BÖLÜM 45

52.9K 2.1K 59
                                    

Medya; James

...GERİ DÖNÜŞ... 

Rebekah gözlerini kapattı ve ağrıyan başını rahatlatmak için şakaklarını ovdu. Athena'nın tapınağında adeta yeri aşındırarak volta atıyordu. Tapınakta ki bütün gözler onun üzerindeydi. Genç kız bundan huzursuz olsa da onlara aldırış etmemeye çalışıyordu. 

Grubun yeni çifti Anna ve Lucien büyük salonda birbirlerine en uzak olan iki noktadaydılar. Anna salona girdiği andan itibaren kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu. Rebekah bu sese daha fazla katlanamadı. Durdu ve başını yana eğerek yeni tanımaya başladığı teyzesini inceledi. Kurtlara eşleşme gücünü vermişti. Bunun onları mutlu etmesi gerekiyordu. Şimdiye kadar sadece iki eşleşme görmüştü. En azından bu beden ve bu hayatında! Ve iki eşlemede öfkeli bakışmalar, bağırışlar içeriyordu. 

Genç kız omzunun üzerinden Lucien'a baktı. Üzerinde her zamanki gibi 'ben markayım' diye bağıran şık siyah bir takım vardı. Siyah gömleği, geniş gövdesini sıkıca sarıyordu. Sarı saçları özenle geriye taranmıştı. Lucien kesinlikle her kadının hayalindeki adamdı. Ve şuan halinden son derece memnun görünüyordu. Genişçe gülümsüyordu. Mavi gözlerinin içi eğlence parıltılarıyla parlıyordu. Bakışları Anna'nın üzerindeydi. Rebekah'nın hiç beklemediği bir şey yaparak Anna'ya göz kırptı. Genç kız arkasından duyduğu homurtuyla Anna'nın öfkelendiğini anlaması için dönüp bakması gerekmiyordu. Lucien bundan tatmin olmuşcasına genişçe gülümsedi. 

Gözlerini deviren Rebekah, en azından bu çiftte mutlu olan taraf kurt diye düşündü. Anna'nın aslında gerçekten eşleştiği için öfkeli olmadığını biliyordu. Athena'nın da dediği gibi zaman ihtiyacı vardı. Ömrünü sadece tek başına olmak için adayan, erkek egemenliğinden hoşlanmayan bir kadın için, özellikle de bu kadın yüzyıllardır uyuduğu uykusundan gözlerini kaos ortamına açmışsa kesinlikle kızgın olması normaldi! 

Genç kızın gözleri bu kez anne ve babasına takıldı. Daha önce Vincent'ı hiç bu kadar mutlu görmemişti. Geniş salonun, eski Yunan dönemi sedirlerinde oturuyorlardı. Vincent bir şeyler anlatıyor Helena ise gülümseyerek onu dinliyordu. Babasının gözleri bir an bile Helena'nın üzerinden ayrılmıyordu. Nadiren de olsa Helena'ya bakmadığı anlarda ise gözleri hep Rebekah'ın üzerindeydi. Uzun yıllar, onun için yalnız ve yas tutarak geçmişti. Şimdi ise yeni kavuştuğu ailesinden gözlerini ayıramıyordu. Rebekah da onun gibi hissediyordu. Sanki bir an onlara bakmayı bıraksa yok olacaklar ve bu güzel rüyadan uyanacak gibiydi. Ve bu genç kızın en büyük korkulu rüyasıydı. Yaşadığı her anın gerçekliğini sorgulamaktan yorulmuştu. Gözlerini açıp Rusya'daki o karanlık, yas dolu günlere geri dönmek istemiyordu. Tüm Dünyasının yıkılıp tekrar kurulmaya başladığı şu anı yaşamak istiyordu. Sonsuza kadar... 

Rebekah'nın onlara baktığını hissetmişler gibi ikisi de aynı anda bakışlarını kızlarına çevirdiler. Genç kız hâlâ onları bulduğuna inanamıyordu. Her şeyden habersiz Rusya'daki evinde, aynaya baktığı gün canlandı zihninde. O gün ailesini bulmak için Yunanistan'a gidecekti. Aynadaki yansımasına uzun uzun bakmış ve şöyle demişti 

'Acaba gerçek anne ve babamdan hangisine benziyorum? Annemin mi yoksa babamın mı gözleri maviydi? Babam uzun boylu muydu yoksa kısa ve şişman mıydı? Annem benim gibi siyah saçlı mıydı? Acaba kardeşim var mıydı?' 

Genç kızın yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluştu. Artık tüm soruların cevabını biliyordu. 

Annesine daha çok benziyordu. Babasının gözleri koyu renkti. Oysa annesinin ise tıpkı onun gibi gökyüzü renginde gözleri vardı. Babası kesinlikle kısa ve şişman değildi. Tüm kadınların dikkatini çekeceği bir görüntüsü vardı. Annesinin saçları onunkinden bile siyahtı. Ve kardeş? 

Evet kesinlikle yüzlerce kardeşim var diye düşündü. 

''Ahh intikamım çok kötü olacak! Onun etlerini parça parça ayırıp Hades'in köpeği Kerberos'a yedireceğim! Kemiklerini tek tek ellerimle kıracağım ve üzerinde tepineceğim! Nemessis'in Narkissos'a kibrinden dolayı yaptığı gibi, Trent'i kendi görüntüsüne aşık edip okyanusun ortasına ışınlayacağım. Aşık olduğu yansımaya ulaşmak için boğulmasını izleyeceğim!'' Caroline'ın öfkeli sesi Rebekah'ı düşüncelerden kopardı. Yüzünü buruşturarak geniş camın önünde, ayakta duran Caroline ve Jasmine'e döndü. İkisi de kollarını göğsünde birleştirmiş, ayaklarını öfkeyle yere vuruyorlardı. Öfke kıvılcımlarıyla parlayan gözleri ise Trent ve Caleb'a yönelmişti. 

Trent halinden memnun bir şekilde gülümsüyordu. Caleb ise sadece Caleb'dı! Tüm umursamazlığı ile orada öylece duruyordu. Sırtını ve başını duvara yaslamıştı. Gözleri kapalıydı. Öne uzattığı bacaklarını bilekten çaprazlamıştı. Kollarını göğsünde birleştirmişti. Şişkin kol kasları, gerilen kısa kollu tişörtünü her an yırtacakmış gibi görünüyordu. 

Rebekah'nın gözüne çarpan garip kareyle bakışları tekrar Caroline'a çevrildi. Caroline'daki farklılığı yeni fark ediyordu. Kızıl kahin, kıvırcık ve kabarık olan saçlarını yüzünün sağ tarafından sarkıtmıştı. Saçları yüzünün bir bölümünü tamamen kaplıyordu. Sadece burnu, sol gözü ve ağzının bir kısmı gözüküyordu. Boynunda koyu renk bir şal sarılıydı. Saçlarını sabit tutmak içinse üzerine giydiği pelerinin başlığını yüzüne kadar çekmişti. Eli sürekli yukarıya kalkıyor ve saçlarının yüzünü kapattığından emin oluyordu. 

Rebekah'nın gözleri düşünceyle kısıldı. İşaret parmağı ile pelerini işaret etti. ''Her şey yolunda mı?'' Caroline'ın gözleri -görünen tek gözü- kocaman açıldı. Elini telaşla yukarıya kaldırıp saçlarını yüzüne doğru tekrar çekiştirdi. ''Evet her şey yolunda.'' dedi aceleyle kızıl kahin.

Büyük salonda tüm bakışlar Caroline'a dönünce, kahin huzursuca kıpırdandı. Önce Trent'in kıkırtısı duyuldu. Ardından Apollon'un kahkahası tüm salonda yankılandı. Rebekah içini kemiren büyük bir merakla o saçların ve şalın neyi sakladığını görmek istiyordu. Kardeşinin ve dostunun Caroline'a ne tür bir acımasızlık yaptığını merak ediyordu. Apollon ve Trent her ne yaptıysa yaptıklarının hiç iyi olmadığı Caroline'ın öfkeyle kasılan yüzünden belli oluyordu.

''Lütfen şunu keser misin Apollon! Sizin yüzünüzden Caroline tapınağımın büyük bir kısmını yerle bir etti!'' dedi Athena kaşlarını çatarak. Jasmine elini Caroline'ın sırtında aşağı yukarı gezdirerek sakin olması, intikamlarını alacakları ile ilgili bir şeyler söylüyordu. Caroline'ın intikam nedeni gözler önündeydi. Peki ya Jasmine? Rebekah gözlerini devirdi. En yakın arkadaşının, Caleb'ın tekrar eski umursamaz haline dönmesinin intikamını alacağı daha doğrusu acısını çıkartacağını tahmin etmesi gerekirdi. 

Her zamanki gibi beyazlar içinde olan Apollon, çapkın gülümsemesi ile Athena'ya doğru ilerledi. Kaşlarını aşağı yukarı oynatarak ''Emret tüm hizmetçilerime tapınağını eski haline, ah hayır eskisinden de daha güzel bir tapınağa dönüştürmesi için emir vereyim.'' dedi. Uzanıp Athena'nın sarı saçlarını parmaklarına doladı ve burnuna götürüp, derin bir nefes alarak kokladı. 

Barış ve zeka tanrıçası huzursuzca omuzlarını silkti. Apollon'un eline vurarak onu kendinden uzaklaştırdı ve kaşlarını çattı. ''Benden uzak dur güneş tanrısı! Erkeklerden her an daha çok nefret etmeme neden oluyorsun.'' 

Apollon'un yüzündeki gülümseme silindi. Rebekah kardeşinin gözlerinde hüzün ve kırgınlık mı görüyordu? Genç kızın ağzı hafifçe aralandı. Kardeşi Athena ile ilgileniyor olabilir miydi? Apollon yüzüne alaycı bir gülümseme kondurdu. Fakat Rebekah onun gerçek bir gülümseme olmadığını biliyordu. Sadece ikizinin maskesiydi. Apollon, Athena'ya gözlerini devirdi ve ''Saçına dokunmamla bekaretin bozulmuyor. O işin nasıl olduğunu anlatmamı istersen nerede olduğumu biliyorsun zeka tanrıçası.'' dedi. 

Sesindeki kırgınlığı bir tek Rebekah mı fark ediyordu? Genç kız gözlerini geniş salondaki dostlarında ve ailesinde gezdirdi. Kimse fark etmiş gibi durmuyordu. Hepsi onları gülümseyerek izliyordu. 

Athena homurdanıp Apollon'dan uzak bir köşeye çekilirken Apollon'un yüzündeki gülümseme tamamen silindi. Rebekah kalbindeki garip his nedeniyle yüzünü buruşturdu. Elini kalbinin üzerine yerleştirdi ve ovuşturdu. Canı yanmış hissediyordu. Aynı anda Apollon ile göz göze geldiler. Güneş tanrısının gözleri genç kızın eline takıldı.

'Çok uzun zamandır acılarını hissediyordum. Şimdi sıra sende. Güçlerinin büyük bir kısmına ulaştın kardeşim. Bir elmanın iki yarısı gibi olduğumuzu unutma. Acılarımız, mutluluğumuz her zaman ortaktı ve öyle olmaya da devam edecek. Bazen ikiz olmak berbat bir şey öyle değil mi?' 

Zihninde yankılanan Apollon'un sözleri Rebekah'ı soluksuz bıraktı. Kardeşinin acısını ilk kez hissediyordu. Acı kendine ait değildi. Başkasının acısını bu kadar güçlü bir şekilde hissetmek çok güçtü. Rebekah seslice yutkundu. Apollon yıllardır onun acısını, mutluluğunu tüm acılarını hissetmişti. 

Acının büyüklüğü genç kızın gözlerini sulandırdı. Apollon ne zamandır Athena'ya karşı bir şeyler hissediyordu? Rebekah içinde dolan büyük bir istekle Apollon'a koşup sıkıca sarılmak istedi ve kendini durdurmadı da. Kimsenin bir şey anlamaması için gözlerini kırpıştırdı ve gözyaşlarını akıtmadı. Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi ve ikiz kardeşine doğru ilerledi. Yanağını kardeşinin kalbine yasladı ve kollarını sıkıca beline doladı. Apollon çenesini genç kızın başının üzerine yerleştirdi ve kollarını ona doladı. 

Rebekah ona ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Bu nedenle ona sadece sarıldı. Kardeşinin Athena'ya olan ilgisini önceki bedenindeyken biliyor muydu? Bilmediğini tahmin etmek zor değildi. Apollon'un her zaman duygularını saklı tuttuğunu hatırlıyordu. 

Salondaki herkes birbiriyle sohbet edip, -çiftler genellikle tartışırken- genç kızın gözleri Athena ile kesişti. Apollon'a bakıyordu. Rebekah zeka tanrıçasının gözlerinin sulandığını görünce başını yavaşça kaldırdı. Alnı kırıştı ve bakışlarını kardeşine çevirdi. Apollon gözlerini kapatmıştı. Athena'nın ona baktığını görmüyordu. Tekrar başını çevirdiğinde Athena telaşla bakışlarını kaçırdı. Fakat geç kalmıştı. Rebekah'nın dudakları yavaşça kıvrıldı. Artık kardeşine ne diyeceğini biliyordu.

'Kehanetleri her zaman sen yazacak değilsin kardeşim. Bir daha bu acıyı yaşamayacaksın. Bu da benim kehanetim olsun.' Apollon gözlerini açtı ve gülümsedi. Gülüşündeki umut Rebekah'ı harekete geçirmek için yetti. Kapıya dayanan savaşı atlattıktan sonra Athena ile biraz fazla zaman geçirmesi gerekecekti. 

Başını tekrar Apollon'un kalbinin üzerine yerleştiren Rebekah derin bir nefes aldı. Jordan'ı hâlâ görememişti. Caroline'ın sakinleştirilmesinin ardından herkes Athena'nın tapınağının geniş salonunda toplanmıştı. Ares henüz gelmemişti ve Zeus hâlâ kardeşleri ile konsey toplantısındaydı. 

Eos, Olimpos'a geri döneceği için gergin görünüyordu. Rebekah, onun Hera ile aynı ortamda bulunmak istemediğini biliyordu. Ne kadar zaman geçmiş olursa olsun Eos her zaman kendini bu aileden dışlıyordu. Sadece Apollon ve onun yanında kendi gibi olduğunun farkındaydı. 

Rebekah'nın gözleri James'i aradı. Lucien'ın yanında duruyordu. Kollarını göğsünde birleştirmişti ve çatılı kaşlarının altındaki koyu renk gözleri Eos'un üzerindeydi. Rebekah bu kez bıkkınlıkla iç çekti. Dostlarının ve ailesindeki tüm çiftlerin sorunları vardı! 

Salondaki en rahat kişi Maxwell'di. Amazonlara her şeyin anlatılmasının ardından artık rahatça etrafta gezebiliyordu. Amazonlar onu öldürmek için her saniye tetikte bekliyordu. Fakat Athena onlarla konuşarak Maxwell'in 'dost' olduğunu söylemişti. Savaşçı kadınlar yinede Maxwell'e öfkeli bakışlar atıp talim yaparken bıçaklarını 'yanlışlıkla' vampirin üzerine fırlatmaktan çekinmiyordu. 

Klotho, Zeus'un verdiği emir nedeniyle uzun bir süredir gözükmüyordu. Zeus, Hekate'nin bulunmasını istiyordu. Geçen her dakika ihanet düşüncesi kabullenilmeye başlamıştı. Bunu dile getiren ilk kişi Athena'ydı. Fakat henüz kesin bir delil yoktu ellerinde. Hekate uzun bir zamandır buradaydı. Athena onun hiçbir zaman yalan söylediğini ya da kötü düşünce hissetmemişti. En azından Maxwell'in Yunanistan'a gelip Helena'yı nasıl bulacaklarını ve titanların yaşadığını söylediği güne kadar. Athena o gün bir şey hissettiğini dile getirmişti. Fakat Klotho bunu kabul etmiyordu. Annesinin asla onlara ihanet etmeyeceğini, başka bir şeyler olduğunu söylüyordu.

Diğerleri ise bu konuda kararsızdı. Hiç kimse düşüncesini dile getirmiyordu. Ta ki Zeus gelip Hekate'nin bulunmasını söyleyene kadar. Baş tanrı aralarına katıldıkları ilk gün Hekate'den şüphelenmeye başlamıştı. Çünkü herkesin zihninde aynı düşünce vardı. Hidra'yı uyandıracak sözleri sadece Hekate ve Zeus biliyordu...

Genç kızın zihninde birden Epimetheus'un yüzü belirdi. İlk karşılaşmalarında geri döneceğini söylemişti. Fakat sanki yok olmuş gibiydi. Bir daha karşılaşmamışlardı. Rebekah onun neler planladığını merak ediyordu. Ve hazırlıklı olması gerekiyordu. Epimetheus'un bir şekilde geri geleceğini biliyordu. Dahası bundan Ares'in haberi bile yoktu. Rebekah ona anlatmamıştı ve anlatmayı da düşünmüyordu. Titanların hayatta olduğunu öğrendikleri geceki öfkesini henüz unutmamıştı. Birde Epimetheus'un Rebekah'nın yanına geldiğini duyarsa, genç kız olacakları düşünemiyordu bile.

Epimetheus'u zihninden zorlukla uzaklaştırıp gözlerini kapattı. Ares'e seslenmeyi düşündü fakat o anda odadaki boşluğu fark etti. Bir araya geldikleri andan itibaren onun yokluğunu hissetmiş fakat fark edememişti. Gözlerini hızla açtı ve Apollon'un kollarından sıyrıldı. Salondaki herkese tek tek baktı fakat aradığı kişiyi göremedi. 

''James? Felicia nerede?'' 

James suçlu bir çocuk gibi başının arkasını kaşıdı ve dudaklarını büzdü. ''Biraz yalnız kalmak istediğini söyledi.'' Rebekah ona ne olduğunu soracaktı ki ağlayan bebeğin sesi salondan içeriye girdi. 

''Hadi ama cici baba Ares, Reyna seni istiyor.'' 

Salona ilk olarak Ares girdi. Sıkılı dişleri arasından Yunanca küfürler söylüyordu. Ardından tüm neşesiyle Parker girdi. Kollarının altından tuttuğu Reyna'yı havaya kaldırmış Ares'e doğru sallıyordu. Reyna'nın kollarını Ares'e doğru uzatıp, minik ellerini açıp kapatması Rebekah'nın ağzını açık bıraktı. Reyna gerçekten de Ares'i mi istiyordu? 

Homurdanan Ares omzunun üzerinden Reyna'ya baktı. Minik bebek parmaklarını, Ares'in siyah tişörtüne sardı. Rebekah, kurt bebeklerinin ne kadar hızlı büyüdüğüne bu bedeniyle ilk kez şahit oluyordu. Reyna şimdiden altı aylık bir bebek kadar büyümüştü. Ares'in kucağına gitmek için çırpınıyor, bir yandan da ağlıyordu. 

''Hadi ama cici babası, vaftiz kızını istemiyor musun?'' dedi Parker kahkaha kokan sesiyle. 

''Laflarına dikkat et kurt çocuk!'' diye hırladı Ares. Tüm salon susmuş onları izliyordu. Parker, Ares'in adı geçtiği yerde yüzü bembeyaz kesilen Parker şimdi Ares ile alay ediyordu. Ares, Jordan'ın geri dönmesiyle ilgili teoriyi ortaya attığı andan itibaren Parker'ın Ares'e karşı olan tavırları değişmişti.

''Ne zamandır vaftiz kızın var Ares?'' diye sordu Athena alaylı bir şekilde. 

''Reyna Ares'in üzerine- Ares elini Parker'ın boğazına sardı. Gözlerinde adeta şimşekler çakıyordu. Sıkılı dişlerinin arasından ''Reyna kucağıma gelip uyumayı sevdiği günden beri.'' dedi. Parker bir yandan nefes almaya çalışıyor ve garip sesler çıkartıyordu. Bir yandan da Reyna'yı gösteriyordu. Ares aralarında sıkışan Reyna'yı fark edince elini çekti ve geriye çekildi. 

Reyna neredeyse çığlık atarak ağlamaya başlayınca Ares, başını inanamazmış gibi iki yana salladı.

''Lanet olası bu sesten nefret ediyorum.'' dedi ve bebeği kucağına aldı. İçli içli burnunu çeken minik bebek başını Ares'in boynuna yerleştirdi. Gözlerini kapattı ve baş parmağını ağzına alarak emmeye başladı. Rebekah'nın gözleri kocaman açıldı ve ''Vay canına!'' diye mırıldandı. 

O anda Ares bakışlarını hemen Rebekah'a çevirdi. Savaş tanrısının yüzünde özlem, şehvet ve aşk dolu bir gülümseme oluştu. Rebekah ise küçük çaplı bir şok geçiriyordu. Ares'in kucağında bebekle olan görüntüsü genç kızın içinde daha önce hiç hissetmediği bir duyguyu yeşertmişti. Anne olmanın nasıl bir şey olacağını merak ediyordu. Dahası içinde aniden oluşan yoğun bir istekle Ares'i baba olarak görmek istiyordu. Bacaklarının etrafında koşuşturan küçük erkek çocukları hayal etti Rebekah. Tıpkı Ares gibi güneş rengi saçları olan, babaları gibi güçlü erkek çocukları...

Ares'in yoğun bakışları altında Rebekah bir kez daha soluksuz kaldı. Perdeleri kaldırdığında o gözler tüm duyguları genç kıza gösteriyordu ve Rebekah bu kadar yoğun duyguların altından kalkmakta zorlanıyordu. Ares ise Rebekah'dan bile daha yoğun duygularla savaşıyordu. Genç kızın antik kıyafetler içindeki hali Ares'i adeta soluksuz bırakmıştı. Tıpkı eskisi gibi diye düşündü Ares. Gecesinin prensesi tüm güzelliği ile karşısındaydı. Ares için, Artemis'in hangi bedende olduğu önemli değildi. O her görünüşüyle, her zaman Ares'in sevdiği kadındı.

''Sakin ol Owen.'' 

Duyduğu sesle Rebekah Ares'in büyüsünden sıyrıldı. Kalbi adeta tekledi. Bakışlarını salonun giriş kapısına yöneltti. Sonra kahkahayı duydu ve ardından onu gördü. Jordan...

Owen annesiyle özlem gideriyor gibiydi. Genç kızın çenesini emmeye çalışıyordu. Minik ellerini annesinin yüzüne yerleştirmişti. Jordan ise gülüyordu. Tüm 'canlılığıyla...' 

Rebekah öne doğru bir adım attı. Fakat ikinci adımı atamadı. Tüm bakışların ona çevrilmesiyle Jordan'ın yüzündeki gülümseme silindi ve bal rengi gözlerini tüm salonda gezdirdi. Herkes şaşkınlıkla ona bakıyordu. Geri geleceğini biliyorlardı fakat onun ölümünü gördükten sonra tekrar tek parça halinde karşılarında görmek hepsi için kabul edilmesi zor bir durumdu. 

Sonunda gözleri Rebekah ile kesişti. Titreyen alt dudağını dişledi. Owen'ı Parker'ın kolları arasına bıraktı ve Rebekah'a doğru bir adım attı. Çekingen bir şekilde ''Merhaba Rebekah.'' dedi. Rebekah ise cevap vermedi. Çünkü gördüklerinin gerçek olduğuna hâlâ inanamıyordu. Sanki o gün hiç yaşanmamış, Jordan hiç ölmemiş gibiydi. Kahverengi saçları, bal rengi gözleri ve her zamanki siyah kıyafetleri içindeki Jordan... 

Rebekah'nın gözleri Jordan'ın boynuna indi. Korkunç görüntü tekrar gözlerinde canlanınca seslice yutkundu. Bedenin ne zaman harekete geçtiğini fark etmedi bile. Bir an duruyordu. Sonra ise elbisesinin eteklerini topladığı gibi koşmaya başlamıştı. Jordan sadece kollarını açtı ve titreyen alt dudağını tekrar dişledi. Gözünden akan yaşlar yanağını ıslatarak akıyordu. 

Genç kız yanına ulaştığında kollarını sıkıca Jordan’a doladı. Karşısındaki sıradan bir insan olsa muhtemelen birkaç kemiği kırıldı. Sıcak kollar aynı içtenlikle ona sarıldığında gözlerini kapattı ve mümkünmüş gibi daha sıkı sarıldı. Jordan'ın göz yaşları Rebekah'nın boynuna damlıyordu. Hiçbir şey söyleyemedi. Kelimeler yok olmuş gibiydi. Sadece sarıldı. Jordan'ın sıcaklığını hissetti. Tanıdık kokusunu içine çekti.

İnce bir kol onları sarınca Jordan başını kaldırdı ve gözleri sulanan Jasmine ile göz göze geldi. Jasmine gürültülü bir şekilde burnunu çekti. ''Sen bu tam bir pisliksin Jordan! Bu dünyadaki en büyük pislik sensin. Becky'i kurtardın. Bunun için sana minnettarım. Ama aynı zamanda senden nefret ediyorum. Hepimizi mahvettin. Lanet olası hatayı bir daha asla yapma! Senin iki bebeğin var. Eşin var! Parker'ın neler yaşadığını biliyor musun? Hiçbir şeye inanmayan ben senin için Hades'e, Zeus'a hatta Adonis'e bile dua ettim. Tüm tanrılar benim çeneme lanet ediyor. Sa-

''Jass kapat şu çeneni!'' dedi Rebekah ve gözlerini devirdi. Altı yaşından beri arkadaşlardı ve Rebekah bunca yıldır Jasmine'in çenesine nasıl katlandığının cevabını bilmiyordu. Jordan kahkaha atarak gözünden akan yaşları sildi.

''Bunu özleyeceğimi düşünmezdim ama özlemişim. Nasıl oluyor da bu kadar çok konuşuyorsun fakat söylediklerinin hepsi anlamsız saçma şeyler olabiliyor?'' 

Jasmine dilini üst dudağında gezdirdi. Saçlarını arkaya savurdu ve kollarını göğsünde birleştirdi. ''Buna yetenek derler. Çenemle herkesi yenebilirim!''

''Evet. O çenenin yendiği şey genellikle benim sabrım oluyor.'' dedi Caleb onlara doğru yaklaşarak. Jasmine gözlerini kıstı fakat Rebekah'ı şaşırtarak hiçbir şey söylemedi. Caleb Jordan'ı hızla kendine çekti ve sarıldı. Jordan da gülümseyerek kollarını Caleb'a sardı.

''Senden çok nefret ediyorum.'' Jordan'ın kaşları alayla havaya kalktı. Başını çevirerek salondakilere baktı ve ''Caleb az önce beni sevdiğini söyledi. Buna hepiniz şahitsiniz öyle değil mi?'' dedi.

Yüzünü buruşturan Caleb ''Sevdiğimi söylemedim. Kullandığım kelimenin 'nefret' olduğundan son derece eminim.'' dedi. 

Kafasını iki yana sallayan Jordan Caleb'ın yanağını sulu bir şekilde öptü. ''Bunun senin sevgini gösteriş şeklin olduğunu biliyorum Caleb. Unuttun mu? Biz bir aileyiz ve küçük kız kardeşler her şeyi bilir.'' Jordan göz kırptı ve Caleb'ın dudakları hafifçe kıvrıldı. 

''Eğer karımı sevdiğini söyleseydin işte o zaman işler değişirdi ahbap.'' diye araya girdi Parker. Kucağındaki Owen'ı hafifçe sallıyordu. 

James koşar adım yanlarına gelerek ''Çekilin! Ve sen buraya gel cadı.'' dedi. Jordan'ı o kadar sıkı bir şekilde sardı ki, kemiklerinin kırılmaması mümkün değildi. Aralarındaki en iri kurt olan James'in iri kol kasları Jordan'ın bedeninin etrafını duvar gibi çevrelemişti. 

''Ahh... Kemiklerim... James...'' Jordan soluksuz kalmış bir şekilde konuşmaya çalışıyordu. 

''Karnımla arana biraz mesafe koy piç herif!'' James Jordan'ın arkasından elini kaldırdı ve Parker'a orta parmağını gösterdi. 

Rebekah'nın gülümsemekten yanakları acıyordu. Bedeni mutluluk ve coşkuyla dolup taşmıştı adeta. Parker'ı tekrar gülerken görebileceği sanmıyordu. Ama Parker tıpkı eskisi gibiydi. Gözlerindeki neşeli ve şeytani parıltı geri gelmişti. 

Üzerinde hissettiği bakışlarla, gözlerini Ares'e çevirdi. Bir eliyle Reyna'yı poposundan tutmuştu. diğer eli bebeğin sırtındaydı ve aşağı yukarı hareket ediyordu. Reyna ise hâlâ dudakları arasındaki baş parmağını emiyordu. Belki de bininci kez gülümsemenin Rebekah'a ne kadar çok yakıştığını düşünüyordu. Onun gülümsemesi Ares'in mutlu olması için yeterliydi. Bundan sonra o dudakları aşağıya bükecek hiçbir şeyin olmasına asla izin vermeyecekti. 

Vincent ve eşinin koluna giren Helena yanlarına doğru yaklaşınca kurtların arasında hâlâ sürmekte olan alaylı konuşmalar sona erdi. Trent geriye çekilere alfalarına yol verdi. Vincent ellerini Jordan'ın yanaklarına yerleştirdi ve başını öne eğerek alnından öptü. 

''Korkusuzca hayatını feda edip kızımı koruduğun için sana minnettarım.'' Yanakları kızaran Jordan sadece başını bir kez eğdi. Rebekah onun konuşamayacak kadar heyecanlı olduğunun farkındaydı. Vincent'ın ardından Helena içtenlikle Jordan'a sarıldı ve teşekkür etti. 

Herkes yaptığı fedakarlığı hatırlatıp, teşekkürlerini sunarken Apollon ve Anna Jordan'ın yanaklarını neredeyse domatese çevirecek o iki hediyeyi sundu. 

Kolunu Rebekah'nın omzuna dolayan Apollon kardeşini kendine doğru çekerek ''İkizim için yaptığın fedakarlığa karşılık olarak bebeklerine sonsuz yaşam boyunca koruma veriyorum. Kehanet perilerim her zaman onların etrafında olacak. Onları izleyecek ve koruyacaklar.'' dedi.

Anna ise belindeki hançerini çıkartarak Jordan'a uzattı. ''Bunu almanı istiyorum.'' Jordan önce hançere sonra Anna'ya baktı. 

Elbette ki Anna'nın ne demek istediğini anlamamıştı. Gülümseyerek başını yana eğen Rebekah ''Teyzem sana saygısını sunuyor.'' dedi. ''Bu hançerler Athena tarafından Hephaestus'a yaptırıldı. Her Amazona sadece bir hançer verilir. Bu hançer onların, saygısını ve gururunu temsil eder. Eğer bir Amazon sana elinde sahip olduğu tek hançeri daha doğrusu Hephaestus'un yaptığı özel hançeri veriyorsa bu saygının göstergesidir. Onu sürekli yanında taşımak zorundasın.''

Gözleri büyüyen Jordan ellerini havaya kaldırarak. ''Hayır. Bunu kabul edemem.'' dedi. 

Owen'ı tek koluyla tutan Parker diğer elini Caleb ve Trent'in arasından sokarak ''Ama ben kabul ederim. Bunu gören diğer kurtları bir düşünsene!'' dedi alayla. Anna'nın dudakları hafifçe kıvrıldı. Hançeri Jordan'ın avucuna yerleştirdi. ''Bunu hak ediyorsun ve alacaksın.''

Son olarak Caroline Jordan'a sıkıca sarılıp onu yüceltirken Jordan boğazındaki yumruyu gidermek için yutkundu. Fakat yumru hâlâ oradaydı. Genç kız etrafındaki herkes konuşup gülümserken gözlerini Caroline'dan ayıramıyordu. 

Hades'in geldiği o gün saklı bahçeden ayrılırken Eros'un söyledikleri zihninde yankılandı. 

'Konuştuklarımız sonsuza kadar sır olarak kalacak'

Klotho ve Eros arasında neler yaşandığını ve Eros'un neden lanetli olduğunu bilmiyordu. Laneti kaldırabilecek tek kişi Klotho'ydu. Ve Jordan Eros'un orada kalmasını istemiyordu. Klotho'yu ikna edebilecek tek kişi Caroline'dı. Onun yüzüne bakarak gerçeği saklayamazdı. 

Hades onu Elysion'daki sarayına götürüp her şeyi anlattığında geri döneceğini söylediğinde ve yerine bir başkasının geçeceğini öğrendiğinde bile aklında Eros vardı. Saklı bahçe hiçbir yerin olamayacağı kadar huzur dolu ve güzeldi. Fakat Eros gibi bir tanrı için hapishaneden farksızdı. Onun orada kalmasına göz yumamazdı. Tanrıların işine karışarak büyük bir hata yaptığının farkındaydı fakat Caroline'nın babasının kim olduğunu bilmesi gerekirdi. O yarı tanrı değildi. Yıllardır üçüncü kuşak tanrı muamelesi görmüştü. Fakat o birinci kuşak tanrıydı. Afrodit ve Persephone'un Olimpos'daki yeri neresiyse Caroline'ın yeri de orasıydı.

Duydukları gür sesle Jordan düşüncelerden sıyrılırken bütün salon sessizliğe gömüldü. Herkes arkasını döndüğünde tüm heybetiyle karşılarında beliren baş tanrıyı gördüler. Zeus'un yüzündeki ciddiyet, Rebekah'ı görünce yumuşadı.

''Seni görmek istiyorlar. Annen seninle tanışmak istiyor hazır mısın kızım?'' Rebekah'nın yüzündeki gülümseme yavaşça soldu. Bedeni birden karların içindeymiş gibi titremeye başladı. Apollon ile yüzleşmesi farklıydı. Athena, Klotho hatta Hekate. Hepsinde benzer duyguları yaşamıştı fakat baş tanrılar? Onlar ailesi olsa da en büyük tanrılardı. Ve Rebekah onların karşısına geçecekti. Zihninde onlarla ilgili karışık görüntüler belirdi ve başı ağrımaya başladı. Seslice yutkundu. 

Sıcak ve büyük el, elini kavrayınca başını çevirdi ve Ares ile göz göze geldi. Her zaman olduğu gibi Ares yine yanındaydı. Başını çevirerek ailesine baktı. Jordan'ın kucağındaki Reyna uyanmıştı. Sanki o bile Rebekah'a bakıyordu. Genç kız bakışlarını anne ve babasına çevirdi. 

''Pekala gitmeye hazır mısınız?'' Helena ve Vincent birbirlerine baktılar. Aralarındaki sessiz konuşmayı onaylarcasına başlarını salladılar ve ardından Rebekah'a döndüler. 

''Biz gelmesek daha iyi olur. Onlarda senin ailen. Ve ilk görüşmenizin yalnız geçmesi daha doğru.'' dedi Vincent. Tek kaşını kaldıran Zeus, Vincent'ı süzdü. Alfanın mantıklı bir karar verdiğini düşünüyordu. Fakat bunu ile getirmedi. 

Rebekah yüzünü buruşturarak kafasını iki yana salladı. ''Hayır beraber gideceğiz. Evet iki anne babam olması garip bir durum ama benim umurumda değil. Annemle tanışırken iki babamın ve diğer annemin de yanımda olmasını istiyorum.''

''Tatlım bundan sonra zaten hep bir arada olacağız. Fakat senin söylediğin gibi bende senin annenim ve Hera'nın şuan seninle yalnız olmak isteyeceğini biliyorum. Sen önce git. Bizde ardından geleceğiz.'' 

Rebekah dişleriyle yanağını kemirerek Ares'e baktı. Ares Helena'nın söylediklerini onaylarcasına başını salladığında genç kız oflayarak nefesini bıraktı. ''Pekala. Ama Apollon, Athena, Eos hepiniz geliyorsunuz.'' dedi tanrılara bakarak. 

''Ahh bu eğlenceyi kaçıracağımı sanmıyorum.'' diyen Apollon Zeus'un yanına ilerledi. Genç kız son kez anne ve babasına baktı. İkisi de güven verircesine gülümsedi. Dostlarını ve ailesini geride bırakmak ona doğru gelmiyordu. Fakat ilk buluşmalarının yalnız geçmesi konusunda haklıydılar. 

Elini tutan Ares ile birlikte Zeus'un yanına ilerlediler. Zeus Ares'e kırmızı görmüş boğa gibi bakarken savaş tanrısı gülümseyerek Rebekah'a göz kırptı. 

''Seninle sonra görüşeceğiz Ares!'' dedi Zeus. Ares ise Zeus'u nasıl öfkelendireceğini iyi biliyordu. Gülümsemesini genişletti. ''Ne zaman isterseniz tanrı kralım.'' 

Gökyüzünde birbiri ardına çakan şimşekler Zeus'un sessiz hiddetini dillendirdi. 

Kıkırdayarak araya giren Apollon babasının omzuna kolunu doladı. ''Hey ihtiyar bu aralar sen çok mu kıskanç olmaya başladın. Yoksa sevgili annemin lanetlik huyu sana mı geçti?'' 

Omzunun üzerinden Apollon'a bakan Zeus ''Annen hakkında konuşmalarına dikkat et velet!'' dedi. Ardından tüm tanrıları Olimpos'un taht odasına ışınladı.

...

Rebekah, gözlerini kırpıştırdı. Görüsü geri geldiğinde kendini daha önce rüyasında gördüğü beyaz kapının önünde buldu. Ares sol tarafındaydı ve elini destek verircesine tutuyordu. Zeus sağ tarafına geçti ve kolunu uzattı. Rebekah memnuniyetle teklifi kabul etti ve kolunu babasının koluna doladı. Apollon, Eos, Athena ve Caroline ise hemen arkalarındaydı. 

Salonun kapıları yavaş yavaş açılırken Rebekah'nın kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Seslice yutkundu. Ares'in elini sıkıca tutuyordu. Helena ve Vincent'ın da yanında olmasını diliyordu. Onlara ihtiyacı vardı. Herkese ihtiyacı vardı. Bacakları yeni doğmuş ceylan gibi titriyordu. 

Zeus'un koluna tırnaklarını sapladığının farkında bile değildi. Kızının gerginliğini hisseden Zeus, Rebekah'nın elini tuttu ve eğilerek başını öptü. ''Sakin ol 'minik ceylan.' Sadece ailen ile tanışacaksın.'' 

Rebekah konuşamayacağını bildiği için sadece başını salladı. Bir günde iki kavuşma fazlaydı. Bu kadar duygunun altında kalkabileceğini sanmıyordu. Onu dünyaya ilk kez getiren kadın bu kapının ardındaydı. Gerçek benliğinin ailesi bu kapının ardındaydı. Artemis olduğunu hâlâ kabullenemediğinin o an farkındaydı. 

Beyaz kapılar iki yana açıldı ve Rebekah rüyasında gördüğü kadarıyla çok iyi bildiği taht odasına adım attı. Bir yanında babası Zeus, diğer yanında eşi Ares ile salonun ortasına kadar ilerledi. Odada sadece ayak sesleri yankılanıyordu. Rebekah'nın gözleri odanın parlaklığından dolayı kamaştı. 

Zeus ve Ares durunca o da durdu. Gözlerini kırpıştırdı ve yavaşça gözlerini tek tek baş tanrıların üzerinde gezdirdi. Tam ortadaki tahtta gelince durdu. İşte oradaydı. Uzun bir zamandır görmeyi beklediği kadın oradaydı. Gözleri sımsıkı yumulmuştu. Birbirine kavuşturduğu elleri çenesinin altındaydı. Bedeni hafifçe öne arkaya sallanıyor ve dolgun dudakları birbirine kenetli ellerine bastırılmıştı. Sessiz göz yaşları pürüzsüz teninde ıslak çizgiler bırakarak aşağıya kayıyordu. 

Genç kızın, uzun zamandır yaşadığı ikilem duygusu yine kendini gösterircesine zihnini kemirmeye başlamıştı. Onları hem çok yakından tanıyordu. Hem de onlara yabancıydı. 

Poseidon'un okyanus rengi gözlerini unutması nasıl mümkün olabilirdi ki? O gözlerin rengi tıpkı denizlerde olduğu gibi belirsizdi. Bazen şeffaf gibiydiler. Bazen gökyüzü gibi maviyken bazense yeşilin en yumuşak rengine bürünüyorlardı. Deniz tanrısının saçları tıpkı kardeşleri Zeus ve Hades gibi gece kadar siyahtı. Üzerinde sadece savaşçı eteği, yunan sandaletleri ve pelerini vardı. Gövdesi çıplaktı. Beyaz pelerininde altın işlemelerle üç dişli yabası ve yunuslar işlenmişti. Hiçbir şey demeden hareketsizce Rebekah'a bakıyordu.

Poseidon'un hemen yanında duran kadın öne doğru bir adım atınca genç kızın gözleri ona çevrildi. Koyu renk, kıvır kıvır saçları omuzlarına kadar iniyordu. Lacivert rengi gözleri sulanmıştı. Elinde tuttuğu beyaz mendille nazikçe, düşen gözyaşlarını sildi. Hestia diye düşündü genç kız. Aile tanrıçası Hestia... 

Her zaman içlerindeki en duygusal o olmuştu. Belki de güçlerinin ve görevinin getirisiydi. Hestia kırılgan bir yapıya sahipti. Sert kararlar alamaz, her olaya duygusal bakardı. Bu nedenle konseyde tahtının olmasını hak etmediğini düşünürdü. Onlarca kez konseyden ayrıldığını tahtı Hekate'ye devretmek istediğini söylese de kardeşleri konseyden ayrılmasına izin vermemişti. Zeus her zaman ona aynı şeyi söylerdi.

'Her zaman içimizde senin gibi birisine ihtiyacımız var kardeşim. Bizim göremediklerimizi sen görebilirsin, sert duruşumuzu gerektiğinde sen yumuşatabilirsin. Bu taht her zaman sana ait olacak. Bir başkasının değil.' 

Hestia yavaş adımlarla Rebekah'a doğru ilerledi. Tam karşısında durunca soran gözlerle genç kıza baktı. ''Artemis?'' 

Rebekah bedenini zorlukla kontrol ederek başını salladı. Kaybolan kelimeler ilk kez ona yardım eli uzattı ve konuşabildi. 

''Hatırlayamadığım aile üyelerimle tekrar yüz yüze gelmek düşündüğümden daha zormuş.'' Seslice yutkundu ve hem kendini rahatlatmak hem de salondaki rahatsız edici sessizliği bozmak için gülümsemeye çalıştı. Fakat titreyen dudakları kıvrılmadı. ''Sanırım şuan huylarım sana benzemediği için şükretmeliyim Hestia. Yoksa bende ağlayabilirdim.'' diyebildi. 

Hestia'nın dudakları kıvrıldı. Gözyaşları tekrar akmaya başladı. Dudakları arasından kopan hıçkırıkla daha fazla dayanamadı ve Rebekah'a sıkıca sarıldı. Genç kız kollarını Hestia'nın boynuna doladı ve gözlerini yumdu. Hissettiklerini anlatabilmesinin imkanı yoktu. Aslında tam olarak sorunu buydu. Ne hissettiğini bile bilmiyordu. Bir şeyler hissettiğinden bile şüpheleniyordu. Rüyada süzülüyormuş gibiydi. Gerçeklikten uzaktaydı. Ruhu hıçkıra hıçkıra ağlıyor ayrı geçirdiği yedi yüzyılın acısını tekrar gün yüzüne çıkartıyordu. Bedeni ise ruhunun esiri olmuştu. 

Omzunda hissettiği elle gözlerini açtı. Hestia'nın kolları arasından sıyrılıp yavaşça arkasına döndü. Karşısındaki kadının kim olduğunu tahmin etmek zor değildi. Toprak rengi saçlar ve saçlarıyla aynı renk gözlere sahip Demeter. Toprağın tanrıçası... 

''Oh toprak ana Gaia'ya şükürler olsun. Gerçekten de buradasın.'' dedi ikinci sıcak kucaklaşmanın ardından Rebekah'nın titreyen bedeni yatışmaya başladı. Demeter saçlarına alnına sayısız öpücükler kondururken hâlâ ağlayan Hestia yanına gelen Apollon'un omzuna başını yasladı. Apollon gözlerini devirip Hestia'yı yatıştırmaya çalıştı. Aile tanrıçasının nasıl olup da bu kadar çok ağlayıp gözlerinin hâlâ kurumadığının cevabını henüz bulamamıştı. Fakat böyle devam ederse en sonunda güneşle o gözleri kurutacaktı!

Demeter'in ardından denizlerin tanrısı okyanusun tuzlu kokusunu getirerek yanlarına yaklaştı. Yüzündeki gülümseme çok sık görülmeyen gamzelerini ortaya sermişti. ''Sevgili kızımızın tekrar aramıza döndüğüne inanmak çok güç. bunca yılın ardından işte buradasın.'' Elini Rebekah'nın başının arkasına yerleştirdi. Kendine doğru çekerek alnından öptü.

''Her zaman başımı ağrıtan Artemis uyusa da uyumasa da benim belam olmaya devam etti.'' dedi Hades araya girerek. Rebekah ölüm tanrısının soğuk şakasına gözlerini devirdi. 

''Ah bir de bana sor! Bu cadı her zaman senin ve benim belamdı. Uyudu yine biz uğraştık. Uyandı bu kez de tüm tanrıların öfkesini üzerimize çekmemize neden oldu.'' dedi Apollon Hades'e uyarak. 

''O konuda hesabımız hâlâ kapandı Apollon!''dedi Ares. Bunun üzerine Apollon küfredip homurdanmaya başladı. Rebekah onlara gülümserken bakışları Hera'nın yanına ilerleyen Zeus'a takıldı. Baş tanrı Hera'nın ellerini tuttu ve kulağına eğilerek fısıldadı. 

''Hayatım. Kızımız burada.'' Hera o sözlerin ardından rüyadan uyanır gibi sıçradı. Gözleri önce Zeus'a yöneldi. Zeus başını bir kez sallayınca Hera başını yavaş yavaş Rebekah'a çevirdi. Masmavi gözlerle karşılaşan Rebekah'nın bedeni ürperdi. Zihni önceki hayatına ait çeşitli kareleri hızlı hızlı gözlerinin önünde canlandırıyordu. Saçları babası gibi siyah gözleri ise onun gibi maviydi. Fakat Apollon tıpkı anneleri gibiydi. Aynı sarı saçlar, aynı yüz hatları ve aynı renk gözlere sahiptiler. 

Rebekah avına çıktığı gün Hera'nın ne kadar endişelendiğini hatırladı. Pegasus'u çalıp ona ilk bindiğinde henüz yedi yaşındaydı. Eve geri döndüğünde Hera'nın onu cezalandıracağını söylediğini fakat kıyamadığı için hiçbir zaman ceza veremediğini hatırladı.

Babasının şimşeğini çaldığında, henüz çok gençken kardeşiyle dünyayı tersine çevirmek için gündüz vakti ayı gökyüzüne çıkartıp, gece vakti güneşi yükselttiklerinde, Caroline ile Hades'in görünmezlik miğferini giyip Apollon ve Dionysos'a oyun oynadıklarında ya da onları ve Ares'i soyup konsey odasında bıraktıklarında Hera her zaman ona kızmış fakat hiçbir zaman ceza verememişti. Aksine yalnız kaldıklarında göz kırpıp aferin benim prensesime diyen bir anneydi. 

Bunları hatırlamanın etkisiyle Rebekah gülümsedi ve annesine doğru ilerlemeye başladı. Hera tahtın kenarına tutunarak yavaşça ayağa kalktı. Altın rengi saçları şelale gibi kalçasına kadar iniyordu. Basamakları yavaşça indi ve kızı ile karşı karşıya gelene kadar durmadı. 

Zeus Artemis'in farklı bir bedende tekrar dünyaya geldiğini söylediğinde Hera duyduklarına inanamamıştı. Fakat kızı karşısındaydı. Farklı bir yüz, farklı bir beden olsa da bir anne çocuğunu her zaman tanırdı. Bedeni farklı olsa da burnuna dolan kokusu onun kızına aitti. 

Elini yavaşça kaldırdı ve kızının yanağına yerleştirdi. yüzünün ve bedeninin her bir noktasını incelerken elini saçlarında, yüzünde ve kollarında gezdirdi. Ardından ona tanıdık gelen o gözlerin içine baktı. 

''Artemis?'' 

Rebekah sulanan gözlerini kırpıştırdı. İnatçı bir damla göz yaşı yanağından süzülürken ''Evet benim anne. Artemis.'' dedi.

...

''Hayır. Hayır lanet olsun olayı dramatikleştirme. Sen böyle bir adam değildin.'' dedi Jasmine. Karşıdan gelen haykırışla, yüzünü buruşturarak telefonu kulağından uzaklaştırdı. 

''Jesi ne demek bitti! Haftalardır ortada yoksun. Arkadaşını görmek için Rusya'ya gittin ve beni hiç aramadın. Şimdi ise ayrıldığımızı mı söylüyorsun?''

Jasmine gözlerini devirdi. Boyd'u hiçbir zaman sevmemişti. Sadece korumacı tavrından, uzun saçlarından, motorundan ve dövmelerinden hoşlanmıştı. Her şey birkaç gece kulübünde takılmayla başladı ve Jasmine'in ne ara olduğunu anlamadığı bir an artık sevgiliydiler. 

Onu o kadar umursuyordu ki Hidra saldırana kadar aklına bile gelmemişti. Caleb bir anda dünyasına girmiş ve her şeyi alt üst etmişti. Teknik olarak Caleb'ı aldatmış sayılmazdı. Rusya'ya geldiğinde 'ah ben kesin orada bir kurtadamla eşleşirim Boyd'dan ayrılıp öyle gideyim' diye düşünmemişti! Sonrasında ise yaşadığı onca olaydan Boyd'u unutmuştu. 

Fakat bunu daha fazla sürdüremezdi. Boyd'u sevmiyordu ve hayatının geri kalan kısmını Caleb ile geçireceğini biliyordu. O ruhsuz öküzü seviyorum diye geçirdi içinden. Derin bir nefes aldı ve oflayarak bıraktı.

Boyd ondan yaşça büyüktü ve Jasmine'in davranışlarını 'içindeki gençlik ateşine' verdiğini söylemiş ve ayrıldıklarını kabul etmemişti. Tam olarak bir saattir Jasmine ona bittiğini anlatmaya çalışıyordu. Çok konuşmaya alışkın olan çenesi için bile bu fazlaydı.

''Lanet olsun bu benim saçma genç duygularımdan kaynaklanmıyor seni koca ayı!''

''Siktiğimin adresini ver Jass. Oraya geleceğim. Çocukça davranışlardan vazgeç. Yetişkin insanlar ayrıldıklarını telefonda söylemezler ve biz ayrılmadık!'' 

Jasmine öfkeyle balkonun korkuluğuna vurdu.''Anlamıyor musun? Bitti. Bitti. Bitti. Bitti! Ben çocuk değilim ve öyle davranmıyorum!''

''Biten ne Jasmine?'' arkasında duyduğu sesle Jasmine neredeyse telefonu elinden düşürüyordu. Siktir! işte şimdi gerçekten bitti Jasmine! diye geçirdi içinden. Boyd hattın diğer ucunda konuşmaya başlamadan önce telefonu kapattı ve hızla arkasına döndü. Caleb ile aralarında bir santim bile yoktu. Burun burunaydılar. Ve Caleb'ın öfkeyle soluduğu sıcak nefesi genç kızın yüzüne çarpıyordu. 

''N..ne? Ne bitmiş? Kim bitmiş? Ne oldu?'' Heyecanla ve korkuyla kekeleyen Jasmine içinden kendine lanetler okudu. Geriye gitmek istese gidecek yeri yoktu. Çünkü beli balkonun korkuluğuna dayalıydı. Caleb öne eğilerek ellerini Jasmine'in bedeninin iki yanına yerleştirdi.

''Bende sana bunu sordum. Ne bitti? Kim bitti? Ne oldu?'' dedi Jasmine'in sözlerini tekrarlayarak. Jasmine'in zihni adeta donmuştu. Söyleyecek küçük, beyaz, minik bir yalan bile bulamıyordu. 

''Be..ben annemle konuşuyordum.'' diyebildi en sonunda. Caleb dilini dışarıya çıkardı ve yavaşça alt dudağını yaladı. Başını yana eğdi ve ''Öyle mi?'' diye sordu. 

Jasmine hızla başını salladı. ''E..evet. B..ben ona bittiğini söyledim.'' 

''Neyin bittiğini?'' 

Burnuna dolan 'yalan' kokusuyla Caleb'ın tüm bedeni gerildi. Geveze kız sabahtan beri ona neden böyle davrandığını sorup duruyordu! Gerçekten Caleb'ı bu kadar salak mı sanıyordu? 

Caleb onun bir şeyler sakladığının farkındaydı ve bu durum onun canını hiç tahmin edemeyeceği kadar sıkıyordu. Şimdi ise yalan söylemesi tüm iradesini zorluyordu. Balkonun korkuluğunu kavrayan parmaklarının boğumları bembeyaz olmuştu. Elinin altındaki demir bükülmeye başlamıştı. Biraz daha sıkarsa kırabilirdi.

''Okulun bittiğini!'' diye haykırdı Jasmine. ''Artık gitmeyeceğimi söyledim.'' Söylediği ikinci yalanla Caleb daha fazla dayanamadı. Hırlayarak daha da öne eğildi. Gözlerinin sarıya döndüğünü biliyordu. Jasmine korkuyla yutkununca bu onu birazda olsa tatmin etti.

''Yalan söylediğini ve bir şeyler sakladığını biliyorum küçük beyinli! Telefonu ver!'' Jasmine'in gözleri kocaman açıldı ve ''Ne?'' diye haykırdı. 

Telefonu verirse başına neler geleceğini düşünemiyordu bile. Çünkü Boyd 'Koca Ayım' olarak kayıtlıydı. Kararlılıkla başını iki yana salladı. ''Hayır vermiyorum!'' dedi. Caleb'a durumu anlatabilirdi ki anlatmakta istiyordu. Fakat o bu kadar sinirliyken değil.

''Ver şu telefonu Jasmine!'' diye hırladı Caleb. Jasmine kurtadamın hiç beklemediği bir şey yaptı dizini kaldırarak Caleb'ın kasıklarına tüm gücüyle vurdu. Caleb şaşkınlık ve acıyla inlerken Jasmine onun tutuşundan kurtuldu. Arkasına bakmadan koşmaya başladı. Duyduğu kükremenin eşli ettiği haykırışla ''Lanet olsun!'' diye bağırdı ve hızını arttırdı. Caleb adeta Jasmine diyerek tüm tapınağı inletmişti.

Omzunun üzerinden arkasına bakma hatası yaptı ve çığlık atarak hızını arttırmak için kendini zorladı. Caleb arkasından geliyordu ve hiçte sakin değildi. Saniyeler sonra onu yakalayacağını biliyordu. Cep telefonunun kapağını açıp yere fırlattı. İçindeki küçük kartı çıkarttı ve ikiye katlayarak kırdı. Aynı anda Caleb onun üzerine atladı. 

Boğazından kopan çığlıkla yere düşen Jasmine Caleb'ın altında kaldı. Genç kızın kollarını başının üzerinde sabitleyen Caleb bacaklarıyla, Jasmine'in bacaklarını hapsetti. Nefes nefese kalan Jasmine Caleb'ın sarı gözlerine bakmaya korkuyordu fakat inatla baktı.

''Üstümden kalk göt herif!''

''Sabrımı zorluyorsun kadın!'' diye hırladı Caleb. 

Jasmine mantıklı davranmaya çalışarak derin bir nefes aldı. ''Bak tamam evet senden bir şey sakladım. Ama sakladığımı bilmiyordum bile. Yani unutmuştum. O gün hatırladım. Sana söylemek istedim ama bana ilk kez ilgileniyormuş gibi davrandın. Anın tadını çıkartmak istedim. Sonra olaylar oldu Jordan, Rebekah savaş! Anlatacak fırsatım olmadı. Aslında sana anlatmak istemedim. Sen duymadan bitirmeyi denedim fakat olmadı. Şimdide sana anlatmayı istiyorum fakat çok kızgınsın. Lanet olsun korkudan altıma işeyecektim.- 

Jasmine soluksuzca konuşmaya devam ederken Caleb'ın gözlerinin eski haline döndüğünü fark etmedi. Genç adam bıkkınlıkla iç çekerek, başını Jasmine'in omzuna dayadı. Hem sinirinden hem de Jasmine'in çenesinden dolayı gülmeye başladı.

''Sonra sen bana- Hey bir dakika sen gülüyorsun!'' Caleb başını kaldırmadı. İki yana sallayarak tüm nefesini üfledi. Jasmine'in teni ürperdi ve seslice yutkundu. 

''Lanet olası çenenden nefret ediyorum.''

Jasmine duyduğu sözlerle gülümsedi. Sabırsızca birkaç saniye boyunca bahçede sadece nefes alışverişleri ve kuşların cıvıltılarını dinledi. Ardından kendini tutamadı ve ''Bende seviyorum.'' dedi.

Caleb başını kaldırdı ve yüzünü buruşturarak ''Kullandığım kelimenin 'nefret' olduğundan son derece eminim.'' dedi. 

Jasmine omuz silkerek Jordan'ın sözlerini tekrarladı. ''Bunun senin sevgini gösteriş şeklin olduğunu biliyorum.'' 

...

Kızıyla birlikte uzun bir süre geçiren Hera, ayrılmalarının üzerinden sadece birkaç dakika geçmesine karşın onu özlemişti. Geniş yatak odalarında volta atıyor ve yeri aşındırıyordu. Artemis, Zeus'un tapınağındaki eski odasını görmek istediğini söylemişti. Hera da ona ve Ares'e biraz zaman tanımak için yalnız bırakmıştı fakat içi hiç rahat değildi. Kızının yanında olmak istiyordu. Tekrar sarılıp tekrar öpmek istiyordu. Avucunun içindeki kolyeyi fark edince durdu ve elini açtı. Kızına kolyesini vermemişti.

''Ah Olimpos aşkına! Nasıl unuturum!'' 

Zincirin ucunda sallanana iki halkaya baktı. Artemis uykuya dalmadan önce Ares ve Artemis birbirlerinin eşi olduğunu ilan etmişlerdi. Dünyanın her yerinde şölenler yapılmış Olimpos da günlerce süren bir kutlama yapılmıştı. Hephaestus onların yüzük takmasına izin vermemişti. Yüzüğü onlar için özel olarak yapacağını söylemişti. Ve yapmıştı. Fakat ne Ares ne de Artemis bu yüzükleri takamamıştı. Hephaestus yüzüğün yapımını bitirdiğinde Artemis uykuya dalmıştı. Hera ise yüzükleri almış kolye olarak her zaman yanında, avucunun içinde taşımıştı. Yıllardır avucunun içinde yer edinen yüzükler artık yeni bir uzvu gibiydi. 

O yüzükleri kızı uyanana kadar yanında taşıyacağına dair yemin etmişti. Uyandıklarında yeni bir düğünle bu yüzükleri onlara verecekti. Zinciri tutarak yüzükleri gözlerinin hizasına kaldırdı ve Dünyada kimsenin sahip olamayacağı iki harika ötesi işçilikle yapılmış altın halkalara baktı. 

''Yeni bir düğün...'' diye mırıldandı ve dudakları yıllar süren acının ardından keyifle kıvrıldı. İhtiyaçları olan şey buydu. Bir araya gelişlerinin kutlaması. Tüm alemlerde yapılacak büyük bir düğün. 

''Seni gülümseten şeyi öğrenebilir miyim kraliçem?'' Hera Zeus'un arkadan beline sarılmasıyla omzunun üzerinden eşine baktı. 

''Bir araya gelişimizi, kızımızın uyanışını kutlamak için yeni bir düğün düşünüyordum. Ares ve Artemis için. Bu kez yüzüklerini takabilecekleri bir düğün.''

Zeus kollarını eşinin beline doladı ve boynunu öptü. ''Bu harika olur. Üzerimizdeki ölü toprağını atmak ve gücümüzü göstermemiz içinde iyi bir yol. Artık Olimposluların uyandığını tüm ırklara duyurmalıyız.'' 

Hera gülümseyerek başını salladı. Zeus bir kez daha eşinin boynunu öpüp geri çekildi. Zeus'un boy aynasının karşısında sakallarını ovuşturup kendini incelediğini gören Hera elini beline koydu ve tek kaşını kaldırdı. 

Baş tanrı özenli bir şekilde pelerinini düzeltti. Ardından sakalını tekrar ovuşturdu. Gördüğü beyazlara burnunu kıvırdı. ''Yıllardır ambrosia içmedim ve bedenim yaşlanmaya başlamış. Dionysos'a şaraptan yapmasını söylemem gerek.'' 

Uzun zamandır bedenini içinde uykuya yatan yılan uyandı ve kıvrak hareketlerle yuvasından çıktı. Hera'nın gözlerinde öfke parıltıları görülmeye başladı. ''Görüntünle birden bu kadar ilgilenmenin sebebi ne Zeus?'' 

Sakalını ovuşturan Zeus aynadan karısına baktı. Eli durdu ve ''Özel bir sebebi yok hayatım sadece yıllar ardından ilk kez aynada kendime bakıyorum ve görüntümden hoşlanmadım.'' dedi. Ardından Hera'ya dönerek ellerini beline yerleştirdi. ''Sen benim görüntümden hoşlanıyor musun?'' 

''Evet. Sakalındaki birkaç beyazın hiçbir önemi yok. böyle kalmanı istiyorum.'' 

Zeus gülümseyerek eşinin yanına geldi ve dudaklarından öptü. ''Anlaşılan benim kıskanç Kraliçem geri dönüyor. Şimdi gitmem gerek titanlara karşı yapmam gereken önemli şeyler var. Bunu daha sonra konuşacağız.''

Zeus kapıya doğru yöneldiğinde Hera ''Vincent.'' dedi. 

Zeus durdu ve çatılı kaşlarla omzunun üzerinden sorarcasına Hera'ya baktı. ''Ve o kadın. İkisiyle tanışmak istiyorum. Kızımızı tekrar dünyaya getiren o kadın 'adı her ne ise' o ve kızımızı koruyan güçlü alfa Vincent'ı tanımak istiyorum.''

Zeus'un gözlerinde çakan şimşekler Hera'nın içindeki yılanı tatmin etti. Dudakları keyifle kıvrıldı. Zeus'un konuşmasına fırsat vermeden elbisesinin eteğini savurarak önünden geçti. 
''İzninle. Hazırlanmam gerek.'' 

Gök gürültüleri eşliğinde geniş holde yürürken keyifle kahkaha attı. Sadece Artemis tekrar hayata dönmemişti. Onunla birlikte hepsi tekrar doğmuştu.

...

Rebekah gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Ciğerlerini, Olimpos'un rengarenk çiçeklerinin kokusuyla doldurdu ve keyifle kıkırdadı. Hayatındaki her şey düzene girmiş sayılırdı. Tüm ailesi yanındaydı. Henüz Afrodit, Persephone, Hephaestus, Dionysos ve diğer kardeşleri ile karşılaşmamıştı. Annesiyle ve baş tanrılarla geçirdiği uzun bir zamanın ardından ilk önce odasını görmek istemişti. Henüz kendi tapınağına adım bile atmamıştı. 

Artık tek sorunları Titanların planlarının altından kalkmaktı. Ne zaman saldıracaklarını kestirmek güçtü. Neyi beklediklerini bile bilmiyorlardı fakat Rebekah göremedikleri ya da farkında olamadıkları bir şeyler olduğundan şüpheleniyordu. 

Akşam büyük bir yemek düzenleniyordu. O masada herkes yanında olacaktı. Helena ve Hera'nın ilk karşılaşmalarında neler olacağını tahmin etmek güç değildi. Rebekah'nın tek isteği bu yemeği hiçbir sorun olmadan atlatabilmekti. 

Arkasından ona yaklaşan ayak seslerini duyunca gülümsedi. Ares'in Hades've Poseidon'dan bir şekilde kurtulacağını biliyordu. Eski odasına beraber geleceklerdi. Fakat Hades ve Posedion Ares'i esir almıştı. 

Kaslı kollar beline sarıldı. Sert beden genç kızı gövdesine yasladı. Gözleri hâlâ kapalı olan Rebekah karnını okşayan parmakların verdiği rahatlama hissiyle mırıldandı. Başını arkaya yatırarak Ares'in omzuna yasladı. 

Sıcak dudaklar boynuna sert öpücükler bırakırken Rebekah bir şeylerin ters gittiğini o an fark etti. Burnundan içeriye dolan koku ona hiç yabancı gelmiyordu fakat koku düşündüğü kişiye ait değildi. Gözlerini açtı ve öne doğru gitmeye çalıştı fakat çelik gibi parmaklar onu sıkıca olduğu yerde tuttu. 

''Sana geri geleceğimi söylemiştim 'angele mou'.'' 

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin