliğin sahibi olan- adama döndü. Hâlâ uyuyordu...

Masum bir suratla karşı karşıya kalan Çağan, dokunduğu kadının yüz hatlarını ezberliyordu. Dolgun dudaklar, uzun ıslak kirpikler. Nefes kesen bir yüze sahipti, nefesini kesiyordu bu kadar yakın olmak. Kapalı olan gözlerinin üzerine düşen saç parçasını kulaklarının arasına iterek. O bakmaktan bıkmayacak gibi hissettiği yüzü daha iyi görebiliyordu.

En tatlı öpücüğünü kadının anlına basmasıyla, kararmaya başlayan gözlerini uykuya teslim etmek istercesine yumdu. Berbat geçen günü huzura kavuşmuştu sanki... Yarım bir vaziyette uykuya dalmasıyla, yüzünde hissettiği sıcak nefes: her şeyi unutturur gibiydi.

Duyduğu, kokladığı, dokunduğu, gördüğü... En güzel rüyaydı bu.

Uyanmak istemiyordu bir daha. Alkolün verdiği etkiyle hızlı çarpan kalbi git gide hızlanıyordu. Yüzünü okşayan sıcaklık onu azdırıyordu. Evet, kelimenin tam anlamıyla.

Biraz daha dokunmak istiyordu, o pürüzsüz tende gezindirmek istiyordu parmaklarını. Taşıdığı ağır kadınsı koku burnunda dolmaya devam etti. Dayanılacak gibi değildi! Hipnotize ediyordu onu... Kimdi bu kadın? Neden bu kadar güzel geliyordu gözlerine.

Yasak bir meyve misali onu neden elde etmek istiyordu. Alkolün oynadığı aptal bir zihinsel bir oyun muydu bu yoksa... Bilmiyordu, bilmekte istemiyordu.

Tek istediği: bu gece hiç geçmesin - bu rüya hiç bitmesin.

Geçen bölümü kısa yazmıştım, onu telafi etmek istedim. Her şeye rağmen güzel yorumlar yazan arkadaşlara teşekkür ederim. İyi ki varsınız, sizi bekletmek istemedim. Geçmiş olsun dileklerinde bulananlara ayrı bir teşekkür ederim :) Biliyorum çok merak içindesiniz fakat elimden geldikçe yazmaya çalışıyorum.

Yorumlarınız beni mutlu ediyor, beğeni ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin :)

Continue Reading

You'll Also Like

433K 18.4K 22
Elizabeth partide sıkıntıdan ölüyordu. Üstüne bir de aptal adam Philip onu taciz etmeye kalkınca işler çığırından çıktı. Luka ise en yakın arka...
3.1M 156K 66
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
5.7M 233K 33
Terk edilmiş genç bir kadın, başkalarının onun için çizdiği gelecekte oynamak yerine kendi bir hamle yapar ve onun aksine ailesinin göz bebeği olan b...
43.4K 3.4K 13
O Elif..ismi gibi dimdik durmayı severdi. Öfkesini , geçmişine olan kızgınlığını birer çöp yığını gibi geride bırakmıştı. Onun yerine bedeninde gezin...