RUHUMUN GÜNAHI

Bởi Buketderler8

18.9K 11.6K 3K

Hiç, sebepsiz yere, ansızın kalbinizin sıkıştığı oluyor mu? Güneş'in altında karanlık üzerinize çullanıyor mu... Xem Thêm

1.BÖLÜM: Kaçış..
2.BÖLÜM: Karanlığına Hoşgeldin..
3.BÖLÜM: Değişim..
4.BÖLÜM: Kırmızı..
5.BÖLÜM: Yara..
6.BÖLÜM: Yarın Yok Gibi..
7.BÖLÜM: Kaybet Beni..
8.BÖLÜM: Merhaba..
9.BÖLÜM: Nefes..
10.BÖLÜM: Karanlık Oyun..
11.BÖLÜM: Elveda..
12.BÖLÜM: Neredesin..
13.BÖLÜM: Zehir..
14.BÖLÜM: Gurur..
15.BÖLÜM: Güneş ve Ay..
16.BÖLÜM: Kar..
17.BÖLÜM: Kimsin Sen?
18.BÖLÜM: Başlıyoruz..
19.BÖLÜM: Kaderin Oyunu..
KARAKTER TANITIMI
20.BÖLÜM: Bul Beni..
21.BÖLÜM: Paramparça..
22.BÖLÜM: Gölge..
23.BÖLÜM: Ateş Sensin...
24.BÖLÜM: Oyun Bitti.
25.BÖLÜM: Söz Vermiştin..
26.BÖLÜM: Yarattığın Karanlık..
27.BÖLÜM: Üç Dakika.
28.BÖLÜM: Umut Dolu Sesleniş..
29.BÖLÜM: Senin İçin..
30.BÖLÜM: Mehir..
31.BÖLÜM: 27 Haziran.
32.BÖLÜM: Dayan Nefesim.
33.BÖLÜM: Geçmişin Karanlığı.
34.BÖLÜM: Aşkın Gücü..
35.BÖLÜM: NİŞAN..
36.BÖLÜM: Büyük Oyun.
I.Kitap Finali: GÜNAHKÂR VE MASUM.
II.KİTAP TANITIM
40.BÖLÜM: Yalan Kapanı.
41.BÖLÜM: Kâbus.
42.BÖLÜM: Mucizeye Kaçış.
43.BÖLÜM: Güneş ve Uzay.
44.BÖLÜM: Tehlikenin Kanı.
45.BÖLÜM: Nefretin Gözleri.
46.BÖLÜM: En Güzel Dilek..
47.BÖLÜM: Merhaba Ve Güle Güle.
48.BÖLÜM: Doğum Ve Ölüm.

37.BÖLÜM: Yabancı.

184 96 29
Bởi Buketderler8

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYALIM.

"Yok oldu sandığımız karanlık, en güçlü ve en koyu hâliyle tekrar karşımızdaydı." 
🎲

"Biz, kaçtığımız karanlığın kendisiymişiz."
🎲

(MEHİR'İN ANLATIMINDAN)

Uzay'ın kokusu göğüs kafesime dolarken, vücudumu sardığı kolları arasına daha çok sokuldum..Tenini hissettiğim her ân, sabaha karşı sönen ateşin közleri sıcaklığıyla yaşananların rüya olmadığını hissettiriyordu.

Şelalenin sesi odanın içini doldururken yavaş yavaş gözlerimi açtım ve masum bir çocuk gibi uyuyan koca adamı izlemeye başladım.. Yüzü, yaşadığı acıların yansımasını uyurken gösteriyordu. Gülerken saklanan izler, uyku esnasında kendilerini gösteriyordu.

Uzun kirpikleri, dalgalı kahverengi saçları, yeni yeni çıkmaya başlayan saçından bir ton koyu sakalları ile sanat eseri gibi narin ve hassastı. Narin görüntüsünün altında yatan gücünü, karanlığın içindeki aydınlığa benzetiyordum..

Parmaklarım ellerinden başlayarak çıplak omuzlarına doğru usulca hareket ettiğinde kıpırdanmaya başlamıştı. Anında gözlerimi kapattığımda hareketliliği artmıştı. Başımın altındaki kolunu kıpırdatmadan döndüğünü hissetmiştim tıpkı bakışlarını hissettiğim gibi.

Parmaklarını saçlarımın uçlarında hissettiğimde, soğuktan donmak üzereyken sıcakla kavuşmuş gibi mayışmıştım..

-"Hem gündüzüm hem gecem.." Fısıltısı da dokunuşları kadar hafif ve eşsizdi.

-"Sen benimsin Mehir.." Eli, sırtımı kavradığında, aramızdaki santimetrelik mesafeyi kapatmıştı.

-"Seni asla bırakmam. Asla." Saçlarıma kondurduğu öpücük ile fısıldadığında gerçekten yeni bir uykuya teslim olmak üzereydim ama bu ânları uyuyarak geçirmek istemiyordum. Yavaşça kıpırdanmaya başladığımda gözlerim açılır açılmaz ela gözler ile karşılaştı.

-"Günaydın.." Utangaçlığım ses tonumu ele geçirdiğinde gülümsedi.

-"Günaydın güzelim.." Resmen gözlerine bakarken utanıyordum..

-"O güzel gözlerini kaçırma.." Çeneme değen parmağıyla gözlerimiz buluşmuştu..

Elâ gözlerine karşı koyamıyordum. Yavaşça  dudaklarına yaklaştım ve özgürlüğü yaşattım. 

Yaklaşık bir saat sonra hazırlanmış ve kahvaltı yapmak için çıkmıştık. Ben Sema'nın odasının kapısını tıkladığımda Uzay da Ozanlara bakmaya gitmişti.

Saniyeler içinde açılan kapı ile yaşadığım şaşkınlık ile gülmeye başlamıştım. Sema başını Can'ın kollarına koymuş uyuyordu. Gözlerim kapıyı açan uyku mağruru Ozan'a kaydığında Uzay da yanıma gelmişti.

Uzay'la aynı anda yalandan öksürme numarası yaptığımızda Can ve Sema neye uğradıklarını şaşırmış, sıçrayarak uyanmışlardı. Ozan, gülerek dışarıya çıktığında Uzay'ın koluna girmişti.

Güneşin vurduğu yerde durduklarında Ozan'ın arkası bana doğru dönüktü.

Can saniyeler içinde yüzünü yıkayıp odadan çıktığında ben odaya girdim.

-"Günaydın." Gülerek kendine gelmeye çalışan Sema'ya bakıyordum.

-"Günaydın canım..Yüzün nur saçıyor, ne güzel.." Çekinerek yatağı toplamasına yardım etmek için yaklaştım.

-"Dün sizden ayrıldıktan sonra kapım çalındı bir baktım Ozan ve Can. Yalnız kalmamı istememişler."

-"Çok iyi düşünmüşler. Peki ya Can?" Sorum karşısında gülümsemişti. -"Ozan gelir gelmez arkandaki koltukta uyuyakaldı, bizde sabaha kadar sohbet ettik fısır fısır, sonrada uyuyakalmışız."

Yatağı düzelttikten sonra derin bir nefes aldı. -"Mehir..Galiba biz olduk."

-"Sonunda!" Gülerek boynuna sarıldığımda detayları anlatmaya başladı. -"Dün gece, insanın gözüne bazen öyle bir perde iniyor ki hemen yanındaki güzeliği görmüyor, gönlünün istediği yanında ama o göremüyor dedi, sonrada elimi tuttu, seni görmediğim her ân için senden özür dilerim dedi ve yanağımdan öptü." Sema anlatırken o ânları tekrar tekrar yaşıyordu sanki.

-"Ya kıyamam ben size.." Saçlarını okşadığımda gerçekten gözlerinin içini parlıyordu..

Dakikalar sonra odadan çıktığımızda bizi karşılayan adamlara yöneldik..

Kendimi Uzay'ın kollarına bıraktığımda Can ve Sema en önde konuşarak ilerlemeye başlamışlardı.

-"Neler olmuş neler.." Can ve Sema'yı izlerken söylediklerime Ozan'dan karşılık gelmişti.

-"Hemde neler.." Birlikte şelale kenarındaki masalara geçtiğimizde serpme karadeniz kahvaltısı siparişi vermiştik.

-"Kesinlikle bir daha gelmeliyiz."

-"Duyun bunu!" Sema, beni destekleyerek Canlara baktığında birbirimize göz kırpmıştık.

-"Sen yeter ki iste güzelim.." Uzay, cebinden çıkardığı ilaç kutusundan ilacımı çıkardığında Ozan'ın uzattığı suyu içmiştim.

Dakikalar sonra kahvaltılıklar geldiğinde yemeye başlamıştık. Uzay, servis tabağımı doldururken Ozan ve Can ona sataşıyordu.

-"Bak bak, nişanlısına nasıl da hizmet ediyor!"

-"Biz buna aşk diyoruz kardeşim." Uzay, kendinden emin ses tonuyla karşılık verdiğinde gülerek başımı omzuna koydum.

Beraber kahkalar eşliğinde kahvaltımızı yaparken merkezin fotoğrafçıları fotoğraflarımızı çekmiş, bizlere vermişti.

Kahvaltıdan sonra kahvelerimizi almış, şelalenin hemen yanına inmiş, ayaklarımızı suya sokup öyle içmiştik.

Saat on ikiyi geçtiğinde tekrar bir şeyler atıştırmış ve hazırlanmak için odalara geçmiştik.

-"Her şeyi aldın mı güzelim?"

-"Aldım sevgilim." Kutuyu çantaya koyup çantayı kapattım. Uzay, çantalarla odadan çıktığında kapıyı kilitlemiştim. Dakikalar sonra anahtarları resepsiyona teslim edip bu cennet gibi yerden ayrılmıştık..

"Beni kalbinde öldürsen de

Hala her şarkımı sana yazarım

Soğuk rüzgarlar var yüzünde

Bana son kez bak, uzaklara savrulalım"

Radyoyu açtığımda arabayı dolduran şarkı ile Uzay'ı izlemeye başlamıştım..

Uzaklara savrulalım..Bu cümle neden bu kadar üşütmüştü beni? Neden bu kadar düşündürmüştü?
Belki de altında yatan saklı anlamlardı bu hisleri yaşatan..

Camdaki yansımamı izlerken her bir nota kalbime işliyordu. Kulağımda çok uzaklardan gelen buğulu sesler ile gözlerimi kapattım. Savaş Akan'a doğru tetiğe giden parmağım  ile var olan sesin acısını tekrar bedenimde hissetmiştim. Takla atan arabada, Uzay'ın elinden ayrılan elimin soğukluğu tekrar kendini hissettirdiğinde, damarlarımda akan kanın sesi tüm sesleri bastırmıştı.

-"Güzelim iyi misin?" Uzay'ın dokunuşuyla irkildiğimde kendime gelmeye çalışıyordum. -"İyiyim, dalmışım." Yalancı bir tebessümle camı biraz daha açmıştım.

Günebakanların rüzgârla ahenkli dansını izlemeye başladığımda gözüm aynada bana bakan sorgular gözlere takılmıştı..Ozan'ın gözlerine.

Can ve Sema, başlarını birbirlerine dayamış, uyuyorlardı. Ozansa gözlerimde bir cevap arıyordu..

Öğleden sonra Ozanları bıraktıktan sonra eve gelmiştik. Eve gelir gelmez kendimi duşa atmıştım. Ben saçlarımı kurularken Uzay girmişti.

-"Yarana pansuman yapmamız gerekiyor." Giyinme odasının eşiğinden beni izleyen Uzay'a döndüm. -"Ben gerekli malzemeleri getireyim." Uzay, alt kattaki acil yardım çantasını almak için gittiğinde yatağa oturmuş, sonsuz mavilikleri izliyordum.

Dakikalar sonra hemen arkama oturduğunda t-shirtü çıkarmıştım. Uzay'ın parmaklarıyla kopça serbest kalmıştı. Saniyeler içinde yara, Uzay'ın şifa öpücüğü ile yok olurmuşçasına gerildi tenimde..

İlaçlı pamuk yarayla buluştuğu ân istemsizce dudaklarımdan acının sesi çıkmıştı.

-"Özür dilerim güzelim.." dediğinde pamuğun dokunuşu hafiflemişti.

-"Sana, seni tüm kötülüklerden koruyacağım, yaralarını sarıp iyileştireceğim, dedim ama en büyük yarayı ben açtım." Kelimelerin yarattığı her ton, suçu olmayan pişmanlığı taşıyordu.

-"Bunun için kendini suçlamıyorsun değil mi? Beni sen vurmadın!"

-"Eğer ben hayatında olmasay-"

-"Yaşıyor olmazdım." Lafını kestiğimde devam ettim. -"Ve inan bana, elbet bir gün zaten kesişecekti yollarımız. Kader, ağlarını bizi bir araya getiren yollara sermiş. Biz elbet bir gün birbirimizi bulacaktık ve bulduk." Derin bir nefes aldığımda omzuma dokundu. -"Bitti güzelim."

Kopçayı taktıktan sonra t-shirtü geçirdim.

-"Hadi, sen uyu biraz."

-"Sen?"

-"Burdayım güzelim." Elini tuttuğumda kalkmasına engel oldum. Elindeki çantayı yere bıraktıktan sonra kolları bedenimi sıkıca sardığında uzanmıştık.

-"Müzik dinlemek ister misin?" Fısıltısına karşılık başımı salladım ve İki Gölge  dedim. Bahsettiğim şarkı saniyeler içinde başladığında Uzay'a daha çok sıkıldım.

Belki de mevsimin en ama en sıcak günüydü ama üzerime düşen kar taneleri erimiyordu. Biliyorum yorgunuz..Sanki bir oyun içinde, birbirinden habersiz iki gölge,
Olmaya mecburuz.. Hislerimi tercüme edecek başka bir şarkı olamazdı.

Kahverengi gözlerim, kirpiklerin dansını durdurduğunda elâ gözleri her bir tonunu kalbimde hissederek izlemeye başladım..

Elâ gözleri, onu ele geçiren düşüncelerle bulanıktı. Her şey yolundaydı ama hiçbir şey yolunda değildi, elâları alıkoyan bulanıklık tam olarak da buydu.

-"Biz.." Aralanan dudaklarından dökülen kelime ile gözlerim dudaklarına kaydığında telefonu çalmaya başladı. Yerinden doğrulduğunda bende kalkmıştım.

-"Evet!" Dedi sert tonuyla. -"Tamam." Düz kelimeler döküldü dudaklarından.

-"Güzelim, sen uzan, ben geleceğim." Soru sormama fırsat kalmadan telefonuyla odadan çıktığında arkasından ayaklanmıştım.

-"Ozan!" Çalışma odasına girdiğinde kulağımı kapıya dayamış konuştuklarını duymaya çalışıyordum.

-"Ben birazdan Mehir'i de alıp bahsettiğim doktorun yanına gideceğim, hayır, Mustafa o kadını görmemiş. O kadın her kimse Savaş Akan için önemli biri olduğu kesin. Evet, Mehir'e de anlatacağım, daha fazla saklayamam."

-"Neyi?" Daha fazla dayanamayıp içeriye girdiğimde telefonu kapatmış ve gözlerimin içine bakarak derin bir nefes almıştı.

-"Gel, otur.." Elini uzattığında beni üçlü koltuğa oturttu. Karşıma çektiği sandalyeye oturduğunda ellerimi tuttu. -"Şimdi sana anlatacaklarım karşısında sakin olacaksın tamam mı?" Tamam anlamında başımı salladığımda merakla gözlerine bakıyordum...

-"Nişan sabahı.." diye başladığı cümle tüm gerçekliğiyle sahneye çıkmıştı.

(Nişan Sabahı) (Yazarın Anlatımından)

Zack Hemsey-The Way

Uzay, sabahın en erken saatlerinde tüm işlerini bitirmiş ve Mustafa Kaya'yı aramak için telefonunu almıştı. Telefondan ulaşamadığında bizzat yüz yüze görüşmek için görev aldığı karakola gitmeye karar verdi.

Güneşin ilk ışıklarıyla karakol binasına  girdiğinde girişteki görevliye yaklaştı.

-"Merhaba, kolay gelsin. Ben baş komiser Mustafa Kaya ile görüşecektim de. Telefonuna ulaşamadım, sabahları karakolda olduğunu söylemişti."

Karşısındaki görevlinin kaşları çatılmıştı. "Bir yanlışınız var sanırım, burada öyle biri görev almıyor."
-"E-Emin misiniz? Kendisi emekli ama yinede burada görev alıyor. Iyi düşünün hatta birine sorun."
-"Eminim beyfendi. Üzgünüm burada öyle biri yok."
Uzay, teşekkür ederek karakoldan ayrıldığında buz kesilmişti, resmen beyni durmuştu. O ZAMAN KIMDI BU MUSTAFA!

Uzay, sinirle Ozan'ı aradı. -"Can'ı da al, atacağım konuma gelin." Başka bir şey demeden kapattığında arabasına binmiş ve hareket etmişti.  Yirmi dakika sonra üçü buluştuğunda Uzay durumu anlattı. Şoku çabucak atlatan Ozan olmuştu.

-"Fakültede Tuğrul diye bir çocuk var. Bir nevi iyi niyetli hacker. Kampüsteki kızlar sevgililerini ondan yardım alarak araştırıyormus sabıka kaybına bile bakabiliyormuş."

-"O çocuğu bulalım." Dedi Uzay, Mustafa'yı aramaya devam ederken. -"Ben bulabilirim." Can, telefonunu kulağına götürdüğünde ikisi merakla Can'ı izliyordu. Can, Filiz diye bir kızdan çocuğun yerini öğrendiğinde yola çıktılar.

Yaklaşık 35 dakika sonra bir basketbol sahasına gelmişlerdi. -"Tuğrul!" Ozan, elini kaldırarak kendini belli ettiğinde Tuğrul topu koluyla gövdesi arasına sıkıştırmış yanlarına gelmişti.

-"Yardımına ihtiyacımız var!" Ozan, üstü kapalı durumu anlattığında Tuğrul zorluk çıkarmadan çantasındaki leptobu çıkardı. -"Numara." Uzay, numarayı söylediğinde dakikalar içinde son görüştüğü numaralar ve yaptığı görüşmelerin ses kayıtları çıkmıştı.

-"Poyraz denen adamın numarası." Dedi Uzay parmağıyla en çok görüşme yapılan numarayı gösterdiğinde.

-"Dün gece konuşmuşlar." Can'ın sesiyle Tuğrul isterlerse kaydı açabileceğini söylediğinde Uzay hemen aç demişti.

-"Uzay haini bulabilecek mi dersin?" Mustafa'nın sesi duyuldu ilk.
-"Bence bulacak. Dedesi gibi değil. Güçlü ve cesur."
-"Bence o kadar emin olma."
-"Neden Mustafa? Aylardır onu ve babasını bitiremeyen sen nasıl bu kadar emin olabiliyorsun!" Poyraz Çakır'ın sesiyle Uzay'ın yumruk yaptığı elini kapatan parmaklarında kan dolaşımı durmuştu.
-"Uzay eğer, senin onun yaşadığını bildiğin hâlde kimseye bir şey söylemediğini hatta daha geriye gidelim, kaza gecesi Savaş Akan'a yardım edenin senin olduğunu öğrense onun elinden seni kim kurtarabilir!"

-"Aşağılık oruspu çocuğu!" Ozan, sinirle betonu tekmelerken konuşma devam ediyordu.

-"Uzay'ı bitirmek için en büyük yardımdım Mehir olacak. Şimdi çok mutlular ama yakında intikamımı alacağım."

-"Nasıl yapacaksın onu?"

-"Mehir'i öldüreceğim. Kafasına sıkıp bir tabutun içine koyacağım, tabutu da o çok özel uçurum kenarlarına bırakacağım."

-"Seni bitireceğim oruspu çocuğu! Seni bitireceğim!" Uzay, seyirci koltuklarını tekmelerken hiçbir kuvvet artık onu durduramayacaktı. Mustafa'yı öyle bir bitirecekti ki öyle birinin var olduğu bile unutulacaktı.

Diğer konuşmalar da dinlenirken Ozan hepsini telefonuna kaydediyordu.

-"Ne yapacağız?" Dedi Can, nefreti ses tonundan taşarken.

-"Onu bitireceğiz. Hak ettiği sonu yaşatacağız." Uzay'ın sesi ölüm kadar soğuk ve netti.

Tuğrul'un yanından ayrıldıktan sonra etraflarınca çember oluşturdular.

-"Uyuşturucu ticaretinin yapıldığı sevkiyata düzenlenecek baskında Mustafa ve hain, yani Bora denen adam yakalanacak."

-"Polis karışmayacaktı." Can'ın, sesi tedirgindi, biraz da ürkek.

-"Mustafa'nın polis olduğunu biliyorken, evet." Dedi Uzay, Can'ı rahatlatmak ister gibi.

-"Neden baban ve seni bitirmek istiyor ki? Derdi Poyraz Çakır'la değil miydi?" Ozan, çatık kaşlarıyla bilinmezlik toprağını kazıyordu.

-"İşte bunun cevabını babam verecek." Üçü de derin bir nefes aldığında arabaya bindiler.

Dakikalar içinde eve geldiklerinde Cevdet Kara, bahçede sandalyeye oturmuş kitap okuyordu.

-"Baba." Uzay, babasını korkutmadan kısık ses tonuyla seslendiğinde babası ayaklanıp yanlarına geldi.

-"Günaydın çocuklar. Nişan hazırlıkları baya erken başlamış." Ses tonu, mutluluğu yansıtırken Uzay direkt konuya girmişti.

-"Konuşmamız gerekiyor, Mustafa Kaya ile ilgili."

-"Bizim Mustafa?" Babası doğrulatmak ister gibi sayıkladığında Uzay başını sallamıştı. Dördü birlikte, çalışma odasına çıkarken Seçil Kara'yı uyandırmamak için parmak uçlarıyla ilerliyorlardı.

Odaya girdiklerinde Cevdet Kara, sandalyesine otururken Ozan kaydettiği ses kayıtlarını açtı. Dakikalar sonra Cevdet Kara'nın yüzü beyaz ve kırmızının hâkimiyeti altına girdiğinde, dakikalar önceki mutluluğu yerini öfkeye bırakmıştı.

-"Şimdi.." Uzay, büyük camın önünde durduğunda babasına baktı. -"İyi düşün. Babanla çalıştığın zamanlarda görmüş olabilir misin? Bana, Poyraz Çakır eşimi ve çocuğumu öldürdü dedi ama Poyraz Çakır'la iş birliği yapıyor seni, beni ve Toprak Kara'yı bitirmek için."

Ozan ve Can üçlü deri koltuğa otururken üçünün de bakışları Cevdet Kara'daydı.

-"Eşi ve çocuğu.." Cevdet Kara'nın sol elinin parmakları alnında daireler çizerken, diğer eli sandalye kenarına sabitlenmişti, sinirini onu sıkarak bastırmaya çalışıyordu.

-"Yıllar önce, babam bana geldi, masaya yeni biri gelecekmiş beni silebilirler, buna engel olmalıyız dedi."

-"Gelecek olan kişi kimdi?" Ozan'ın meraklı bakışları Cevdet Kara'dan ayrılıp Uzay'la buluştu.

-"Adını hatırlamıyorum. Ama bulabilirim."

-"Sonra?!" Can, ellerini önünde birleştirmiş, titreyen bacağıyla yerinde duramıyordu.

-"O gelecek kişinin kendini ispatlaması için bir iş vermişler. Babam da masadan biriyle iş birliği yapıp işi bozdular. Ama sadece işi bozmadılar." Ayaklandığında, bir elini cebine koydu, diğer eli sakallarını çekerken.

-"Bildiğim kadarıyla iş birliği yaptığı kişiyle birlikte adamın eşini ve çocuğunu almışlar, kadını iş birliği yaptığı adam almış, çalışanı mı ne yapmış! Çocuğa ne oldu bilmiyorum, babam ben almadım diyordu. Kadını ve çocuğu çok aradım ama bulamadım."

-"Buna nasıl müsade ettin baba!" Uzay, sinirle babasına patlamıştı.

-"Neler yaşadığımı bilmiyorsun Uzay. Annen, ortadan yok olmuştu. Kendimde değildim. Ne yaptığımı biliyor muydum sanıyorsun! Yıllar sonra toparlanınca kendimden nefret etmedim mi sanıyorsun! Yemin ederim kadını da çocuğu da çok aradım ama bulamadım." Cevdet Kara, çaresizce kendini ifade etmeye çalışıyordu.

-"İş birliği yaptığı adam kim acaba?" Ozan, Uzay'a döndüğünde Uzay, karşısındaki büyük camı açıyordu, açılan cam ile yansıması yok oldu.

-"Bilmiyorum, ama bulacağım."

-"İyi de nasıl?" Can ve Ozan, ayaklanıp Uzay'ın yanına gittiğinde Uzay başını sallayarak gözlerine baktı.

-"Onu bana Poyraz Çakır getirecek."

Uzay, aklındaki planı en ince ayrıntısına kadar uzun uzun anlattıktan sonra harekete geçmişlerdi.

-"Ben, güvendiğim adamlardan oluşan grupları oluştururum. Poliste bende. Tanıdığım komiserler var." Cevdet Kara'nın üstlendiği görev ile kum saatini çevirmişlerdi.

(GÜNÜMÜZ) (Yazarın Anlatımından)

Mehir, duydukları karşısında öylece kalakalmıştı. Buz dağından farksız, hareketsiz ve soğuktu.

-"Gerçek sandığımız her şey bir bir yalan çıkıyor.." Dakikalar sonra dudakları aralandığında sesi, korkunun ve şaşkınlığın evrensel birleşimiydi.

-"Bu- Bu adam bize hep yardım etti!" Dedi, gerçekleri inkar etmek ister gibi.

-"Bizi bitirmek için." Diye ekledi Uzay, gerçeklere inandırmak isteyen sert sesiyle.

-"Bu akşam.." Mehir'in fısıltısına başını sallayarak karşılık verdi Uzay.

-"Babam." Uzay, çalan telefonunu açıp sesi dışarıya verdi. -"Uzay, oğlum verdiğin isimleri araştırdım. Bulduk Uzay, bulduk!" Cevdet Kara, heyecandan nefes nefeseydi ve zor konuşuyordu.

Uzay ve Mehir ayaklandığında Mehir telefona yaklaştı.

-"Ayşegül ve Berk Kaya, yıllar önce alınan anne, oğul. Elimdeki kâğıtta şaşırman gereken başka bir gerçek yazıyor." Cevdet Kara soluklanırken, nefes nefese ekledi.

-"Ayşegül Kaya, medeni durumu evli, eşi MUSTAFA KAYA."

-"NE!" Uzay ve Mehir'in dudakları aynı anda aralandığında saniyelerce birbirlerine bakmışlardı. Uzay, telefonu kapattıktan sonra odadan çıkıp yatak odalarına girdiler.

-"Sen, onun telefonundan Mustafa'ya mesaj attım demiştin, madem telefonu vardı neden eşini hiç aramadı!" Mehir, üzerindeki t-shirtü çıkarırken, gömleklerinin olduğu yeri açan Uzay'a bakıyordu.

-"Numarası yoktur diyeceğim ama polisi arayıp kurtulabilirdi!" Uzay, siyah takımını çıkarırken Mehir, siyah gömleğini arıyordu.

-"Ben, Savaş Akan'ın yanına gittiğimde ondan hiç kötü bahsetmedi, hatta orada olduğuna dair rahatsızlık duyduğunu hiç sezmedim, sadece düşünceliydi."

-"Oğlunu düşünüyordur. Eşini sevmiyor olabilir eğer oğlunu öldü biliyorsa ve gidecek bir yeri yoksa orada kalmayı tercih etmiş olabilir." Uzay, t-shirtünü çıkarırken sesi kalın ve netti.

-"O zaman." Dedi Mehir afallamış bir şekilde. -"Toprak Kara'nın iş birliği yaptığı adam Savaş Akan."

Uzay, derin bir nefes alarak başını salladığında gömleğin düğmelerini ilikliyordu. Mehir, önünde durduğunda yardımcı oldu.

-"Bu ikisi tahmin ettiğimizden daha da karanlık! Oğlunun katiliyle iş birliği yapmak ne! Bir de intikam diye köpürüyor!"

Mehir, sinirle küfür de savurduğunda Uzay sinirle güldü.

-"Biz seninle iyi bir ikili olduk!"

-"Karanlığin ikilisi!" Dedi Mehir alaycı ses tonuyla. -"Sevdim bunu." Uzay Mehir'in dudağına öpücük kondurduktan sonra kıravat çekmecesini açtı. Mehir, siyah kıravatı alıp Uzay'ın boynundan geçirdi.

-"Bu gece.." dedi kıravatı bağlarken. -"Sağ sağlim, tek bir yara izi olmadan evimize gelecek ve yanımdaki yerini alacaksın."

-"Bu sefer söz veremiyorum!" Mehir, Uzay'ın alaycı sesine kıravatı sıkarak karşılık verdi. -"Yanlış cevap!"

-"Geleceğim." Uzay'ın cevabıyla kıravatı gevşetti. -"Hem bu gece.." Mehir, alt dudağını ısırarak parmağını Uzay'ın omuzlarında gezdirdi. -"Bu gece.." dedi Uzay yutkunarak..

-"Erken uyuyabilirim." Mehir, göz kırparak kendini geri çektiğinde Uzay, gözlerini kapatıp açtı.

-"Bende geç kalmam o zaman." Mehir'in tek kaşı havalandığında gülerek odadan çıktı. Odadan çıkar çıkmaz gülüşü söndü ve gerçek hisleri yerini aldı.

Uzay'ı sakinleştirmek için gülüyordu ama içinde sesi kısılan, can suyu kuruyan bir ruh vardı. Gerçek sandıkları her şeyin kuruttuğu bir ruh. Hayatındaki tek gerçek Uzay'dı..Tek gerçeği..

Uzay, dakikalar sonra siyah takımıyla odadan çıktığında bu sefer yutkunan Mehir olmuştu.

-"Simsiyah.."

-"Gece gibi." Diye ekledi Uzay, ayakkabısını  giyerken.

-"Çok ciddi..Karanlık." Mehir, bu durumdan hiç hoşnut değildi ve deli gibi korkuyordu.

-"Aylar önce sana ve gökyüzüne bakarak verdiğim sözü tutmaya gidiyorum, güzelim."

Mehir, çatık kaşlarıyla ne olduğunu soruyordu. Uzay, karşısında durduğunda ellerini yanaklarına koydu.

-"Onları, senin aydınlığında boğacağım dedim. Kıyafetin rengi ne olursa olsun, sen yanımdasın, kalbimdesin ve aydınlık benimle." Uzay, Mehir'in korkunun doğurduğu gözyaşlarını silerken Mehir'in dudakları aralandı.

-"Savaş Akan'a silahı doğrulttuğumda, yarattığın karanlık senin sonun olacak demiştim. Şimdi ise o karanlığın kırmızılığının benim damarlarımda olduğu gerçeği ile yaşıyoruz." 

-"Biz karanlığın içindeki o küçük beyaz noktayız.." Uzay, alnını Mehir'in alnına koyduğunda nefesleri birbirlerine karışmış, gözleri kenetlenmişti.

-"Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu. Birinciliği beyaza verdiler." Mehir'in dudaklarından döküldü Özdemir Asaf'ın dizeleri.

-"Özdemir Asaf, Jüri." Diye fısıldadı Uzay ardından ekledi. -"Akşam geldiğimde bu dizelerin üzerinde uzun uzun düşünelim güzelim, üzerimize ay ışığı yağarken."

-"Ne diyordu o şarkı." Mehir, Uzay'ın elini tuttuğunda odadan çıkıp merdivenlere yöneldiler.

"Bana ne olur ellerini ver
Gideceksin ama yine gel
Döneceksin diye söz ver." Hissettiği korku, kalbini tetikleyen dizi ile titreyen sesiyle söyledi şarkıyı..Kendini her şeyin güzel olacağına inandırarak.

-"Döneceğim..Her şey çok daha güzel olacak güzelim, inan bana."

-"İnanıyorum.." Mehir dudaklarına yaklaştığında, buluşmaları miladı yaşadı. Yanaklarından süzülen yaş dudaklarına düştüğünde aralanan dudaklara fısıldadı. -"Korkuyorum Uzay.."

-"Akşam yanına geldiğimde hepsi geçmiş olacak..Sadece mutluluğu hissedeceksin." Uzay'ın dudaklarını bir kez daha dudaklarında hissettiğinde, aşkın vedası sahneye çıkmış, gösteriyi başlatmıştı.

"Dudaklarıyla nefes alıyordum, yılların susuzluğu son buluyor, can suyu kuruyan ruhum, sağanak yağmurla kavuşuyordu." Mehir'in kalbinden dökülen kelimeler gerçekleri bir araya getirmişti.

Uzay'la arabaya bindiklerinde Uzay, Mehir'i annesine bırakacak oradan gidecekti.

Mehir, Uzay'ın sakin kalması için korkularını, kalbini tetikleyen korkuyu rafa kaldırdı.
Uzay, gözlerini yoldan ayırmadan radyoyu çalıştığında insanın yüzünde başlar başlamaz tebessüm oluşturan o sıcak fon duyuldu.

"Aşk serseri bir kuş, bazen istesende tutamazsın.
Aç kanatlarını bırak korkuların orda kalsın,
Biz seninle sonsuz olalım." Uzay, şerit değiştirdiğinde Mehir'in gözlerinin içine bakarak şarkıyı söylemeye başladı.

Mehir elini yanağına koyduğu da ona eşlik etti.
"Her sabah yanında uyansam, gözlerinde yakamoz olsam.
Ömrümü ömrüne doladım, bırak sen de kaybolayım.."

Ruhlarımız ay ışığı ile son kez sahnede özgürdü ve dizelerde kaybolmuştu.

Uzay, yanağındaki eli tuttuğunda gözlerinin içine baktığında bir saniye de olsa gözlerinde yansımasını görmüştü, Mehir.

"Bu masalda mutluluk var, inanırsan Var olurlar. Tutun bana nolur korkma.." Ses tonu o kadar sıcak o kadar gerçekti ki..Dudaklarından dökülen kelimelere can veren o sesin yalanı bile gerçekti Mehir için. Ve Mehir doğrularını yıkacak yalana inanmayı seçmişti.


"Bu masalda mutlu son var, sen de benim yarınım var. İnan bana, nolur korkma.." Son dizelerde dudaklarından döküldüğünde inanmak istedi, hissettiği tüm korkulara rağmen, karanlığın yaklaşan soğuk ellerine rağmen, tüm kötülüklere inat, Uzay'ın ses tonuna inandı. Bu belkide tutunacağı son daldı.

-"Geldik.." Uzay'ın sesiyle kendisiyle konuşması son bulduğunda istemeye istemeye indi arabadan.

Uzay, hemen kapıdan Mehir'in anne ve babasıyla görüştükten sonra ayrılmıştı. -"Güzelim Ozanlarda yanına gelecek. Ben işim bitince arayacağım seni sonra birlikte evimize gideceğiz." Uzay, Mehir'in saçlarına öpücük kondururken Mehir sımsıkı sarıldı Uzay'a. Aralarındaki kırmızı iplik sanki birbirlerini sarmışta ayrılamıyormuşçasına sarılıyordu Mehir..

-"Benim cesur sevgilim nerde?" Uzay'ın ses tonu her ne kadar rahat çıksa da altındaki tedirginliği sezmemek imkansızdı.

-"Burda.." Dedi Mehir ürkek sesiyle. -"Hani." Uzay, Mehir'in yanaklarına ellerini koyup başını kaldırdığında gözlerinin içine baktı.

-"Gözlerimin içine bak..Orada gördüğün kişi için geleceğim." Mehir, elâ gözlerde kendisini izlerken kaşları çatıldı, dudakları aralandığında Uzay hemen ekledi. -"Güzelim, saatlerdir senin için geleceğim diyorum ama korkuların biraz olsun azalmadı bende böyle sesleneyim dedim kalbine."

-"Sanki keyiften korkuyorum! Ya sana bir şey olursa.."

-"Olmayacak..Söz veriyorum." Uzay, evden çıktıktan sonra ilk kez o ân kalbinde bir sızı hissetmişti. Mehir'i bırakmak istemeyen, doya doya gözlerine bakmak isteyen bir sızı.

-"Her şey hazır mı?" Buğulu sesin sorusu zorla duyulmuştu. -"Hazır." Dedi karanlığa bürünen ses."

Uzay'ın ve Mehir'in elleri istemeye istemeye ayrıldığında bir süre öylece birbirlerini izlediler, aydınlıkta.

Uzay, arabaya binip evden uzaklaşırken Mehir, bir süre arkasından bakmıştı. -"Bizim için gel.." Kalbinin üzerindeki elini daha da bastırdığında dakikalardır tuttuğu gözyaşlarını özgür bıraktı.. Arkasındaki kaldırıma oturduğunda güneşin önünü kapatan kara bulutlar üzerine düşerken, başını dizlerine koyup ağlamaya başlamıştı..

-"Gel!" Poyraz Çakır, çalan kapıyla arkasını döndüğünde Uzay ile göz göze geldi.

-"Çocuk?!"

-"Uzay." Uzay, tok sesiyle kapıyı kapatıp loş odada ilerledi.

-"Seninle işimiz kalmadı diye biliyordum?" Poyraz Çakır, alaycı ses tonuyla arkasına yaklaştığında Uzay ellerini cebine koydu.

-"Mustafa şerefsizi ile iş birliği yaptığını bilmeden önce." Diye Poyraz Çakır'ı düzelttiğinde Poyraz Çakır, aniden yerinden doğruldu. -"Sen!"

-"Ben." Uzay'ın tek kaşı havalandığında deri koltuğun desteklediğine dayandı.

-"Şimdi.." dedi bir elini cebinden çıkardığında. -"Mustafa'yı ara ve buraya çağır. Onu, arkamdaki masada karşına oturt ve gerçekleri ötmesini sağla."

-"Bunu neden yapayım?"

-"Hapse girmemek için ya da Mustafa'nın seni öldürmemesi için." Poyraz Çakır, sinirle ayaklandığında Uzay'ın karşısında durdu.

-"Ne saçmalıyorsun sen!" Poyraz Çakır, öfke patlaması yaşarken alaycı ses tonu bu sefer Uzay'a aitti.

-"Yıllar önce o dört itine, masaya yeni birini alacağını söyledin ve adının Kurt olduğunu söyledin hatta güçlerini kapıştırmak için Kurt dediğin adama verdiğin işi en ince ayrıntısına kadar onlara da anlattın, ailesi de dâhil. Onlar, sana gelip Kurt'u öldürdük dediğinde sende Savaş ve Toprak itlerine Kurt'un yani Mustafa'nın karısını ve çocuğunu alın ama sakın öldürmeyin emrini verdin. Tabi sorgulayacak bir tarafları olmadıklarından düşmanlıklarını rafa kaldırıp kadını ve çocuğu aldılar."

Uzay, sıraladığı cümlelerin gerçek olup olmadığını bilmiyordu sadece kafasında ürettiği düşünceyi anlatmış, risk almıştı. Büyük bir kumar oynamıştı.

-"Sen.." dedi Poyraz Çakır, dişlerini sıkarak. -"Bunları nereden biliyorsun! Nasıl öğrendin!"

Ve..Sazan oltaya gelmişti. Her şey Uzay'ın dediği gibi olmuştu.

-"Orası bende. Şimdi dediğimi yap ve ara."

Poyraz Çakır, Mustafa'yı ararken Uzay gözlerini Poyraz Çakır'dan ayırmıyordu.

-"Geliyor. Ona ne yapacaksın?"

-"Görürsün. Hainlerne ne yaptın?" Uzay, doğrulduğunda yavaş yavaş yürümeye başladı.

-"Yaşıyorlar. Sevkiyat başladığında orada yer alacaklar."

-"Polise sen ihbar edeceksin, unutmadın değil mi?"

-"Unutmadım çocuk." Poyraz Çakır, Uzay'ın karışındaki deri koltuğa otururken Uzay, sinirle güldü.

-"Belli bir yaştan sonra unutkanlık başlıyor ya sorayım dedim, iyi, daha o yaşlara gelmemişsin." Poyraz Çakır, Uzay'ın dediklerine güldüğünde bakışları ona döndü.

-"Deden gibi değilsin."

-"Ben, kimse gibi değilim." Uzay, sert ve kısa cevabını verdikten sonra masa başındaki koltuğa yöneldi.

-"Siz konuşurken ben burada oturacağım." Uzay, deri koltuğa oturduğunda kendini masaya doğru çekti.

-"Bugün 23 Nisan değil ama olsun." Dedi Poyraz Çakır, gülerek bacak bacak üstüne attığında.

-"Özel günleri bilmen ne hoş, yanındaki adamların da 23 Nisan seçmelerinden mi?" Uzay'ın alaycı sorusuyla Poyraz Çakır'ın yüzünü ciddi bir ifade almıştı.

-"Çocuk.." dedi gülerek. -"Ateşle oynuyorsun, dikkat et, yanma!"

-"Ya ateş bensem?" Uzay'ın parmakları tahta masada melodi oluşturduğunda devam etti. -"Ya ateş benim peşimdeyse, içimdeyse. İşte zaman yanmam, yakarım. En başta da ateşle oynayanlar küle döner." Uzay'ın içindeki karanlık sahneye çıkmıştı. Ses tonu, karanlık kadar soğuk, ateş kadar sıcaktı.

-"Belki bir avuç kül koskoca bir ateşten daha güçlüdür." Poyraz Çakır'ı kollarını uzatıp koltuğa yaydığında Uzay'ın omuzların özgürce havalandı.

-"Bunu ateşe dokunmadan bilemezsin. Unutma, ateş seni küle de çevirebilir, sadece içindeki kırmızının izini de bırakabilir. Yok olmak veya iz taşımak ateşe yaklaşanın kararı." Uzay, arkasına yaslandığında Poyraz Çakır, hoşnut bir ifade ile başını sallıyordu.

-"Mustafa geldi!" Poyraz Çakır, telefonuna gelen bildirime bakarken ayaklandı.

-"Sakın bir şey belli etme!" Uzay, koltuğu döndürdüğünde duvarla karşılaşmış, koltuğun arkası ise kapıya bakmıştı.

