BÖLÜM 30

48.9K 2.3K 42
                                    

...KARDA YUVARLANMAK...

Rebekah gözlerini açtığında kendini Yunanistan'daki evde buldu. En son Ares'le mağarada olduğunu hatırlıyordu. Uyurken Ares onu, Klotho'nun evine mi getirmişti? Kaşlarını çatarak ''Bu da ne şimdi?'' diye söylendi.

''Bunun ne olduğunu sana göstereceğim!'' Apollon'un öfkeli sesini duyan genç kız arkasını döndüğünde onunla burun buruna geldi. ''Ne bok yediğini sanıyorsun sen? Sana ışınlanma dediğim halde beni dinlemedin!''

''Apollon sakin ol biraz! Kötü bir şey olmadı Felicia bana yardım etti. Ares'i buldum ve onun yanındaydım. Biz ne zaman buraya geldik?'' Dağılmış saçlarını sinirle düzelten Apollon homurdandı. ''Henüz gelmediniz. Rüyana girdim.''

Rebekah, kardeşine bu kadar üzerine düştüğü için kızsa da bir yandan da hak veriyordu. Bunca zamandır ayrı kalmak Apollon'un, genç kıza daha çok düşkün olmasına neden olmuştu. Tekrar kaybetme korkusu yaşadığını çok iyi biliyordu. Bu nedenle hiçbir şey söylemeyip kardeşine sıkıca sarıldı. Omuzları düşen Apollon tuttuğu nefesini bırakırken genç kıza sıkıca sarıldı.

''Lanet olsun! Sakın bir daha bana bunu yapma. Beni arkanda bırakmandan nefret ediyorum. Ya tam olarak Kirke'nin önüne ışınlansaydın? Zeus'un şimşekleri aşkına! Kız kardeşimi tekrar kaybetmek istemiyorum. Bunu aklına iyice kazı!''

''Biliyorum. Üzgünüm bir daha olmayacak'' dedi genç kız. Kardeşini sakinleştirmek için sırtını aşağı yukarı okşuyordu. 

''Olmasa iyi olur.'' Genç kızı şakağından öpüp geri çekildi. ''Uyandığınızda o lanet kocana söyle seni buraya getirsin. Çok önemli bir konuğumu geliyor.'' 
Kaşlarını çatan genç kız ''Kim geliyor?'' diye sordu.

''Baş belası teyzemiz Hekate.''
...

Sırtını okşayan sıcak parmaklar bir sağ bir sol gezinirken genç kız uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyordu. Dönmeye çalıştı ancak kapa kısılmış gibiydi. Ağır ve sıcak bir şey belisinin etrafına sıkıca sarılmıştı. Gözlerini açıp etrafına bakındı. Hâlâ mağaradaydılar. Dün gece koltukta Ares'in kolları arasında uzanmıştı. Anlaşılan ikisi de burada uyuya kalmıştı. Başını Ares'in çıplak göğsünden kaldırıp yüzüne baktı. Gözleri kapalıydı ve aralık dudakları arasından düzenli nefesler alıyordu. Bir bacağı koltuktan aşağıdaydı. Genç kız Ares'in bedenini yatak omzunu ise yastık olarak kullanmış olmalıydı. Ares'in koltuğun üzerinde olan bacağı genç kızın bacaklarının üzere atılmıştı. İki koluyla sıkıca Rebekah'a sarılmış ve onu gövdesine bastırıyordu. 
Doğrulmaya çalışan Rebekah, Ares'in uykusunda bile bu kadar kuvvetli olduğunu tahmin etmemişti. Belini saran kolları açılmıyor aksine genç kız kıpırdadıkça daha sıkı sarıyordu onu. Büyük elleri, Rebekah'nın çıplak bedenine sardığı örtünün altına girmişti. Baş parmağı yatıştırıcı bir şekilde kalçasını okşuyordu. Ares'in uykuda olduğuna inanmak güçtü. 

Son bir kez daha kalkmaya çalıştı ancak faydasızdı. Uykusunda homurdanıp onu daha sıkı sardı ve genç kızın yüzü Ares'in boynuna gömüldü. Kıkırdayan Rebekah kafasını kaldırıp Ares'in çenesini öptü. Üzerinde sadece iç çamaşırları vardı. Ve bedeni Ares'in çıplak göğsündeki bütün sıcaklığı adeta emiyordu. Tenlerinin birbirine temas ettiği yerler karıncalanıyor ve genç kızın içini ısıtıyordu. 

Ares'i uyandırmak için dudaklarına yönelmişti ki uykusunda ne kadar huzurlu olduğunu fark etti. Tanrılar çok gerekmedikçe uyumazlardı. Ares gerçekten yorgun görünüyordu. Bu bir hafta içinde hiç uyumadığı ya da dinlenmediğini tahmin etmek zor değildi. Ancak Ares'i uyandırmazsa çok kötü şeyler olabilirdi. Mesanesi dolmuş durumdaydı. Ve Ares'in üzerinde yüz üstü yattığı için karnına baskı yapıyordu. Bir kez daha kıpırdandı ancak Ares'in kolları onu daha çok sıkınca patlayacağını hissetti.

''Lanet olsun!'' diye soludu.

''Sen hep uyurken bu kadar kıpırdanır mısın?'' Ares'in buğulu sesiyle bakışlarını ona çeviren genç kız masmavi gözlerin karşısında titredi. ''Hayır. Daha kötüsü sarılma, tekmeleme, boğuşma. Uyurken her şeyi yapabilirim. Bunu James, Caleb, Parker ve Jordan'a sorabilirsin.''
Gülümseyen Ares ''O zaman Hephaestus'tan güçlü bir zincir yapmasını istemeliyim. Kıramayacağın kadar güçlü olmalı. Böylece beraber uyurken seni bağlayabilirim.'' dedi.
Rebekah tek kaşını kaldırdı. ''Sanki beni bağlamana izin verirmişim gibi. Daha fazla karın üstü yatarsam çok kötü şeyler olacak. Kalkmam gerek.'' Genç kız bir kez daha kıpırdandı ama kollar onu öyle sıkı sardı ki... Ares'e çıkışmak üzereydi ki gözlerinin öfkeyle koyulaştığını fark etti. Az önce gülen dudaklar, artık sımsıkı kapanmıştı. ''Bir sorun mu var? Ne oldu?''

''Az önce ne dedin sen?'' dedi Ares sıkılı dişleri arasından. Neler olduğuna bir anlam veremeyen genç kız kaşlarını çatarak söylediği cümleyi tekrar etti. ''Kalkmam gerek?''

''Hayır ondan önce!''
Ares'in boynundaki damar kalp gibi atmaya başlayınca genç kız iyice gerildi. Onu bu kadar kızdıracak ne olmuştu ki? ''Kelime oyunundan vazgeç! Ne oldu?'' diye çıkıştı.

''Uyurken her şeyi yapabilirim. Bunu James, Caleb ve Parker'a sorabilirsen dedin! Ne demek bu sen onlarla birlikte mi uyudun??''
Öfkenin nedenini anlayan Rebekah iç çekerek kafasını Ares'in omzuna dayadı. ''Tam olarak bunu söylemedim. Benim söylediğim cümlenin bir yerinde Jordan'da vardı. Ve evet. Beşimiz birlikte uyuduk.'' 

''Ne zaman?'' dedi Ares. Kısık sesi öyle ürkütücüydü ki onu tanımasa Rebekah gerçekten korkabilirdi.

''Saldırının ardındandı. Maxwell benimle camdan aşağıya uçtuktan sonra o gece senin odanda kalmıştım. Ertesi gün odamda tek yatmak istemedim. Olay bundan ibaret kızmana gerek yok! Ama hayır başka bir şeyi ima etmeye çalışıyorsan o zaman sana kimin gerçekten kızgın olduğunu gösterebilirim!'' dedi öfkesini belli etmek için sesini kısarak.

''Ahh emin ol peri kızı şuan son derece kızgınım! Geçmişini hatırlamıyorsun. Sana benimle ilgili en önemli özelliği anlatmama izin ver. Kıskanç ve öfkeli bir tanrıyım. Eğer zihnim beni yanıltmıyorsa sende öyleydin! Yardım için bana dua eden kadınları bile kıskanırken şimdi bana sakın kızma. Geri döndüğümüzde üçüne de gerekli dersi vereceğim!''

''Ares senin gözün önmüş ne kadar saçmaladığının farkında değilsin. Bu konuda konuşmak istemiyorum çünkü sen bugün için yeterince saçmaladın. Şimdi bırak beni yoksa birazdan sıvı boşaltımına geçeceğim!''
Kaşlarını çatan Ares, Rebekah'nın ne demek istediğini anlamadı. Genç kız gözlerini devirdi. ''Tuvalet diyorum! Tuvalet. Bırakmazsan ve beni biraz daha sıkarsan en sonunda yapacağım.'' Öfkesi bir anda yok olan savaş tanrısı gülmeye başladı. Birkaç saniye geçmişti ki mağarada kahkahaları yankılanıyordu. Gevşeyen kollardan sıyrılan genç kız hızla ayağa kalkıp örtüyü bedenine sardı.

''Evet gül! Gülmeye devam et!'' Saniyeler geçtikçe Ares'in kahkahaları dinmek yerine artıyordu. En sonunda dayanamayan Rebekah gücünü kullanarak koltukla birlikte Ares'i mağaranın diğer köşesine fırlattı. Koltuk ters bir şekilde yere düştü. Ancak Ares çoktan ortadan kaybolmuştu. ensesinde hissettiği sıcaklıkla hızla arkasına dönen genç kız Ares'le burun buruna geldi. Savaş tanrısı genişçe gülümsüyordu. Tam ağzını açmıştı ki Rebekah elini kaldırarak dudaklarına kapattı.

