RUHUMUN GÜNAHI

By Buketderler8

18.9K 11.6K 3K

Hiç, sebepsiz yere, ansızın kalbinizin sıkıştığı oluyor mu? Güneş'in altında karanlık üzerinize çullanıyor mu... More

1.BÖLÜM: Kaçış..
2.BÖLÜM: Karanlığına Hoşgeldin..
3.BÖLÜM: Değişim..
4.BÖLÜM: Kırmızı..
5.BÖLÜM: Yara..
6.BÖLÜM: Yarın Yok Gibi..
7.BÖLÜM: Kaybet Beni..
8.BÖLÜM: Merhaba..
9.BÖLÜM: Nefes..
10.BÖLÜM: Karanlık Oyun..
11.BÖLÜM: Elveda..
12.BÖLÜM: Neredesin..
13.BÖLÜM: Zehir..
14.BÖLÜM: Gurur..
15.BÖLÜM: Güneş ve Ay..
16.BÖLÜM: Kar..
17.BÖLÜM: Kimsin Sen?
18.BÖLÜM: Başlıyoruz..
19.BÖLÜM: Kaderin Oyunu..
KARAKTER TANITIMI
20.BÖLÜM: Bul Beni..
21.BÖLÜM: Paramparça..
22.BÖLÜM: Gölge..
23.BÖLÜM: Ateş Sensin...
24.BÖLÜM: Oyun Bitti.
25.BÖLÜM: Söz Vermiştin..
26.BÖLÜM: Yarattığın Karanlık..
27.BÖLÜM: Üç Dakika.
28.BÖLÜM: Umut Dolu Sesleniş..
29.BÖLÜM: Senin İçin..
30.BÖLÜM: Mehir..
31.BÖLÜM: 27 Haziran.
32.BÖLÜM: Dayan Nefesim.
33.BÖLÜM: Geçmişin Karanlığı.
34.BÖLÜM: Aşkın Gücü..
35.BÖLÜM: NİŞAN..
36.BÖLÜM: Büyük Oyun.
37.BÖLÜM: Yabancı.
I.Kitap Finali: GÜNAHKÂR VE MASUM.
II.KİTAP TANITIM
40.BÖLÜM: Yalan Kapanı.
41.BÖLÜM: Kâbus.
42.BÖLÜM: Mucizeye Kaçış.
43.BÖLÜM: Güneş ve Uzay.
44.BÖLÜM: Tehlikenin Kanı.
46.BÖLÜM: En Güzel Dilek..
47.BÖLÜM: Merhaba Ve Güle Güle.
48.BÖLÜM: Doğum Ve Ölüm.

45.BÖLÜM: Nefretin Gözleri.

76 31 68
By Buketderler8

Oy verip yorum yaparsanız çok sevinirim♡

"Bir zamanlar sevgiyle bakan gözler nefrete bürünmüştü."

"Karanlık, sevgiyi yok etmişti."

(Mehir'in Anlatımından)

Bastığım yer ayaklarımı içine çekiyor, dalgalar arkamda bıraktığım adımları siliyordu. Kavurucu güneş tenimi yakarken gözlerimi kısıp adımlarımı hızlandırdım.

Oradaydı..

Uzay..

Giydiği beyaz gömlek ve pantolon o kadar yakışmış ki bir süre durup öylece uzaktan izledim. Elindeki küçük oyuncak kürek ile çıkardığı kumu kale şeklindeki kovanın içine koyuyordu. Rüya görüyordum..Yani yanına gidebilirdim.

"Sevgilim.." Yanına yaklaştıkça kokusu deniz kokusunu bastırıyor, evrene hakim oluyordu. Rüzgâr, kokusunu daha da hissetmeme yardımcı olurken adımlarım yanında durdu. Durduğum ân gördüğüm manzara ile bedenim titremeye başladı.

Uzay, karşısında küçücük bir kız çocuğu ile kumdan kale yapıyordu.

"Uzay!" Uzay'a ve bebeğe doğru attığım adımlar beni onlardan daha da uzaklaştırıyordu. Korkunun ve tedirginliğin doğurduğu gözyaşları yanaklarımı ıslatırken gözlerim, Uzay ve bebeğin sağ tarafında benim karşımda duran bedene döndü.

Siyah takımının kollarını sıyıran eller saniyeler içinde bebeğe yöneldi.

"Kızımı benden alamazsın!" Uzay, bebeği alan kolu tuttuğunda bebek ağlamaya başlamıştı ve ben o ân Uzay'ın kurduğu cümle ile elâ gözlü, al yanaklı bebeğin bizim bebeğimiz Güneş olduğunu anladım.

"Bebeğimi benden alamazsın!" Dakikalardır Uzay'a ulaşmayan çığlıklarım karşımdaki bedene ulaşmış olmalıydı ki nefret dolu bakışları beni bulmuştu.

Yüzüne yerleşen sinsi gülümseme ile arkasını döndüğünde bebeğimi almak için attığım adım, kumları saran zehirli sarmaşıkların etkisi ile olumsuz yanıt vermiş, düşmüştüm.

Kalktım ve düştüm. Bu, dakikalarca böyle sürdü.

Birden karnıma giren ve  tüm vücudumu etkisi altına alan sancı ile bir kez daha yere düştüm fakat bu sefer kalkamadım. Ellerim karnımda acılar içinde çığlık atarken Uzay, koşarak yanımdan uzaklaştı.

Kızımıza koştu.

Uzay, kızımızı, Güneş'imizi kucağına aldı ve gözlerim kapandı..

Titreyen vücudum ile gözlerim aralandığında soğuğu içime işleyen zeminde yatıyordum. Zeminden destek alarak kalkmaya çalıştığımda karnımda oluşan sancı hareket etmemi zorlaştırıyordu.

"Ah!" Sesim soğuk duvarlara çarpıp bana geri gelirken acım artıyordu.

"Nolur beni bırakma bebeğim! Vazgeçme!" Sağ elimi karnıma koyup kaçacak bir yer aramaya başlamıştım fakat dakikalar sonra olumsuz ve sancı artmış bir şekilde geri gelmiştim.

"Yardım edin!" Duvarın ortasını kaplayan demir kapıya vurdukça çığlıklarım artıyordu.

Adımlarım, gözlerimi açtığım yerde durduğunda ayakta duracak gücüm tükenmişti. Sırtımı soğuk zemine verdiğimde gözyaşlarım süzülüp kulaklarıma oradan saçlarıma yerleşiyordu.

"Güneş.." Kana bulanan sağ elimi karnımın üzerine koyduğumda gözyaşları içinde dua ediyordum. "Nolur beni bırakma.."

Çığlıklarım, çaresizliğime çarpıp bana ulaşıyordu.

Gözlerimin yangını tüm vücuduma yayılırken dakikalar önce yumrukladığım demir kapının açıldığını gördüm. Ardından içeri dolan gün ışığı gözlerimi yakarken bana yaklaşan bedenin yüzünü seçemiyordum. Gözlerim, seçme macerasına yanımda duran ayaklardan başlamış ve yukarıya doğru çıkıyordu.

Saniyeler sonra tanıdık yüzü gördüm.
Tanıdık gözleri..

Gözlerimi açıp kapattım. Bunu ard arda üç kez yaptım ama sonuç değişmedi. Demek ki doğru görüyordum.

"Cevdet amca.."  Dedim gözyaşlarım kulaklarımdan süzülüp zemini bulduğunda. "Beni kurtar." Kan lekelerine teslim olan sol elimi saniyeler süren çabam sonucu kaldırdığımda gözlerinde beliren ifade nefesimi kesmişti.

Acımasızlık.

Gözlerine yerleşen ifadeyi duygularımın sayfasında onlarca ifade ile anlatabilirdim ama gücüm yoktu. Belki de buna inanmak istemiyordum..

"Yardım et." Elim tozlu zemine düştüğünde hissettiğim acı ile gözlerimi kapattığımda gözyaşları kirpiklerime yapışmıştı.

"Buraya seni kurtarmaya geldiğimi düşünüyorsan." Dedi yaşlı gözlerim gözlerini bulduğunda. "Yanılıyorsun."

Ayağa kalktığında dizini temizledi ve duruşunu dikleştirdi.

"Benim oğlum sana âşıktı hâlâ aşık ama geçecek. Unutacak. Unutturacaksın kendini." Duyduklarıma inanmak istemiyordum. Cevdet amca.. Aşkımızı seven adam..Şuan beni ve bebeğimi ölüme terk etmiş olamazdı.

"Bebeğim.." Doğrulmak için yerden destek aldığımda sağ dizini yere koymuş iğneleyici bakışlar ile karnıma bakmaya başladı.

"Karnındaki her kimdense.." Göz bebeklerimin irileştiğini hissediyordum. Gözlerim yuvalarını terk etmişti, biliyorum.

"Bebeğimiz..Uzay ve benim." Cümlesine devam etmesine izin vermeyip konuştuğumda dudaklarına öfkenin gülümsemesi yerleşmişti.

"Test yaptırdık. Karnındakinin Uzay ile hiçbir bağı yok." Ayağa kalktığında ağır adımlar ile etrafımda yürümeye başladı. "Oğlum her yerde seni arıyor. Sen onu yarı yolda bıraktın. Babam haklıymış. Sen onu hiç sevmemişsin. Oğlumdan uzak duracaksın Mehir." Bakışları karnıma kaydığında devam etti. "Bir iki saate sonsuza kadar oğlumun hayatından çıkmış olacaksın."

Adımları demir kapıyı bulduğunda çaresizce doğrulmaya çalıştım. Sancım ve kanamama rağmen ayağa kalktığımda Cevdet amcanın çıktığını, kapının kapandığını gördüm.

"Kurtulacağız bebeğim..Sana söz veriyorum, seni yaşatacağım."

"Dayan güzelim.." Uzaklardan yankılanan sese döndüğümde karanlık boşluk beni karşılamıştı. "Kızımız için, bizim için dayan." 

"Uzay.." Ela gözleri karanlığı yok ediyor, acımı hafifletiyordu.. Ta ki Uzay kaybolana kadar.

"ÂH!" Güçsüz çığlıklarım birbirini kovalarken ellerim karnımın üzerinde ağlayarak dua ediyordum..

Dayanmalıydım. Savaş Akan her yerde beni aratıyordur. Beni kurtarmaları an meselesi olmalıydı aksi hâlde aklımdan geçen düşüncelere inanmak istemiyordum.

Ne olur bilmiyorum..
Bildiğim tek şey Güneş, evrendeki yerini alacaktı.

(Yazarın Anlatımından)

Mehir'in kaçırılmasının ardından bir saat geçmiş, Savaş Akan'ın adamları izlenen kamera görüntülerinin ardından Mehir'in bindirildiği aracın sapacağı tüm yollardan geçerek aramaya başlamışlardı.

"Besbelli Toprak denen adam!" Drew, sağ eliyle alnını ovuştururken odada sadece o ve Tamay vardı.

"O herifi mahvedeceğim!" Dedi Tamay volta atmaya devam ederken. Açılan kapının ardından Savaş Akan odaya girmişti.

"Toprak'ın ne kadar mekanı varsa.." Dedi Drew ve Tamay'a bakarak. "Hepsini patlatın!"

"Mehir'i bu şekilde bulabilecek miyiz?" Tamay'ın sorusuyla Savaş Akan emin bir ifade ile başını salladı. "Elbet ortaya çıkacak ve bir açık verecek." Ciddi ifadesini bozmadan camın önüne ilerlerken Drew ve Tamay'ın endişeli bakışları üzerindeydi.

"Hadi!" Dedi Drew, Savaş Akan'a yaklaşarak. "Neyi bekliyoruz?"

"Yakalım, yıkalım, Mehir'i bulalım." Tamay delicesine bir öfkeyle odadan çıkarken Drew ve Savaş Akan da arkasından gelmişti.

Dakikalar sonra gidecekleri mekânlar paylaştırılmıştı. Hazırlıkları tamamlananlar arabalardaki yerlerini alırken bir el Savaş Akan'ı durdurmuştu.

Başını kolundaki ele sonrada ona bakan kızaran gözlere çevirdi.

"Kızımı bul." Dedi Cemre Akan gözyaşları içinde. "Kızımı ve torunumu kurtar." Sesindeki titreklik vücuduna da hâkim olmaya başlamıştı.

"Mehir ve bebeği için güçlü durmalısın." Cümlesinin ardından bakışları içeriye döndü. "Emily!" Evi dolduran sesine karşılık evden sorumlu orta yaşlı kadın yanına geldi. Nefesini düzenlerken bakışları Savaş Akan ve Cemre Akan da dolaştı.

"Cemre Hanım'a sakinleştirici bitki çayı hazırlar mısın? Doktor Joseph birazdan burada olacak."

"Elbette." Kadın başını sallayarak uzaklaşırken Savaş Akan'ın mavi gözleri Cemre Akan'ın çakır gözlerini buldu. "Mehir'le birlikte geleceğim." Son cümlesine karşılık çakır gözler açılıp kapandı ve ardında iki damla gözyaşı bıraktı.

Kapanan kapının ardından Cemre Akan kızının odasına gitmiş, yastığına sarılmış gözyaşları gözlerini alev topuna çevirirken dua ediyordu.

"Sahibiniz nerede!" Tamay'ın gür sesi ve sesini destekleyen, korumaların ardındaki uzun camları kıran iki el kurşun sesi ile adamlar silahlarına sarılmıştı fakat sarıldıkları gibi de inmişti elleri. Tamay'ın arkasında beliren adamlar ile girecekleri çatışmadan mağlup geleceklerini anlamış olacaklar ki aralarından birinin "Burada yok." Cevabı duyuldu. Bu cevap Tamay'ın hoşuna gitmemişti.

Mekana girmeleri, bakmadık delik bırakmadıkları ve artan sinir ile çıkmaları dakikalar sürerken diğer tarafta Drew başka bir mekana gitmiş, istediği cevabı alamadığında ise imzasını bırakıp ayrılmıştı.

Mekanlar bir bir azaldıkça öfkeleri, korkuları şiddetleniyordu.

"Buldum de baba!" Akrep ve yelkovan on biri gösteriyor, hava gecenin herhangi bir saatindeymiş gibi kapkara, kapalı, boğucu..

"Eve gelin." Savaş Akan başka bir şey demeden telefonu kapattığında sanki o ân bekleniyormuşçasına çaldı telefonu.

"Mehir nerede!" Kayıtlı olmayan numarayı açar açmaz verdiği tepki ona kahkaha olarak geri gelmişti.

"Bazen gerçekten 6.hissinin kuvvetli olduğuna inanıyorum Akan." Toprak Kara'nın neşeli sesi Savaş Akan'a ulaştığında yumruk yaptığı sol eli soğumaya, parmaklarına mor renk yerleşmeye başlamıştı.

"Ölmek için yalvaracaksın." Öfkenin ve intikamın doğurduğu ses Toprak Kara'yı bir ân duraksatmıştı. Onu yıllardır tanıyordu fakat bu sesi ilk defa duymuştu. Oğlunun ölümünde dahi duymadığı tondu..

"Mehir'i bilmem ama.." Dedi Toprak Kara bakışları baygın bir şekilde yerde yatan Mehir'e kaydığında. "Bebeğinin benden önce öldüğü kesin."

Savaş Akan'ın dengesi bozulmuştu. Sağ elini arabasının kapısına dayadığında kalbi sıkışmıştı.

"Geldiği ândan itibaren kanaması başladı. Ve şimdi o kanların üzerinde uyuyor. Uyuyor kısmı tartışılır."

"Ne istiyorsun?" Bir dakika önce ona ait olan, Toprak Kara'yı korkutan o ses tonundan eser yoktu şimdi. Sesi titriyordu..

"Seninle bir anlaşma yaptık. Mehir ve Uzay ayrılacaktı, bizde sadece iş yapacaktık. Ama Mehir kuralları bozdu. Hastanede Uzay'ın yanına gitti."

Kahretsin dedi Savaş Akan içinden. Bunu öğrenmemeliydi.

"Seni öldüreceğ-"

"Güneş.." Savaş Akan, konuşurken arkadan duyduğu ses ile sustu. Mehir'in sesiydi..

"MEHİR!" Sesi Mehir'e ulaşmıştı. Ağır ağır araladığı göz kapaklarının ardından önünde dikilen Toprak Kara'nın kara gözleriyle buluştu gözleri.

"Bebeğim.." Kuruyan kan lekelerinin kapladığı ellerini karnının üzerine koyduğunda sol gözünden süzülen gözyaşının sıcaklığı ile gözlerini açıp kapattı.

Savaş Akan, Mehir'in sesini duymayı beklerken telefon kapanmıştı. Üst üste aramasına rağmen Toprak Kara cevap vermemişti.

Onu arayan numarayı Tamay'a atıp konumunu bulmasını istemesinin ardından harekete geçmişti.

"Hazır mı?" Dedi yeni çevirdiği numaraya. "Evet efendim. Bas dediğiniz ân patlayacak." Savaş Akan'ın öfkesi bombalara yerleştirilmişti.

Hiç kimse ama hiç kimse Savaş Akan'ı tanımıyordu.

"Patlat." Savaş Akan'ın verdiği cevap ile Toprak Kara'nın kara para akladığı üç fabrikası aynı anda küle döndü.. Toprak Kara'nın gücünü aldığı yerlerin en önemlisi kıvılcımlara yenik düşmüştü.

Açılan büyük kapının ardından koşar adımlarla eve girdiğinde Drew, Tamay ve Cemre Akan salondaydı. Drew ve Tamay, dikkatini bilgisiyar ekranına verdiğinde Cemre Akan, Ozan ile konuşuyordu.

"Hâlâ bir haber yok.." Gözyaşlarını silerek durumu anlatırken Ozan'ın telaşlı sesi dışarıdan duyuluyordu.

"Bende Toprak Kara'nın buradaki iş yerlerine gittim ama yok! Hiçbir yerde yok!" Savaş Akan, Ozan'ın sesini net bir şekilde duyduğunda Cemre Akan'a döndü.

"Bebeği söyleme." Cemre Akan, Savaş Akan'ın fısıltısı ile gözlerini açıp kapattı.

"Bir gelişme olursa ne olur haber verin. Ben Uzay'dan dedesinin gidebileceği yerleri öğrenmeye çalışacağım." Cemre Akan ve Ozan'ın konuşması sona ererken  "Çok az kaldı." Dedi Drew, Savaş Akan ile göz göze geldiğinde.

Savaş Akan iki eliyle yüzünü ovuştururken çalan telefonu ile herkes ayağa kalktı.
Ekransa sorguladıkları numarayı gördüklerinde Cemre Akan sesi dışarıya vermesini söyledi.

"Tekrar merhaba dostum."

"Kızım nerede aşağılık herif!" Cemre Akan'ın bağırması ile Toprak Kara gülmüştü.

"Çok ayıp! Hiç sizin gibi asil bir kadının ağzına yakışıyor mu? Ayrıca eski dünürüz unuttunuz mu?"

"Kızım nerede!"

"Eğer izin verirsen sevgili dostuma söylemek istiyorum."

"Konuş." Savaş Akan'ın cevabıyla Toprak Kara'nın aldığı derin nefes duyulmuştu.

"Yıllar önce olduğu gibi." Dedi Toprak Kara acımasızca. "Cesedi alabilirsin." Duruşunu ve ses tonunu bozmadan devam etti. "Ama bu sefer bedenler farklı."

Kapanan telefonun ardından mesaj olarak gelen konum ile hareket etmişlerdi. Peş peşe ilerleyen arabalar, Savaş Akan'ı takip ediyordu.

"Dayan Mehir..Dayan."

Savaş Akan, gökyüzüne fısıldamıştı..
Mehir'e fısıldamıştı.

(Mehir'in Anlatımından)

Etrafımda gezinen adımları takip edemiyordum. Tıpkı vücudum gibi gözlerim de uyuşmuştu.
Karnımın üzerine koyduğum ellerimin varlığını hissetmiyordum. Duyduğum sesler karıncalı ve boğuktu.

Gözlerim yanımda duran ayakkabıları takip edip koyu gözlerde, Toprak Kara'nın gözlerinde durmuştu.

"Güneş.." Varla yok arası çıkan sesimi ben bile zor işitmiştim. "Bebeğim.." Toprak Kara'nın gözlerine bakıyordum..Dudaklarından dökülecek yaşıyor kelimesini arıyordum.

"Günaydın.." Dedi sağ dizini yere koyup bana doğru eğildiğinde.

"Bebeğim.."

"Gel bakalım." Bana değil yanında duran beyaz önlüklü adama cevap verdiğinde gözlerim beyaz önlüklü adamdaydı.

"Dediğinizi yaptım. Ailemin adresini verin artık."

"Müjdeli haberi ver, aileni al." Aralarında geçen konuşmayı anlamıyordum.

"Kürtaj işlemi gerçekleşti. Artık bebek yok."

Yaşarken ölür müydü insan? Ölüyormuş.

Kalbimde ard arda çakan şimşekler, vücuduma yayılan soğukluk, yanağımı daha da kurutan gözyaşları ve karanlığı yok eden çığlıklarım..
İnkarlarım..
İnanmayışlarım..
Gözyaşlarım..
Acım..

"Yalan söylüyorsun!" Doğrulmak için yerden destek alırken ayağa kalkmıştı.

"Al." Cebinden çıkardığı kağıdı doktora uzattığında doktorun, yaşlı gözleri gözlerimi bulmuştu.

Saniyeler sonra yanımızdan ayrılan doktordan sonra sadece ikimiz kalmıştık.

"Bunu yapmış olamazsın." Yüzüme yapışan saçlarım, küçülmüş gözlerim ve kısılmaya yüz tutmuş sesimle Toprak Kara'ya bakıyordum.

"Açıkçası yaptırırken baya zorlandım. Ağlayarak bebeğini sayıkladın durdun. Ve şimdi yine başladın." Cebinden çıkardığı bez parçasını kapağını açtığı ilaç şişesine yaklaştırdı.

"Sana bir sır vereyim mi?" Dikkatini ilaç şişesine verdiğinde kendi kendine konuşuyor gibiydi.

Bir kez daha aralanan dudaklarından çıkan cümleyi duymama engel olmuştu burnumu kapattığı bez parçası..

Nerde olduğumu bilmiyordum. Tek bildiğim kendimde değildim ve üşümüyordum. Evet, üşümüyordum. Alnımda yer edinen terleri hissediyordum tıpkı karnımda hissettiğim ve acı gibi.
Gözlerimi açamıyordum.
Ne olur söyledikleri gerçek olmasın.. Bebeğimi almış olmasınlar.
Mucizem.
Güneş'im.
Beni bırakmamış ol. Hayata tutunmuş ol. Uzay'a tutunmuş ol.

Bedenime çarpan rüzgârın şiddetinin değiştiğini hissediyorum. Saçlarım yanaklarımdan bir bir ayrılıyordu. Saçlarımın arasına dağılan ve terime çarpan rüzgâr huylandırıyordu.
Birbirine karışan sesler netleşmeye başlamıştı.
Yağmur damlaları sıcak olur muydu? Olmaz mıydı? Eğer olmazsa alnıma düşen sıcak damlalar..

Aralanan göz kapaklarımın bıraktığı o küçük aralıkta maviyi görmüştüm. Savaş Akan'ın mavilerini..
Ağlıyordu.
Savaş Akan ağlıyordu.
Başım, sert göğsündeydi. Kolları öylesine sıcak sarmıştı ki mayışıyordum. Ellerimi hareket ettirmek istediğimde karnımın üzerinde olduklarını anladım.
Hissediyorum.. Mucize benimleydi. Gitmemişti.

"Mehir.." Aşkın sesi kalbimi dolduruyordu.

"Uzay.." Aşkın ismi dudaklarımdan dökülmüştü.

"Hayır Mehir!"

"Uzay diyor! Bilinci kapanacak!" Drew ve Tamay'ın sesi birbirine karışıyordu.
Neden bu kadar telaşlanmışlardı? Uzay'ın sesini duymuyorlar mıydı?

"Bu lanet araba daha hızlı gitmiyor mu?!" Drew'ın bağrışları dolduruyordu arabayı. Yeni tanıştığım bir insan benim için bu kadar endişeleniyorken nefrete bürünen gözlerin sahibi..Cevdet amca..İnanmamıştı bana. Bebeğimi ölüme terk etmişti. Uzay'a olan aşkımı yalan sanıyordu.

"Dikkat et Tamay!" Savaş Akan'ın sesi farklı bir yönden gelirken belimi ve bacaklarımı saran kollar ile havalandım. Burnuma yaklaşan keskin kokunun sahibini biliyordum. Tamay'dı. Yanımdan geçtiği birçok anda arkasında keskin parfüm kokusunu bırakıp gidiyordu.

"8 haftalık hamile!" Yankılanıp bana çarpan cümle gözyaşlarımı doğuruyordu.

"Gitmemiş, beni bırakmamış ol Güneş."

Artık fiziksel acıların hiçbirini hissetmemeye başlamıştım. Sancımı, bacaklarımın varlığını hissetmiyordum. Tek hissettiğim korkuydu. Sadece korku.

Güneş'i benden almalarının. Onu.. Hayır, zihnim devamını getirmeyecekti. Kalbim gibi o da inanıyordu Güneş'in Ay'a tutunduğunu.

Bitti dediğim ânlarda kader, yeni açtığı sayfayı doldurmaya başlıyordu ve ben yeni bir mücadelenin içine giriyordum..

Ve Uzay ile Ay'ın imkansızlığına inanmaya başlıyordum.

Uzay'a olan aşkım her saniye artıyor, yeryüzünde ve gökyüzünde sonsuzluğa uzanıyordu. Ama kavuşmak.. Aşkım sonsuzken kavuşmamız imkansızlığın altında eziliyordu.

Özür dilerim Uzay..
Özür dilerim Güneş..

Şimdi gözlerimi açacağım. Evet, zor olacak ama gerçeklerle bir ân önce yüzleşmeliyim. Evet, gözlerimi açtığımda elâ gözleri göremeyeceğim ama kalbimi hissettiğim her ân elâ gözleri göreceğim. Biliyorum, elini tutamayacağım, kokusunu içime çekemeyeceğim.. Ama gözlerimi açtığım ânda içimde ondan bir parça taşıdığım mucizemin durumunu öğreneceğim. Beni bırakmadığına emin olacağım.

"Gözlerini açıyor!" Tamay'ın sesi diğerlerini ayağa kaldırırken gözlerim etrafımda beliren üç adamda dolaştı.

"Bebeğim.." Mavi gözlerde kenetlenen gözlerim cümlemin devamını getirip sorusunu sormuştu. "Hamileyken kime çok bakarsan bebek ona benzermiş. Böyle dikkatli bakmaya devam edersen gözleri mavi olacak."

Biliyordum..
Beni bırakmadığını biliyordum.

İlaçlara ve seruma bağlı kollarımı kaldırıp ellerimle yüzümü kapattım. Bana endişeyle bakan gözleri umursamadan ağlamaya başlamıştım. Mutluluktan ağlıyordum, inanılır gibi değil.

"Teşekkür ederim Güneş.. Teşekkür ederim bebeğim." Yüzümden ayrılan ellerim karnımı sararken gözyaşlarım yanaklarımda süzülüyordu.

"Toprak Kara'nın yanındaki doktor kürtaj başarılı dedi." Kurduğum cümlenin beraberinde Tamay cebinden çıkardığı katlı beyaz not kağıdını bana uzattı.

"Senin cebinden düştü." Katlı kağıdı açtığımda yazan cümleler ile gözlerim irileşmişti. Doğrulmak için yataktan destek almak istediğimde Tamay ve Drew anında koluma girerek yardımcı olmuşlardı. Düzelttikleri yastığa yaslandığımda gözlerim hâlâ nottaydı.

"Doktorluktan öte bir babayım. Anestezinin etkisinde bile bebeğin için ağlıyordun. Yapamadım. Bebeğin seninle.."

"Adamı ailesiyle tehdit etmiş şerefsiz!" Drew'ın tepkisiyle kağıdı katladım ve Tamay'a uzattım. "Toprak Kara, ögr-"

"Öyle bir şey olmayacak." Savaş Akan lafımı kesip konuşmaya devam etti. "Hastane kayıtlarına ve raporlarına bebek düştü kaydı yapıldı. Toprak, bebeğin alındığına inanmaya devam edecek."

"Bu ne kadar sürecek?"

"Kısa bir süre." Dedi başını sallayarak. "Kısa bir süre.."

Dakikalar içinde içeriye giren doktorun, yaklaşık on beş dakika süren, bundan sonra sadece yatmam gerektiğinden başladığı konuşmasının sonuna gelmiştik. Savaş Akan ile beraber çıktıklarında uyumak için yastığı düzeltmek istediğimde Tamay düzelmişti.

"Su verir misin?" Başını sallayarak komidinin üzerindeki cam şişedeki sudan bir bardak kadar doldurup bana yaklaştı.

"Ben içebilirim." Tebessüm ederek uzattığı bardaktaki suyu tek dikişte bitirmiştim. Gerçekten içim yangınlara teslim olmuştu.

"İyi misin?" Sorduğu soru ile Drew'e döndüğümde konuşmaya devam etti. "Bakışlarında başka bir hüzün var, hayalkırıklığı gibi." Gerçekten gözlerimden anlaşılıyor muydu? Cevdet amca ile aramda geçenleri anlatıp anlatmama konusunda yaşadığım gelgit anlatmam ile son bulmuştu.

"Aşağılık herif! Kesin sonuçlar ile oynadı! Ayrıca daha iki aylık bebekten nasıl örnek alabilirler?!"

"Bebeğin sağlığını düşündüklerini hiç sanmıyorum." Sesimdeki hayalkırıklık, hüzün hissedilmeyecek gibi değildi.

"Bebeğimin sağlığının yerinde olduğuna emin olmak istiyorum." Sesimdeki hüzün yerine cesareti ve emrivaki tonu bırakırken Savaş Akan çıktığı odaya dakikalar sonra doktor ile gelmişti. Doktor, yaptıkları tüm testleri bir bir açık bir şekilde anlatmış, bir sorun olmadığı konusunda içimi rahatlatmıştı.

"Annem nasıl?" Sorum ile Tamay tebessüm etti. "Evde seni bekliyor. Gelmeyi çok istedi ama böylesi daha doğruydu. Az önce konuştuk en sevdiğin yemekleri yapıyormuş."

"Ne zaman çıkacağız?"

"Acıktınız mı?" Savaş Akan'ın bakışları önce karnımı sonra da gözlerimi bulduğunda gözlerim ağlamadan önceki son evre olan yanmayı gerçekleştirmişti.

"Evet.." Dedim sağ elimi belirginleşen karnımın üzerine koyduğumda. "Acıktık."

"Bu son serumun. Bittikten sonra çıkacağız. Hadi, o zamana kadar uyu, çok yoruldunuz."

Gerçekten uyumalıydım. Gözlerim zaten kapanmak üzereydi. Yastığımı düzeltip sol elimi de karnımın üzerine koydum ve gözlerimi kapattım.

Deponun soğukluğunu, çığlıklarımı, kanın sıcaklığını, sancıyı tekrar hissediyor, yaşıyordum. Gözlerimi açtığım ân hepsinin geçeceğini biliyordum ama gözlerimi açamıyordum. Aynı şeyleri tekrar hissetmek istemiyordum. Kaçmak, kurtulmak istiyordum.

"Bebeğim!" Alnımı kaplayan ter damlacıkları ile gözlerimi açtığımda Drew ve Tamay'ın telaşlı bakışları beni karşılamıştı.

"Şş.." Dedi Drew, saçlarıma dokunarak. "Geçti..Kötü bir rüya gördün."

Tamay, başucumdan aldığı su bardağı ile bana yaklaştı. Sağ elini saçlarıma koyarken bardağa uzanmama izin vermemiş ve kendisi içirmişti.

"Bebeğimi zehirlemedin değil mi?" Sorduğum soru karşısında neye uğradığını şaşırmıştı. Bunu mimikleri ve yüzüne yerleşen ifade fazlasıyla belli ediyordu.

"Hayır Mehir..Onların hepsini unut, sil. Bundan sonra seni ve bebeğini yaşatmak için yaşayacağım. Ya da.." Dedi bardağı yerine koyup tekrar bana doğru döndüğünde. Titreyen sol elini karnıma yaklaştırdı ve ağırlığını vermeden üzerine koydu. Baş parmağı ile oval çizerken gözlerini karnımdan ayırmıyordu. "Sizi yaşatmak için öleceğim."

Ölüm kelimesi tekrar korkutmaya, kanımın donmasına neden olmaya başlamıştı. Uzay'ın öldüğünü söyledikleri ve benim inanmadığım aylarda ölümden korkmuyordum. Hatırlıyorum, ölüme koştuğumu hatırlıyorum. Tıpkı şimdi karnımdaki mucize için kaçtığım gibi. Aynı hız..Koşuyordum şimdi kaçıyorum.

●●

"Baba bir gelişme var mı?" Can, babasının çalışma odasının kapısında belirdiğinde babası gözlerini ekrandan ayırıp Can'a döndü.

"Yok oğlum. Ne yurt dışında ne de yurt içinde Mehir'in bilgileri ile hiçbir işlem gerçekleşmemiş." Babasının cevabı ile sıkıntılı bir nefes aldı. "Gerçekten yeni bir hayat kuran insan için fazla tuhaf değil mi? 1 ay 16 gün oldu. Hiç mi hastaneye, eczaneye gitmedi? Evde mi tutmadı?"

"Bende bunu düşünüyordum." Babası arkasına yaslanırken Can'ın cebindeki telefonu titremeye başlamıştı. Telefonunu alıp havaya kaldırdı.

"Üstelik böyle düşünen biz değiliz." Aramayı onaylayıp merdivenlere yöneldi. "Bir gelişme yok kardeşim." Can, Uzay'a haftalardır verdiği cevabı vermişti. "Neredesin sen?"

"Evde."

"Ozan yanında mı?"

"Evet."

"Tamam bende Sema'yı alıp geliyorum."

"Tamam." Son 6 günün özeti buydu. Uzay'ın dudaklarından dökülen 3, en fazla 4 kelime vardı. Ozanlar zorlamadığı sürece konuşmuyor, tepki vermiyordu. 3 gün önce açlıktan ve susuzluktan bayılmış, hastaneye kaldırılmıştı.

Kardeşleri Uzay, gözlerinin önünde ölüyordu ve ellerinden hiçbir şey gelmiyordu..

"Günaydın canım, hazır mısın?" Can, Sema ile konuşurken arabasına doğru ilerliyordu.

"Hazırım canım, seni bekliyorum."

Can, yaklaşık on beş dakika sonra Sema'yı da almış Uzay'a doğru gidiyorlardı. Gittiklerinde Ozan ve Uzay salonda yüzlerce kâğıt yığınının arasında araştırma yapıyordu.

"Kahveleriniz." Sema aldığı kahveleri uzatırken Uzay almak için herhangi bir refleks sergilememişti.

"Mehir döndüğünde Uzay açlıktan, susuzluktan öldü mü diyelim? Gerçekten bunu mu istiyorsun?" Sema'nın acımasız soruları ile Uzay'ın ela gözleri Sema'nın siyah gözlerini buldu. Sol elini uzatıp Sema'nın uzattığı kahveyi aldı. Kahveden ard arda üç yudum alıp arkasına yaslandı. Elleriyle yüzünü ovuştururken Can, babası ile konuştuklarını anlatıyordu.

"Hiçbir işlem yok çünkü.." Uzay birden yerinden sıçradığında üçü de ona telaşlı gözlerle bakıyordu.

"Adını soyadını değiştirdi!" Uzay'ın cevabı ile üçü de birbirine baktı. Kurduğu cümle mantıksız veya olmayacak bir durum değildi. "Yapmış olabilir mi?" Diye sordu Sema hayrete düşmüş bir ses tonu ile.

"Eğer yaptıysa.." Diye ekledi Can. "Gerçekten yeni bir hayat kurmak istiyor. Ve o hayatta bizi istemiyor."

Mehir'in yeri Can da bambaşkaydı, çok ayrıydı. Can'ın samimi anlamda ilk güvendiği kız Mehir olmuştu. Bazı geceler saatlerce telefonda konuşur sabahında buluşur ve farklı konular bulup konuşmalarına devam ederlerdi. Can, Mehir ile birlikte, onun sayesinde kendine güvendi ve içine kapandığı o odadan kurtulup kendini buldu, aşkı buldu.

Can'ın gözlerinin önüne Mehir ile yaşadıkları anlar bir bir gelmeye başlamıştı.

(Can'ın Anlatımından)

32. Bugün, bu eve, odaya kendimi ve ruhumu hapsedeli tam 32 gün oldu. Yaklaşık bir dakika önce Uzay'ın geliyoruz mesajını almıştım, Ozan ile geliyor olmalıydı, sevgilisiyle geleceğini düşünmüyordum.

Sırtımı duvardan ayırıp ayağa kalktım ve üzerimi değiştirdim. Gömleğimin düğmelerini iliklerken kapı çalınmıştı.
Kapıyı açtığımda Uzay'ın yanında Mehir'i göreceğimi düşünmüyordum.

"Hoşgeldiniz." Elleri bir ân olsun ayrılmadan içeriye geçtiklerinde salona yöneldiler. "Ne içerseniz?"

"Kardeşim neden kafeye gelmişiz gibi davranıyorsun? Ama hazır ayaktayken soğuk içeceğin varsa alırız." Gülerek yanlarından ayrılırken Mehir'in gözleri benim üzerimdeydi.

İçecekler ile içeriye girdiğimde Uzay bahçede telefon görüşmesi yapıyordu.

"Nasılsın?" Tebessüm ederek sorduğu soruya aynı tebessüm ile karşılık verdim. "İyiyim sen."

"Bekledigim cevap bu değildi." Dedi bardağı masanın üzerine koyarken. "Seni anlıyorum Can. Seni çok iyi anlıyorum." Kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Karşımda duran cıvıl cıvıl, gözlerinin içi parlayan kız gerçekten beni anlıyor muydu?

"Yuvamı bulana kadar bende karanlığa hapsettim kendimi, ruhumu..Soğuk duvarlar en yakın arkadaşımdı. Göz çevreme mor renk hâkim olmuştu. Hayatı içinde bulunduğum dört duvar arasına sıkıştırmıştım. Halbuki altında eziliyormuşum."

"O enkazdan nasıl kurtuldun?" Sorum ile başını Uzay'a döndürdü ve derin bir nefes aldı.

"Aşkla.. Aşk sayesinde. Hayatıma bir çift elâ göz girdi ve ben o enkazdan kurtuldum, hayatı sıkıştırdığım duvarları yıktım. Derin bir nefes alıp başımı kaldırdığımda yuvamdaydım. Uzay'ın kolları arasında. Elâ gözleri üzerimde, sağ kulağım kalbinin üzerinde.. Yuvamdaydım." Gözyaşlarının yer edindiği gözlerini işaret parmakları ile silip gülümsemeye devam etti.

"Soğuk duvarlardan ayrıl, hayatını sıkıştırdığın duvarları bir bir yık. Derin bir nefes al ve yaşamaya devam et. Ruhuna iyi gelecek her ne ise dışarıda seni bekliyor. Onu daha fazla bekletme bence.."

"Dışarısı duvarlar kadar soğuk mu?" Sorum ile birlikte elini dizimin üzerinde duran elimin üzerine koydu.

"Aradığın sıcaklık ruhunda belki de kalbinde. Eğer oralarda değilse üzülme, güneş evren için yerini aldığı sürece ısınacaksın. Sana bir sır vereyim mi?"

Ona doğru yaklaştığımda gözlerindeki parıltı daha da belirginleşmişti.

"Ruhunu bulduktan sonra ay ışığının altında dahi ısınacaksın. En soğuk kış gecelerinde ayın altında üşümeyecek aksine ısınacaksın."

"İyi ki hayatımıza girdin..Sen beni..." Gözlerim telefonunu cebine koyan Uzay'a ardından tekrar Mehir'e kaydı.

"Bizi en soğuk kış gecelerinde ısıtacak ay ışığımızsın.." Sağ yanağına düşen gözyaşı bir ân yanlış bir şey mi söyledim diye düşündürürken elinin tersiyle sildi ve gülümsedi.

"Güzelim iyi misin?"

"Uzay.." Mehir cevap vermeden ben araya girmiştim. "O gece iyi ki beni dinlemeyip o kafeye gitmişsiniz. Biz, ay ışığımızı bulduk."

Uzay'ın dudaklarına yerleşen gülümseme gözlerine de yansırken Mehir ile birbirine bakıyorlardı.

"İyi ki.."

"İyi ki.." Aynı anda dudaklarından dökülmüştü kelimeler..

O günün gecesinde duvarları Mehir sayesinde bir bir kırdım ve kabuğumdan kurtuldum. Nefes aldım. Ben o gece Mehir sayesinde nefes aldım.

Ve şimdi nefes alamıyordum.
Yanımda sevdiğim kız, kardeşlerim, ailem vardı ama nefes alamıyordum.

Hiçbirimiz nefes alamıyorduk. Ay yok olmuş ve biz karanlıkta kalmıştık.

"Canım iyi misin?"  Can, Sema'nın sesiyle irkildiğinde daldığını anladı. "İ-iyiyim." Dedi ayağa kalkarken. Hızlı adımlarla merdivenlere yöneldi ve banyoya gitti. Yüzünü yıkadıktan sonra su damlalarını silmeden gözlerini kapattı.

"Ay, evrendeki yerini alsın.." Dedi titrek bir sesle. "Lütfen.. Geri dön Mehir..Nolur geri dön kardeşim."

Yüzünü silip derin bir nefes almaya çalıştı ama başarılı olamadı. Merdivenlerden indiğinde Uzay'ın koşarak kapıya ilerlediğini gördü.

"Ne oluyor?!" Endişeli bakışları Ozan'ı ve Sema'yı buldu.

"Alya Uzay'a Mustafa ile görüşme ayarlamış!" Sema'nın açıklaması ile neye uğradığımı şaşırmıştım.

"Uzay bekle!" Ozan ile Uzay'ın hemen önünde durduğumuzda gözü dönmüş gibiydi.

"Bizsiz hiçbir yere gidemezsin!" Dedi Ozan ikaz edercesine.

"Ozan!"

"Giden, gitmeye zorlanan senin sevgilin bizim de kardeşimiz! Biz de geliyoruz!" Can'ın tepkisi ile Uzay istemeye istemeye başını salladı. Sema dahil hepsi beraber arabaya geçtiklerinde hapishaneye doğru yola çıktılar.

Uzay'ın onları yanında istememesinin tek sebebi başlarını derde sokmamaktı. Ama artık ne yanlışı ne de doğruyu bilmiyordu. Başındaki ağrı gün geçtikçe şiddetleniyor, Mehir'siz geçen her saniye sanki canından alıyordu.. Tükenmiş hissediyordu kendini, bitmiş. Ama pes etmeyecekti, Mehir'i bulana kadar pes etmeyecekti. Mehir'i bulduktan sonra onun dizlerine başını koyacak o zaman uyuyacak, başını boynuna koyduğunda nefes alacaktı.

Peş peşe arabadan indiklerinde Alya onlara doğru yaklaşıyordu.

"Merhaba.." Alya çekingen bir tavırla selam verdiğinde Uzay hapishanenin duvarlarına bakıyordu. Orada tekrar olmak bir ân tüylerini diken diken yapmıştı.

"Görüşü nasıl ayarladın?" Alya, Sema'nın sorusu ile ona döndü.

"Üçüncü sınıfta staj yaptığım büro yardımcı oldu."

Uzay bir şey demeden gitmek için bir adım attığında Alya kolunu tuttu.

"Hiçbir şekilde temasta bulunmak yok."

"Kibarca saldırma diyor!" Can, iğneleyici bakışları ile Alya'ya bakarak konuşmuştu.

"Yanında bir kişi daha girebilir." Alya'nın cümlesi ile Can direkt Ozan'a bakmıştı. "Sen git kardeşim." Ozan başını sallayarak Uzay'ın yanına gitti. Alya da yanlarına gittikten sonra içeriye girdiler.

"Ona hâlâ sinirlisin." Dedi Sema, arabaya yaslanırken. "Mehir'e kurdukları oyunu düşündükçe..Sinirlerim daha da bozuluyor." Can gerçek düşüncelerini, hislerini söylüyordu.

"Ona karşı herhangi bir sevgi beslemiyordum." Can, Sema'nın önünde durdu ve sağ elini yanağına koydu. "Ben kalbimi aşka sakladım. Sana sakladım."

"Seni çok seviyorum." Sema, başını Can'ın göğsüne koyduğunda Can da saçlarını öpüyordu. "Bende seni çok seviyorum. Hep çok seveceğim."

Uzayların güvenlik kontrolleri bittikten sonra görüşmeyi yapacakları odaya girmişlerdi. Dakikalar sonra Mustafa'yı içeriye getirdiklerinde Alya çıkış kapısının önüne geçti.

"Ailem nerede? Nasıl?" Mustafa, Uzay ve Ozan'ın karşısına oturur oturmaz ailesini sormuştu.

"İyiler. Çocukların eğitimine devam ediyor. Eşin de çalışıyor. Evleri ve kendileri korunuyor." Ozan, açıklama yaparken Uzay'ın öldürücü bakışları Mustafa'nın gözlerinden bir saniye ayrılmamıştı.

"Mehir nerede?" Uzay'ın soğuk sesi odada yankılanıp onlara çarpıyordu.

"Bilmiyorum."

"Yalan söyleme. O iki şerefsiz.. Savaş ve Toprak Mehir'i nereye götürdü?"

"Ikisini de buraya girdiğimden beri görmüyorum. En son gördüğümde yurt dışına çıkıyorlardı."

"Ne zaman?" Uzay ve Mustafa arasında soğuk bir o kadar da ölümcül bakışların hakim olduğu konuşma devam ediyordu.

"Nişan gecenizde." Uzay o geceyi duyunca bir anlığına gözlerini kapatıp geri açtı.

"Mehir'in başına gelenleri bilmediği-"

"Seni terk ettiğini biliyorum." Mustafa, tek kaşını kaldırarak Uzay'ın lafını kesip devam etti. "Seni hapishanede terk ettiği gün senden önce buraya geldi."

"Ne diyorsun lan sen?!" Uzay, bir hışımla Mustafa'nın yakasına yapışmıştı.

"Uzay bırak yoksa atacaklar!" Ozan zorla Uzay'ın elini çektiğinde Mustafa yakasını ve duruşunu düzelterek konuşmaya devam etti.

"Senden önce buraya geldi. Biliyor musun o zaman da bu masaya oturmuştuk? Senin oturduğun yerde oturuyordu."

"Ne anlattı? Ne konuştunuz?" Bu sefer soruları soran Ozan'dı.

Mustafa derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı.

●●

Mehir, Uzay'ın yanına gitmeden önce Savas Akan'a Mustafa ile görüşmek istediğini söylemişti. Uzay, onu ararken ve Mustafa'ya gelecekti, biliyordu.
Gerekli görüşmelerin ardından Mehir görüşme odasına alındı. Mustafa, tam karşısına oturtulduğunda Mehir'in omuzları dik, bakışları öfke doluydu.

"Hayatımızı mahvetmeye and içmiş insanların maşası.. Her zaman bize yardımı dokunan, yanımızda olan adam rolünü ne de güzel oynadın."

"Neden geldin?"

"Yüzüne tükürmek için."

"Zahmet etmişsin." Dedi Mustafa ellerini masaya koyarken.

"Gidiyorum." Dedi Mehir tek çırpıda. "Bu şehirden gidiyorum." Mustafa'nın kaşları çatılırken Mehir devam etti.

"Maşası olduğun insanlar günlerdir ortada yok. Onlara söyle artık savaş bitti, intikamlarını aldılar. Uzay, hapse girdi ve ben..Onu bırakıp gidiyorum." Mustafa bir süre bekledi. Mehir bir ân olsun gözlerini kaçırmamıştı, göz bebekleri yalan söylemediğini gösteriyordu.

"Hani aşkınız çok büyüktü?"

"Karanlık günler aşkımızın ömründen çalmış. Şimdi, yeni yeni anlıyorum, yaşıyorum. Her neyse..Seni ilgilendiren taraf bu değil." Yutkunup konuşmaya devam etti. "Savaş'a ve Toprak'a söyle intikam alındı. Mehir ve Uzay yok artık."

"Onlara söyleyeceğime nasıl emin olabiliyorsun?"

"İşlerinden biri istihbarat değil miydi? Ben mi yanlış hatırlıyorum?" Mehir yerinden kalkarken Mustafa da kalktı.

"Sen ciddisin.." Dedi Mustafa inanamayarak. "Uzay'ı, şehri terk ediyorsun."

"Hiç bu kadar ciddi olmamıştım." Mehir başka bir şey demeden arkasını dönüp odadan çıktı.

Gözyaşlarını sildi, Uzay'ın yanına gidecekti, ağladığı belli olmamalıydı.

"Özür dilerim Uzay."  Mehir'in dudaklarından Uzay'ın yanına gidene kadar tek bir cümle çıkmıştı..

●●

"Göz bebeklerini, vücut hareketlerini takip ettim. Doğruyu söylüyordu. Eğer yalan söylediğini anlasaydım Savaş ve Toprak'a söylemezdim. Ama doğruyu söylüyordu."

Beton duvarlara Uzay'ın sinirden doğan gülüşleri çarpıyordu.

"Doğruyu söylüyormuş!" Uzay'ın siniri her bir hücresine dağılmıştı. "Mehir nerede?!"

"Bilmiyorum diyorum bilmiyorum!"

"Yalan söyleme!"

"Uzay dur!" Ozan, Uzay'ın elini indirmeye çalışırken Uzay ayağa kalktı, peşinden Mustafa'yı da kaldırdı. Sağ eli Mustafa'nın boğazını sardı.

"Mehir nerede?!"

"N-nefes alamıyorum!"

"Alya gardiyanları çağır!" Ozan, Alya'ya bağırırken Mustafa morarmaya başlamış, alnındaki ve boğazındaki damarları patlayacakmış gibi deriye yapışmış baskı yapıyordu.

"Öldüreceksin adamı! Bırak!"

"Mehir beni terk etmedi duydun mu? Ve ben onu bulacağım."

Koridoru sonrada odayı dolduran sesler ile Uzay'ı Mustafa'dan ayırdılar. Mustafa koğuşuna götürülürken Uzay dışarıya çıkarıldı.

"Uzay sen ne yapıyorsun ya!?" Ozan ve Alya aynı anda Uzay'a tepki gösterirken Uzay volta atıyordu.

"Oturduğu yerde yalan uyduruyor şerefsiz!" Uzay bağırırken Ozan derin bir nefes alıp Alya'ya döndü. "Mehir'in buraya gelip gelmediğini öğrenebilir miyiz?"

Alya başını sallarken Uzay'a bakıyordu. "Mustafa'yı ziyaret eden kişilerin isimlerini yazdıkları kayıtlara bakayım." Alya yanlarından ayrılırken Can ve Sema, bir sinirden saçlarını çeken Ozan'a ve sakalını karıştıran Uzay'a bakıyorlardı.

"Mehir buraya mi gelmiş?"

"Birazdan öğreneceğiz." Ozan, Sema'ya cevap verirken Alya içeriye girmişti. Görevli birimlerin odasına girdiğinde ikna etmesi dakikalar sürmüştü. Dakikalar süren ikna sonucu görevli kayıtları açmıştı. Kayıtlara göre Mustafa doğruyu söylüyordu. Alya, ekranın fotoğrafını çekip dışarıya çıktı.

Dışarıya adım atar atmaz Uzaylar yanına gelmişti.

"Doğruyu söylüyor." Dedi Alya, telefonu Uzay'a uzatarak. "Mehir buraya gelmiş." Ardından hemen ekledi. "Sizlerin düşündüğü gibi kaçırılma veya tehdit ile zorla alıkonulma olduğunu düşünmüyorum. Öyle olsaydı seninle dahi görüştürmezlerdi. Bir mektup yeterdi." Alya'nın Uzay'a bakarak kurduğu son cümle ile Uzay'ın elâ gözleri Alya'nın mavi gözlerini bulmuştu.

"Sandığımdan daha büyük bir tuzak bu. Mehir beni bırakmadı, bırakmaz. Nefesini, kalp atışlarını hissediyorum." Uzay arabaya yöneldiğinde Alya'nın sorusu onu durdurmuştu.

"Seni terk eden birinin kalp atışını nasıl hissedersin anlamıyorum?" İsyankâr çıkan ses tonu sitemi de barındırıyordu.

"Kalbim, kalbindeki yerimin sıcaklığını koruyor. Eğer Mehir beni terk etseydi.." Başını hafif bir şekilde sola doğru çevirdi. "Kalbim soğuğa teslim olmuş olurdu." Gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldı. "Ölürdüm.."

"Gerçekten onsuz yaşamaktansa ölür müsün? Onsuz yaşayamaz mısın?" Alya, Uzay'a yaklaşırken Ozan, Sema ve Can üçlüsünün çatık kaşları ve ne olduğunu çözmeye çalışan bakışları Uzay ve Alya'nın üzerindeydi.

"Nefes almadan kaç dakika durabilirsin? Kaç dakikanın sonunda ölürsün?" Alya'nın kaşları çatılırken Uzay bir adım ilerledi ve arkasını tamamen döndü.

"Dört en fazla beş dakika sonunda bilincin kapanmış ve ölmüş olursun. Ben kaç dört dakikayı ardımda bıraktım bilmiyorum. Tek bildiğim kalbimde hissettiğim aşkın, Mehir'in bana nefes aldırdığı."

"Yaşıyor mu bilmiyorsun bile?!" Alya, sesini yükselttiğinde Uzay'ın çene kasları belirginleşti.

"Ben yaşıyorum.. Eğer o.." Boğazına yerleşen yumru ile yutkundu. "Nefes almıyorsa bende almazdım. Kalbi durduğu ân kalbim dururdu. İkimizin ruhu yeni bir beden oluşturdu, o bedenin sonsuz bir kalbi var.."

"Büyük aşk.." Dedi Alya dudaklarına yerleşen buruk bir gülümseme ile. "Yazık olacak Uzay.. Ben demiştim demeyi sevmem ama diyecekmişim gibi duruyor. Seni terk etti, yeni bir hayat kurdu."

"Şimdi ne yapıyoruz?" Ozan, gergin ortamı dağıtmak için Uzay'a yaklaşırken Uzay ona döndü. "Gidelim." Ozanlar Uzay'ın cevabı ile arabaya yerleşirken Alya da kendi arabasına ilerledi.

"Bıktım bu kızdan!" Alya sinirle arabasının kapısını kapatıp telefonunu çıkardı. Sık kullanılan kısmında yer alan T.K ismine tıkladı ve telefonu kulağına götürdü.

"Tahmin ettiğin şey oldu Uzay, Mustafa ile görüştü." Verdiği bilgi karşısında telefonun ucunda derin bir nefes alındığını duydu.

"Terk edildiğine ikna oldu mu?" Alya soru karşısında sinirle gülerek başını sağa sola salladı. "Hayır. Öyle bir inanmış ki Mehir'in tehditle onu bıraktığına hiçbir şey onu döndürümez." Alya'nın sesinin ardından karşı taraflı 13 saniye süren bir sessizlik oluştu.

"Ne yapmayı düşünüyorsunuz?"

"Yakında öğrenirsin. Bir gelişme olursa ne yapman gerektiğini biliyorsun." Cevap beklemeden telefonu kapattığında ezbere bildiği numarayı çevirdi, sesi dışarıya verdikten sonra deri koltuğunda arkasına yaslandı ve ayaklarını uzattı.

"Iti an çomağı hazırla derler. Bizde mezar yerine karar veriyorduk." Savaş Akan'ın sesi odayı doldururken Toprak Kara kahkaha atmıştı.

"Mezarlarımız yan yana olacak biliyorsun değil mi?"

"Ölmeyeceğim şerefsiz. Seni öldürmeden ölmeyeceğim." Savaş Akan'ın nefret ve öfke dolu sesi bir başkasını çok rahat korkutabilirdi. Toprak Kara artık korkmuyordu çünkü bu hikayenin sonunda öleceklerini düşünüyordu.

"Bunu yüz yüze geldiğimizde uzun uzun konuşuruz can dostum. Şimdi daha mühim bir konumuz var."

"Karın ağrın ne?" Savaş Akan, hastanenin bahçesine çıktığında Tamay da yanına gelmiş, sesi dışarıya vermesini söylemişti.

"Mustafa planı da işe yaramadı. Uzay inanmamış aramaya devam ediyor."

"Bulamayacağını biliyorsun."

"Evet ama artık bu durum canımı sıkmaya başladı. Bir ân önce Mehir'den vazgeçmeli. Burada bir şey yapamıyorum."

"Mehir'in adını ağzına alma. Ona yaşattıklarının bedelini ödeyeceksin." Savaş Akan keskin sesiyle bağırırken Tamay'ın yumruk yaptığı eli morarmaya başlamıştı.

"Ne yapacağız?" Diye sordu Toprak Kara uzatmadan.

"Bir şey yapmayacağım. İstediği kadar arasın umrumda değil. Benim tek odak noktam tek ilgilendiğim kişi torunum." Savaş Akan telefonu Toprak Kara'nın yüzüne kapattığında Toprak Kara'nın sinir katsayısı artmıştı. İşler sarpa sarmaya başlamış, planladığı gibi gitmiyordu. Şuan tek işe yarayan planı Cevdet'in, Mehir'in bebeğinin Uzay'dan olduğunu bilmemesiydi.

Ne olursa olsun bilmemeliydi.

"Ne yapacağız?" Diye sordu Tamay, bakışlarını Savaş Akan'dan ayırmadan. "Yapacağımız tek şey Mehir'i her şeyden, herkesten korumak."

"Uzay peki?" Diye sordu istemeye istemeye.Tüm zaman kavramlarımı Mehir'i korumak için ayırdım."

"Bu Toprak Kara'nın yanına kalmamalı!" Tamay bir adım geri giderek bağırdığında Savas Akan sakinliğini koruyarak konuşmaya devam etti. "İntikam, zaman kavramının ötesinde bir duygu. O yüzden.." Dedi mavi gozleri Tamay'ı bulduğunda. "Onu öldürmeye başlıyoruz." Hastaneye yönelen adımlarını Tamay'ın adımları takip etti.

Tamay artık silahların değil zekaların savaşacağını anlamıştı. Ve ona göre Toprak Kara'nın hiç şansı yoktu.

Bir kez olsun Savaş Akan'ın sözünden çıkmayan ona karşı gelmeyen Tamay bu sefer ondan önce davranacak, Mehir'e yaşatılanların intikamını alacaktı..

Birbirini takip eden adımlar, Mehir'in kaldığı kapısı aralıklı kalan odanın önünde durduklarında içeri girmek yerine duraksadılar ve kendi kendine konuşan Mehir'i izlemeye başladılar.

Elleriyle karnını okşayan Mehir'in gözyaşları bir bir yanaklarına düşüyor oradan çenesinde asılı duruyordu. "Sana bunları yaşattığım için özür dilerim. Söz veriyorum.." Kuru ddaklarını ıslatıp devam ederken boğazının yanması ile yutkundu. "Hiç kimse sana zarar veremeyecek. Kimse Güneş'in doğmasına engel olamayacak." Üst dudağına yerleşen gözyaşı ile gülümsedi. "Seni çok seviyorum.." Başını yastığa koyup gözlerini kapatırken Savaş Akan ve Tamay odaya girdi. Onlar koltuklara yerleşirken Drew kapıda belirdi.

"İlaçları aldım." İlaçlarla birlikte Tamay'ın yanına oturduğunda üçü de Mehir'i izliyordu.

"Doktor yarın sabah çıkabilecegimizi soyledi." Drew'ın bilgilendirmesi ile Savaş Akan başını sallarken Tamay Drew'a döndü. "Ne zaman İstanbul'a gidecektin?" Drew bir an duraksayıp o haftaki toplantılarını düşündü.

"3 gün sonra. Neden sordun?"

"Bende seninle geleyim diyecektim." Tamay'ın cevabı ile Savaş Akan'ın kaşları çatılmıştı. Tamay ona böyle bir planı olduğundan bahsetmemişti. Ona güveniyordu, yanlış bir şey yapmayacağını biliyordu. 

"Gel kardeşim de neden?" Drew, sağ gözünü hafifçe kırptı. "Anlatırım." Tamay göz kırparak konuyu kapatırken derin bir nefes aldı.

O nefesin ardından herkesin beyninde yeni yeni planlar oluşmaya başlamıştı. Üçünün de planları, yol haritaları vardı. Ve üçü de çok güçlüydü.

Savaş Akan, Mehir'in baş ucundaki tekli koltuğa oturduktan sonra Mehir'i ve ellerini çekmediği belirginleşen karnını izlemeye başladı. Ona yaşattıklarını düşündükçe kendisine olam nefreti büyüyordu..Keşke diyordu, keşke ona olanları unutturacak mucize yaşansa..

Belki mucize olmazdı ve Mehir onu affetmezdi ama bunu dert etmiyordu. Mehir onun yanında olduğu sürece hiçbir şey umrunda değildi. O zarar görmediği sürece karanlık tarafına geçmeyecekti ama öyle olmadı. Toprak Kara oyunu bozdu..

Artık oyun yoktu, plan yoktu. Güç çarpışması vardı.

Toprak Kara'nın ruhunu öldürecek onu yavaş yavaş öldürecek planını devreye sokmuştu. Artık bambaşka bir süreç başlıyordu.

Mehir, kabusların birinden kaçıp diğerine yakalanırken Uzay, Tuğrul'dan haftalardır duyduğu, herhangi bir iz yok cümle ile telefonu kapatmıştı. Son günlerde Mehir ile hatıralarının olduğu, hayatlarını birleştirecekleri, hayallerinin bir parçası olan evde duramıyordu. En fazla üç dakika durduğu evi arkasına almış uçurum kenarındaki kayalıklara oturmuştu.

"Nerdesin Mehir? Nerdesin sevgilim?" Gözyaşları, yuvalarına gömülen, küçülen gözlerinden düşüp sakallarında asılı kalırken vücudu yanıyordu..
Canı yanıyordu.
Kalbindeki ağrıyı adlandıracak bir kelime yoktu hayat sözlüğünde.

Umut bahçesi solmaya başlamış, kalan son gül dikenlerini, son papatya son çiçeklerini, son ağaç yapraklarını dökmeye başlamıştı. Umut bahçesine sonbahar, kış soğuğu gibi sert ve ansızın inmişti. Ve bahçe bu soğuğu kaldıramıyordu.

(Mehir'in Anlatımından)

"Sevgilim..
Bugün hastaneden çıkışımızın 3.haftası. Biz bugün biraz hareketli uyandık. Beni derin uykumdan uyandıran şey mide bulantısı oldu. Bebeğimiz gün geçtikçe büyüyor. O kadar tuhaf, farklı, eşsiz bir his ki anlatacak kelime bulamıyorum. Çok sevdiğim pantolonlarımın hiçbiri olmuyor, düğmeleri birleşmiyor. Son kayıtlarda gördüğün gibi sürekli elbise giyiyorum. Birazdan kamerayı kapatacağım ve bebeğimizin cinsiyetini öğrenmeye gideceğim. Sende benimle öğrenmek ister misin?"

Son günlerde hiç durmayan ve kontrol edemediğim gözyaşlarımı silip kameraya karşı konuşmaya devam ettim.

"İstediğini biliyorum..Umar-"

"Mehir!" Kapının tıklanmasının ardından Savaş Akan'ın sesi duyulurken kamerayı kapattım. Kamerayı yatağın üzerindeki çantanın içine koyup kapıya yöneldim.

"Günaydın." Dedi Savaş Akan yüzünde kocaman bir gülümsemeyle.

"Günaydın." Ona oranla daha kısık ve mesafeli çıkan ses tonuma artık aldırış etmiyordu, alışmıştı, alışmalıydı. Aramızda hiçbir zaman dede torun ilişkisi olmayacağını kabullenmişti.

"Bugün nasılsınız?" Evde geçen konuşmaların zamiri çoğuldu. Artık ben değil bizdik. Ben ve bebeğim.

"Heyecanlıyız." Dedim sol elim karnımı okşarken.

"Bugün onunla olan tanışıklığımız level atlamış olacak." Savaş Akan, bakışlarını benden ayırmadan konuşuyordu. Bana baktığını hissetmenin yanı sıra görüyordum.

"Bence kız." Dedi masanın sağ tarafındaki ilk sandalyeyi çekerken.

"Nereden biliyorsun?" Çektiği sandalyeye otururken onu izliyordum. Yanımdaki, masanın başında duran sandalyesine yerleşirken gülümsemesi devam ediyordu.

"Kız bebek annenin güzelliğini alırmış. Anne, kız güzelliklerini paylaşırmış. Son günlerde yanakların şişmeye, gözlerin küçülmeye başladı. Bebeğin güzelliğini paylaşıyor."

"İlk defa duyuyorum.." Dedim uzattığı peynir tabağından dilimli peynirleri tabağıma koyarken. "Aslında.." Bir ân rüyalarımı anlatıp anlatmama konusunda kararsız kalmış, susmuştum.

"Aslında?" Diye tekrarladı. Saniyeler önceki gülümsemesi dağılmıştı. Meraklanmıştı.

"Rüyalarımda kız bebek görüyorum. Hep aynı bebek. Hiç değişmiyor. Elâ gözlü, küçük burunlu.."

Elâ derken sesimin titremesi boğazıma yumru gibi oturmuştu. Savaş Akan'ın üst dudağı yukarı doğru kıvrılırken kaşlarım çatılmıştı.

"Komik olan ne?" Diye sordum çıkışır gibi.

"Hâlâ deli gibi aşıksın..Ona olan aşkında çatırdama dahi yok."

"Senin yanına gelmek zorunda kaldım diye Uzay'dan vazgeçeceği mi? Unutacağımı mı sandın?" Omuzları havalanıp geri inerken kestiği salatalık dilimini ağzına attı. Yutkunmasının ardından konuşmaya devam etti.

"Yalan değil..Gün geçtikçe ona karşı beslediğin hisleri yitirirsin diye bir ihtimal düşünmedim değil."

"Uzay'ı öldü gösterip, aylarca alıkoyduğunda ona olan aşkımı anladığını düşünmüştüm." Keskin ses tonum değildi onu rahatsız eden; yaptıklarını unutmuyor, unutturmuyor oluşumdu.

"Niyetim hiçbir zaman ne seni ne de Uzay-"

"Öldürmek değildi.." Lafını kesip tamamlamaya başladım. "Ama öldürdün." Dedim çatalı ve bıçağı tabağın içine sertçe bırakırken. "Öldürdünüz. Uzay'ı da beni de öldürdünüz. Nefes alıyoruz diye yaşıyoruz sanıyorsunuz?! Uzay orada ölüyor bense burada yaşamaya çalışıyorum. Bebeğimiz için yaşamaya çalışıyorum. Sevdiğim adam ölürken yaşamak nasıl bir ızdırap biliyor musun?! Bilm-"

"Biliyorum." Çatal ve bıçağın tabağa çarpma sesi sertçe yankılanmıştı. "Sevdiğin insanın gözünün önünde ölmesi ve senin hiçbir şey yapamamanın ne demek olduğunu biliyorum! O öldü ama ben yaşadım. Onu benden alanları, bu dünyadan silmek için yaşadım, yaşıyorum."

Soluksuz haykırışı, titreyen kelimeleri hislerinin bir kısmının somut haliydi. Bir an düşündüm..Sevdiği kadın ile aramdaki benzerliği. Kalplerimizdeki, doktorların delik benim yara dediğim gerçeği..

O da hamileydi ve kalbinde yara vardı.
Hamileydim ve kalbimde yara vardı.
Savaş Akan onu kurtaramamıştı.
Uzay beni..

Derin nefes al Mehir..Bir daha..Ve son bir kez daha.

Ard arda aldığım nefesler toparlanmama yardımcı olurken Savaş Akan dikkatli gözlerle beni izliyordu.

"İyi misin?" Beni her gördüğünde soruyu bir kez daha sormuştu. Cevap olarak sadece başımı sallamakla yetinirken önümde duran sudan bir yudum aldım.

"Çıkalım artık." Ben sandalyeden kallkarken,  "Sen hazırlan." Dedi. Bu sen yukarıya çık ben korumaları ayarlayacağım demekti. Merdivenden çıkarken kalp atışlarımın dengesizliği bir süre duraksamama neden olmuştu.

Yatağın üzerinde duran çantamı alıp aşağıya indiğimde Savaş Akan ön bahçedeydi. Beni gördüğünde yanındaki arabaya ilerledi ve sol arka koltuğun kapısını açtı. Ben bindikten sonra dolandı ve yanıma oturdu. Onun da gelmesi ile hareket etmiştik. Korumaların olduğu arabaların üçü arkamızda iki tanesi önümüzdeydi ve bu sadece rastgele görüp sayabildiğimdi.

Yanımdaki çantayı Savaş Akan'a uzattığımda sorur bakışları üzerimdeydi. Sorgular ifade ile çantayı açıp kamerayı gördü. Kamerayı gördüğü ân gözlerinde beliren yeni ifade isteyeceğim şeyi anlamış gibiydi.

"Uzay ile öğrenmek istiyorum."

"Yapacağım." Dedi çantayı kapatırken. "Sizin için." Sizden kastının ben ve Güneş olduğunu biliyordum. Başımı dışarıya çevirip etrafı izlemeye başladım.

Eylül en karmaşık haliyle gelmişti. Hava bir gün sıcak bir gün soğuktu. Hasta olmamak için kendime ekstra dikkat ediyordum. Açtığım camdan içeriye dolan temiz hava ciğerlerimi doldururken gözlerimi kapattım.

Gözyaşlarım ardımda bıraktıklarım için süzüldü yanaklarımdan, soğuk depoda bebeğimi kaybetme korkusunun tekrar kendi hatırlatması üzerine tekrar aktılar, bir bir, tane tane..

Kalbim özlem duygusuyla dolup taşıyordu. Uzay..
Ozan..
Can..
Sema..
Babam..
Melih..

Âh..Nasıl özlemiştim. Nasıl hasrettim hepsine. Keşke diyordum içimden. Keşke şua ve sonsuza kadar yanınızda olsam, keşke şuan ve sonsuza kadar sizinle olsam..

Ama zordu, artık çok zordu. Hatta belki de imkânsız.

"Geldik." Savaş Akan'ın sesiyle bir an irkilmiştim. Başımı sallayarak arabadan indiğimde etrafımı birden bire korumalar sarmıştı. Dakikalar sonra doktorun odasına girmiştik.

"Bekletmedim değil mi?" Doktor John odaya girdiğinde Savaş Akan "Hayır." diye karşılık vermişti.

"Sizi daha fazla bekletmeden alalım." Savaş Akan benden önce ayağa kalkmıştı. Bende kalktıktan sonra muayene bölümüne ilerledik. Doktor karnıma sıvıyı dökerken Savaş Akan kamerayı hazırlıyordu.

"Hazır." Dediği ân kayıt tuşuna basmış, kameranın üzerindeki yeşil ışık yanmaya başlamıştı.

"Önceki sancılar devam etmiyor değil mi?" Doktora karşı hayır anlamında başımı sallayarak konuşmaya başladım. "Hayır bu üç haftada hiç olmadı. Sadece son günlerde hareket ettiğini hissediyorum sanki."

"Sankisi fazla. Artık hareketlerini rahatlıkla hissedebilirsin." Gözlerini kısarak ekrana daha dikkatli bakmaya başladı.

"Bir sorun mu var?" Diye sordu Savaş Akan ciddi ve keskin bir sert tonuyla. Doktor John karşılık vermek yerine hayır anlamında başını salladı ve bize döndü.

"Bu." İşaret parmağı kamerayı gösterirken kameraya bakıp bana döndü. "Babamız için mi?"

"Evet." Dedim titreyen sesimle.

"O zaman anne ve babamızın dikkatine." Dedi gülerek ultrason fotoğrafını alırken.
"Prenses odası hazırlamaya başlayın."

"Kız mı?" Bir anlık şaşkınlıkla bağırdığımda ağlıyordum..

"Gelişimi gayet güzel ve sağlıklı devam eden güçlü bir kız." Doktor ultrason fotoğrafını uzatırken yaşlı gözlerim Savaş Akan'a kaydı. Elinin tersiyle gözyaşlarını siliyordu.. Ağlıyordu.. İri yuvaya sahip mavi gözlerinden akan gözyaşları mutluluğa, sevince akıyordu.

İçimden bir ses karşımdaki mavi gözlü adamı yeni yeni tanımaya başladığımı söylüyordu.

Yaşlı gözlerimi mavi gözlerden ayırıp ultrason fotoğrafına baktım.

"Merhaba Güneş..Merhaba kızım." Öpücük bıraktığım fotoğrafı kalbimin üzerine koyup derin bir nefes aldım.

Eşya olarak bana ait olan, kendimi ait hissetmediğim odaya girdikten sonra kapıyı kapatıp camın önüne yöneldim. Güneş batıyordu..

Derin bir nefes alıp masanın üzerindeki telefona uzandım. Sadece iki ismin kayıtlı olduğu rehbere girdiğimde ilk baştaki isme tıkladım. Annem..

"Mehir!" İlk çalışında duymuştum annemin o güzel sesini.

"Annem.." Titreyen sesim konuşmamı zorlaştırıyordu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

"Kızım olacak anne..Kızım olacak."

Sessizlik..Gözyaşlarımızın konuştuğu, dillerimizin varlığını unuttuğumuz bir dakika on üç saniyeyi geride bırakıyorduk.

"Kız.." Dedi titreyen sesiyle. "En az senin kadar güzel bir kız."

"Anne.." Dedim sayıklar gibi. "Seni çok seviyorum. Sizi çok seviyorum."

"Seni çok seviyoruz Mehir. Seni sonsuza kadar seveceğiz." Annem hıçkırarak ağlamaya başladığında onu sakinleştirmem kolay olmamıştı. Annelik diye düşündüm kendi kendime, tahmin edemediğim kadar büyük ve kutsal bir histi.
Karnımda benimle birlikte bir canlı büyüyordu. Organları, vücudu oluşuyordu. Benim içimde küçük bir insan büyüyordu. Tek bir canı iki kişi paylaşıyorduk.

Telefonu kapatırken çalan kapıya yöneldim. Gel diye seslenmemin ardında açılan kapı ile Drew belirdi.

"Kız demiştim sana!" Kocaman açtığı kolları ile bana doğru koşarken ne yapacağımı şaşırmıştım. Tepki vermemi beklemeden kolları beni sararken sadece omzuna dokunmakla yetindim.

"Demiştin." Dedim tebessüm ederek. Bana oranla yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Prensesin odası neresi olacak?" Dedi etrafa bakınırken.

Sorusu ile dudaklarımı birbirine bastırdım. O da burada sonsuza kadar kalacağımı düşünüyordu..Uzay ile kavuşacağıma dair bir umudu yoktu. Haftalar önce kavuştuğunuzda neler yapacaksınız diye soruyordu ama şimdi kabullenmi gibiydi. Gibi fazla oldu..

"Artık inanmıyorsun." Dedim yutkunarak. Bahsettiğim durumu anlamış gibi yutkunurken adem elması belirginleşti.

"3 hafta öncesine kadar kavuşmanıza dair umutlar besliyordum. Kavuşun ki mutlu ol istiyordum. Ama şimdi.." Sırtını duvara yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdi. "Dedesi seni ve Güneş'i ölüme terk etti. Aşkına saygım ve inancım sonsuz ama kavuşmanıza inanırsam sana ve Güneş'e yapılanı sineye çekmiş olurum. Bunu asla unutmayacağım, unutturmayacağım."

"Neden bana karşı bu kadar iyisin?" Diye sordum cümlesini bitirir bitirmez.

"Çünkü seni seviyorum.." Sırtını duvardan ayırıp konuşmaya devam etti. "Seni, kardeşim gibi seviyorum. Kendini kanatları kırık bir kuş, beni de fırtınadan kurtulmak için sığındığın kalın bir ağaç dalı olarak düşün." Bana doğru bir adım atıp tebessüm etti. "Beni bir abi veya kardeşin olarak görmen için kan bağına ihtiyacın yok. Kalbim ve ben burdayız."

Kısılan gözleri gözlerimden ayrılmıyordu. Beni kardeşi olarak görüyordu.. Gerçekten beni korumak ve yalnız hissettirmemek için buradaydı. Başka bir his beslemiyordu.

"Teşekkür ederim.." Fısıltıma karşılık sesli bir şekilde güldü. "Gel buraya." Kollarını bir kez daha açtığında bu sefer düşünmeden sarıldım. "Artık yalnız değilsin Mehir. Artık çaresiz ve umutsuz değilsin."

Kollarından ayrıldığımda gözlerimi sildim. "O ne demek?" Diye sorduğumda göz kırpıp arkasını döndü.

"Hadi yemeğe." Önden ilerlemeye başladığında arkasından gidiyordum. Bahçeye kurulan yemek masasına yerleştiğimizde Tamay, Savaş Akan'ı arayıp işinin henüz bitmediğini ve gelemeyeceğini söylemişti.

Savaş Akan ve Drew, bebek hakkında konuşurken sadece dinliyordum. Kendilerince gelecek planları yapıyorlardı, bilmiyorlardı ki ben her şeyi planlamıştım.

Yemeklerin ardından yenen tatlı beni oldukça ağırlaştırmıştı. İstemsizce sık sık esniyordum.

"Bugün yoruldun, hadi uyu." Dedi Savaş Akan elini elimin üzerine koyarken. Elini hissettiğim ân elimi çektim.

"Sen ne zaman gideceksin?" Drew'a döndüğümde arkasına yaslandı. "Bu gece burada kalacağım. Tamay birazdan gelecek masa kuracağız."

"Tamam. Sabah görüşürüz o zaman." Ayağa kalktığımda ikisine birden baktım. "İyi geceler." Yanlarından ayrılırken arkamdan karşılık vermişlerdi. Odaya çıkar çıkmaz gece pijamamı giyip saçlarımı taradım. Taradığım saçlarımı örerken odada yürüyordum. Lastiği bağlarken takvimin önünde durdum..

Çatılan kaşlarım ile büyük ışığın düğmesine bastığımda heyecandan duraklarım aralandı.

Yutkunarak önümdeki takvimin 21 Eylül yazan sayfasını kopardım. 22 Eylül sayfası yerini aldığında derin bir nefes aldım.

"Yarın.." Dedim takvimin önünden ayrılıp başucumdaki çerçeveyi ellerimin arasına alıp. "Doğum günün sevgilim."

Parmaklarım Uzay'ın yüzünde dolaşırken gözyaşlarım çerçevenin camına düşüyordu.

"Bensiz ilk doğum günün sevgilim.." Çerçeveyi yerine bırakırken kendimi yorganın altında attım.

Zaman geçmişti, geçmeye devam ediyordu.
Uzay'ın kokusu yastığından silinmeye başlamıştı. Kokusunu kaybediyordum..

Yastığına sımsıkı sarıldım..Oymuş gibi sımsıkı ve sıcacık sarıldım.

"Özür dilerim.." Gözyaşlarım yastığı ıslatırken kendime hakim olamıyordum. "Özür dilerim Uzay..Özür dilerim kalbim.."

Gözlerim kapanmıyordu. Kalbim acıyordu. Hasret keskin bir bıçak gibi her bir milimime saplanıyordu. Yüzünü, yaşadıklarımızı gözümün önüne getiriyordum. Dakikalarca Uzay'ı izledim ve o dakikaların sonunda yataktan ayrıldım.

Merdivenlerden aşağıya inerken balkondan gelen sese verdim kendimi.

"Ve o ben olayım unutma, beni unutma
Bilir misin seni gerçekten sevdim
Sevdiğim daha birçok şeyin arasında."

Odaları dolduran şarkı sözlerini dinleyerek salona girdim oradan da bahçe kapısına yöneldim.

"Mehir iyi misin?" Beni görür görmez üçü de ayağa kalkmıştı. Başımı sallayarak yanlarına yaklaştığımda alkol kokusu midemi bulandırmıştı. Tamay masadaki şişeleri yere koyarken karşılarında durdum.

"Yarın.." Dedim gözlerim mavi gözlerde kenetlendiğinde. "Uzay'ın doğum günü." Savaş Akan'ın kaşları çatılırken konuşmaya devam ettim. "Ve ben yanında olacağım."

"Saçmalama!" İlk tepki veren Drew olmuştu. Çatık kaşlarla ona bakarken Tamay sinirle ard arda nefes alıyordu, dizlerini titretmeye başlamıştı.

"Hastanede yanına gittiğinde Toprak şerefsizinin ne yaptığını gördük! Kendini düşünmüyorsun belli, bebeğini düşün." Diye bağırdı Tamay.

"Bebeğimin babasını hissetmeye ihtiyacı var."

"Uzay'ı özledim desene şuna!" Tamay bağırmaya devam ediyordu.

"Özledim!" Sağ elimi masaya vurarak bağırdım. Elimin acısını umursamadan bağırmaya devam ettim. "Özlemimden kafayı yiyeceğim! Yastığındaki kokusu silinmeye başladı, delireceğim! Haftalardır sesini duymuyorum, aylardır dokumıyorum! Deliriyorum görmüyor musunuz?!"

"Olmaz." Savaş Akan dudaklarından dökülen tek kelimesi ile ayağa kalktı. Balkon kapısına yöneldiğinde ona doğru yaklaştım.

Amacım bağırmaktı fakat o ân hiç düşünmeden belindeki silahı aldım.

"Ne yani izin vermiyorum diye beni mi vuracaksın?" Savaş Akan havalanan kaşları ile konuşurken Drew ve Tamay ayağa kalkmış bize doğru yaklaşıyordu.

İki adım..İki adımın ardından Savaş Akan'ın arkasına geçtim. Silahı, sırtımdaki yaranın olduğu yere dayadım. Silah o bölgeye dayandığı ân anlamıştı.. Duruşunu düzelmişti.

"Beni tam buradan vurmuştun."

Silahı daha da bastırırken önüne döndü. Turuncu ve beyaz ışıkların vurduğu mavi gözlerini gözlerime mühürledi.

"Yaptırdığın kazada demir parçası buraya saplanmıştı." Dedim silahı karnına, karnımdaki izin bulunduğu bölgeye dayadığımda. "Zehir burayı da yakmıştı biliyor musun?"

Bana doğru bir adım attığında silah karın bölgesine gömüldü.

"Beni buradan vurdun." Dedi işaret parmağını vücudumda onu vurduğum bölgeye koyarak. Ardından parmağını kalbinin üzerine koydu.

"Beni vur. Hemen şimdi, burada. Ama kalbimden değil. Kalbim sensin ve onu vurmana izin vermem."

Sol elini silahın üzerinde koydu. Silahı kaldırıp alnının ortasına koydu.

"Vur. Öldür beni." Dedi gözlerini kırpmadan. Onu öldürecek şey kurşun değildi.

"Öldür." Diyerek bastırdı silahı. Dudaklarımı ıslatarak silahı indirdim ve arkamda bıraktığım masanın üzerine koydum. Üzerimde olan gözleri umursamadan çıkmak için yöneldim.

Kapının önünde duran Savaş Akan'ın yanından geçerken durdum ve başımı ona doğru çevirip gözlerine baktım.

"Beni koruyamadın Savaş Akan. Oğlunu, gelinini, torununu, sevdiğin kadını öldüren insandan beni koruyamadın." Gitmek için bir adım atıp durdum. "Beni buraya korumak için getirmiştin değil mi? Toprak Kara'dan korumak için ayırmıştın Uzay ve beni. Bir anlaşma yaptık, benimle gel Uzay özgürlüğüne kavuşacak dedin, sonra bir anlaşma daha yaptık bebeğini koruyacağım dedin ama koruyamadın Savaş Akan.. Beni koruyamadın."

Bazen kurşun silahlardan değil iki dudak arasından çıkar. Kelimeler, kurşuna bürünür öyle saplanır vücuda.

Savaş Akan şuan onu vurmuş olmamı diliyordu, biliyorum.. Ve keşke beni öldürseydi diye dua edeceğini de biliyorum. Çünkü ben ona göre kalbiydim.
Ama unuttuğu bir şey vardı; ben Mehir'dim. Dudaklarım silah, sözcüklerim kurşundu.

Onu ardımda bırakıp yürüyorum..
Ardımda kan kaybeden bir yaralı bırakıyorum..

Ne yaşadığımızı çözemediğim bir gecenin sonuydu. Gözlerim, perdeleri açık pencereden odayı dolduran güneş ile açılmıştı. Kapı, sanki bu anı bekliyormuş gibi çalındığında ses vermemiştim.

Karşılık beklemeden açılan kapının ardında Drew vardı.

"Londra-Türkiye uçağımız bir saat içinde kalkacaktır. Sayın yolcularımız lütfen bir ân önce kalkıp hazırlanın."

"Bu ne şimdi? Dalga geçecek bir şey mi bulamadın?" Saçımı toplarken Drew'e söyleniyordum.

"Seni nasıl inandırırım acaba? Uçağa binince mi inanırsın acaba?"

"Sen ciddisin.." Dedim hızla yataktan kalktığımda. "Hiç bu kadar ciddi olmamıştım. Hadi hazırlan hemen. Kahvaltı edip çıkacağız."

Drew'ın çıkmasının ardından hem ayılmaya çalışıyordum hem de ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Aslında her şey ortaydı, Savaş Akan gece söylediklerimden sonra karar değiştirmişti.

Üzerime, dizimin üzerinde biten beyaz ince askılı elbise geçirdikten sonra saçlarımı açıp dalgalı bıraktım. Koşar adımlarla aşağıya indiğimde mutfakta sadece Tamay ve Drew vardı.

"Sen kahvaltını ederken planı anlatacağız." Dedi Drew, Tamay ile birlikte karşıma otururken.

"Bu elimde gördüğün ilaç ile olacak her şey." Drew elindeki ilacı masanın üzerine koyup anlatmaya devam etti. "Ozan'la konuştuk."

"Ne? Nasıl?" Lafını kestiğimde kaşlarını kaldırarak Tamay'ı gösterdi. "Yardım aldım." Tamay ile birbirimize bakarken Drew konuşmaya devam etti.

"Ozan, Uzay'a bu ilaçtan verecek. Öncelikle şunu söyleyeyim herhangi bir yan etkisi yok. Sadece sersemletecek ve-"

"Unutturacak." Tamay, Drew'ın lafını kesip konuşmaya başladı. "Onun karşısına çıksan bile uyuyup uyandıktan sonra hiçbir şey hatırlamayacak. Sadece süreye dikkat etmen gerek. İlaç vücuduna alındıktan sora sadece bir saat etkisini gösteriyor sonra alan kişi istese de istemese de uyuyor. Uyandıktan sonra sadece ilacı almadığı zamanları hatırlıyor olacak."

Tamay detaylı bir şekilde ilacın özelliklerini anlattıktan sonra Drew, planı anlatmaya devam etti.

Yaklaşık 35 dakika sonra hazırlanmış bir şekilde arabaya binmiştik. Tamay ve Drew önde ben arkada oturuyordum.

"O nerede?" Sorduğum sorudaki o'nun kim olduğunu biliyorlardı. "Gece sen odana çıktıktan sonra o da çıktı. Güneş doğarken arayıp planı anlatıp kapattı." Tamay açıklama yaparken aklının onda kaldığı apaçık belli oluyordu. Babasıydı sonuçta..

Savaş Akan'ın uçağındaki yerimizi aldığımızda karnımı okşuyordum.

"Babana gidiyoruz bebeğim.." Bulutların arasında yerini alan uçakta camdan dışarı bakarak derin bir nefes aldım.

"Geliyorum Uzay.." Gülerek karnıma baktım. "Geliyoruz sevgilim."


Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 44.3K 64
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
206K 8.8K 59
Köyde geçen bir aşk hikayesi... O bir inci tanesiydi; Dışı dillere destan bir güzel... Naîf kırılgan ve nârin... Köy kurgusu ve abimin arkadasşı konu...
680K 45.5K 35
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
109K 11.3K 38
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...