Uzay, önündeki ışıkları kapattığında loş odayı sadece Poyraz Çakır'ın arkasındaki masanın üzerindeki turuncu lamba aydınlatıyordu.

-"Poyraz Bey?" Mustafa, ürkek adımlarla odaya girdiğinde arkası dönük koltuğa bakıyordu. -"Gel Mustafa." Poyraz Çakır'ın sesiyle sol taraftaki büyük masaya yaklaştı. Uzay, cebinden çıkardığı 2. Yedek telefona yeni bir ses kaydı dosyası oluşturdu, ilk ikisi Poyraz Çakır'ın itiraflarıydı bu yeni dosya da Mustafa'ya ait olacaktı.

Poyraz Çakır, karşısındaki sandalyeyi gösterdiğinde oturdu. -"Seninle biraz sohbet etmek istedim, geçen gece tam konuşamadık." Dedi Poyraz Çakır, sakin ses tonuyla bacak bacak üstüne attığında.

-"Dün geceden beri geçmişten çıkamıyorum biliyor musun? Sanki geçmişin, kayıp parçaları hâlâ canlı."

-"Nasıl yani efendim?" Mustafa, merakla Poyraz Çakır'ı dinlerken ellerini masanın üzerine koydu ve birleştirdi.

-"Eksik sandığımız parçalar bizim zaaflarımızda saklı olabilir mi acaba? Mesela sana masamdakilerin zaaflarından bahsedeyim, eksik parçaları birlikte bulalım." Poyraz Çakır'ın işaret parmağı Mustafa'nın sağındaki ve solundaki iki boş koltuğu gösterdi.

-"Timur'un en büyük zaafı, kadınlar. Vahap'ın para." Işaret parmağı, kendi yanındaki koltukları gösterdi.

-"Savaş'ın en büyük zaafı ailesiydi, torunlarıydı Toprak onları hem yok etti hem yaşattı, biliyorsun, öldürmek istediği Mehir, öz torunu çıktı. Toprak'ın en büyük zaafı, oğlu ve torunuydu. Gerçeklerin ortaya çıkması ile ikiside en büyük zaaflarını kaybettiler. Şuan ikiside en ufak bir darbede devrilecek bir duvar gibi."

Mustafa gözlerini Poyraz Çakır'dan ayırmıyordu.

-"Zaaf güzel bir hissiyat ama zararlı, kusurlu. Şuana kadar tanıdığım ve hayatta olmayan insanların sonlarını zaafları çizdi ve oynadı. Belkide sen o yüzden hayattasındır, zaafın olmadığı için." Mustafa'nın yutkunma sesi, sessizlikte yankılandığında Mustafa, Uzay'ın istediği kıvama gelmişti.

-"Toprak ve Savaş.. Yıllar önce masaya yeni biri gelecek dediğimde yüzünü görmeden sadece ismini aldılar. Tabi o zamanlar seni Kurt diye biliyorlardı, çünkü ben öyle tanıttım. Onlar, Kurt'u ve eşini ölürdüm diye bilirken seni ve eşini öldürmüşlerdi ve yine onlar, onun çocuğu sanıp senin çocuğunu öldürmüştü. Bak mesela, Toprak sadece senin değil Savaş'ın da ailesini bitirdi. Ama hâlâ hayatta. Savaş, Uzay'ı aylarca alı koydu, onu öldü gösterdi ama bak hâlâ hayatta. Masamdaki sende dahil hiç kimse onlara dokunamadınız. Ama Mehir dediğiniz kız onu vurdu, bitirmek istediğin Uzay onu haftalarca kandırdı. Sen, onların hesabını torunu Uzay'a kestin. Gücünun Toprak'a değil Uzay'a yeteceğini düşündün."

Ayağa kalkıp  ellerini cebine koydu.

-"Ama atladığınız bir yer vardı. Uzay'ın zekâsı. Mehir'e zarar vererek Uzay'ı yok edeceğinizi düşündünüz, öldürdünüz, sonra dirilttiniz. O konuda Savaş'a yardım ettiğini biliyorum. Savaş, Uzay'ın onu kandırdığını bildiğin halde ona söylemediğini öğrenirse sana ne yapar? Düşünebiliyor musun?"

-"Bunları neden anlatıyorsunuz?" Dedi Mustafa, soğuk terler yüzünü kaplarken.

-"Çünkü, ben artık masamda, yanımda korkak adam görmek istemiyorum."

-"Beni saf dışı bırakamazsın." Mustafa, sinirle ayağa kalktığında odada, devrilen sandalyenin sesi yankılandı.

-"Ben bırakırım ama!" Uzay'ın sesi sandalyenin sesini bastırırken Poyraz Çakır, geri çekilmiş ve ellerini cebinden ayırmadan kitaplığa yaslanmıştı. Uzay, önündeki ışıkları yaktığı ân koltukla birlikte döndüğünde Mustafa, renkten renge girerken Uzay'dan gözlerini ayıramıyordu.

Uzay, derin bir nefes aldığında ayağa kalktı ve koltuğu arkaya doğru itti. Poyraz Çakır, koltuğuna giderken Uzay, Mustafa'ya yaklaştı.

-"Getirin!" Uzay'ın gür sesinin yankısı bitmeden iki kişi omuzlarında tabut ile girdi. Tabutu Uzay'ın önüne bıraktıktan sonra adamlar çıktığında odada sadece üçü vardı.

Uzay, saniyelik bir reflekse Mustafa'nın belindeki silahı aldı.

-"Nasıl sıkacaktın Mehir'in kafasına!" Silahın kilidini açıp Mustafa'nın alnına dayadı. -"Böyle mi!"

-"Uz- Uzay dur!"

-"Ne dur lan! Ne dur! Cevap ver! Böyle mi sıkacaktın!" Silahı alnının sağ tarafına dayandığında gözlerinin içine bakarak bağırdı. -"Yoksa böyle mi!"

-"Bilmediğin şeyler var!" Uzay, daha fazla Mustafa'nın sesine tahammül edemiyordu. Silahla boynuna vurduğunda Mustafa dengesini kaybetmiş, sendelemişti.

-"Yarım saat içinde sevkiyat başlayacak." Poyraz Çakır, Uzay'ın yanına geldiğinde Uzay, sertçe Mustafa'nın yakasından tuttu ve tabutun içine attı. Ayaklarını tekmeleyerek içeriye soktuğunda tabutun üzerini kapattı. -"Gidebiliriz."

-"Bakın buraya!" Poyraz Çakır'ın sesiyle dört adamı içeriye girdiğinde tabutu omuzlarına aldılar. Poyraz Çakır ve Uzay önde ilerlerken tabut arkalarından geliyordu.

-"Bora'yı ve Timur'u dediğim limana götürün. Biz gelmeden yaklaşmayın."

-"Hepsi dakikalar içinde etkisiz hâle getirilecek." Telefonu kapatıp Uzay'a döndüğünde arabaya yaklaşmışlardı.

-"Ölmeyecekler!"

-"Koku bombası diye bir şey var biliyorsun değil mi çocuk?!" Arabaya bindiklerinde her şey tıkır tıkır işliyordu. Uzay, yedek telefonunu çıkarıp Ozan'a mesaj attı. "Limana gidiyoruz. Her şey konuştuğumuz gibi gidiyor. Biz oradayken gizlice yanıma gel ve bu telefonu al. İçindekiler altın değerinde."

Uzay, mesajı silip telefonu cebine koydu.

-"Bir taşta kaç kuş vurdun?" Poyraz Çakır'ın sorusunu cevapsız bıraktığında gözlerini dışardan ayırmadan konuşmaya başladı.

-"O zehir çukuruna düşen herkese yardım edeceksin, unutma."

-"Görevliler hazır. Merak etme, elimden geldiğince hepsine yardım edeceğim." Uzay, tamam anlamında başını sallarken Poyraz Çakır, keyif kahkasını attı.

-"Sayende cennete gitme ihtimalim oldu." Uzay'ın bakışları Poyraz Çakır'ın kömür  gözlerini buldu.

-"Karanlığının, o ihtimali yok etmesi zor değil."

-"Kesinlikle!" Dedi hoşuna gitmiş gibi keyifle. -"Beni tanımaya başlamışsın."

-"Dakikalar sonra hayatımdan çıkacaksın." Uzay, gözlerini devirdiğinde büyük limana girmeden durmuşlardı.

Poyraz Çakır, adamlarına emri verdiğinde üç limandaki görevliler etkisiz hâle getirilmeye başlamıştı.

Yaklaşık 5 dakika sonra limana girdiklerinde arabadan ilk inen Uzay oldu.

Poyraz Çakır, indiğinde taşınan kutulara yöneldi. Beyaz toz paketlerinden birine küçük bir delik açıp serçe parmağının ucunu toza değdirdi ve diline götürdü.

Saniyeler içinde yere tükürdüğünde ona doğru ilerleyen Uzay'a döndü. -"Karbonat bu!"

-"Allah Allah!" Uzay, sinirle gülerken Bora, Timur ve adamları, yanlarında tabut ile yanlarına getiriliyordu.

-"Esas uyuşturucu polise teslim edilmek üzere bir yerde toplandı. Ama burada da mamulleri bırakıldı." Uzay, durumu Poyraz Çakır'a anlatırken adamlar geldi.

-"Açın." Uzay'ın emriyle, tabutu açtıklarında Mustafa kıpkırmızı olmuştu.

Hepsi yan yana dizilirken Uzay, Mustafa'nın karşısındaydı.

-"Karın ve oğlun ölmüştü değil mi? O yüzden benden intikam almak istedin? Toprak Kara ve Savaş Akan onları öldürdü diye." Mustafa, kollarındaki güçten kurtulmaya çalışırken Uzay, yaptığı görüntülü arama karşısında telefonunu kaldırdı.

-"Eşine ve oğluna merhaba de!"

-"Ayşegül.." Mustafa'nın yüzü yerine beyaza bırakırken dizlerinin üzerine düşmüştü. -"Oğlum.." Mustafa'nın gözleri yüzünden taşarcasına büyümüş, tir tir titriyordu.

-"Şimdilik bu kadar yeter doktor, teşekkürler." Uzay, aramayı sonlandırdığında Mustafa'ya döndü, eğildiğinde gözlerinin içine baktı.

-"Eğer sana, o evdeki doktoru, hemşireleri ve kadını kurtar dediğimde gerçekten sen gidip alsaydın, adilik yapıp Mehir'le benim yerimi söylemek yerine o eve gitseydin karına sonrada oğluna kavuşmuş olacaktın!" Uzay, Mustafa'nın gözyaşlarına inanmak istemiyordu, inanacağı ânda o ses yankılanıyordu kulaklarında; Mehir'in kafasına sıkacağım.

-"Karın bunca zaman Savaş Akan'ın yanındaymış. Salak gibi senden yardım istediğim telefon var ya karının telefonuydu! Neler yaşadıysa hiç kimseden yardım istemeden o adamın yanında yaşamış. Oğlunda Toprak Kara'nın gözetiminde bir yurttaymış, ismini değiştirmişler. Az önce gördüğün gibi anne oğul kavuştu. Senin için aynı şeyi söylemeyeceğim."

Poyraz Çakır, telefonunu çıkarıp kulağına götürdü.

-"Alo, merhaba, ben bir ihbarda bulunacaktım." Poyraz Çakır, yanlarından ayrılarak durumu bildirip adresi verdi.

Uzay, arkasını döndüğünde maskeden göz kırpan Ozan ile göz göze geldi. Hızlı adımlarla Ozan'a yaklaştı. Yedek telefonu Ozan'a uzattığında Ozan hemen cebine koydu.

-"Ben gelene kadar sende kalsın."

-"Tamam kardeşim."

-"Sen Mehir'in yanına git. Bende geleceğim."

-"Berab-"

-"Kardeşim..Hadi." Ozan, dikkat çekmeden limandan ayrılırken Poyraz Çakır, arkasını döndü.

-"Şuan ölü olmanız gerekiyordu biliyorsunuz değil mi?! Bu çocuk sizi yaşattı!" Poyraz Çakır, son kez öfkesini kustuğunda arabaya geçtiler ve limandan uzaklaştılar.

Dakikalar sonra polis olay yerine geldiğinde orada bulunan herkesi ve diğer 2 limandaki adamların hepsini almışlardı.

Poyraz Çakır'ın tehditleri gözlatına alındıkları andan itibaren başlayacaktı.

-"Bitti çocuk!" Poyraz Çakır, derin bir nefes aldığında, Uzay öyle hissetmiyordu.

Camı açtığında, bulutların önünü kapatan Ay'ı görmeye çalışıyordu.

-"İyi misin çocuk?!" Uzay, sorusuna cevap olarak başını sallarken telefonunu çıkardı ve Mehir'e mesaj yazmaya başladı.
"Bitti güzelim. Bitti. Evimize geliyorum. Yanına geliyorum."

Saniyeler içinde Mehir'den cevap gelmişti. "Evimizde seni bekliyorum sevgilim."

Mehir, Ozan geldikten sonra daha fazla dayanamamış ve Uzay'ın gelmesini beklemeden Ozanları da alıp evlerine doğru yola çıkmıştı. Uzay'a da direkt eve gel yazmıştı.

Araba durduğunda bu sefer ilk inen Poyraz Çakır olmuştu. Uzay, kendi arabasına doğru yaklaşırken Poyraz Çakır, onu durdurmuştu.

-"Çocuk!" Yanına geldiğinde içinde kötü tek bir niyet olmadan konuşmaya başladı.

-"Eğer bir şey olursa, başın belaya girerse ben burdayım." Uzay, bir şey demeden sadece başını sallayıp arabasına binmişti.

Karanlık gece, ayın gri tonuyla baskın ve gergin bir şekilde yansıyordu yeryüzüne.

Uzay, tek eliyle kıravatı çıkarıp yanına attığında gömleğin ilk 3 düğmesini açmıştı. Camını sonuna kadar açtığında akşam serinliği tenine çarpıyordu.

Yanındaki suyun kapağını açıp gözünü yoldan ayırmadan içtiğinde başı dönmüştü. Şişeyi tekrar yerine koyduktan sonra iki eli sıkıca direksiyonu kavradı.

Mehir, kalbini ele geçiren sancı ile gömleğinin ilk üç düğmesini açmıştı. Yanındaki camı açtıktan sonra yakasını açmış, serin havanın tenine çarpmasına yardımcı oluyordu.

-"Mehir iyi misin?" Ozan'ın tedirgin sorusuna karşılık başını sallamıştı. -"Birden kalbime bir sancı girdi."

-"Açlıktan olabilir mi? Saatlerdir Uzay gelmeden yemem deyip hiçbir şey sürmedin ağzına!"

-"Bilmiyorum." Mehir, Can'a Sema'nın uzattığı kolanyayı alırken karşılık vermişti.

-"Stresten oluyor bence!" Sema, Mehir'in saçlarını toplarken Can ve Ozan, Sema'nın dediğine katılmıştı.

-"Seninkini görmen lazımdı. Arabadan bir  inişi vardı. Aşırı karizmatikti! Ben bile düştüm!" Ozan, Mehir'i sakinleştirmek için Uzay'ın o ânları anlatırken Mehir arkasına yaslanmış, kendisini tenine çarpan git gide soğuyan havaya bulaşmıştı. Kara bulutlar gökyüzüne hakim olduğunda yağmur damlaları küçük ama etkili bir şekilde yeryüzüyle buluşuyordu.

(Kai Engel- Run) (bu sahneden sonrasını bu müziği dinlerken yazdım bence sizde okurken bu müziği dinleyin.)

Uzay, telefonuna mesaj geldiğini görünce, git gide kararan gözleriyle tehlike yaratmak istemedi ve kenara çekti. Gelen mesaja tıkladığında öfke tüm hücrelerini ele geçirmişti.

KİMDEN: BİLİNMEYEN NUMARA
Numara her ne kadar bilinmeyende olsa sen kim olduğumu biliyorsun. Eğer bilmiyorsan gel ve öğren..Gel de Mehir'le aşkımı gör. Yokluğunda kim onun yanındaydı, kim ona destek oldu gör. Eğer gelmezsen Mehir'i öldürürüm. Benim değilse kimsenin olamaz.

-"Oruspu çocuğu!" Uzay, öfkeyle art arda küfür savururken mesajın sonundaki konumu açtı. Çevre yoluna girdiğinde ikiye ayrılan solun sağ kısmından devam ettiğinde yağmur şiddetlenmiş, ay kaybolmuştu. Ormanın girişinde ki deponun önünde durduğunda arabanın ışıklarının aydınlattığı depo içinde Tamay göründü.

(TAMAY)

Uzay, sinirle arabadan indiğinde bir dakika içinde sırılsıklam olmuştu.

(UZAY)

-"Hoşgeldin ama geç kaldın!" Tamay, kollarını açmış, Uzay'ın üzerine doğru yürüdüğünde Uzay onu, elinin tersiyle ittirmişti.

-"Leş gibi sarhoşsun!" Dedi iğrenerek Tamay'a baktığında.  -"Ayakta bile duramıyorsun!"

-"Ayakta duramıyorum ama bakalım gücüm yerinde mi?!" Tamay, doğrulduğunda yumruk yaptığı eliyle Uzay'ın üzerine yürüdüğünde Uzay, dizine attığı tekme ile Tamay yere düşmüştü. Depoya hakim olan her ân patlayacakmış gibi yanıp sönen kırmızı ışığın cızırtılı sesi kulaklarını dolduruyordu.

-"Seni ciddiye alanda hata!" Uzay, yürümeye başladığı ân Tamay iki eliyle sağ ayak bileğini tuttu ve sertçe kendine doğru çekti. Uzay, yüz üstü düştüğünde Tamay, hızla ayağa kalktı. Bozuk dengesiyle belinden çıkardığı silahın kilidini açmadan Uzay'a doğrulttu.

Uzay'ın sırtı zeminin soğukluğunu çekerken sinirle gülüyordu.
Tamay, silahla tam karşısında durduğunda kalçasını zemine bastırdı, sağ bacağı şahlandığında Tamay'ın eline tekme attı.
Silah yerde sürüklenerek uzağa gittiğinde Tamay oldukça sert bir şekilde düşmüştü.

Uzay, ayağa kalktığında başı dönüyordu, o da yetmezmiş gibi gözleri kararıyordu.

-"Hep ölü olarak kalmalıydın!" Tamay, sırtını zeminden ayırırken tükürmüştü.

-"O gece..O lanet olası kafeye 5 dakika daha geç girseydin, Mehir çoktan benim olmuştu. Ya da hiç gelmeseydin!"

-"İyi ki gitmişim. İyi ki. Hayatımın aşkıyla karşılaştım orada. Nişanlımla..5 ay sonra sonsuzluğa evet diyeceğim kadınla." Uzay'ın nefes nefese sıraladığı cümleler Tamay'ın gözünü daha da döndürmüştü.

-"Sende biliyorsun, kendini kandırıyorsun. Seni bırakacak."  Tamay'ın kahkası depoda yankılanırken Uzay sakinleşmeye çalışıyordu. -"Kaybedeceksin Uzay." Tamay, yerden destek alarak kalkmaya çalıştığında Uzay sinirle güldü. -"Biz kazandık Tamay. Sen kaybettin." Tamay'ın gözü Uzay'ın parmağındaki alyansa gittiğinde sinirle üzerine atladı. -"Çıkaracaksın onu. Mehir benim olacak."

-"Siktir git!" Uzay, Tamay'ı ittirdiğinde Tamay, hızlı bir reflekse Uzay'a yumruk atmıştı.

Uzay'ın yüzüne öfke patlamasının son gülüşü yerleştiğinde dudağından akan kanı tükürmüştü. İkisi birbirine doğru koşmaya başladığında Uzay'ın eğilmesi ile Tamay'ın yumruğu boşluğa düşmüş, sendelemişti. Uzay'ın yumruğu karnına, dirseği sırtında patladığında Tamay, karnını tutarak gülmeye başladı.

-"Sinirlendin..Mehir'le mutlu olamayacağını anladın! Ona sinirlendin!"

-"Hastasın sen hasta!" Gökyüzündeki şimşekler Uzay'ın beyninde çakıyordu  sanki. Her bir hücresi yanıyormuşçasına terlemeye başlamıştı. Gerçek şimsekler yeryüzüne inerken Tamay'ın üzerine yürüdü.

-"Bu Mehir'in ismini beyninden geçirdiğin için!" Dedi Tamay'ın karnına tekme atarken. -"Bu ona dokunmaya kalktığın için!"

-"Bu da canını yaktığın için!" Uzay, ard arda tekmelerine son verip geri çekildiğinde ellerini dizine koymuş soluklanıyordu. -"Seni ilk gördüğüm ân kötülüğünü hissetmiştim!" Dedi, soluk soluğa.

-"Mehir'i senden dakikalar önce gördüm. Savaş Akan'ın dedikleri, gerçekler umrumda bile değil. Mehir'e ilk ben aşık oldum. Eğer sen o gece, o kafeye gelmeseydin her şey bambaşka olacaktı." Tamay, karnını tutarak silahına doğru sürünüyordu. Uzay, Tamay'a arkasını dönmüş dizlerini tutuyordu.

-"Anlamayacaksın değil mi? Kader bizi sadece o gece bir araya getirmedi. Bizi bir araya getirdiği yollar o gece birleşti. Içindeki kötülük gözünü kör etmiş!" Uzay, arkasını döndüğünde, ona doğrulan namlu onu karşıladı.

-"Ölü olarak kalmalıydın! Yaşadığını öğrendiğim ân seni oracıkta öldürmeliydim." Tamay'ın parmağı tetiğe gittiğinde Uzay sinirle güldü.

-"Yapamazsın!"

-"Öyle bir yaparım ki! Şimdi ne olacak biliyor musun?" Dedi Tamay delirmiş bir şekilde. -"Kafana sıkacağım ve leşini Mehir'in önüne atacağım."

Uzay'ın yüzü Mehir'in ismini duyunca gerilmişti. -"Mehir'den uzak duracaksın!" Diye haykırdı içindeki öfkeyi boşalırken.

-"Hâlâ mı?" Dedi Tamay bir adım daha yaklaştığında.

-"Son nefeslerini al Uzay. Perde kapanmak üzere."

Uzay, dudaklarını ıslattığında âni bir refleksle Tamay'ın koluna vurdu, silah aldığı darbeyle yere düşerken o korkutucu ses yankılandı.. Kulakları sağır eden, kan donduran silahın sesi..

Birincisi Uzay iyiydi, ikincisi Tamay vurulmuştu ve kurşun Tamay'ın silahından çıkmamıştı.

Tamay, karnına giren kurşun ile Uzay'ın önüne yığılırken Uzay, hiçbir yaşam belirtisi vermiyordu. Saniyeler sonra, korkuyla eğildi.
-"Tamay! Tamay!" Tamay'a seslenirken, bir yandan Tamay'ın kolunu omzuna atmış, kaldırmaya çalışıyordu. Ayağa kalktıklarında kurşunun geldiği yöne bakmak için arkasını döndüğü ân başına aldığı darbe ile Tamay ile birlikte yere yığıldı..
Tamay'ın karnından özgür kalan kan ile Uzay'ın başından akan kan birleştiğinde kırmızının en karanlık tonu yaratılmıştı.

Yabancı, deri eldivenlerini düzelterek yerdeki silaha yöneldi. Eline aldığı silahı güzelce temizledi ve Uzay'ın sağ avucuna yerleştirdi, parmaklarını silahın üzerine koyup bastırdı ve öylece bıraktı. Ayağa kalktığında önce Tamay'ın sonra Uzay'ın nabzına baktı; Uzay sadece bayılmıştı, Tamay da yaşıyordu ama şimdilik..

Yabancı, depodan ayrılmadan önce Tamay'ın ve Uzay'ın telefonlarını aldı. Tamay'ın Uzay'a attığı mesajı silip yerlerine koydu ve depodan ayrıldı. Dışarıya çıktığında eldivenlerinden birini çıkardı ve telefonundan bir numara çevirdi. Yerde yatan bedenleri izleyerek telefonu kulağına götürdü.

-"Ben bir ihbarda bulunacaktım. Ormanda koşu yapıyordum da, bir silah sesi duydum. Sesin geldiği yerin adresini veriyorum. Yaralılar olabilir." Yabancı, adresini verdikten sonra telefonu yere attı ve sağ ayağıyla acımasızca, gözünü kırpmadan ezdi.

Cebinden çıkardığı ikinci telefonu kulağına götürdü.

-"Savaş bey, Toprak bey, hallettim efendim. Polisler gelmek üzeredir. Evet efendim, silahta Uzay beyin parmak izi var. Tamam efendim."

Ve karanlığın soğuk elleri boğazlarına yapışmış nefeslerini kesmişti. Karanlığın hakim olduğu, Ay'ın var olmadığı bir gökyüzü altında labirentin iki ayrı köşesine yerleştirildi; Uzay ve Mehir. Artık mutlu olmak imkansızdan da öteydi.

Zehirli sarmaşıklar, son filiziyle gözlerini kapattığında cehennemin içine atılmıştı iki beden. Ya aynı katmanda birbirlerini bulacak ve birbirlerinin gözlerine bakarak yanacaklardı.. Ya da ayrı katmanlarda, aynı ateşle yok olacaklardı.

BÖLÜMLERIMDEKI SÖZLER YANINDA ALINTI OLDUĞUNU BELİRTMEDİĞİM DIŞINDA BANA AITTIR. HICBIR SEKILDE BASKA BIR YERDE KULLANILAMAZ!

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

137K 4.9K 32
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...
2M 120K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
1.7M 68.4K 54
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...
932K 64.9K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...