BÖLÜM 47

41.5K 2.1K 39
                                    

Not; Bir sonraki bölüm uzun bir final olacak. Keyifli okumalar. 

..SON SAVAŞ...

Aynı yerdeydi. Haftalar öncesinde gördüğü rüyada yine bu tepedeydi ve aşağıda savaş vardı. O savaşta Rebekah yüzyıllar boyunca süren bir uykuya dalmıştı. Fakat bu kez yemin ettiği intikamını almak için buradaydı. 

Olimpos'un savaşı çoktan başlamıştı ve ordular iç içe girmişti. Genç kız ve Ares beraberlerinde getirdikleri Epimetheus ile birlikte savaşa yukarıdan bakıyorlardı. 

Rebekah gördüklerinden hoşnut değildi. Bedeni girdiği şokun etkisinden kurtulamamıştı. Çok kalabalıklardı. Çok fazla! 
Yaratıkların hepsi öfkeliydi. Rebekah onların öfkelerinin gücünü tahmin bile etmek istemiyordu. Fakat Olimpos'u yerle bir edecek kadar öfkeli olduklar göz önündeydi. Düşman ordusu sadece vampirlerden oluşmuyordu.

Karşılarındaki ordu, Bermuda Şeytan üçgenine hapsedilen yüzlerce hatta binlerce yaratıktan oluşuyordu.. Yüzyıllar önce Olimposlular ve Titanlar arasındaki savaşın ardından, Zeus kardeşleriyle dünyayı üç yönetime böldü. Yeraltı, gökyüzü ve denizler. Üç tanrının da hizmetine girmek istemeyen tüm titan asıllı yaratıkları bir bölgede topladılar. Bu yaratıklar ayaklanma çıkartıp, yönetimi ele geçirmeye çalışıyor, insanlara zarar veriyorlardı. Bu nedenle tüm yaratıklar Atlantik okyanusunda küçük bir adaya sürülmüştü. O ada ve çevresindeki okyanustan belirli bir alan yaratıklara aitti. Zeus'un gücü sayesinde adanın etrafında devamlı büyük hortumlar vardı. Böylece hiç kimse oraya giremiyor. Orada hiçbir tanrının yetkisi yoktu. Yaratıklar için serbest bölgeydi. Hiçbir yaratıkta çıkamıyordu. Ta ki bugüne dek. 

Titanlar için, özelliklede Olimpos'a ihanet eden Hekate için yaratıkları oradan çıkartmak kolaydı ve bunu yapmışlardı. Binlerce sürüngen yaratıklar, kanatlılar, alev püskürtenler, minotorlar, devler, cüceler... Rebekah daha fazla onlara bakamadı. Hepside korku hikayelerini süsleyen yaratıklardı. Ve şimdi onu, ailesini, sevdiklerini öldürmek için savaşıyorlardı.

Rebekah bakışlarını savaş alanından çekmeden ''Durum nasıl?'' diye sordu. Aslında cevap gözler önündeydi. Olimpos bu ordu karşısında çok fazla dayanamazdı. Hazırlıksızdılar ve herkesin aklındaki o korkunç sonla karşılaşabilirlerdi. Olimpos düşebilirdi...
Genç kızın elini sıkıca tutan Ares diğer elindeki kılıcıyla dağı çevreleyen surları işaret etti. ''Surları zayıflatmakla başlamışlar. Ki surların Olimpos için ne kadar önemli olduğunu hatırlıyorsundur.'' dedi Ares. Rebekah başını sallasa da açıklama yaptı. ''Dağ gökyüzünde ve insanların onu görmesini engelleyen tek şey bu surlar. Surlar düşerse aşağıda yaşanacak kaosu düşün. Onların istediği de bu. İkinci bir orduları var. Hazırda bekliyor. Surlar düştüğü an dünyaya saldıracaklar.'' 

Ares'in sözleri Rebekah'ı oluksuz bıraktı. Aynı anda iki dünyayı birden ele geçireceklerdi. ''Bunu kazanmamız imkansız. Aynı anda iki dünyayı savunamayız!'' Ares çatılı kaşları ile genç kıza döndü ve başını iki yana salladı. ''Benim olduğum hiçbir savaş kaybedilmez. Ben varsam zafer kaçınılmazdır.'' 

''Ares sen yenilmez değilsin. Tek başına tüm savaşa hükmedemezsin. Kaybettiğin savaşlarda oldu!'' diye haykırdı Rebekah. Ares adeta burnundan soluyarak yüzünü genç kıza yaklaştırdı. ''Ben savaşın tanrısıyım Artemis. Ben bitti diyene kadar savaş bitmez, kaybettim diyene kadar düşmanım zafer naraları atmaz! Evet kaybedeceğiz.'' dedi ve yavaşça geriye çekildi. ''Ama babanın stratejisiyle devam edersek! Baban baş tanrı olabilir, gökyüzünün ve dünyanın yöneticisi olabilir fakat savaş konusunda yeteneksiz. İşimi bana bırakın bu savaşı kazanacağız.''

Rebekah çaresiz gözlerle savaş alanına baktı. Kaybedecek zamanları yoktu ve Ares'e tüm varlığıyla güveniyordu. ''Pekala. Şimdi ne yapacağız?''

Ares başını sallayarak tekrar savaş alanına döndü. Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından Rebekah, Ares'in savaşan büyük ordularının zihnine yapmaları gerekeni fısıldayabilmek için güç topladığını anladı. Ardından tanrılara, amazonlara, kurtlara, satirlere, sentorlara, perilere ve diğer tüm ırklara seslendi. 

''Anna ve Helena, savaşçılarınızı ikiye ayırın. Helena ve savaşçıların dağın doğusuna ilerleyin. Vincent, sende ordun ile beraber eşini takip et. Anna ve Lucien ordularınız ile beraber batıya ilerleyin. Batı kapısı dağın en zayıf noktası. Hephaestus onlarla birlikte gidip kapıyı güçlendirin. Apollon gökyüzü sana ve-

''Bana emir vermeye cüret etme savaş tanrısı. Gökyüzünün hakimi benim! Onu nasıl koruyacağımı biliyorum.'' diye karşılık verdi Zeus. Bunun üzerine Ares sessiz kalarak başını salladı.

''Poseidon. Sana söylememe gerek yok. Ne yapacağını biliyorsun fakat kuzey denizlerinde saklanan yaratıklar var. Hekate'den gelecek ikinci emirle birlikte saldıracaklar. Onları yok edersek ordularını zayıflatabiliriz.'' 