''Bu mağarada tuvalet olmadığına eminim. O yüzden bizi hemen eve ışınla!'' Genç kızın elini çeken Ares hâlâ gülümsüyordu. ''Tuvaletini yapabileceğin bir yer var. Ama henüz buradan ayrılmıyoruz. O kalabalık, cehennem yerine dönmüş eve gitmeden önce biraz daha yalnız kalmamız gerek.'' dedi ve göz kırptı.

...

''Ahh!! Yemek yemeği özlemişim açlıktan ölüyordum.'' dedi Rebekah. 

Mağarada gerçekten tuvalet olduğuna inanamıyordu. Genç kız Ares'e onunla ilgili gördüğü anıdan bahsedince savaş tanrısı mağara ile ilgili bütün gerçekleri anlatmıştı. Burayı sadece Rebekah yani Artemis seviyor diye düzenlemişti. Her şeyden uzakta sessizlikte kaybolmak istiyorlardı. Ares onun için bu mağarayı bulmuş ve içini düzenlemişti. Her şeyi eşinin yani Rebekah'nın zevkine göre düzenlemişti. Ama onunla bir gün bile burada geçirememişti. Sürprizi yapamadan önce Artemis uykuya dalmıştı. Şimdi ise buradaydı. Ares'in onun için hazırladığı kendilerine özel alanlarındaydılar. Ve Ares bu nedenle hemen ayrılıp Yunanistan'a dönmek istemiyordu.
Dün gece Rebekah'nın hiçbir şey yemediğini hatırlayınca en sevdiği yemeklerden oluşan bir masa hazırlamış ve genç kıza tıka basa doyurmuştu.

Rebekah kaskatı kesilen boynunu ovarken ağzından çıkan iniltiye engel olamadı. Her yeri ağrıyordu. Soğuktan bütün bedeni donmuştu adeta. ''Her yerim ağrıyor. Sıcak bir duş ve masaj anca açar bedenimi .'' Karşısında oturan Ares masadan kalkarak Rebekah'nın tarafına geldi ve genç kızı kucağına aldı. Şaşıran genç kız üzerindeki örtüye sıkıca sarıldı. ''Nereye götürüyorsun beni?''

Çarpık bir şekilde gülümseyen Ares ''Tanrıçamın isteklerini yerine getirmeye.'' dedi. 

Mağaranın derinliklerine indiklerinde soğuk hava ısınmaya başladı. Biraz daha ilerledikçe buharlar etrafı kaplamaya başladı. Ardından şelaleye benzer su sesi duyuldu. Genç kızı zihninde beliren görüntüyle gözleri kocaman açıldı.

''Lütfen düşündüğüm şey olsun!'' dedi. Ares gülümsedi ve sola dönerek büyük oyuktan içeri girdi.

''Ohh Zeus aşkına!'' diye soludu genç kız. Ares onu yavaşça yere bıraktı ve büyük bir merakla ''Nasıl buldun?'' diye sordu. Onun için özel bir şey yapmak istemişti. Ancak tanrılar ona yardım etmiş ve bu mağarayı bulmasını sağlamıştı. Eşinin doğa ve doğal olan her şeyi seveceğini biliyordu. Ama yinede içinde büyük bir merak vardı.Genç kız bedenine sarılı örtüyle bir kaç adım atıp kendi etrafında döndü. Büyülenmişçesine bakan gözleri Ares'e çevrildi. 

''Birde soruyor musun? Burası inanılmaz! Harika!''

Rebekah tekrar tekrar etrafında dönerek mağaranın her bir köşesini dikkatle inceledi. Oyuk o kadar büyüktü ki içinde şelale vardı. Su gürültüyle, köpürerek akıyordu. Yerdeki geniş çukurda biriken su hızla yol alıp yerdeki diğer oyuklara akıyordu. Küçük oyuklarda su ısınıp, baloncuklar çıkartıyordu. Doğal saunaydı. İnanamazmışçasına kafasını iki yana sallarken gülümsüyordu.

Sessizce Rebekah'ı izleyen Ares, genç kıza yaklaşıp örtüyü tutan ellerini çözdü. Örtü yavaşça yere düşüp ayaklarının etrafında yığın oluştururken genç kız iç çamaşırlarıyla kaldı. elini pembeleşen yanaklarda gezdiren Ares genç kızın çenesini tutup nazikçe dudaklarını öptü. ''Sıcak su isteğiniz kabul oldu tanrıçam. Sırada masaj var.'' dedi ve göz kırptı. 

Yanaklarına ve bedenine ateşler basan genç kız gülümsedi. ''Beni fazla şımartıyorsun. Alışırsam hep isterim.'' 

''Sürekli istemen için uğraşacağım.'' dedi Ares ve ellerini pantolonunu düğmesine götürdü. Fermuarı ve düğmeyi açtı. Pantolonunu indirirken Rebekah hızla arkasını döndü var ''Lanet olsun sen pantolonun altına iç çamaşırı giymez misin?'' diye bağırdı. Yüzünü buruşturan Ares ''Çıplak olmam seni rahatsız mı ediyor?'' diye sordu.

''Şuan için evet! Bana masaj yaparken çıplak olman beni hiç rahatlatmaz emin ol! Dikkat dağıtıcısın!'' Çarpık bir şekilde gülümseyen Ares pantolonu çıkardı ve ona sırtı dönük olan genç kızın önüne fırlattı. Rebekah homurdanırken Ares sessizce arkadan yaklaşıp kulağına fısıldadı. ''Sende şuan çok dikkat dağıtıcısın.'' Ardından genç kızın kalçasına şaplak atıp buharlar çıkan suya ilerledi.

''Senin o elini a- Zeus'un şimşekleri aşkına!'' Gözleri kocaman açılan genç kız seslice yutkundu. Ne kadar uğraşsa da bakışlarını Ares'in kalçalarından ayıramıyordu. Bir erkeğin bu kadar kusursuz olması dünya üzerinde yaşayan tüm canlılara haksızlıktı. Geniş sırtı aşağıya indikçe daralıyordu. Kalçaları? Zihninde beliren görüntülerle ''Oh Hades'in cehennemine atın beni!'' diye soludu. 

Ona aldırmayan Ares oyuğun içine girdi. Sıcak su beline kadar geliyordu. Genç kıza doğru döndü. ''Orada ne kadar bekleyeceksin?''
Suyun içinde buharların arasında ki Ares! Bu görüntü karşısında çılgına dönmemek imkansızdı. Rüya gibiydi. Ayakları kendinden bağımsız olarak oyuğa doğru ilerledi. Ayağını yavaşça suya değdirdi. 

''Ahh hadi ama! Bana üzerindekilerle suya gireceğini söyleme sakin. İç çamaşırlarınla mı banyo yaparsın sen!'' diye homurdandı Ares. Genç kız bakışlarını üzerindeki siyah iç çamaşırlarına çevirdi. Sonra tek kaşını kaldırarak ellerini beline koydu ve Ares'e baktı.

''Çıplak ve azmış bir adamla aynı anda banyo yapmak yeterince riskliyken üzerimdekileri çıkartmayacağım.'' Genç kızın sözleri üzerine Ares kahkahalarla güldü.

''Tamam sen nasıl istersen neraida koritsi.'' dedi ve elini uzattı. Rebekah Ares'in elini tutarak oyuğun içine girdi. Sıcak suyun bedenine temas etmesiyle bütün bedeni gevşedi. Sıcak su belinin etrafında baloncuklar çıkartarak masaj yaparken gözlerini kapatıp iç çekti. 

''Bu harika.'' diye mırıldandı. Ares genç kızı yönlendirerek ilerletti. Mağaranın üstü açık kısmına gelince. ''Gözlerini aç.'' dedi. 
Rebekah gözlerini açtı. Ares'in yönlendirmesiyle başını kaldırdı. ''Benimle dalga geçiyor olmalısın!'' Görüntü karşısında nutku tutulan genç kız bakışlarını gök yüzünden tane tane inen karlardan ayıramıyordu. Mağaranın her tarafı kapalıyken bir tek şuan bulunduklar oyuğun üstü açıktı. Ve gökyüzündeki kar taneleri üzerlerine yağıyordu. Sıcak ve soğuğun nefes kesen tezatlığı karşısında genç kız gülümsedi. 

''Hayatımda bundan daha güzel bir şey görmedim. Burası cennet gibi!'' Öne eğilerek genç kızın dudaklarını nazikçe öpen Ares ''Bizim cennetimiz.'' diye fısıldadı. 
Rebekah gülümseyerek kafasını salladı. ''Bizim cennetimiz.''

Rebekah'ı elinden tutan Ares oyuğun çıkıntısına oturdu ve genç kızı da bacaklarına oturttu. Ardından ellerini omuzlarına koyup masaj yapmaya başladı. Rahatlamanın verdiği hazla gözlerini kapatıp başını arkaya atan genç kız dudaklarından çıkan inlemeye engel olamadı. Sırtında gezinen eller bütün katılaşmış kaslarını ovuyor ve rahatlatıyordu. Sıcak su bedenlerinin etrafında dalgalanarak baştan çıkarıcı bir rahatlatmayla masaj yapıyordu.
Dakikalar sonra Rebekah kendinden geçmek üzereydi. Tüm bedeni gevşemişti. Adeta jöleye dönmüştü. Rahatlamanın getirdiği uykunun sisleriyle boğuşurken sutyeninin kopçasının açılmasıyla kendine geldi. Ardından Ares'in dudaklarını omzunda hissetti. Kalçalarına kayan eller onu geriye doğru çektiği an genç kız Ares'in çıplak olduğunu hatırladı. Karnında kelebekler çoktan uçuşmaya başlamıştı. 

Ares yavaşça onu kendine döndürüp, genç kızı tamamen kucağına çekti. Bacaklarının arasına yapılan baskıyla yutkunana Rebekah, amaçsızca iki yanında duran ellerini Ares'in omuzlarına koydu. Savaş tanrısı, genç kızın gözünün önüne düşen bukleyi kulağının arkasına atarken ''Çok güzelsin gecenin prensesi.'' diye fısıldadı. Öne eğilip genç kızın dudaklarını nazikçe öptü. Birbiri ardına gelen öpücüklerden sonra dudakları tutkulu bir öpüşmeyle birleşti. 

Genç kızın bedenini kendine yaslayan Ares kendini tutmak için çok çaba harcıyordu. Ancak 700 yıldır ayrı kaldığı eşinden daha fazla ayrı kalmak istemiyordu. Onu her şeyiyle istiyordu. Onları ayıran herkesten yeterince nefret etmişti. Şimdi ise tek nefret ettiği şey bedenlerinin arasında engel olan küçük bez parçasıydı. Genç kızın bedenini okşayarak ellerini yukarıya kaydırdı ve sutyenin askılarını omuzlarına indirdi. Dudaklarını yavaşça ve zorlanarak geri çekti. Genç kız hızlı ve kesik nefesler alırken aralanmış ve öpüşmeden dolayı şişmiş dudakları Ares'i deli ediyordu. Gözlerini aşağıya indirdi. İşaret parmağını sutyenin askısına takarak çekti. Siyah kumaş elinden düşüp suyun dalgaları arasına karışırken Ares gözlerini bile kırpmıyordu. İçindeki arzu doruk noktasına ulaşmıştı. Daha fazla dayanamayacaktı.

Ares'in gözlerinde gördüğü arzu Rebekah'ı korkuturken aynı zamanda heyecanlandırıyorduda. Ares uzun zamandır bu mağarada onu beklemişti. Şimdi ise burada onunla birlikteydi ama henüz hazır değildi. Kimliğiyle ilgili sorunlar, annesi ve olimposdaki ailesi zihnini yeterince kurcalarken kendine zaman ayırmak bile suçlu hissetmesine neden oluyorken böyle bir şeyi şuanda yapamazdı. Öne eğilip Ares'in çenesini öptü ve kucağından indi. Uzun saçlarını önüne getirerek çıplaklığını örttü. Yanakları hem utançla hem de sıcak sudan dolayı yanıyordu. Ares kaşlarını çatarak düşünceli gözlerle Rebekah'a bakıyordu. Neden geri çekildiğini merak ettiği belliydi. Genç kız ona düşüncelerini anlatsa bunları saçma bulacağını biliyordu. Bu nedenle farklı bir yol denedi.

''Üzgünüm savaş tanrısı cezalısın.'' dedi gülümseyerek.

''Ceza?'' diye sordu Ares. 

''Beni terk edip gitmenin cezası. Seni affetmediğimi söylemiştim.'' Yunanca küfürleri saydıran Ares gözlerini kapatıp kafasını arkaya attı.

''Gerçekten mi? Seçtiğin ceza bu mu?'' diye inledi. Gülümsemesini bastıran Rebekah kafasını salladı.

''Evet bu ceza senin için ideal. Biraz bekle de gör bakalım beni terk etmenin sonucu nasıl oluyormuş.'' Kafasını kaldırıp Rebekah'a bakan Ares ''Biraz mı?'' dedi şaşkınlıkla. ''Ben seni tam 700 yıldır bekledim. 700 yıl!'' dedi.

Genç kız kafasını iki yana salladı. ''Boşuna uğraşma. Cezalısın.'' Homurdanan Ares hızla suyun içinden çıktı. Dışarıya doğru giderken Rebekah kaşlarını çattı. 

''Nereye gidiyorsun?''

Ares durup omzunun üzerinden ona baktı. ''Nereye mi? Dışarıya tabii ki! Biraz karların arasında yuvarlanmam gerek. Bedenimi ancak o soğutur!'' Ares dışarıya doğru çıkarken mağarada genç kızın kahkahaları yankılanıyordu. 

...

Gözlerini kırpmakta bile zorlanan Jordan arkasında yatan Paker'ın omzuna kondurduğu öpücükler ve karnına yaptığı masajla tekrar uykuya dalmak üzereydi. Bütün günü uyuyarak geçirmekten yorulmuştu. Uyumak bile onu dinlendirmiyordu. Yatarken bile yoruluyordu. Onu en çok üzen şeyse Parker'dı. Eşinin gözlerindeki korku Jordan'ı daha da bitkinleştiriyordu. Ona ne kadar iyi olduğunu söylese de Parker ona inanmıyor bir saniye bile yanından ayrılmıyordu. Dün gece Rebekah'ı aramak için bile gitmek istememişti. Jasmine'in onunla kalacak olması bir nebze Parker'ı rahatlatmıştı ve görevi için gitmişti. 

Jordan güçsüzlükten bütün gün uyurken Parker hiç uyumuyor her saniye yanında duruyordu. Her anlarını sanki son dakikalarıymış gibi yaşıyor ve onu sürekli öpüyordu. eşine bir şey olacak düşüncesi onu mahvediyor delirecek hale getiriyordu. Felicia ve alfasının neler hissettiğini şimdi daha iyi anlayabiliyordu. Jordansız yaşayamazdı. Ona bir şey olacak düşüncesi bile Parker'ı mahvediyordu. 

''Nasılsın bebeğim?'' diye sordu. Sağ eliyle Jordan'ın karnını okşuyordu. Genç kız elini Parker'ın elinin üzerine koyup parmaklarını birbirine kenetledi. ''Bugün daha iyiyim.'' Parker bunun üzerine gerçek olmayan bir gülümsemeyle güldü. Jordan her zaman aynı şeyi söylüyor ve Parker da her zaman aynı cevabı veriyordu. ''Yalan söylemeyi beceremiyorsun sevgilim.''

Jordan'a ne olduğunu düşünmekten yorulmuştu. Jordan düzelmek yerine her geçen saniye daha kötü oluyordu. Ve Parker onu kaleye götürme konusunda kararlıydı. Tam ağzını açmıştı ki kapı tıklatıldı. Yatakta doğrulan Parker 'Gir' diye seslendi. Kapı açıldı ve içeriye üç kızıl saçlı kadın girdi. Klotho Caroline ve bir başka kızıl daha. Parker onu daha önce görmese de kim olduğunu hemen anlamıştı. Hızla ayağa kalktı. Kızıl kahin Klotho'nun annesi Hekate bütün asilliği ile odaya girdi. Onunla birlikte odadaki hava değişti. Kulaklarda uğuldayan elektrik akımı tüyleri ürpertiyordu. Tanrıçanın sonsuz ve yoğun gücü odayı sanki havasız bırakmıştı. Hekate'nin kokutucu ve keskin gözleri Parker ile kesişti. Ardından Jordan'a yöneldi. Yeşil renk gözleri birden tamamen beyaza döndü. Bununla birlikte odadaki güç arttı ve hayali elektrik akımı kulakları çınlatan bir sesle şakladı. 

''Bizi yalnız bırakın.'' dolgun Yunan aksanlı sesi buz kadar soğuktu. Endişesi büyüyerek içini kemiren Parker, yatakta doğrulan Jordan'a baktı. Genç kız gözlerini Hekate'den ayıramıyordu. Ne kadar onları yalnız bırakmak istemese de tanrıçanın emrine karşı çıkamazdı. Klotho ve Caroline'ın ardından odadan çıktı ama kapının önünden ayrılmadı. İçeride neler olup bittiğini duymak istiyordu.

Hekate ile odada yalnız kalan Jordan seslice yutkundu. Odadaki neredeyse gözle görülebilecek kadar fazla olan güç tüylerini ürpertiyordu. Hekate'nin gözleri hâlâ bembeyazdı. Yavaş adımlarla yaklaşarak yatağın ucuna oturdu. Uzun siyah ojeli tırnaklı elini Jordan'ın düz karnına koydu. Birkaç saniye geçmişti ki dudaklar hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı ve gözleri eski yeşil haline geri döndü.

''Buraya geleli birkaç dakika oluyor. Kızımın evine adım attığım an onun çağrısını hissettim. Ve yanına geldim.'' konuşup konuşmama konusunda kararsız kalan Jordan yutkunarak ''Kimin?'' diye sordu. 

Hekate'nin yüzündeki gülümseme genişledi. ''Bebeklerinin.'' dedi. Nefessiz kalan Jordan gözlerini karnına çevirdi. Tahminleri doğruydu. O gerçektende hamileydi. Dört gündür hamile olup olamayacağını düşünüyordu. Emin olamadığı için kimseye bir şey söyleyememişti. Aynı zamanda en yakın arkadaşı üst katta ki odada Kirke'nin kara büyüsüyle savaşırken böyle bir şeyi kimseye söylemek istememişti. Sonrasında ise Rebekah hakkında öğrendiği gerçeklerden dolayı unutmuştu. Ancak iki gün önce yataktan kalkamayacak hale gelince tekrar bu düşüncesi beynini kemirmeye başlamıştı. 

Jordan o an fark ettiği gerçekle gözlerini kocaman açtı. ''BebekLER?'' diye fısıldadı şokla.

''Tebrik ederim. İkizlerin oluyor. Biri kız diğeri ise erkek.'' Büyücü tanrıçaya şokla bakan Jordan dışarıda duyduğu sesle yerinden sıçradı.

''BABA OLUYORUM!''

Parker'ın sesiyle hole koşan Caleb en yakın arkadaşının karşısına geçti. ''Neler oluyor?'' diye sordu. Neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Salonda birden tanrıça Hekate belirmiş ve gözleri bembeyaz olmuştu. Ardından kızı Klotho'ya dönerek ''Onu hissediyorum.'' demiş ve Caroline ile birlikte salondan çıkmışlardı. 
Parker ağzı açık kalmış bir şekilde duruyordu. Gözlerini bile kırpmıyordu. Endişesi artan Caleb Parker'ı omuzlarından tutup sarstı. ''Sana diyorum aptal herif ne haltlar dönüyor!'' 

Parker kocaman açılmış mavi gözlerini Caleb'a çevirdi ve ardından ona sıkıca sarılıp kahkahalarla gülmeye başladı. ''Ölmüyor seni göt herif. Olan şey bu! Jordan ölmüyor ve ben baba oluyorum.'' diye bağırdı. 

''Siktir! Neler oluyor sesiniz ormandan duyuldu.'' diyerek yanlarına koşturan James yeni dönüşüm geçirdiği için bir yandan pantolonunu giymeye çalışıyordu. Parker ve Caleb'ı kucak kucağa görünce ''Sizin aranızda neler oluyor?'' diye sordu.

Bu durumdan yeterince rahatsız olan Caleb kaşlarını çatarak James'e döndü. Parker'dan kurtulmaya çalışsa da başaramadı. Parker resmen ahtapot gibi yapışmıştı.

''Kıvırcık baba oluyormuş. Şimdi lütfen şu lanet herifi üzerimden çek!!''

Gözleri kocaman açılan James ''Baba mı dedin sen?'' diye bağırdı ve uzun kaslı kollarını açıp Caleb ve Parker'a sıkıca sarıldı. ''Aferin sana piç herif. Sonunda bir işi becerebildin.'' dedi gülümseyerek. Aralarında ne iri olanları James'di. Ve bunu ikisini de rahatlıkla kucaklayarak gösteriyordu. James ve Parker'ın arasında kalan Caleb homurdandı. 

''Sizden nefret ettiğimi söylemiş miydim?'' 

''Kapa çeneni suratsız köpek. Mutluluğa ortak ol sadece.'' dedi Parker ve daha sıkı sarıldı.

''Vay canına! Burada neler olduğunu sorsam?'' Trent'in sesiyle Caleb bakışlarını ona çevirdi. Genç kurt adam gülümseyerek onlara bakıyordu. 
Gözlerini deviren Caleb derin bir nefes aldı. ''Parker baba oluyor. Hadi durma sende katıl. Sende gel ve bunların yaptığı gibi bedenimi becer!''

...

Caleb'ın odasının her köşesini inceleyen Jasmine yerinde durmakta zorlanıyordu. Jordan'ın hamile olduğu öğrenildikten sonra küçük evdeki bütün sıkıntı ve huzursuzluk anında yok olmuştu. Vincent bile gerçekten gülümseyerek sıkıca Jordan'a sarılıp tebrik etmişti. Bunca şeye rağmen evdeki en büyük huzursuzluk tanrıça Hekate'ydi. Ne kadar iyi bir tanrıça olursa olsun gerçekten de korkutucuydu. Bedeninden yayılan gücü Jasmine bile hissedebiliyordu. Neyse ki onunla daha fazla aynı ortamda kalmamıştı. Hekate evdeki tüm tanrıları ve Vincent'ı alarak evden çıkmıştı. Konuşacakları her ne ise kurtların duymaması için seranın etrafını kalkan altına almışlardı. 

Bu fırsattan yararlanmak isteyen Jasmine gitmeden önce Caroline'dan onları kaleye ışınlamasını rica etmişti. Neyse ki Caroline onu kırmamış ve Caleb'la ikisini buraya getirmişti.

Caleb gitarını amfiye taktı ve birkaç nota çalınca genç kızın tüm ilgisini üzerine çekti. Jasmine, Caleb'ın tam karşısına yatağa oturarak onu bekledi. Kalbi kulaklarında atıyordu. Heyecandan bayılacak gibiydi. Yıllar önce Rebekah'la birlikte bu grubun konserine gittikleri gün ki kadar heyecanlaydı. Hatta daha fazla. 
Caleb kafasını kaldırıp ''Şimdilik sadece bir şarkı. Anlaşmanın senin olan kısmını yerine getirirsen bir başka anlaşmada yeni bir şarkı çalarım.'' dedi.
Jasmine gülümsedi. ''Kabul. Şimdi çalmaya başlasan iyi olur. Yoksa o gitarı kafanda parçalarım.'' 

Caleb çarpık bir şekilde gülümsedi ve şarkıyı çalmaya başladı. Uzun bir gitar solonun ardından Afterlife'ın giriş notalarını çaldı. Caleb aynı zamanda şarkının sözlerine eşlik etmeye başlayınca genç kız iç çekerek gözlerini kapattı. Caleb'ın sesi melekleri ağlatacak kadar güzeldi. Sessizce mırıldanarak Caleb'a eşlik etti. Şarkıdaki olağanüstü solo kısmına gelince gözlerini açtı ve Caleb'ı izledi. Genç adam şarkıda kendini tamamen kaybetmişti. Bedeni şarkıyla tek vücut olmuş gibiydi. Her notayı çalışınca yüzündeki haz ifadesi Jasmine'in yutkunmasına neden oldu. 

Şarkının bitmesiyle Jasmine en sevdiği bitmesini, asla istemediği rüyadan uyanmış gibi hissetti. Bakışları Caleb'la kesişince gergince dudağındaki piercing ile oynamaya başladı. Vücudu terlemişti. Uzun saçlarından bazıları ensesine yapışmıştı. Ağır hareketlerle gözlerini Jasmine'den ayırmadan gitarını çıkarttı ve yerine koydu. Yavaş adımlarla genç kızın önüne geldi.

''Sıra sende.''

İlk defa sessiz kalmayı tercih eden Jasmine ayağa kalktı. Dizlerinin üzerine gelen elbiseyi eteklerinden tuttu ve yukarı sıyırarak çıkarttı. İç çamaşırlarıyla Caleb'ın karşısında dikilirken, titreyen bacaklarına sabit durması için adeta yalvarıyordu. 

Caleb tüm yavaşlığıyla bakışlarını genç kızın yüzünden yavaşça aşağıya indirdi. Karamel rengi teni kusursuzdu. Jasmine söylediği andan itibaren merak ettiği dövmeleri görmek için sabırsızlanıyordu. Ancak belli etmemek için tüm çabasıyla yavaş davranıyordu. Gözleri küçük göğüslerinde gereğinden fazla oyalansa da sonunda ilk dövmeyi buldu. Göğüslerinin hemen altında yatay bir şekilde duran kanayan gül vardı. Üç kan damlası aşağıya doğru iniyordu. Gözleri biraz daha aşağıya inince göbek deliğindeki tüy şeklinde olan piercingi gördü. Bakışlarını biraz daha aşağıya indirdi. Kol kasığındaki dövme ilkinden daha güzeldi. Karışık desenlerin arasından çıkan ejderha modeli kazınıştı derisine. Ejderhanın kuyruğu bacağının etrafından dönüyordu. Genç kız arkasını döndü. Sırtındaki tek dövme kalçalarının yemen üzerindeydi. Bel boşluğunda oturan bir melek ve iki yana açılan geniş kanatlar.

Tekrar Caleb'a dönen Jasmine'in yanakları pembeleşmişti. Heyecandan kalbi yarış atı kadar hızlı atıyordu. Heyecanının belli olmaması ve sesinin titrememesi için boğazını temizledi. ''Nasıl buldun?''

Jasmine'e yaklaşan Caleb işaret parmağı ile genç kızın göğüslerinin atındaki güle dokundu. Ardından parmağını aşağıya indirerek tüy şeklideki piercinge dokundu. Parmakları daha da aşağıya inerek ejderhanın kuyruğunu takip etti. Ardından mavi gözlerini genç kızın gözlerine çevirerek tek kaşını kaldırdı. 
Sadece bakması bile Jasmine'i yeterince heyecanlandırıyorken bedeninde gezen parmak aklını kaçırmasına neden olacaktı. Gözlerinin içine bakan laciverte dönmüş gözlerse genç kızı eritecekti. 

''Nasıl mı buldum? Sana nasıl bulduğumu göstereyim.''

Caleb'ın elin genç kızın sırtına kaydı ve ensesindeki saçlara dolandı. Dudakları Jass'in dudaklarını hapsederken bir yandan içindeki vahşi kurdu bastırmaya çalışıyordu. Yoksa onu serbest bırakırsa genç kızın üzerindeki iç çamaşırları yırtacaktı ve zihninde oluşan görüntüleri tek tek uygulayacaktı. Dudakları genç kızın dudakları önce nazikçe öpmeye başladı. Diliyle Jasmine'in dudağındaki piercingle oynadı. Genç kızın kolları boynun etrafına sıkıca dolanınca onu geri geri yürüttü. Bedenleri birlikte yatağa düştü. Genç kızın tatlı diliyle dili buluşunca bütün bedeni titredi. Ellerini Jasmine'den çekerek kafasının iki yanına koydu ve yumruklarını sıkarak çarşafı katladı. Elleri beline dolanan bacakları kavramak için sızlıyordu. 

''Beni ne zaman duyacaksınız? Ayrılın yoksa ben sizi ayırırım!'' duydukları sesle irkilen Caleb ve Jasmine sesin geldiği yöne dönünce Caroline'la karşılaştılar. Kızıl kahin kollarını göğsünde birleştirmiş tek kaşını kaldırarak onlara bakıyordu.

''Vincent seni çağırıyor. Gitmemiz gerek. Beş dakikanız var!'' dedi ve ortalıktan kayboldu. 

''Siktir!'' diye homurdanan Caleb Jasmine'in üzerinden kalktı ve hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledi. Genç kıza bilerek bakmıyordu. Bakarsa kendini tutamayacağını biliyordu.

''Nereye gidiyorsun?'' diye sordu Jasmine. Caleb kapıdan çıkmadan önce ''Dışarıya.'' diye cevapladı. Ardından sessizce ekledi. '' Karların arasında yuvarlanmam gerek. Bedenimi ancak o soğutur!''

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin