Kalbime saplanan acıyla düşüncelerimin yine ne yönde olduğunu fark ettim. Anında düşüncelerimi kendimden uzaklaştırdım. Derin bir nefes alıp acının dağılmasını bekledim. Yavaş yavaş dindiğinde Kumsal'ı yüzünde sular damlayarak içeri girerken gördüm. Odanın içinde ordan oraya koşuyordu.

"Nerde bu havlu? Kaybolacak zaman mıydı şimdi?"

Masanın üzerinde duran peçeteyi koparıp yüzünü onunla kurulamaya başladı. Aynı zamanda bana doğu yaklaşıp hemen yan tarafımdaki dolabına yöneldi. Kapağı açıp darmadağınık kıyafetlerine bir göz attı. Bende onun bu garip davranışlarını izlemekten kendimi alamıyordum. İçindeki kıyafetleri bir oraya bir buraya savururken siyah bir pantolon buldu. Onu yatağın üzerine koymak için bana dönerken yanağına ve alnına yapışmış olan küçük peçete parçalarını fark ettim. Tekrar dolabına yönelmek için dönüyordu ki kolundan yakalayıp kendime çektim. Vücudu bana çarptığında ilk başta afallasa da sonra yüzünü bana çevirip ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sol elimle yanağındaki peçeteyi almak için yüzüne dokunduğumda kalp atışlarının hızlandığını duyuyordum. Hoşuma gittiği için işi daha ağırdan almaya başladım. Yine kalbimde beliren ağrıyı umursamamaya çalıştım. Şu yüzündeki şapşal bakışı biraz daha izlemek için bir mimik dahi oynatmadım.

"Aaron.. ne yapıyorsun?"

Yanağındaki peçeteyi sonunda aldığımda gözüne sokarcasına ona gösterdim. Oysaki onu öpeceğimi sanmıştı. Yüzündeki hayal kırıklığı seçilebilir cinstendi. Alnındakini de alıp ondan uzaklaştım. Bu hareketim unuttuğu sorusunu geri kazanmasını sağladı. Onu düşüncelerimden olabildiğince uzaklaştırırken acım yavaş yavaş diniyordu. Keyifliydim. Nasıl soruya gireceğini bilemediği için sadece karşımda dikiliyordu. Onu beklemenin zaman kaybı olduğuna karar verip ben konuştum.

"Artık sorucak mısın?"

Yüzü kızarmaya başlamıştı.

"Ne soracağını biliyorsun. Cevaplasana."

Güldüm. Onu düşünmemeye çalışarak sanki normal bir şey söylüyormuşcasına konuştum. Çünkü tekrar ve tekrar aynı eziyeti çekmek istemiyordum.

"O gün söylediklerim senin içindi."

Yüzü domatese dönerken eline aldığı pantolonla tekrar banyoya girdi. Düşüncelerini ordan da duyduğumda bihaberdi sanırım.

'Bu imkansız. İmkansız. Yalan mı söylüyor acaba? Ama neden yalan söylesin ki? O yalan söylemez. Ama ya bu söylediği şeyler ne? Doğru olamaz ki! Ahh neden böyle hissediyorum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor. Bende onu seviyorum sanırım. Yani sevmesem de hoşlandığım kesin. Eğer beni seviyorsa.. biz olabilir miyiz ama? Biz birlikte olabilir miyiz ki? O beni öldürmeyecek mi yani? Bana aşık olduğu için güçlenmekten vaz mı geçti? Aaron bunları yapacak birisi mi? Nedense bu hareketlerin Aaron'la uzaktan yakından alakası yokmuş gibi geliyordu. Ki haksız da sayılmam. O gerçekten böyle birisi değil ki. Yani bize gösterdiği hali böyle birisi değil. Çok mu pozitif düşünüyorum bilmiyorum ama belki de o aslında gerçekten böyle birisidir. Ahh yanaklarım eski haline dönün çabuk da dışarı çıkabileyim.'

Düşünmemeliydim. Başka bir şeye odaklanmaya çalıştım. Odanın içine göz gezdirirken etrafa saçılmış kıyafetlerin arasında bir şey gözüme çarptı. Turuncu bir südyen! Gözümü anında kaçırdım. Bu odanın içinde ondan başka neye odaklanabilirdim ki? Sinirle pencereden dışarıya attım kendimi. Onu sevmek zorunda mıydım? Başka kimse mi kalmadı? Mira'ya ihanet ediyordum ben şuanda. Ben onun için güçlenip tüm o konsey üyelerini öldürmek için kendime bir söz vermiştim. Kalbime söz geçirmeliydim. Ama çokta sorun değildi aslında. Ne de olsa Kumsal'ın ölümüne adım adım yaklaşıyorduk. Sonrası için planıma kaldığım yerden devam edicektim zaten. Yani şuan onu sevmemin tek zararı acı çekmek. Ve ben buna katlanabilecek birisiyim. Şuan önemli olan onu kendime bağlamak. Onu sevsem de sevmesem de sevdiğimi söylemek yararımaydı. O gün geldiğinde saat 12 yi 1 dakika bile geçmemeli.

MELEZWhere stories live. Discover now