ZEMHERİ (TAMAMLANDI)

נכתב על ידי __Zemheri_

127K 5.4K 3.5K

Yere çakılmayı, dizlerine batan çakıl taşlarını, avuçlarını delen dikenleri. Hepsini ezberleyecek kadar düşme... עוד

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm 1. Part (S. F.)
34. Bölüm 2. Part (S. F.)
Duyuru - Bilgilendirme
Geri Dönüş Tarihi
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm (Final)
Veda...
Özel Bölüm (2. Final)

32. Bölüm

851 44 19
נכתב על ידי __Zemheri_

Merhaba. İnstagram hesabımda söyledim. Ama bilmeyenler için bölüm 9 bin küsur kelime tuttu. Bu yüzden bir anket yaptım. Ankette bir bölüm olarak isteyen daha çoktu. Lakin bölümün 2. Kısmında bir mantık hatası yapmışım. Bu yüzden o kısmı düzenlemem vakit alacaktı. Sizi bekletmemek için de bölümün yarısını atmak istedim.

Keyifli okumalar...

~~~~~~~~~~

Ölmekten korkar insan. Çünkü bilemez ölümden sonrasını. Ama şunu da bilmez ki, yaşamak ölümden sonrasından daha bilinmezdir...

Zemheri bir kez daha Azrail'in soğuk nefesiyle üşürken, hastaneye yetiştirilmiş ve acil ameliyata alınmıştı. Kapının önünde eli kalbinde sadece Zeynep bekliyordu onu.

Arel, Zeynep, Fatih ve Ezel dağ evinde Zemheriden haber beklerken, Arel daha fazla evde dayanamamıştı.

Yalnız kalmaya ihtiyacım var bahanesine sığınarak çıkmıştı evden. Polislerin de şüphelenerek takibe aldığı, Ahmet Oflazın peşine düşmüştü o da. Ahmet Oflaza güvenmiyordu. Aktan bir şeyler yapacağına eminken, Ahmet Oflaz çok sürmeden yola çıkmıştı.

Geçen saatler sonunda Fatih'in telefonu çalmış ve Aktan'ın darp sebebiyle hastaneye kaldırıldığını haber vermişti polisler. Fatih, zaten hasta olan Günel Hanıma bunu söylemeden, Ezel ve Zeynep'i de alıp sessizce evden çıkmıştı.

Yoldayken bu sefer Zeynep'in telefonu çalmış ve Zemherinin kurtarıldığı ama ağır yaralı olduğunu haber vermişti, operasyonu yürüten kadın Polis. Zeynep bu haberle hastaneye varana kadar ağlamıştı. İki zıt duyguyu bir anda yaşıyordu. Zemheri kurtulduğu için mutluydu, beraberinde ağır yaralı olduğu haberiyle de acı içindeydi.

Arel de, Zemheri de aynı hastaneye kaldırıldığından dolayı, hastaneye gelir gelmez Fatih ve Ezel, Arel'in yanına; Zeynep ise Zemherinin yanına gitmişti.

Ameliyathanenin kapısında beklediği saatler boyunca ondan gelecek iyi bir haber için dua etmişti Allah'a.

Daha Polislerle doğru düzgün konuşamamıştı bile. Ne olmuştu, nasıl olmuştu ? Sadece ağır yaralı olduğunu biliyordu. Zihni de, duyguları gibi karmakarışık bir haldeydi.

Kaçıncı seferdi bu ? Kaçıncı defa bekliyordu Zemherinin o ameliyattan sağ çıkmasını ? Kaçıncı defa bu acıyı çekiyordu Zemheri ?

Ne zaman son bulacaktı bu canilik ? Yine mi serbest kalacaktı katili ?

Zeynep uzun bir süre boyunca bunları düşündü. Ama hiçbir sorusunun cevabını alamamıştı.

Saatlerce cevapsız sorular içinde, doktorların vereceği iyi haberi bekledi. Ve o bekleyiş bir son buldu.

Genç bir kadın Doktor ameliyathaneden çıktı. Yüzündeki gülümseme Zeynep'e umut vermişti.

"Zemheri Oflazın yakını siz misiniz ?"

Zeynep hızla başını salladı.

"Evet benim. Arkadaşıyım" dedi Zeynep.

Doktor derin bir nefes vererek uzun konuşmasına başladı.

"Öncelikle şunu söylemeliyim ki arkadaşınız çok güçlü biri. Ameliyatı da iyi geçti. Şanslı ki, bıçak karın boşluğuna yakın bir noktaya gelmiş, iç organları bir hasar almamış. Gördüğü şiddetin iç kanamaya ya da iç organlarında başka bir hasara sebep olmaması da büyük bir şans. Ama uzun süre susuz kaldığından böbrekleri hasar görmüş. Bir süre yoğun bakımda tedavi edilecek..."

Genç Doktor, Zeynep'in telaşlı bakışlarını görünce, elini Zeynep'in koluna koyup devam etti.

"Merak etme, arkadaşın çok güçlü biri. Bu süreci de hızla atlatacağına eminim" dedi.

"Teşekkür ederim" dedi Zeynep, minnettar bir sesle.

Doktor gülümseyerek rica etti ve yanından uzaklaştı. Zeynep yine de oradan ayrılmadı. Zemheri ameliyathaneden sedyede çıkarıldığında, Zeynep telaşla yanlarına gitti.

Hemşirelerin hızla götürdüğü sedyede arkadaşını kısa bir süre için görebilmişti. Gördüğü an ise olduğu yere çakılıp kalmıştı.

Nasıl bir insandı bunlar ? Nasıl bir insan, bir insana bunu yapabilirdi ?

Zeynep, Arel onu ilk aradığında Zemherinin yeni bir kriz geçirdiğini sanarak telaş içinde açmıştı telefonunu. Ama beklediğinin aksine Zemherinin yanında olup olmadığını sormuştu. Bunun üzerine Zemheriyi her yerde aramışlar fakat hiçbir yerde bulamamışlardı.

Çok sürmeden polise gitmişlerdi. Lakin gittiklerinde, mezarlık bekçisinin de bayıltılarak mezarlığın bir köşesine atıldığını öğrenmişlerdi.

Adamın verdi ifadeye göre de: Zemheri mezarlığa girdikten sonra birkaç adam da ardından girmiş ve çok uzun sürmeden başına aldığı darbeyle bayılmıştı.

Aktan bunun üzerine iyice telaşlanmıştı. Polisler iz sürmüş ama Zemheriye dair bir ize hiçbir yerde rastlamamışlardı. Şüpheli olarak Ahmet Oflaz ilk akla gelen kişi olsa da, Aktan, Batuhan'dan bahsetmişti Polislere. İşin garip olan tarafı ise Polislerin araştırmalarına göre o adam Türkiye'de bile değildi. Polisler bunun için bir şey yapamasa da, Zemherinin babasını takibe aldıklarını söylemiştiler.

Şimdi kim, ne yapmıştı ? Her ikisinin de yapması insanlık dışıydı. Biri kardeşi, diğeri babasıydı. İki erkek, bir kadını sığdıramamıştı şu koca dünyaya. Ah ne de acıydı... Oysa koca dünyaya sığdıramadıkları kadınlar, onları yumruk kadar bir rahimde filizlendirip dünyaya getirmişti !

Zeynep sıkıntılı bir nefes alıp Zemherinin götürüldüğü yoğun bakım odasını öğrendi. Yoğun bakım odasının önüne daha yeni gelmişti ki, ardından sesler duydu. Başını çevirip baktığında, Arel zar zor yürüyordu. Yanında Fatih ve Ezel de vardı.

"Kardeşim, daha yeni doktor istirahat etmen gerekiyor demedi mi sana ? Ben doktoruyla konuşur sana her şeyi anlatırım" diye, ısrarla tekrarladı sözlerini Fatih.

Aktan kendine geldikten sonra, doktor kontrolleri bitene kadar zorla odada tutulmuştu. Ama kontroller bitince arkadaşları da, doktoru da onu tutamamışlardı. Danışmadan, Zemherinin ameliyatının bittiğini ve yoğun bakıma alındığını öğrenince, çektiği acılara rağmen yoğun bakım katına çıkmıştı. Zeynep'i ilerde görünce, telaşla onun yanına gitti.

"Zeynep yalvarırım o iyi de. Yalvarırım..." dedi Aktan.

"Arel önce bir sakin ol. Önce geç otur şöyle. Ayakta durmaya halin bile yok !" dedi Zeynep.

Endişesini anlıyordu. Ama o da iyi görünmüyordu.

"Zeynep o iyi mi ?"

Aktan, Zeynep'in sözlerini göz ardı ederek, ısrarla sordu. Önemli olan tek şey Zemheriydi o an.

"Anlatacağım. Ama önce lütfen otur" dedi Zeynep, ondan daha fazla inat ederek.

Aktan sırf anlatmaları için yakındaki koltuklardan birine oturdu. Umursamasa da iyi değildi. Kaburgalarında çatlak, vücudunun çeşitli yerlerinde irili ufaklı morluklar vardı. Sol kolunda da, küçük de olsa çatlak olduğundan kolu alçıdaydı.

"Doktor, Zemherinin çok güçlü olduğunu ve ameliyatın iyi geçtiğini söyledi. Bıçak, karın boşluğuna yakın bir noktaya gelmiş. Şükür hiçbir iç organı da zarar görmemiş..."

Zeynep'in sözleri, Aktan'ın içini rahatlatmaya yetmemişti.

"Madem öyle neden yoğun bakıma aldılar ?" Diye sordu.

"Durumu iyi olsa da, orada zor şeyler yaşamış. Böbrekleri, uzun süreli susuzluk sebebiyle hasar görmüş, bunun için bir süre yoğun bakımda tedavi görmesi gerekiyormuş. Ama Doktor, Zemherinin bunu da kısa sürede atlatacağını söyledi" dedi Zeynep.

Aktan gözlerini kapatıp derin bir soluk verdi. Bu çatlayan kaburgaları yüzünden acı verici olsa da, umursamadı.

"Şükürler olsun..."

Gönülden şükür etti Aktan. Zemheri iyiyse gerisinin bir önemi yoktu.

Bu sırada, Zemherinin olduğu odanın perdeleri açıldı ve birkaç saniye içinde içerden hemşire çıktı. Aktan hızla ayağa kalkıp camın önüne geçti. Zemheriyi yatakta o halde görünce, gözlerini de dişleri gibi var gücüyle sıktı. Camın üzerinde duran sağlam elini yumruk yaptı ve alnını soğuk cama yasladı.

Yatağının üzerinde Zemherinin saçlarını ve fotoğrafları görünce, Aktan'ın dünyası cehenneme dönmüştü. Şimdi Zemheriyi yüzü yara bere içinde, öpmeye bile kıyamadığı saçları kesilmişken görmek kalbini sökmüş gibi acı veriyordu.

"Sana yemin ederim bitanem, sana bunu yapanların cezalarını çekmeleri için elimden gelen her şeyi yapacağım ! Bu sefer öyle kolay kurtulamayacaklar. Kıydıkları saçlarının bile bedelini ödeyecekler, yemin ederim..."

Aktan yeminini göz yaşlarıyla mühürledi. Bu sırada arkadan bir ses geldi.

"Arel Haznedar ?"

Aktan gözlerini hızla açıp göz yaşlarını sildi.

"Buyurun benim" dedi arkasını dönerek.

Arkasını döner dönmez de iki polisle göz göze geldi.

"Biz darp olayı hakkında ifadenizi almaya geldik Arel Bey. Lütfen şöyle oturun ve her şeyi anlatın" dedi erkek Polis memuru.

Arel, Polis memurunun gösterdiği koltuklara doğru yavaşça yürüyüp oturdu.

"Sevdiğim kadın kaçırıldı bildiğiniz üzere. Göz önünde olan tek suçlu da babasıydı. Elim kolum bağlı oturmaktansa, belki bir şekilde Zemherinin yanına gider diye uzaktan izledim onu. Sonra apar topar evden çıktı ve şehir çıkışına doğru yol aldı. Ardından onu bekleyen başka bir araca binip yoluna öyle devam etti. Eski depoların olduğu bir yere geldiler. Sonra da beni fark ettiler tabii. Ondan sonrası da bildiğiniz gibi. Beni darp edip yakında bir yerlere attılar..."

Aktan'ın anlattıklarıyla, ifade tutağını hızla doldurdu Polis memuru. Bu sırada Aktan'a birkaç detay da sorup işlerini sonlandırmışlardı.

Aktan, Polis memurlarına, Zemheriye ne olduğunu ve o günün arka planına dair şeyleri sordu. Genç Polis memuru da anlatılmasında sakınca olmayacak kadar anlatmıştı Aktan'a.

Aktan, Ahmet Oflazı takip eden tek kişi değildi. Daha önce de Aktan'a karakolda bilgi veren kadın Polis, Ahmet Oflazı gizli takibe almıştı. Kısa da olsa, iş tecrübesi telefon sinyalini bir şekilde hallettiklerini öğretmişti. Bu nedenle işini şansa bırakmamak için Ahmet Oflazın evinin yakınında, arabasında günlerce nöbet tutmuştu. Ahmet Oflaz evinden çıkar çıkmaz, merkezi arayıp telefon sinyalinin nerde gösterdiğini sormuştu. Evinde gösterdiğini duyunca da, bunu yapmakta ne kadar doğru bir karar verdiğini anlamıştı.

Genç Polis, Ahmet Oflazı takip eden birinin daha olduğunu fark etse de, Ahmet Oflazın izini kaybetmemek için müdahale etmemişti. Ahmet Oflazın izini şehrin dışındaki, eski depolara kadar sürmüştü. Yoldayken destek istemeyi ihmal de etmemişti. Kafasına koymuştu, Zemheri de bir cinayete kurban gitmeyecekti.

Genç Polis uzaktan olan biten her şeyi izlemişti. Arel'in darp edilmesini görmüştü. Ama tek başına onca adamla çatışmaya girmek hem kendi canını, hem de diğerlerinin canını bile bile ateşe atmak olacağından, müdahale edememişti.

Neyse ki çok sürmeden, takip sırasında istediği destek gelmişti. Zorlu bir çatışmanın ardından Arel darp edilmiş, Zemheri ise ağır yaralı bir halde kurtarılmıştı...

~~~~~

Hukuk'un anlamı adalettir algısıyla yetiştirilmişti Aktan. Babası da, annesi de her zaman doğrunun yanında olmuş ve bunun uğruna ağır bedeller ödemişti. Aktan ailesinden hep adaleti öğrenmişken, şimdi de adalet için sonuna kadar savaşacaktı.

Günün erken saatlerinde, Nehir Hanımın yanına gitmiş ve durum hakkında onu bilgilendirmişti. Zemherinin babası da, abisi olacak o adam da cezalarını çekecekti.

Gün içinde Batuhan'ın nöbetçi mahkemeye çıkarılacağını öğrendiğinde, Zemheri için orada dimdik durmak ve alacakları cezaları görmek istiyordu Aktan.

İstediğini de yaptı.

Batuhan yaptığı her şeyi itiraf etmişti. Daha önce de Zemheri ve Mehir'i kaçırdığını da itiraf ederek, o zaman delil yetersizliğinden alamadığı cezası, şimdiki cezasının üzerine eklenmişti.

İnsanı zorla alıkoymak, darp ettirmek, cinayete azmettirmek ve cinayete teşebbüs suçlarından müebbet hapis cezasına çaptırılmıştı.

Zemheri olmasa da, Aktan zafer dolu gözlerle bakmıştı Batuhan'ın gözlerine...

Aktan, mahkemeden sonra gönlünde büyük bir rahatlık ve mutlulukla Zemherinin yanına gitmişti. O uyandığında katilin serbest demeyecek, gururla mahkemeyi anlatacaktı.

Aktan yoğun bakım odasının camına başını yaslayarak, camdan sevdiği kadını izledi.

"Bugün kabusun artık son buldu. Senin hep hayal ettiğin gibi hak ettiği cezayı aldı. Şimdi sen de aç gözlerini. Göreyim o zafer dolu mutluluğunu. İstersen sonra yüzüme bile bakma, affetme beni razıyım. Ama sen iyi ol..."

Tek duası da, isteği de Siyah Kar Tanesinin iyi olmasıydı. Gerekirse Aktan'dan uzak ama iyi !

~~~~~

Gece yarısına birkaç saat kala, Zeynep sıkıntılı bir ifadeyle yoğun bakım katına çıktı.

"Kontrol ettim babacım. Annem de baktı tercih listeme. Bir sıkıntı yok" dedi Zeynep babasını ikna etmek istercesine.

Artık ikna olmuş olacak ki, vedalaşıp konuşmayı sonlandırmıştılar.

Üniversite tercihlerinin son günüydü. Sistemin kapatılmasına sadece birkaç saat kalmıştı. Zeynep'in canı ise Zemheri için sıkkındı. Dostunun onca zorluğa rağmen bu sınava çalıştığının bizzat şahidiydi. Kaçırılmadan önce Zemherinin kendinde olmadığı zamanlar da, puanlar açıklanmıştı. Bu yüzden Zemherinin puanına da bakmıştı. Beklediği gibi güzel bir puan almıştı. Şimdi, verdiği onca emeğin karşılığı olan puanı kullanamıyor olması, Zeynep'in canını sıkıyordu.

Bu konu hakkında Arel'le konuşmak istiyordu. Ama Arel'in de pek iyi olduğu söylenemezdi. Yine de Zemheri için bir karar vermeleri gerektiğini düşünürken yoğun bakım katına gelmiş, Zemherinin olduğu odanın önüne varmıştı.

Koltuklarda sadece Fatih oturuyordu. Görünürde Arel yoktu. Bunun için Fatih'in yanına gitti.

"Pardon, Arel nerede ?"

Fatih, Zeynep'in ona seslenmesiyle telefondaki başını hızla kaldırdı ve gülümseyerek cevapladı.

"O annesini görmeye gitti. Olanları öğrenince Günel Teyze fenalaşmış, malum kalp hastası" diye açıkladı durumu Fatih.

Duyduklarıyla Zeynep'in canı iyice sıkılırken, bu yüzüne de yansıdı.

"Peki ne zaman gelebilir ?" Dedi Zeynep, tüm şansını deneyerek.

"Yarına kadar geleceğini sanmam. Bir sorun varsa yardımcı olabilirim ?" Dedi Fatih, tüm nezaketiyle.

Zeynep duyduklarıyla bir çıkmaza girmişti. Bu kararı tek başına vermesi hiç doğru olmayacaktı.

"Bir sorun var aslında. Ama yardımcı olamazsın" dedi.

"Bunu sen sorunu söylemeden bilemeyiz" dedi Fatih. Zeynep'e gerçekten yardım etmek istiyordu.

"Üniversite tercihlerinin son günü. Birkaç saat içinde sistem kapanacak. Zemherinin tercihi yapılmazsa bir senesi boşa gidecek. Arel'le bu konuyu konuşmak istiyordum. Ama son zamanlarda olanlar malum" dedi.

Fatih alnını kaşıdı ve biraz düşündü.

"Puanı nasıl ?"

"Puanı tam da istediği gibi geldi aslında. Hep hayal ettiği bölümü, hep hayal ettiği şehirde okuyabilir" dedi Zeynep hüzünle.

"Eğer onun istediği şeyleri biliyorsan, neden onun tercihini de yapmıyorsun ?"

"Bu büyük bir sorumluluk. Hem istediği şehir Arel'le tanışmadan önceydi. Şimdi onun adına, tek başıma karar vermek bana doğru gelmiyor"

Zeynep'in omuzlarına binen yük, ruhunu daraltıyordu.

"Zeynep sen onun en yakın arkadaşısın. Zemherinin o sınav için, bu hayata rağmen verdiği emekleri en iyi sen bilirsin" dedi Fatih, eliyle Zemheriyi gösterirken.

Zeynep'in kararsız bakışlarını görünce, biraz daha üzerine gitti Fatih.

"Şimdi, Zemherinin onca emeğini bir kenara bırakıp göz göre göre bir senesini kaybetmesini mi istersin; yoksa onun istediği şeyleri yazar ve gerisini Zemheriye mi bırakırsın..? Maalesef ki hemen bir karar vermelisin !"

Zeynep öyle bir sorumluluğun altına girmişti ki, her an oturup ağlayabilirdi. Evet bir karar vermek zorundaydı. Her ikisi de sonradan vicdan azabı çekmesine neden olabilirdi. Ama Zemherinin verdiği emeğe şahit olmuştu ve kendi de bir öğrenci olarak sınava hazırlanmanın ne kadar zor olduğunu biliyordu. Bu yüzden doğru olduğunu düşündüğü bir karar verdi.

"Tercihleri nereden yapacağız ?" Dedi Zeynep. Omuzları, verdiği derin nefesle beraber çökmüştü.

Fatih, Zeynep'e gülümsedi.

"Arabada dizüstü bilgisayarım vardı. Biraz bekle hemen alıp geleyim" dedi Fatih.

Zeynep başını sallayınca, Fatih hızla dizüstü bilgisayarını almaya gitti.

Zeynep derin bir nefes alıp sıkıntıyla verdi. Yoğun bakım odasının camına ellerini koyarak Zemheriye baktı.

"Umarım bu yapacağım şey senin hayatında daha büyük sıkıntılara neden olmaz. Ne olur uyanınca beni anla Zemheri ?"

Zeynep içten içe hayırlısını isteyen dualar etti, Allah'a. Bu sırada Fatih gelmiş ve koltuklara oturmuştu. Zeynep de yanına oturarak, onun sisteme girmesini bekledi.

"Sen istersen tekrar bir üniversite puanlarına bak. Ona göre bir liste yapalım" dedi Fatih.

Zeynep buna burukça gülümsedi.

"Aslında ben bir liste yapmıştım burada. Belki Zemheri hemen uyanır da, tercih yapmak isterse diye hazırlamıştım" dedi, çantasındaki listeyi çıkartırken.

Fatih, Zeynep'e bakıp tekrar gülümsedi.

"Çok iyi yapmışsın" dedi.

Fatih zor da olsa sisteme girince, Zeynep gerekli bilgileri girdi ve tercih listesini son kez hazırladılar...

Sistemin kapanmasına kısa bir süre kalınca, Zeynep hazırladığı listeyi tekrar kontrol etti ve onaylayarak sistemin kabul etmesini bekledi.

Zeynep'in içinde büyük bir sıkıntı vardı. Ve bu sıkıntı Zemheri uyanıp olanlar hakkında onunla konuşana kadar gitmeyecekti.

Fatih, Zeynep'e bakarak

"Canını sıkma. Sen doğru olanı yaptın" dedi.

"Umarım. Umarım öyledir..."

Fatih, Zeynep'in kafasını dağıtmak için onun tercih listesini, hayallerini ve hedeflerini sordu. Zeynep onunla konuşurken zaman öylece akıp gitmiş ve ikili tatlı bir sohbetle ilk adımlarını atmıştı...

~~~~~

(1 HAFTA SONRA)

Bir hafta Aktan için çok zor geçmişti. Doktorlar, Zemherinin yanına girmesine izin vermese de, her gün durumunun hızla iyiye gitmesi onun tesellisi oluyordu.

Bir yandan olanları öğrenince annesinin fenalaşması, bir yandan Zemherinin hâlâ uyanmaması derken Aktan hiç dinlenememiş, yaralarının iyileşmesine fırsat vermemişti.

İyiyim dese de, kaburgalarındaki çatlaklar onu bazen nefessiz bırakacak kadar can yakıcı oluyordu. Bunu belli etmemek için lavaboya gidiyorum bahanesiyle bir süre kendine gelmeye çalışıyordu. Şimdi de yaptığı gibi. Biraz da olsa toparlanınca lavabodan çıkıp odanın önündeki yerine geri döndü.

Doktorla konuşmuştu. Zemheri yeterince toparlandığı için yoğun bakımdan çıkartılacak, tedavisi normal odada devam edecekti. Bu heyecandan ellerini titretiyordu. Zemheriyi delicesine özlemişti, ismini duymak bile kalbini tekletiyordu.

Zemherinin olduğu odanın karşısındaki koltuklara, canı yanarak oturdu. Ezel de halini görünce, endişeli gözlerle yanına oturdu.

"Şu haline bak ! Ne olur yani inat etmeyip biraz dinlensen ?" Dedi Ezel kızgınlıkla.

Ezel inatla dinlenmesini söylese de, Aktan buna hep itiraz ediyordu. Artık göz hapsinde tutulup durmaktan da sıkılmıştı.

"Ezel bunaldım artık bu sözlerinizden. Hepiniz biliyorsunuz, Zemheri gözlerini açmadan, iyi olmadan bana rahat bir an yok" dedi Aktan.

"Böyle mi iyi edeceksin onu ? Şu haline bak ! Kaşın, dudağın patlamış. Gözlerin yediğin dayaktan ve uykusuzluktan keşe dönmüş. Yüzün çökmüş, tipin kaymış be !"

Ezel son sözünü Aktan'ı güldürmek için söylemişti. Ufak da olsa başarmıştı da.

"Çok mu kötü duruyorum ?" Dedi Aktan, başını Ezele çevirirken.

Ezel hızla başını sallayınca, Aktan sıkın bir nefes verdi.

"Zemheri uyanınca, beni böyle görürse çok üzülür. Bir de benim için üzülsün istemiyorum. Sen biraz toparlayamaz mısın yüzümü ?"

Ezel buna gülümsedi.

"Sana makyaj yapmamı mı istiyorsun ?"

"Bir nevi evet. Makyaj sadece sizleri daha fazla güzelleştirmek için değil, bizleri de güzelleştirmek için değil mi ?" Dedi Aktan, Ezele gülümseyerek eşlik ederken.

Ezel, Aktan'ın istediğini anlayarak, makyaj çantasını çıkardı ve onu Zemheri için hazırladı...

~~~~~

(ZEMHERİNİN ANLATIMINDAN)

Bazı geceler gözlerinizi kapatır ve bir daha uzun bir süre açmak istemezsiniz ya, sonra o günün sabahında garip bir enerjiyle uyanırsınız... Ben de tam olarak öyle bir âna açtım yorgun gözlerimi.

Öleceğim düşüncesiyle bir daha açmak istemediğim gözlerimi, Aktan'ı görme heyecanıyla açtım.

İlk hissettiğim acı da olsa, ben açmaya çalıştıkça kapanan gözlerimi inatla açık tuttum.

Başımda bir Doktor vardı. İsmimi söylüyordu.

"Zemheri Hanım beni duyabiliyor musunuz ?"

"Evet..." Dedim, acıyan boğazıma rağmen.

"Zemheri Hanım zor bir ameliyat geçirdiniz. Ama merak etmeyin şu an durumunuz gayet iyi. Ağrınız var mı ?"

"Evet. Burası" dedim yüzümü acıyla buruştururken ve elimi, Batuhan'ın bıçağı sapladığı yerin üzerine koydum.

Aslında birçok yerim acıyordu. Ama acının en yoğun olduğu nokta orasıydı.

"Bıçak yarası derin ve dokuyu fazla yaralamış durumdaydı, acımasının sebebi bu. Ama merak etmeyin, Hemşire Hanım şimdi bir ağrı kesici yapacak size. Kısa süre sonra acınız dinecektir. İzninizle bu sırada ben de genel kontrollerinizi yapayım" dedi Doktor.

Başımla onaylayınca, Doktor Hanım gerekli kontrolleri yaptı.

Doktorun işi bitince, geçmiş olsun diyerek, odadan Hemşire ile beraber çıktı.

Çok sürmeden kapı çalındı. Ardından içeri Zeynep ve Ezel girdi. Zeynep müsait olduğumu görünce, kapıyı açtı. Fatih de içeri girince bir süre bekledim. Yorgun gözlerim onu aradı. Tam gelmeyeceğini düşünerek umudumu kesmişken, onu gördüm. Aktan'ı...

Yorgunca gülümsedim.

Zeynep kapıyı kapatıp sağ tarafıma geçti. Ezel ve Fatih kapının yanında duruyorlardı. Aktan ise çekingence sol tarafıma geçti.

Kimse konuşmuyor, hatta bir tepki bile vermiyorlardı. Sadece gözlerinde az çok gördüğüm mutluluk ve endişe vardı. Bu sessizlik canımı sıkınca, ilk konuşmayı ben başlattım.

"Yine kurtulamadınız benden..." Dedim, zorla da olsa.

Aktan'ın dolan gözlerinden akan birkaç damlayı, başını çevirerek hızla sildiğini görmüştüm.

"Senden kurtulmak istediğimizi de nerden çıkardın ?" Dedi Zeynep, titreyen sesiyle. Ağladı ağlayacak bir halde olduğunu anlamak zor değildi.

Zeynep'e bakıp gülümsememi korudum.

"Şuna baksanıza. Yine kefenin ucundan kaçıp geldim. Ama hiç biriniz bana sarılmıyor !" dedim sahte bir sitemle.

Nefes nefese kalmıştım, konuşmak beni fazla yoruyordu.

Aktan başını eğdi ve yüzüme bakmadı. Kolundaki alçıyı yeni fark edince kendi acımı unutup onun acısını çektim kalbimde.

Nadir de olsa, kalbimi dinledim ve hiçbir şey düşünmeden konuştum.

"Aktan... Bana sarılır mısın ?"

Aktan, sanki benim ona izin vermemi bekliyormuş gibi başını kaldırdı ve dolu gözleriyle yüzüme kısa bir süre bakıp yanıma yavaşça oturdu. Çekingence elini belime sardı. Ben de özlemle, yorgun kollarımı sardım beline. Alnını omuz başıma yasladığında, elimi kaldırıp yavaşça saçlarını okşadım.

Ağladığını, hastane önlüğünde hissettiğim ıslaklıktan anlamıştım. Korkmuştu, benim onun için korktuğum gibi. Bu yüzden o yatışana kadar bir şey demedim.

Saniyeler hızla akıp giderken, ben saniyelere tezat şekilde yavaşça okşadım saçlarını...

Bir süre böylece geçerken, koca özlemim karşısında, onun tenimde tüy gibi duran kolu canımı sıkmıştı.

"Bana daha sıkı sarılır mısın ?"

Komadan uyandığım gün, o söylemişti bunu bana. Canımı yakmamak için sıkı sarılamamıştı. Şimdi ben korkuyordum onun canını yakmaktan...

Uğradığı şiddeti görmüştüm... Sadece kolundaki alçıdan ibaret olacak kadar hafif sonuçlanmayacağını, bilecek kadar şiddet görmüştüm.

"Hayır ! Canını yakmak istemiyorum..."

Sözlerine burukça gülümsedim.

"Sen benim canımı yakmazsın..."

Bu sözleri ben söylesem de, Aktan'ın boğazına düğümlenmişti...

Belimdeki kolunu sıkılaştırdı. Yaram ufak ufak sızlıyordu ama önemli değildi.

"Özür dilerim. Özür dilerim..." Diye sayıkladı.

"Şşt. Şimdi konuşmak istediğim konular bunlar değil. Konuşacağız, birbirimizi dinleyeceğiz. Ama sonra..."

Konuşulup halledilmesi gereken çok şey vardı. Birbirimizi kaybetmekle yüzleşmiştik. Hayat, aşılmayacak sorunları büyütmek için fazlasıyla kısaydı.

Aktan da başını yavaşça sallayıp ayrıldı benden. Ayrılınca karşı karşıya gelen yüzlerimiz, makyajla kapattığı yaraları fark etmemi sağladı.

Görmemi istemiyordu demek ki. Aktan öyle istiyorsa, görmezdim ben de...

"Ağrın var mı ?" Diye sordu endişeyle.

Gözlerinin için kıpkırmızı olmuştu.

"Vardı biraz. Ama hemşire ağrı kesici verdi" dedim. Bu sefer ben ona bir soru yönelttim.

"Sen iyi misin peki ?"

Cevabını biliyordum aslında. Ama yine de sormak istemiştim.

"İyiyim ben merak etme" dedi, beni yanıltmayarak.

Ardından yüzünde kalan nemi de kurulayıp yanımdan kalktı. Kalktıktan sonra sol elimi de tutmuştu.

Bu sefer Zeynep yan tarafıma oturup sağ elimi tuttu. Dolu gözlerle yüzüme baktığında, dişlerimi gösterecek kadar gülümsedim.

"Sen ağlayabiliyor muydun ya ?"

Söylediklerim Zeynep'in boşluğuna denk gelmiş olmalı ki, bir an öylece bakakaldı.

Fatih gülmeye başlayınca, Ezel de gülmeye başladı. Ardından Arel de dayanamayıp gülünce, Zeynep de gülmeye başlamıştı.

"Sen iyi misin Zemheri ? Doktorlar iyi olduğunu söyledi. Ama kafa travması falan mı geçiriyorsun ?"

Zeynep halime normal olarak şaşırmıştı.

"İyiyim. Sadece ölmüşüm de başımda yasımı tutuyormuşçasına olan tavrımız, sinirimi bozdu !" dedim.

Zeynep gülerek, yavaşça sarıldı.

"Sen iyi ol da, istediğini söyle ben razıyım" dedi içtenlikle.

Zeynep'e sarıldım bir süre. Onları çok korkutmuştum. Şimdiyse böylesine yaptığım espri, onların da sinirini bozmuş olmalıydı. Zeynep'in sarılırken titremesi bunu açık ediyordu.

Zeynep biraz toparlanınca, yavaşça benden ayrıldı ve ayağa kalktı.

Bu sefer Fatih sırayı devraldı.

"Geçmiş olsun" dedi, her zaman ki mesafeli tavrıyla.

"Teşekkür ederim" dedim, yorgunca gülümseyerek.

Ardından Ezel devraldı sırayı.

"Geçmiş olsun Zemheri. Hepimizi korkuttun. En çok da Aktan'ı..." dedi.

Her şeyi öğrendiğimi biliyorlardı anlaşılan. Baş parmağım ile Aktan'ın elini okşarken, birkaç saniye yüzüne bakarak gülümsedim.

"Ezel şimdi açmayalım bu konuları" dedi Aktan.

"Haklısın. Pardon Zemheri" dedi mahcup bir tavırla.

"Önemli değil Ezel. Ve iyi dileklerin için teşekkürler" dedim.

Sözlerim yeni bitmişti ki, içeri hemşire girdi.

"Hastayı daha fazla yormayın lütfen. Polisler de ifadesini almak için gelecek" dedi ve gitti.

Hepsinin, benden daha fazla dinlenmeye ihtiyacı olduğu kesindi.

"Ben iyiyim merak etmeyin. Hadi gidip siz de dinlenin. Gözünüzden yorgunluk akıyor" dedim.

Aktan'ın kabullenmeyeceğini gözlerinden anlamıştım. Bu yüzden Zeynep'in gözlerine ısrarcı bir tavırla baktım.

"Eve gidip hemen gelirim" dediğinde, ben daha gelmemesini söyleyemeden, Aktan itiraz etti.

"Sen de haftalardır harap oldun Zeynep. Git ve dinlen. Zemherinin yanında ben kalırım" dedi.

Şansımı denemek için Aktan'a baktım bu sefer.

"Aslında sen de gidip dinlensen iyi olur. Gözlerin kıpkırmızı. Saklamaya çalışsan da göz altların uykusuzluktan çökmüş..."

"Ben sadece senin yanında dinlenebilirim. O yüzden ne dersen de, ben burada kalıyorum" dedi kati bir sesle.

Sağ elimi teslim oluyor gibi kaldırdım.

"Sadece şansımı denemek istemiştim" dedim.

Aktan halime karşı gülümsedi.

Fatih ve Ezel tekrardan geçmiş olsun diyerek odadan çıktılar.

"Bir ihtiyacın olursa ara, hemen gelirim" dedi Zeynep.

Derin bir nefes verdim.

"Tamam Zeynep, beni merak etme. Refakatçim çok iyi !"

Son sözümde gülümseyerek, göz kırptım.

Zeynep halime gülümseyerek odadan çıktığında, Aktan'la baş başa kaldık.

Biraz eğilip alnımdan öptü.

"Hadi dinlen biraz bitanem" dedi Aktan.

Başımı salladığımda elimi bırakıp tekli koltuğa ilerledi. İçim orada oturmasına el vermiyordu. O da iyi değildi. Doğru düzgün uyumadığına da emindim.

"Aktan..."

"Efendim bitanem ?" Dedi, bana doğru dönerek.

"Yalnız uyumak istemiyorum. Birlikte uyuyalım mı ?"

Aktan gözlerime baktı. Ardından yavaşça yanıma geldi.

"Canını yakmak istemiyorum bitanem. Sen uyu ben senin yanındayım" dedi, yanıma otururken.

"Uykusuz olduğunun farkındayım... Batuhan, yediğin dayağın her saniyesini izletti bana. Yaralarının sadece kolundaki alçıyla sınırlı olmadığını tahmin edebiliyorum... Koltukta yatarsan canın yanacak. Senin canın yanarken, ben burada rahat rahat uyuyamam !" dedim, örtüyü kaldırıp.

Sıkkın bir ifadeyle ayağa kalktı ve diğer tarafıma geçip yavaşça yanıma uzandı.

"Canımız yanacaksa da beraber yansın. Beraber olunca her şeyin üstesinden geliriz..." Dedim fısıltıyı andıran bir ses tonuyla.

Aktan alınlarımızı birbirine yasladı. Elini, yanağımın üzerine koyup tüy gibi dokunarak sevdi yanağımı. Ardından elimi alıp kalbinin üstüne koydu.

Bize ait en sevdiğim şey konuşmadan anlaşmaktı. Gülümseyerek, onun kalp atışları avuç içimi döverken, huzurla kapattım gözlerimi...

~~~~~

Haberlerde, katillerinin ellerinden kurtulmuş kadınların röportajlarını izlerken hep şaşırırdım. Nasıl bu kadar soğuk kanlı anlatıyorlar derdim. İzlerken bile insan ağlamaklı olurken, onlar katillerini nasıl bu kadar soğuk kanlı anlatıyorlar anlamazdım hiç. Bugün anladım...

Meğer en kötüsünü görünce, ölümle yüz yüze gelince, ruhunuzdan bir parça da o zaman ölüyordu. Olanları anlatmak da, o an kadar acı vermiyordu...

Polislere her şeyi anlatırken, hatta Ahmet Oflazın alnıma dayadığı silahı anlatırken bile ağlamadım. Sesim bile titremedi...

İfademi, daha önce komaya girdiğimde ifade için gelen Polis memuru Dilek Hanım almıştı. Duyduğuma göre benim de, Aktan'ın da hayatını onun azmi kurtarmıştı.

İfadem alınırken bir şeyi fark etmiştim. Bu sefer haberlerde soğuk kanlılıkla konuşan kadın bendim. Hüzünle dinleyen ise ifademi alan Polis memuruydu.

Kısa bir süre önce ben o haberleri izleyip üzülenken, şimdi o haberlerde konuşan olmuştum. Sıra her geçen gün birimize geliyordu. Bugün ben, yarın belki de karşımdaki kadın polis, başka bir gün başka bir kadın...

Salgın bir hastalığa yakalanmış gibi hızla ölüyorduk. Salgının adı erkekken, kurbanlar hep kadındı...

Polis Hanım ayaklandı ve gülümseyerek elimi sıktı.

"Eğer sonradan hatırladığın bir detay olursa, beni ara lütfen" dedi ve numarasının yazılı olduğu kağıdı uzattı.

Başımı sallayarak aldım kağıdı.

"Tekrar geçmiş olsun" dedi Dilek Hanım.

"Teşekkür ederim. Eğer siz inatla bu olayın üzerine düşmeseydiniz, belki de ben bugün yaşamıyor olurdum..."

Bunu söylemek acı vericiydi. Ama gerçeğin ta kendisiydi.

"Önemli değil. Bu benim hem insanlık, hem de mesleki görevim..."

Polis Dilek Hanım içtenlikle gülümseyerek çıktı odadan, bense minnetle baktım arkasından.

Polis memuru çıkar çıkmaz ardından odaya Aktan ve Nehir Hanım girdi.

"Geçmiş olsun Zemheri'cim" dedi samimiyetle Nehir Hanım.

"Teşekkür ederim Nehir Hanım" dedim, onun kadar samimi bir sesle.

Kibarca tekli koltuğa oturduğunda, konuştu.

"Nasılsın ?"

"İyiyim şükür. Siz nasılsınız ?"

Nehir Hanım'ın hasta ziyaretine gelmediği belliydi. Bu sadece pat diye olaya girmemek için açtığı bir sohbetti.

"Ben de iyiyim..." Dedi ve derin bir nefes verdi.

"Şimdi sana can sıkıcı bir durumdan bahsetmek zorundayım. Senin kaçırılma olayın sebebiyle mahkeme biraz erkene çekildi. Ahmet Oflaz hem diğer mahkeme için, hem de bu süreç için yargılanacak. Savcı bu süre içerisinde tutuklu olmasını istedi. Mahkemeden önce olayları bir de senden dinlemek istiyorum..." Dedi, beni yanıltmayarak.

Daha rahat konuşabilmek için biraz daha toparlanırken, yan tarafıma geçen Aktan bana tek koluyla yardımcı oldu. Ona teşekkür mahiyetinde gülümsedikten sonra Nehir Hanıma döndüm.

"Olayları anlatmadan önce ben size bir şey sormak istiyorum. Batuhan ceza aldı mı ?"

Uyandığım ilk andan buyana bunu merak ediyordum. Kalbim, bu sorduktan sonra ki cevabını beklediğim o kısa sürede heyecanla attı. Nehir Hanımın yüzünü kaplayan gülümsemesinden, iyi bir şeylerin olduğu belliydi. Bu kalbimi daha da hızlandırdı.

"Hakim diğer sonuçlanmamış davasını da göz önünde bulundurarak, her şeyi itiraf edince ona müebbet hapis cezası verdi..."

Gözlerim mutluluktan dolarken gülümsedim. Kabusum artık son bulmuştu. Adalet bir seferde benim için adil olmuştu.

"Psikolojik tedavi görmesini istiyorum. O hasta ve hapiste olsa da, tedavi edilmesi gerekiyor. Bunun için elinizden geleni yapın lütfen Nehir Hanım" dedim.

Onun ruh sağlığı yerinde değildi. Buna yakinen şahit olmuştum.

"Sen merak etme, bu konuda elimden ne gelirse yapacağım" dedi Nehir Hanım, elimi destek olurcasına sıkarak.

Desteğine samimiyetle gülümsedikten sonra istediği gibi olan her şeyi, en ince ayrıntısına kadar Nehir Hanıma da anlattım.

Ben olanları anlattıkça, Aktan boğulur gibi camı açmış ve önünden ayrılmamıştı.

"Bunca şeyden sonra onun da, Batuhan gibi tedavi edilmesini istiyorum. Eğer az bir ceza ile kurtulursa, tedavi edilmiş olması bir nebze içimi rahatlatır" dedim.

İlk mahkemede adalet benden yana olmamıştı. Bunda Batuhan'ın da etkisi olsa bile, ikinci mahkemede adaletin benden yana olup olmayacağı meçhuldü.

"Sen hiç merak etme... Bu yaptıklarından sonra hakim ona az bir ceza verse bile, tedavi edilmesi talebimizi kabul edecektir. Bu sefer adalet anlamına uyacak !"

Nehir Hanım bir an bile olsa umudunu da, inancını da kaybetmiyor, tüm azmiyle savaşarak bana da güç veriyordu.

"Bu sefer ben kazanacağım !"

Umutlarım birer birer katledilse de, küle dönmüş parçalarından yeni umutlar doğurdum. Ve bu sefer o umuda, son umudummuş gibi sıkıca sarıldım...

~~~~~

Bugün, ya benim sonsuza dek galibiyetim; ya da ölümüne savaştığım yoldaki mağlubiyetim olacaktı...

Derin bir nefes aldım ve son kez baktım aynadaki yansımama. Yüzümdeki darp izleri belirgin bir haldeydi. Saçlarım... Onların yokluğuna hâlâ alışamamıştım. Ama Hakim karşısına olduğum gibi çıkmak istediğim için hiçbirini gizleme gereği de duymamıştım.

Kendimi böyle de severdim. Ne de olsa her savaşçının, savaştan kalan izleri vardır bedeninde. Eğer ki bugün savaşın sonunda kazanan ben olursam, yaralarıma bakıp galip gelmemin gururunu taşıyacaktım. Kazanamaz mağlup olursam da, savaştım diyebilecek ve yoluma gönül rahatlığıyla devam edecektim.

Lavabodan çıktım ve odada beni bekleyen Zeynep'e baktım.

"Hazırım, çıkabiliriz" dedim.

Zeynep de başını sallayınca yavaşça yanına yürüdüm ve prosedür gereği tekerlekli sandalyeye oturdum. Bıçak yarası derin olduğu için hâlâ acı duyuyordum hızlı hareket ederken. Mahkeme olmasaydı, bir süre daha hastanede kalmamın gerektiğini söylemişti doktorlar. Ama ısrarlarımız sonucunda Doktor Hanım evde dinlenmem şartıyla, taburcu olmama izin vermişti.

Zeynep kapıyı açtı ve beni dışarı çıkardı. Aktan kapının önünde bekliyordu beni. Onu kapının önünde görmek bana bir önceki hastane olayını anımsatmıştı.

Sevdiğim insanlar yanımdaydı, hepsi destekçimdi. Hastaneden kahkahalar eşliğinde taburcu olmuştum. Bunları hatırlamak içimi burktu.

"Bitanem iyi misin ? Ağrın falan mı var ?"

Aktan telaşla önümde diz çöküp yüzüme baktı. Hızla kendimi toparlayıp gülümsedim.

"Merak etme, iyiyim ben" dedim.

Yüzünde ikna olmuşa benzer bir ifade yoktu. Ama daha fazla da üzerime gelmedi.

Ayağa kalktı ve sessizliğe ortak olarak çıktık hastaneden.

Aktan'ın kolundaki alçı sebebiyle, Fatih bizi mahkemeye götürmek için gelmişti. Arka koltuklara Aktan'la yerleşirken, ön misafir yolcu koltuğuna da Zeynep oturdu. Araba çalışıp mahkeme yolunu tutarken sessizliğe hep birlikte eşlik ettik...

Arabaya bindiğim andan itibaren ise kalbim uzun yol koşucusu gibi dur durak bilmeden hızlandı. İtiraf etmek gerekirse, korkuyordum. Onun serbest kalmasının bende bıraktığı korku ve endişe açıklanamazdı...

Yol boyunca camdan dışarıyı izlesem de, bu beni sakinleştirmedi. Aksine yol boyunca stresten karnım ağrımıştı. Aktan stresimi fark edip arada elimi tutarak destek veriyordu.

Mahkemenin görüleceği binaya az bir yolumuz kala, trafik sıkışmaya başlamıştı. Bu stresimi iyiden iyiye artırırken yerimde kıpırdandım. Kucağımda duran telefonumdan saate baktığımda, mahkemeye az bir süre kaldığını gördüm.

"Endişelenme. O mahkemeye yetişeceğiz..." Dedi Aktan. Elimi sıkıca tutarak bana destek verdi.

Nefesim daralmaya başlayınca, camı açarak derin nefesler aldım. Bu sırada telefonum çaldı. Arayan Nehir Hanımdı. Telefonu hızla açtım ve kulağıma tuttum.

"Zemheri nerde kadınız ?"

"Trafik sıkıştı. Ama bir şekilde mahkemeden önce geleceğim" dedim, sıkın bir sesle.

"Seninle konuşmam gereken önemli bir konu vardı. Erken gelirsen konuşuruz artık" dedi. Ses tonu iyi şeyler söylemeyeceğinin habercisiydi.

Kaşlarım refleks olarak çatıldı.

"Önemli bir mevzu mu ? Telefonda konuşalım ?"

"Yok telefonda olmaz. En sağlıklısı yüz yüze konuşmamız. Neyse gelince görüşürüz..."

Hislerim iyi bir şey olmadığını avaz avaz bağırsa da, bunu konuşmama yansıtmadım.

"Peki. Görüşürüz..." Diyerek kapattım telefonu.

Bir süre öylece bekleyip düşündüm. Neydi önemli olan mevzu ?

"Bir sorun mu var bitanem ?" Dedi Aktan.

"Bilmiyorum. Nehir Hanım aradı. Benimle konuşmak istediği önemli bir mevzu varmış. Sesi de bir garipti. Mahkemede bir sıkıntı yoktur umarım..." Dedim huzursuzca.

Aktan sözlerimi dinledi ve sadece hafif kaşlarını çatarak tepki verdi. Onun sessizliği de canımı iyice sıkarken, daha fazla gerilmeme sebep oldu.

Tekrar başımı cama çevirdiğimde, Zeynep ortamdaki garip havayı değiştirmek için konuştu.

"Babamlar mahkeme binasına varmışlar"

Gözümü yoldan ayırmadan, sırf Zeynep'in çabasına saygısızlık olmasın diye konuştum.

"Batın da mesaj atmıştı, onlar da varmış"

Nehir Hanım'ın söylediğine göre, birinci mahkemedeki şahitleri tekrar dinlemek istemişti Hakime Hanım.

"İyi bari en azından bu sefer şahit bakımından bir sorun olmayacak" dedi Zeynep.

Buna içimden inşAllah demekten başka bir şey yapmadım. Çünkü bir şeyler vardı bilmem gereken. Canımı fazlasıyla sıkacağı da kesindi...

Kaderim bile halime acımış olacak ki, trafik kısa bir sürede açıldı ve olabildiğince hızlı bir şekilde mahkemenin görüleceği yere gittik.

Arabadan indiğimde, hızla binaya yürümek istedim. Ama buna bıçak yarası da, Aktan da izin vermedi.

"Zemheri yetişeceğiz, sakin ol. Unutma ki Doktor hızlı hareketlerden bir süre kaçınmanı söyledi, yaran da tam iyileşmedi zaten" dedi sitemle.

Başımı sallayarak onayladım onu. Aktan kendi durumunu göz ardı ederek, sağlam elini belime koydu ve yürümemde destek oldu.

Kaplumbağa adımlarıyla da olsa, sonunda mahkemenin görüleceği kata gelmiştik. Nehri Hanım bizi görünce, hızla yanımıza geldi.

"Tam zamanında geldiniz" dedi.

İçimi kemirip duran soruyu sordum hızla.

"Benimle konuşmanız gereken önemli bir mevzu olduğunu söylemiştiniz. Nedir o ?"

Nehir Hanım sıkıntıyla ağzını açmıştı ki, askerler eşliğinde Ahmet Oflaz getirildi.

Onun yüzünü son görüşümde Batuhan'ı kurtarmaya çalışıyordu. Şimdi ise bana nefret dolu gözlerle bakıyordu. İlk değildi. Ama mahkeme iyi sonuçlanırsa son olacaktı.

Başımı Nehir Hanıma çevirmiştim ki, bu sefer de mübaşirin sesi yankılandı koridorda.

"Davacı Zemheri Oflaz, Müdafi Nehir Adil. Davalı Ahmet Oflaz, Müdafi Ufuk Çelebi "

Nehir Hanım sıkıntılı bir nefes verdi.

"Anlatmaya vakit yok Zemheri. Sadece şunu bil ki, ne yaptıysam sırf bu davada kazanman için yaptım !" dedi.

Sözleri, mümkünmüş gibi daha fazla endişeye sürükledi beni. Yine ne olmuştu ?

Aktan'a baktığımda onun konunun ne olduğunu bildiğini anladım. Gözlerini kaçırıyor, konuşmuyor ve canı sıkkın görünüyordu...

"Ne yaptıysanız sonucunu hep beraber göreceğiz !" Dedim ve bir adım atarak Aktan'ın elinin belimden uzaklaşmasını sağladım.

Yavaş yavaş yürüdüm koridoru. Kalbim inancım ve umutla doluydu.

Bu sefer olacak dedim kendime. Bu sefer olacak ve diğer kadınlara da umut olacağım ! Tüm kalbimle inanıyorum, bu sefer adalet hak edenden taraf olacak.

Mahkeme salonunda yerlerimizi aldık ve rutin başlangıç Hakime Hanımın sözleriyle başladı.

Öncelikle Nehir Hanım, Hakime Hanımın sorularını cevapladı. Ardından karşı tarafın Avukatı da dinledi. Ama bir şey ilgimi çekmişti. Ahmet Oflazın Avukatı, ilk mahkemede olduğu gibi değildi. Sanki sadece göstermelik avukatlık yapıyor gibiydi.

Bunu umursamamaya çalıştığım sırada, Hakime Hanım bu sefer şahitleri dinlemek istemişti.

Ahmet Oflazın tek şahidi annem olduğundan artık onun bir şahidi yoktu. Bunu Avukat, Hakime Hanıma söylerken gözlerimin dolmasına engel olamadım.

Şimdi sırası değil Zemheri ! Diye kendime kızarken, duygularımı bastırdım. Daha sonra, bu mahkemeyi annem için kazanmalıyım diye kendimi motive etmeye çalıştım.

İlk mahkemede olduğu gibi Hakim tek tek bütün şahitlerimi dinledi. Sıra Aktan'a geldiğinde, yeminini etti ve o günü anlattı. Okuduğu bölümün hakkını verecek şekilde, Hakime Hanımla ustaca konuştu.

Buraya kadar her şey normaldi. Ta ki diğer şahit çağrılırken, onun ismini duyana kadar...

"Tanık Batuhan Vural"

~~~~~~~~~~

Merhaba ♡

Bölüm nasıldı ?

Sizce Zemherinin şahidi olarak neden Batuhan geldi ?

Allah'tan bir şey çıkmazsa sezon finaline son iki bölüm kaldı :')

Diğer bölüm bir sorun olmazsa bir hafta içerisinde gelir...

Sizler nasılsınız ?

Yazım hatası varsa af ola.

Kitaplarım hakkında merak ettiklerinizi, duyuruları ve bölüm bildirimlerini beni buradan takip ederek ya da aşağıdaki hesaptan takip ederek öğrenebilirsiniz :) Kesinlikle aşağıdaki hesaba bir bakın derim :)

İnstagram: __Zemheri_

המשך קריאה

You'll Also Like

1.7M 29.4K 34
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
34.1K 9.3K 41
Bir varmış, bir yokmuşla başlar her aşk masalı ama her masalın sonu aynı bitmez, onlar eremez muradına. Hüsrana uğrayan aşkların sonunda bir şarkı...
977K 64.8K 51
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
803K 55.1K 34
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...