Aynı anda savaş alanında Ares'in emirleriyle birlikte hareketlilik başladı. Rebekah, anne ve babasının ordularıyla birlikte doğuya doğru ilerlediğini gördü. Atları üzerindeki Amazon Savaşçıları, yanlarında onlarla birlikte hızla koşan büyük kurtlar. En önde ise beyaz atının üzerindeki Helena ve Vincent. 

Kurtadamların üzerlerinde eğere benzeyen çelik zırhlar vardı. Büyük kafalarının üzerini ve bedenlerinin en zayıf noktalarını örtüyordu. Bu zırhları daha önceki savaştan hatırlıyordu. Bunu Hephaestus'a kendisi yaptırmıştı. Amazon savaşçıları ise deri etek ve üstlerinin üzerine çelik zırhlarını giymişti. Hepsinin saçları örülüydü ve başlarındaki miğferin altından sarkıyordu. 

Genç kızın gözleri annesine çevrildi. Helena atının dizginlerini tek eliyle tutuyordu. Diğer elinde kılıcı vardı ve atına yaklaşanları kılıçtan geçiriyordu. Vincent onun hemen yanında ilerliyordu. Hiçbir yaratığın ona ve eşine yaklaşmasına izin vermiyordu. Rebekah içinden onlar için dualar ederken, doğaya onları tüm kötülükten koruması için fısıldadı. Toprak ve hava onun emrine uyarak hareketlendi. Helena ve Vincent'ın etrafında sessizce bulut halinde ilerlemeye başladı. Genç kız bunun bencilce olduğunu biliyordu. Fakat artık ailesinden, sevdiklerinden birini kaybetmeye dayanamazdı. Jordan'ın ölümündeki çaresizliği tekrar yaşamak istemiyordu. Batıya doğru ilerleyen Anna ve Lucien içinde aynısını yaptı.

Büyük Amazon ordusu üçe ayrılmıştı. İki gurup Helena ve Anna'nın peşinden ilerlerken okçular dağların yüksek tepelerindeydi. Ordunun başındaki savaşçının haykırışıyla aynı anda bütün ordu diz oklarını serbest bırakıyordu.

Bulundukları yer sarsılınca Ares ve Rebekah aynı anda sarsıntının kaynağına çevirdi bakışlarını. Denizlerin tanrısı Poseidon, Dağı çevreleyen denizi büyük dalgalar halinde kabartmıştı. Denizlerin halkı ise onun ardındaydı. Dağın çevresini sararak etten duvar örüyorlardı. Denizin altındaki düşmanlarla çarpışıyor karaya adım atmalarını engelliyorlardı. 

Genç kız surların ardında çarpışan ailesine baktı tek tek. Dionysos, Demeter, Hestia, Afrodit, Hera... Hepsi Olimpos'un yüce ordusunun başındaydı. 
Athena ise önderleriydi. Atının üzerinde mızrağı ve kılıcıyla çarpışıyor, orduyu yönlendiriyordu. 

''Klotho. Caroline.'' diye seslendi Ares. ''Surların oraya gidin ve büyü gücünüzle duvarı güçlendirin. Caleb, James, Trent, Parker ve Maxwell. Onların etrafında etten duvar oluşturun. Hiç kimsenin kahinlere yaklaşmasına izin vermeyin. 

Rebekah kolunun altında tuttuğu miğferini başına geçirdi. Kılıcını belindeki yerine yerleştirdi ve sırtından siyah yayını aldı. ''Ne kadar dayanabilir surlar?'' diye sordu. Düşman ordusunun nerede bittiği gözükmüyordu. Kara bir duman gibi dağın üzerine çökmüşlerdi. Çoğu surların ardındaydı. Ordunun büyük bir kısmı ise surların üzerinden saldırıyordu. Deniz, hava kara her yerdeydiler. 

''Savaş bitene kadar dayanmak zorunda. Gerekirse kendimizi siper ederiz. O duvar asla yıkılmayacak. Benimle gel Neraida Koritsi.'' dedi Ares ve Hızlı adımlarla tepenin en yüksek kısmına tırmanmaya başladılar. Yukarıya çıktıklarında duyduğu kanat sesleriyle Rebekah gökyüzüne bakmak istedi. Fakat adeta güneş gibi parlayan kanatlı yaratık gözlerini kamaştırıyordu. Gözlerinin önüne siper ettiği elinin ardından gözlerini kırpıştırarak baktığında babası Zeus'u gördü. Güneş gibi parlayan Pegasus'un üzerindeydi. Kanatlı at, tam önlerinde yan durdu. Upuzun kanatlarını yavaşça çırpıyor, etkili bir rüzgar oluşturuyordu. 

Zeus bir eliyle dizginleri tutuyor diğer eliyle ucu gökyüzünde olan, cızırtı sesleri çıkartan şimşeği tutuyordu. ''Artemis!'' dedi endişeyle. Gözleri ikilinin ardında, yerde baygın bir halde yatan Epimetheus'a kaydı. Kaşları adeta birleşerek çatıldı. ''İyi misin?'' 

''Ben iyiyim. Merak edilecek bir şey yok? Hekate ve titanlar nerede?'' Zeus endişeli bir iç çekişle ''Hekate Persephone'u kaçırdı.'' dedi. Genç kızın kalbi göğsünde tekledi. Çaresizce nefes almaya çalıştı fakat ciğerleri yeterli havayı alamıyordu. ''Nasıl?'' diye sorabildi. 
Zeus çaresizce başını iki yana salladı. Bu Rebekah için yeterli olmuştu. Babasını en iyi o tanırdı. Bu bakışlardaki anlamı biliyordu. ''Hades?'' diye sordu Ares araya girerek. 

''Hades peşlerinden gitti. Hekate'nin isteği titanları serbest bırakmak. Hades ordusu ile birlikte yeraltı dünyasını savunuyor ve eşini kurtarmaya çalışıyor.'' Rebekah elini alnına bastırdı. Seslice soluyordu. Olimpos, yeraltı dünyası ve insanların dünyası. Üç cephede savaşamazlardı. 

''İtiraf etmeliyim ki bu kusursuz bir plan'' dedi Ares. Ses tonundan ne kadar çaresiz oldukları anlaşılıyordu. ''Olimpos'a bu kadar büyük bir orduyla saldırarak bizi köşeye sıkıştırdılar. Aynı anda surları yıkıp dünyaya görünür olmamızı sağlayacaklar. Böylece sakladıkları ikinci ordu insanlara saldırabilecek. Üçüncü ordu is yeraltından saldırarak titanları serbest bırakacak.'' 

''Hemen bir şeyler yapmamız gerek. Geçen her saniye adamlarımız ölüyor. Bu şekilde kazanamayız.'' dedi Rebekah. Ares başını salladı. ''Dionysos, ordun ve sentorlar ile birlikte yeraltına geç hemen. Hades'in size ihtiyacı var.'' diye seslendi savaş tanrısı.

''Hekate Elysion'da peki Atlas ve Prometheus nerede?'' diye sordu Rebekah. 

''Gösterişli girişleri severler. Gücümüz tükendikten sonra, son hamle için burada olacaklardır.'' dedi Zeus. 

''Onlar ortaya çıkmadan önce saldıracağız ve gücü tükenecek olan onlar olacak biz değil. Savaş asıl şimdi başlayacak.'' dedi Ares ciddiyetle. 

Rebekah'ı omuzlarından tutarak kendine çevirdi. Elinin tersiyle genç kızın yanağını usulca okşadı ve ardından eğilerek dudaklarına tutkulu bir öpücük bıraktı. Alnını genç kızın alnına yaslayarak ''Aynı son olmayacak.'' dedi söz verircesine. Rebekah başını sallayarak ''Olmayacak.'' dedi.

Ares, genç kızın burnunu, alnını, yanaklarını ve dudaklarını defalarca kez öptü. Ayrılmak istemiyordu fakat zorundaydı. Savaşı yönetmesi gerekiyordu. Kalbinde korkunç bir sızı vardı. İçinde daha önce hiç barındırmadığı büyük bir korku vardı. Kolları arasındaki kadını kaybetmeyecekti. Onun yokluğundaki karanlığa, acıya ve çaresizliğe geri dönmeyecekti. Bu koku olmadan bir kez daha güne uyanmak istemiyordu. Bu teni hissetmediği bir gün, sesini duyamayacağı bir an olsun istemiyordu. İstediği tek şey yüzyılların ardından kavuştuğu eşinin yanında olmasaydı. Tarih tekerrür etmeyi severdi. Ve bunu Ares'e acı bir şekilde gösteriyordu.

Onu gözünün önünden ayırmak istemese de genç kızın aciz biri olmadığının elbette farkındaydı. Rebekah'nın ordusunun başında olması gerekiyordu. Savaşçı tanrıçanın, ayın ve doğanın tanrıçasının halkına önderlik etmesi gerekiyordu. 

Ares, aklı ondayken savaşa odaklanması zor olacak olsa da yapmak zorundaydı. Kolunu Rebekah'nın beline doladı ve diğer eliyle tuttuğu kılıcı kaldırarak dağları gösterdi. ''Okçuları oraya yönlendir. Sende yukarıda olmalısın. Fakat.'' dedi ve tekrar genç kıza döndü. ''Unutma Neraida Koritsi. Hedefleri sen olacaksın.'' Rebekah hızla başını salladı. Kalbi adeta kulaklarında atıyordu. Aldığı nefesler ona yetmiyordu. Sanki kilometrelerce koşmuş gibi soluk soluğaydı. Ares'in elini sıkıca tuttu. 

''Bu ilk savaşım değil Savaş tanrısı. Sonda olmayacak.'' Ares'in dudakları kıvrıldı. ''Son olmayacak.'' dedi ve son kez genç kızın dudaklarını öptü. Ardından geriye çekildi. Rebekah bakışlarını Zeus'a çevirdi. Babası Pegasus'un üzerinde oturuyor, elini ona doğru uzatarak bekliyordu. 

''Aslında yerde daha iyi savaşırım.'' dedi Rebekah. Uçan bir atın üzerinde nasıl dengede duracağını bilmiyordu. ''Sana atımı vermeyeceğim. Seni kendi atına götüreceğim. Gel buraya Mikrı Gazela.'' dedi Zeus gülümseyerek. Rebekah tuttuğu nefesi soluyarak Zeus'a doğru ilerledi. Uçurumun kenarına geldiğinde Babasının elini sıkıca tuttu. Zeus, onu hızla çekti ve genç kız ne olduğunu anlayamadan Pegasus'un üzerine yan bir şekilde oturttu. Gözleri kocaman açılan Rebekah atın dizginlerini sıkıca kavradı. Babasının kolları iki yanından onu olduğu yere sabitliyor olsa da uçan bir atın üzerindeydi! Seslice yutkundu ve gözlerini yumdu. ''Ah tanrılar aşkına!'' 

Zeus nara atarak atını harekete geçirdi. Pegasus ön ayaklarını havaya kaldırıp kişnedi ve ardından kanatlarını çırparak aşağıya doğru süzüldü. Rebekah son kez omzunun üzerinden Ares'e çevirdi bakışlarını. Bakışlarındaki yoğunluk ikisinin de duygularını dile getiriyordu. Ares bir kez başını salladı. Rebekah da aynı şekilde cevap verdi ve başını önüne çevirdi. 

Gökyüzünde uçan iki kanatlı at daha vardı. Genç kız onları yeni görüyordu. Gümüş rengi atın üzerindeki Apollon'du. Diğeri ise Eos. Gökyüzünde onlara doğru yaklaşan siyah atı görünce Rebekah'nın dudakları kıvrıldı. ''Gece.'' diye fısıldadı. Onun atı. Yüzyıllar boyunca gökyüzüne ayı birlikte yükselttiği can dostu. Uzun gece karası kanatları, adeta gökyüzünü dövüyordu. Onlara doğru yaklaşmaya çalışıyor fakat yukarıya doğru atılan oklardan dolayı yanlarına gelemiyordu.

''Atını nasıl kullanacağını hatırlıyorsun öyle değil mi?'' diye bağırdı Zeus sesini duyurabilmek için. Aynı anda şimşeğini aşağıya savurdu. Gök gürlemesiyle birlikte şimşek düşman ordusunun üzerine indi. 

''Pek sayılmaz.'' diye cevapladı Rebekah. Atına götüreceğini söylediğinde yerde ilerleyen bir at olacağını düşünmüştü. Havada değil.

Zeus kızının dizginleri tutan elini sıkıca tuttu. ''Unutma. Sen gecenin tanrıçası Artemis'in. Her şeyi hatırlayabilmen için beden birleşimi gerek. Fakat odaklanırsan hatırlarsın. Sen savaşçı tanrıçasın. Bunu yapabilirsin.'' 

Zeus geceye ulaşmaya çalışıyordu. Rebekah ise sadece atının siyah gözlerine bakıyordu. Aşağıdaki vahşetin seslerini duymuyordu. Duyduğu tek şey kendi nefes alışverişleriydi. Ben bir başkası değilim. Diye düşündü. Ben sadece Rebekah değilim. Ben gecenin tanrıçasıyım. Savaşçı tanrıçayım. Ben sadece Rebekah değilim. Gecenin tanrıçası Artemis ve amazonların kayıp prensesi Rebekah. İşte ben buyum. 

Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Hatırlayamasa da gerçekler oradaydı. Zihninde bir yerlerde saklıydı. İhtiyaç duyduğunda ortaya çıkmışlardı ve yine onu yüzüstü bırakmayacaklarına güveniyordu. Gözlerini açtı ve kararlılıkla atına baktı. Gece, hâlâ ona doğru yaklaşmaya çalışıyordu fakat atılan oklardan dolayı havada sadece çırpınıyordu. Rebekah onun yaralanmasından endişelendi. Hızlıca etrafı taradı ve plan kurdu. Eliyle atının üzerindeki bir noktayı işaret etti. ''Oraya sür.'' 

Zeus sorgulamadan kızının sözlerini yerine getirdi. Pegasus'u sağa yatırarak yarım daire çizdi ve Gece'nin üzerine doğru ilerledi. Aşağıdan fırlatılan oklar ıslık sesiyle sıyırarak geçiyordu. Rebekah istediği noktaya yaklaşınca dizginleri tutan ellerini çekti. ''Beni bırak.'' diye bağırdı babasına sesini duyurabilmek için.

Zeus kaşlarını çatarak aşağıda çırpınan ata baktı. ''Emin misin? Biraz daha yaklaşabilirim.'' Rebekah başını iki yana salladı. ''Okların menziline girmemen gerek. Gerisini ben hallederim. Unuttun mu ben sadece basit bir insan kadın değilim.'' dedi. Ardından omzunun üzerinden babasına baktı. 

''Aslına bakarsan ben hiçbir zaman sıradan bir insan olmadım. Ben her zaman Artemis ve amazon prensesiydim.'' 

Zeus gülümseyerek kızının miğferinin üzerini öptü. ''Olimpos ve senin için Mikrı Gazela'' Rebekah gülümsedi. ''Olimpos ve intikam için.'' Ardından kendini boşluğa bıraktı. Aşağıya doğru düşerken oklar bedenini sıyırarak geçiyordu. Dizlerini karnına doğru çekti. Kolları iki yanında hızla sallanıyordu. Gece'nin üzerine yaklaştığında ıslık öttürdü. Aynı anda atı ona cevap verir gibi kişnedi ve kanatlarını çırparak yükseldi. Genç kız, dizginleri yakalayabilmek için ellerini öne doğru uzattı. Gece, her zaman Artemis'in bedenine bağlı gibiydi. Onun ne yapacağını her zaman bilirdi. Bu kez de onu yanıltmamıştı. 

Atı havada daire çizerek, onun tam sırtına düşmesini sağladı. Genç kız çarpmanın etkisiyle soluksuz kaldı. Elleri atın yelesi ve dizginlerini son anda tuttu. Boşlukta sarkan bacağında hissettiği sızıyla dişlerinin arasından soludu. Kollarından destek alarak bedenini yukarıya çekti ve atın üzerine oturdu. Sol bacağı her hareketiyle acıyordu. Dizinin üzerine saplanan ok neyse ki çok derine girmemişti. Genç kız oka çarpmamaya çalışarak atın dizginlerini tuttu. Canı yanıyor, bacağından akan kan bileğine doğru iniyordu. Fakat atını yağan ok yağmurundan kurtarması gerekiyordu. 

Atını şahlandırarak gökyüzüne doğru yükseldi. Bedenini öne eğdi. Dizginleri sol eliyle tutarken diğer eliyle Gece'nin başını okşadı. ''Merhaba oğlum.'' diye fısıldadı. Atının rahatlatıcı ve tanıdık kokusu ile ciğerlerini doldurdu. 

''Rebekah! Bacağın!'' Apollon bağırarak ona yaklaşıyordu. ''Bebek değilim Apollon!'' diye bağırdı genç kız karşılık olarak. Apollon yüzünü buruşturdu. ''Savaş her zaman seni huysuzlaştırıyor kadın!'' 

Artemis başını iki yana sallayarak atını dağların ardındaki amazon savaşçılarına yöneltti. Savaşçılar onu görünce yaylarını indirdiler. Gece dağa yavaşça yanaşınca Artemis atını sabit tuttu. At, havada yavaşça kanatlarını çırpıyordu. Savaşçıların başındaki komutan öne yaklaşarak tanrıçasını selamladı.

''Adın ne savaşçı?'' 

''Gwen tanrıçam.'' Genç kız başını sallayarak onu selamladı. ''Durum nasıl?'' Gwen yayıyla karşıki surları gösterdi. ''Surlar çok zayıfladı. Orayı savunmakta zorlanıyoruz. Düşmanlar menzilimizin dışında kalıyor. Yaklaşırsak hepimiz onların menziline giriyoruz.'' Rebekah başını salladı ve surlara doğru döndü. Bacağındaki sızı odaklanmasını zorlaştırıyordu. Fakat oku çekecek kadar cesareti henüz bulamamıştı. Sol eliyle bacağına sıkıca bastırıyordu. Yüzünü buruşturarak etine saplanmış haldeki oka baktı. Rüzgarın etkisiyle bile hareket ettiği an canını fazlasıyla acıtıyordu. Dişlerini sıkarak bakışlarını Gwen'e çevirdi. Savaşçı kadın, genç kızın bacağına bakıyordu. 

''Pekala ben onların dikkatini dağıtacağım. Hemen surlara ilerlemenizi istiyorum. İşaretimle birlikte okları serbest bırakacaksınız anlaşıldı mı?'' Gwen başını salladı. Rebekah atını harekete geçirmek üzereydi ki ona seslendi.

''Bekleyin.'' Genç kız bakışlarını savaşçıya çevirdi. Gwen belindeki deri kemeri çıkartarak Rebekah'a uzattı. ''Yaranın yukarısına sarın. Kanı yavaşlatır.'' Rebekah ona doğru atılan deri kemeri havada yakaladı. Savaşçı kadına bakarak gülümsedi. ''Teşekkürler Gwen.'' dedi ve atını harekete geçirdi. Gece, onun nereye gideceğini biliyordu. Bu nedenle dizginleri bıraktı ve dikkatlice deri kemeri bacağının etrafına sardı ve tüm gücüyle sıktı. Dişlerinin arasından solurken küfretti. 

Dizginleri tekrar bileklerine doladı ve topuklarıyla Gece'nin karnına vurdu. At öne doğru eğim yaparak kanatlarını düz tuttu ve havada süzüldü. Dağın yamacına yaklaştığında üzerine yağan oklardan kaçmak için toprağı harekete geçirdi. Toprak onun emrine uyarak göğe doğru yükseldi ve Rebekah'nın önünde duvar oluşturdu. Genç kız omzunun üzerinden baktığında Gwen ve ordusunun yaklaşmakta olduğunu gördü. Haykırarak kollarını öne doğru ittiğinde toprak bir kez daha ona itaat etti ve düşmanın üzerine örtü gibi serildi. Oklar tekrar üzerine yağmaya başladığında Rebekah yayını aldı ve sadaktan çektiği okunu yerleştirdi. Surların etrafını saran yaratıkları bir bir yere sermeye başladı. Yere serdiği yaratıkların yerine hemen yenisi ekleniyordu. 

Sağ topuğuyla karnına baskı yapınca Gece, sağa doğru süzüldü. Sadaktan yeni bir ok alan genç kız yayına yerleştirdi. Yavaşça gerdi ve surların üzerinde daire şeklinde toplanan yaratıkların başındakini hedef aldı. Okun tüylü ucu dudaklarına değiyordu. Sivri ucu sabit tutan işaret parmağını öne doğru uzattı ve oku serbest bıraktı. Ok havayı yararak hedefine ulaştı. Yaratık yere düştüğü an yenisi hemen boşalan yeri doldurdu. Rebekah o an birini sakladıklarını anladı. Surların üzerinde halka şeklinde toplanan yaratıkların ortasında biri vardı ve onu korumak için etten duvar örüyorlardı.

Rebekah yayını indirerek gözlerini kıstı ve ortalarındaki kişiyi görmeye çalıştı. Fakat yaratıklar üzerine ok attığı için görmesi mümkün olmuyordu. Dizginleri tek eliyle tuttu ve topuklarıyla atını yönlendirdi. Gece, tam zamanında havada süzülerek döndü ve yağan ok yağmurundan kurtuldu. Amazonların dağın eteklerine yerleştiğini görünce hızla oraya ilerledi. Arkasındaki ordu dağın yamacına sıralandılar. Rebekah tekrar yayını kaldırdı ve sadaktan yeni bir ok aldı.

''Hedef al!'' diye bağırdı. Amazon savaşçıları aynı anda hareket etti. Ön sıradaki savaşçılar tek dizlerinin üzerine çökerek, yaylarını doğrulturken arkalarındaki savaşçılar yaylarını gökyüzüne doğru yükseltti. Böylece okları daha uzağa gidecekti.

Genç kız, surların üzerinde toplanan yaratıklara baktı. Ortalarında sakladıkları korkak ortaya çıkacaktı. Halkanın tam ortasındaki vampiri hedef aldı. Oku yerleştirdi ve yayı gerdi. Karanlık yaratıklar oklarını serbest bırakmak üzereyken Rebekah ''Ateş!'' diye bağırdı. Savaşçılarla birlikte aynı anda okunu serbest bıraktı. Oklar etrafından vızlamalarla geçerken yaratıklar bir bir düştü ve genç kız onu gördü. Beyaz kahin Kirke...

İntikam yemini etmişti. Her şeyin sebebi olan kişiyi öldüreceğine dair yemin etmişti. Kirke ile iki kez savaş alanında karşı karşıya gelmişlerdi. İlk seferinde onu uykuya yatırmıştı. İkinci seferinde kara büyü ile bedenini hapsetmişti. Bu kez tekrar zarar vermesine izin vermeyecekti. Bu kez intikamını alacaktı.

Beyaz kahin kollarını iki yana açmış büyü yapıyordu. Parmaklarından süzülen kara sisler surlara ilerliyor ve onları zayıflatıyordu. Gözleri kapalıydı. Üzerinde tülden beyaz bir elbise vardı ve tüm bedeni gözler önündeydi. Uzun saçları dalgalar halinde beline kadar iniyordu ve rüzgarın etkisiyle savruluyordu. 

Rebekah'nın dişlerini sıktı. Burnundan öfkeyle soluyordu. Hayatını mahveden kadın aşağıdaydı ve bir kez daha ona zarar vermeye çalışıyordu. ''Bu kez olmayacak.'' dedi genç kız öfkeyle. Gwen ve savaşçılar surların üzerindeki yaratıkları bir bir indiriyordu. Yeri sarsan patlamayla birlikte dağdan yuvarlanan kayalar aşağıya düştü. Genç kız atını şatonun yükseldiği dağa çevirdi.

''Olamaz!'' Ciğerlerine zorlukla hava çekti. Şatonun arkasındaki surlar yıkılmak üzereydi. . Minotorlar ve devler surların üzerindeki ve ardındaki tüm orduyu yerle bir etmişti. Vampirler onların ardından geliyorlardı ve hiç kimseyi hayatta bırakmıyorlardı. Anna ve Lucien'ın başını çektiği ordu yoktu. Surların önündeki orduya destek ekip gitmeye çalışıyordu fakat onlar gidene kadar surlar yıkılacaktı yetişemezlerdi.

Rebekah atının karnına sertçe vurdu ve onu harekete geçirdi. Kalbi adeta kulaklarında atıyordu. Surlara doğru ilerledi ve yayına taktığı oku haykırarak serbest bıraktı. Bir, iki, üç... Ne kadar yaratığı öldürse de surların düşmesini engelleyemezdi. 

''Anna!'' diye haykırdı. Atını döndürerek surların her tarafına baktı. İsimlerini birkaç kez daha haykırdı fakat onları göremedi. Korku dalgası bedenini sararken genç kız duyduğu acı çığlıkla bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Eos'un atının kanatları yanıyordu. Hayvan can çekişerek kanatlarını çırpıyor, yükselmeye çalışıyordu. Eos atıyla birlikte hızla yere düşüyordu. Omzuna iki ok saplanmıştı ve gücü tükenmişti. Bitkin düşen bedeni atın boynuna doğru yığıldı. At havada çaresizce çırpınırken ters döndü ve Eos atın üzerinden düştü. Aşağıda büyük kurt acı bir haykırışla kükrerken Rebekah ''Apollon!'' diye haykırdı. Apollon kardeşlerine daha yakındı fakat uçan yaratıklar etrafını sarmıştı. Onlardan kurtulup Eos'a yetişmesi imkansızdı. 

Genç kız Gece'nin karnına sertçe vurdu ve atını harekete geçirdi. Eos'un kıpırtısız bedeni hızla aşağıya düşüyordu. ''Daha hızlı!'' diye bağırdı Rebekah atına. Gece, siyah kanatlarını iki yana açarak aşağıya doğru süzülüşe geçti. Savaş alanındaki büyük kurt başını gökyüzüne kaldırmış bir halde koşuyordu. Rebekah, James'in çaresizliğini aralarındaki bağdan hissediyordu. ''Daha hızlı Gece! Daha hızlı!'' diye haykırdı. Eos'un bedeni aşağıya doğru savrulurken onlarca ok üzerlerine yağıyordu. Rebekah elini kaldırarak havayı harekete geçirdi. Elini öne doğru savurdu ve aynı anda kuvvetli bir rüzgar eserek tüm okları savurdu. Gece, hızla aşağıya doğru süzülürken Rebekah bedenini sağa doğru yatırdı. Sol bacağındaki ok geçen her saniye acısını arttırıyordu. Sol elinin bileğini dizginlere doladı. Bacaklarını atın bedenini sıkıca kavradı. Sol bacağındaki sızı daha da artınca genç kız dişlerini sıktı ve inledi. Sağ kolunu aşağıya doğru uzatıp Eos'un yakalamaya çalıştı. Aralarında sadece metreler kalmıştı. Gece kanatlarını içeriye toplayıp hızını arttırdı. Eos'un rüzgarın etkisiyle uçan saçları Rebekah'nın parmaklarına değiyordu. Atının öne eğilmesiyle Eos'un havadaki kolunu yakaladı. Kardeşinin ağırlıyla birlikte bedeni öne doğru atıldı. Sağ omzu acıyla sızlarken, sol bacağındaki ok daha derine battı. Rebekah acıyla çığlık attı. Eos'un ağırlığını taşımakta zorlanıyordu. Sağ kolu titriyor bacağının acısı, dengede durmasını engelliyordu. Gece, kanatlarını iki yana açtı ve tekrar yükselişe geçti. Dizginleri tutan parmaklarına kan gitmiyordu. Bütün ağırlı sadece kollarındaydı. 

''Dağa ilerle.'' diye soludu genç kız. Gece, kanatlarını kuvvetle çırptı ve kişneyerek dağa doğru süzülüşe geçti. ''Eos!'' Pegasus süzülerek yanlarına yaklaşırken Zeus endişeli ve tükenmiş görünüyordu. Eos'u yakaladı ve baygın haldeki kızını kendi atına çekti. Soluk soluğa kalan Rebekah bir süre gözlerini kapattı ve atının boynuna gömülü olan başını kaldırmadı. Sol ayak parmaklarını artık hissetmiyordu. Ok kemiğine kadar ilerlemişti ve en ufak hareketinde onu hissedebiliyordu. Rüzgarın esintisinde bir canı acıyordu. Sırtından aşağıya ter damlacıkları yuvarlanıyor, nemlenen saçları alnına ve yanaklarına yapışıyordu. 

''Onu güvenli bir yere götürmeliyim.'' dedi Zeus. Genç kız başını kaldırdı ve babasına baktı. Zeus, henüz tükenmemişti. Fakat o da tıpkı diğerleri gibi güçsüz düşecekti. Ayakları altındaki savaşa baktı. Dağın batı tarafındaki surlar çökmek üzereydi. Kirke surların üzerinde büyü yapmaya devam ediyordu. Poseidon'un halkı ve ordusu zayıflıyordu. Tanrıların hepsinin gücü yavaş yavaş azalmaya başlamıştı. Denizleri kaybederlerse surları tamamen kaybedeceklerdi. Surlar, hem denizlerden hem de karadan müdahaleyi kaldıramazdı.

''Gözlerindeki o kaybı sil Artemis.'' dedi Zeus. Genç kız bakışlarını babasına çevirdi. ''Ben titanları yenen ordunun komutanı Zeus'um. Bir avuç yaratığa şehrimi verecek kadar yaşlanmadım. Bu şehir düşmeyecek. Olimpos onların olmayacak!'' 

Rebekah sessiz kalarak başını salladı. Ona inanıyordu. Bu kadar kolay pes etmeyeceklerdi. Fakat zafer için aynı şeyi söyleyemiyordu. ''Olimpos düşmeyecek baba.'' dedi umutla. 

Zeus iç çekerek başını salladı ''Eos'u şifacılara teslim etmem gerek.'' dedi ve atını şaha kaldırarak harekete geçirdi.
Bacağındaki sızının artmasıyla genç kız bir kez daha inledi. Elbisesini sıyırdı. Bacağındaki delikten akan kanlar atının yelelerine doğru süzülüyordu. Okun girdiği derinin etrafı çürüyor gibi morarmıştı. Bacağının etrafındaki kemeri daha da sıkarken dişlerini sıkıca birbirine kenetledi. Başını arkaya atıp acıyla inledi. 

''Rebekah? İyi misin?'' Ares'in endişeli sesi genç kızın zihninde yankılandı. ''Evet. Her şey yolunda.'' diyebildi kısaca. Bakışlarını savaş alanında gezdirirken ''Sen neredesin?'' diye sordu. 

''Tapınakta.'' Genç kızın kaşları çatıldı. ''Tapınakta ne yapıyorsun? Olimpos düşmek üzere. Surlar dayanmayacak.'' 

''Ordumun başındayım. Saldırmam için henüz doğru zaman değil. Olimpos düşmeyecek neraida koritsi. Bu savaşı kaybetmeyeceğiz.'' 

O sırada kulakları uğuldatan savaş borusu öttü. Gökyüzündeki bulutlar kararmaya, güneşin ışığını hapsetmeye başladı. Tüm Olimpos'u büyük bir sessizlik kapladı. Hiç kimse hareket etmiyordu. ''Ares?'' diye sordu Rebekah endişeyle. 

''Henüz değil.'' diye cevap verdi Ares. Kara bulutlar bütün dağı karanlığa boğarken atlar ve diğer hayvanlar huzursuzlaşmaya başladı. Ardından yeri sarsan bir gürültü duyuldu. Ardından ikincisi. Üçüncüsü...

Büyük bir şey onlara doğru yaklaşıyordu. ''Ares hemen buraya gelmen gerek! Şimdi!'' diye bağırdı Rebekah. Sadaktan okunu çekti ve yayına yerleştirerek hedef aldı. ''Sabır Rebekah. Sadece biraz sabret. Bir savaşı kazanmanın en önemli yolu en güçlü silahını sona saklamak. Onlar silahlarını bizden önce ortaya saldı. Kazanamayacaklar.'' 

''Evet! Kazanamayacaklar. Titanlar geliyor, sonu gözükmeyen ordu dünyaya, denizlere ve yeraltına saldırıyor. Kesinlikle kazanamayacaklar!'' Gece'nin karnına vurarak harekete geçirdi. Daire şeklinde döndüler ve onlara adım adım yaklaşan hedeflerinin görüş alanına girmesini beklediler. 

''Hidra'nın kaç kafası olursa olsun gerçek başını kesersen diğerleri etkisiz hale gelir. Ordunun ne kadar büyük olduğu önemli değil. Onların arkasındaki gerçek güce sahip olan kişiyi öldürürsen diğerleri bir hiç olacak.''

Gökyüzünde kırmızı şimşekler çakmaya başladı. Aynı anda genç kızın iki yanında Zeus ve Apollon belirdi. Kanatlı atlarının üzerinde yeni hedeflerine dönmüş bekliyorlardı. ''Uzun bir zaman oldu ha?'' diye sordu Apollon nefes nefese kalmış bir halde. Rebekah onun neyden bahsettiğini anlayarak çarpık bir şekilde gülümsedi.

''Yenilmekten bıkmadın mı?''

Apollon dudaklarını büzerek omzunu silkti. ''Ben asla yenilmedim kız kardeşim. Sadece şans benden yana değildi. ama bu kez öyle olmayacak.'' 

''Pekala.'' dedi genç kız yan gözle kardeşine bakarak. ''Hile yapmak yok. Kim daha çok yaratık öldürürse diğerinin istediği şeyi yapacak.'' Apollon başını salladı ve genişçe gülümsedi. ''Büyük başları öldürmek bonus puan getiriyor mu?'' 

''Titanı öldürmek artı yüz puan. Bunda anlaşalım.'' Zeus'un sözleriyle iki kardeş şaşkınca babalarına baktılar. Zeus tek kaşını kaldırarak 'ne' dercesine baktı. Apollon ve Artemis'in bir zamanlar sıklıkla oynadıkları bu oyuna o da dahil olmak istiyordu. Bunun üzerine iki kardeşte gülümsedi. 

''Anlaştık. Titan öldürmek artı yüz puan.'' dedi Apollon. 

''Hile yapmak yok.'' diye hatırlattı Rebekah tekrar. Üçü de gülümserken tam karşılarındaki surların ardında Epimetheus'un büründüğü yaratığa benzer iki yaratık belirdi. Devasa büyüklükteki sisten oluşan bedenleri, kırmızı büyük gözleri, kocaman ağızları ve pençeleri. Atlas ve Prometheus savaş alanına dahil olurken tam önlerinde tüm gösterişiyle Hekate duruyordu. Üç titan soylu tanrı arkalarındaki yeni ordularıyla zafere emin adımlarla ilerleyerek Olimpos'un halkına saldırdı.

...

''Ares!'' dedi bozgun tanrıçası Enyo endişeyle. ''Saldırmalıyız.'' 

Ares, ardındaki büyük ordusunun en önünde tüm ihtişamıyla beyaz atının üzerindeydi. Kırmızı pelerini rüzgarın etkisiyle savruluyordu. Çatılı kaşları ile savaş alanına bakıyor ve bekliyordu. Rebekah'a verdiği cevabın aynısını dostuna da verdi. ''Henüz zamanı değil.'' 

Yedi yüzyıldır savaş görmemiş ordusu sabırsızca bekliyordu. Hepsi ölüm, yıkım, kan ve vahşeti arzuluyordu. Ares onlara istediklerini verecekti. Fakat henüz değil. 

Endişeli gözlerini bir an olsun Rebekah'dan ayırmıyordu. Yanında olması, onu koruması gerekmiyordu. Savaşçı tanrıça kendini koruyabilirdi. Güçlüydü ve zekiydi. Ares'i ona hayran bırakacak kıvrak bir zekası vardı. Ok bacağına saplandığında ona yardım etmek istemişti. Fakat genç kız bunu kabul etmeyecekti. Dahası Ares'in korunmasına ihtiyacı yoktu. Güçlü ve cesurdu. Yinede bu Ares'in korumacı yanını durdurmuyordu. 

Olimpos'un dayanma gücünün azaldığının farkındaydı. Surlar daha fazla dayanamazdı. Özellikle batı tarafındaki surlar her an yıkılabilecek durumdaydı. Poseidon ve halkı yeterince kayıp vermişti. Okyanus yaratıklarla kaynıyordu ve denizlerin ele geçirilmesi an meselesiydi. Hekate büyük bir orduyu yeraltı dünyasına taşımıştı. Hades, Persephone'u kurtarmak için ordusu, sentorlar ve Dionysos ile birlikte çarpışıyordu. 

Hekate'nin planı kusursuzdu. Aynı anda iki yeri de zayıflatıyordu. Yeraltı dünyasına ve Olimpos'a aynı anda saldırmıştı. Surların yıkılmasıyla üçüncü bir ordu Dünyayı ele geçirirken Olimpos düşecekti ve Hekate'nin yeraltındaki ordusu da zafer naraları atacaktı. Ardından titanlar dünyaya salınacaktı. Fakat Ares bu planın düzgün işlemesine izin vermeyecekti. 

Atlas, Prometheus ve Hekate Olimpos dağında belirdi. Arkalarındaki ordu ile birlikte savaş naraları atarak harekete geçtiler. Olimpos'un halkı, askerleri, amazonlar, kurtlar ve tanrılar. Hepsi birlikte sırt sırta çarpışıyordu. Zeus, Rebekah ve Apollon titanlara yöneldi. Ares dişlerini sıkıca birbirine kenetledi. Rebekah için endişeleniyordu. Aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordu. Bir kez daha onu kaybederse artık hiçbir şeyin geri dönüşü olmayacaktı. Ares bu kez kendini tutamazdı. Aynı sabrı gösteremezdi.

Atının dizginlerini sıkıca kavradı. Ordular çarpışıyor Olimpos geçen her saniye düşüşe daha da yaklaşıyordu. Klotho ve Caroline el ele tutuşarak surları güçlendirmek için büyülü sözler mırıldanıyor, diğer tarafta el ele veren Hekate ve Kirke surları zayıflatmak için kara büyü kullanıyordu. 

Caleb, James, Parker, Maxwell ve Trent. Hepsi Kızıl kahinlerin etrafında etten duvar örmüş onlara kimsenin yaklaşmasına izin vermiyorlardı. Caleb, bedenine iki ok yemişti. James ruh eşinin tükenişinden dolayı güç kaybediyordu. Parker'ın bedenini bir kısmı yanmış, Trent'in ve Maxwell'in sayısız kemikleri kırılmıştı.

Savaş tanrısı artık yenilginin kokusunu alabiliyordu. Olimpos'un çöküşünü sessizce izliyor ve düşmanların zafer heyecanını duyumsuyordu. Olimpos sadece bir gün daha dayanabilirdi. Şafakla birlikte tamamen çökecekti. 

''Ares daha neyi bekliyorsun?'' diye sordu Eris. Enyo kadar endişeliydi. Savaş tanrısı tek kaşını kaldırarak sağ tarafında duran Phobos ve Deimos'a baktı. Onlarda Eris ve Enyo kadar endişeliydiler. 

''Aklından geçenler ne? Daha ne kadar bekleyeceğiz?'' diye sordu Phobos. Ares'in dudakları gerçek olmayan bir gülümseme ile kıvrıldı. ''Benim savaş stratejilerimi ne kadar çabuk unuttunuz?'' dedi. Ardından sol tarafında duran Enyo ve Eris'e döndü. 

''Eris, zihinlerine fısılda. Onları birbirlerine düşür. Fitne tanrıçasının güçlerini onlara göster.'' dedi. Ardından bozgun tanrıçasına döndü. 
''Enyo, onları bozguna uğrat. Tıpkı eski günlerdeki gibi.''

Enyo'nun dudakları şeytani bir gülümsemeyle kıvrılırken gözleri ateşle parladı. ''Tıpkı eski günlerdeki gibi savaş tanrısı. Yak ve yık.'' Ares gülümsedi ve başını salladı. Ardından Phobos'a döndü. ''İliklerine kadar korkuyu hissettir onlara. Tüm gücünle saldır. Korku tanrısının gücünü görmeyeli uzun zaman oldu.'' Phobos ellerini ovuşturarak, gören herkesi korkudan altına yapmalarını sağlayacak şekilde gülümsedi. ''Korkularının tadını almayı özledim.'' dedi ve diliyle aç bir aslan gibi dudağını yaladı. 

''Deimos.'' dedi Ares. Dehşet tanrısı tek kaşını kaldırarak ''Dehşete ne yapması gerektiğini mi söylemeye çalışıyorsun dostum?'' diye sordu. Ares yüzünü buruşturdu.''Hayır ahmak herif. Ne halin varsa gör diyecektim.'' Bunun üzerine Deimos gülümseyerek başını salladı. 

''Saldırıyor muyuz?'' diye sordu Enyo. 

Ares tekrar bakışlarını savaş alanına çevirdi. Olimpos dağının görkemli şatosunun büyük bir kısmı yıkılmıştı. Denizler, ölenlerin kanıyla aynı renge bürünmüş, toprak emdiği kanla kırmızılaşmıştı. Yorgun düşen bedenler kan ve ter içindeydi. Yerde cansız halde yatan bedenlerin ölüm kokusu yüce dağları sarmıştı. Artık parlak güneş yoktu. Gökyüzü karanlık bulutlarla çevriliydi. Kırmızı şimşekler çakıyor, titanlar tüyleri ürperten bir şekilde canice Olimpos halkını katlediyordu. Ares'in gözleri Rebekah'a çevrildi. Elini hızla arkaya uzatıyor yayına ok yerleştiriyor ve yaratığı yere indiriyordu. Ardından tekrar hızla aynısını yapıyordu. Bacağındaki ok canını ne kadar çok yaksa da bunu saklamakta ustaydı. Apollon Atlas ile çarpışıyordu. Zeus ve Hera birlikte Prometheus'la mücadele ediyordu. Rebekah atını şahlandırarak sulara ilerledi. Kirke ve Hekate'e doğru ilerlerken ona seslendi. 

''Ares! O koca kıçını kaldır ve gel!'' Ares'in dudakları bu kez keyifle kıvrıldı. ''Savaş şimdi başlıyor gecenin prensesi. İzle.'' 

Ayaklarıyla atının karnına vurdu. At harekete geçerek tepeden aşağıya doğru ilerledi ve Ares'in dizginleri çekmesiyle durdu. Savaş tanrısı elini kaldırıp arkaya işaret verdi. Phobos savaş borusunu öttürdü. Gözler Ares'in yüce ordusuna, sonu gözükmeyen büyük savaş ordusuna çevrildi. Savaş tanrısı kılıcını kınından çekti ve gökyüzüne doğrulttu. 

''Kılıçlar çarpışacak, kanlar dökülecek! Kalkanlar parçalanacak, mızraklar savrulacak!'' diye haykırdı ordusuna. 

''Parlak güneş Olimpos da tekrar yükselene dek! Savaş!'' diye haykırdı. Ordusu ona cevap olarak yumruklarını zırhlarına vurarak 'Savaş' diye bağırdı. 

Ares kılıcını gökyüzüne savurarak ''Ölüm'' diye bağırdı. Ordusu tekrar zırhlarına vurdu ve 'Ölüm' diye bağırdı. Ares üçüncü kez Ölüm diye bağırdı ve ordusu ona cevap verdi. Ardından kılıcını düşmanına yönelterek ''Olimpos için!'' diye haykırdı ve atını şaha kaldırdı. 

Atını hızla düşman ordusuna doğru sürerken ordusu da onun ardından geliyordu. Savaş tanrısının dört yardımcısı gökyüzüne yükselerek siyah sis bulutuna dönüştü ve düşmanların üzerine çökerek korkuyu, dehşeti, fitneyi ve bozgunu saldı.

Düşmanın korkması için Phobos'un fısıldamasına gerek yoktu. Savaş tanrısının varlığı, bedenlerine korkuyu salmak için yeterliydi...

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin