BÖLÜM 40

41.4K 2.1K 89
                                    

Medya; Caleb

...KURTULUŞ...

Prometheus, öfkesini Kirke'ye kusarken Epimetheus kendi tahtında rahatça oturmuş elindeki elmayı yiyordu. Bir bacağını tahtın kol kısmından sarkıtmış sallıyordu. Prometheus'un öfkeli haline ve Kirke'nin korkudan sinmiş haline baktı ve çarpık bir şekilde gülümsedi. Kardeşi istediği planı yapabilirdi. Hekate ile kurdukları planın onun için hiçbir önemi yoktu. Rebekah haricinde hiç kimse onun için önemli değildi. O kendi planını uygulayacaktı. Rebekah'ı alıp onları kimsenin bulamayacağı bir yere gidecekti. Dünyada ne olursa olsun umursamıyordu. İsterse Hekate herkesi öldürebilirdi. Onların sadece Rebekah'a zarar vermesini engelleyecekti. 

Atlas salondaki büyük masada oturuyordu. Sandalyesini arka ayakları üzerinde kaldırmış, bacaklarını masaya uzatmıştı. Elindeki pizza dilimi yerken umursamazca Prometheus ve Kirke'yi izliyordu.

''Her şey mahvoldu! Senin lanet olası işe yaramaz vampirin yüzünden her şey bitti artık!'' diye bağırdı Prometheus. Yaydığı enerjiden dolayı salonda nefes almak her geçen saniyeyle birlikte zorlaşıyordu. 

Huzursuzca kıpırdanan Kirke yumruklarını sıkarak derin bir nefes aldı. Prometheus'dan emir almaktan nefret de etse başka şansı olmadığını biliyordu. Prometheus titandı. Kirke'se ise sadece büyücü tanrıçaydı. Prometheus Yunanca küfürler söverek Kirke'ye arkasını döndü. Aynı anda büyük salonun kapıları iki yana savrularak açıldı. Kendisinden önce içeriye ürkütücü gücünün titreşimleri girdi. Ardından siyahlar içindeki Hekate belirdi. Sivri topukluları zeminde ses çıkartıyordu. Dizlerinin üzerinde biten siyah, tüm bedenini saran elbisesinin geniş bir dekoltesi vardı. Saçları her zaman ki gibi ensesinden sıkıca toplanmıştı.

Uzu kirpiklerinin arasına saklanan yeşil gözleri, keskin bir bakışlar tek tek hepsinin üzerinde gezindi. İşaret parmağının tırnağını uzun masaya sürterek ilerleyen Hekate'nin yüzünde ürkütücü bir gülümseme vardı. Tırnağın masaya sürtmesinden dolayı çıkan rahatsız edici ses Atlas'ın yüzünü buruşturmasına neden oldu. 

Geniş tabaktaki üzümlerinden bir tanesini uzun tırnaklarıyla aldı ve ağzına attı. ''Gergin görünüyorsun Prometheus.'' 

Prometheus'un dudakları öfkeli bir gülüşle kıvrıldı. ''Gergin mi? Ahh kesinlikle gergin değilim. Sadece kızgınım senin bu aptal kızın-

''Kızıma bir kez daha böyle bir hitapta bulunursan seni bir daha uyanamayacağın bir uykuya yatırırım.'' Kaşları çatılan Prometheus öfkeyle soludu.

Hekate tek kaşını kaldırarak elini beline koydu ve çenesini dikleştirdi. ''Planlarda hiçbir değişiklik olmayacak.'' 

''Planlar yeterince değişti çünkü artık bizden haberleri var!'' dedi Atlas homurdanarak. 

''Ama benden yok.'' dedi Hekate ve tüyleri ürperten gülümsemesiyle dudakları kıvrıldı. Epimetheus'un soran bakışları Hekate'ye çevrildi. Büyücü tanrıçanın zihninde yeni bir şeyler planladığını görebiliyordu.

''Aklından neler geçiyor Hekate?'' diye sordu.

''Kayıplarının yasını tutuyorlar. Dikkatleri yeterince dağınık ancak Zeus gaflet uykusundan uyandı. Eminim artık her şeyi öğrenmişti. Sizi ve Artemis'i bildiğine göre tek koz olarak ben kalıyorum.''

Alnı kırışan Kirke ''Ne demek istiyorsun anne?'' diye sordu. Prometheus araya girerek ''Hiçbiri ilgilimi çekmiyor. Hepsinin ölmesini istiyor. O tahtlarda oturmak bizim hakkımız!'' diye bağırdı.

Hekate koyu renk kaşını kaldırdı. ''İstediğini alacaksın Prometheus. Ancak öfkeni savaşa sakla! Saldırmak için Olimpos'a gitmelerini bekleyeceğiz.''

Sandalyesinin arka ayakları üzerinde sallanan Atla ellerini başının arkasında birleştirdi. ''Niye şimdi saldırmıyoruz? Parçalamaya hazır bir ordu ve yeterince 'öfkeli' tanrılarımız var. Diğer tanrılarla iletişime geçmeden ve ordularını toplamadan saldırmak kazanmamızı kesinleştirecek.'' 

''Hayır. Eğer şimdi saldırırsak kaybedeceğiz. Zeus baş tanrı. Olimposdaki ordusunu ve tüm tanrıları dünyaya çağırması ve onların her ne yapıyor olsalar da baş tanrının emrine karşılık vermeleri sadece birkaç saniye sürecek. Böylece savaşı kaybedeceğiz.'' dedi Hekate.

''Peki bu durumda nasıl kazanacağız? Olimpos'a gittiklerinde kazanmamız daha da zor olacak!'' dedi Kirke. Hekate'nin soğuk kahkahası salondaki tüm havayı tüketti ve sıcaklığı düşürdü. 

''Benimde elbet bir planım var güzel kızım.'' dedi ve soğuk bakışlarını dikkatle onları dinleyen Epimetheus'a çevirdi. Epimetheus'un düşündüklerini anlamayacak kadar aptal değildi. Artemis'in bedenine yaptığı kara büyüyü bu kez kimse bilmeyecekti. Bir kez daha planının alt üst olmasına izin vermeyecekti. Rebekah'a yapacaklarını öğrenirse bu planı bozacak kişi Epimetheus'du. 

Artemis'in bedenine yaptığı kara büyü sayesinde Rebekah hangi bedenini seçerse seçsin uyanamayacaktı. Birleşim sırasında seçmediği bedeni yok olacaktı. Eski bedenini seçerse Hekate'nin işini kolaylaştırırdı. Fakat şuan ki bedenini seçerse diğer bedeni yok olurken kara büyü serbest kalacak ve genç kızın yeni bedenine geçecekti. 

Rebekah'nın tekrar uykuya dalması Zeus'u bu kez yıkacaktı. Zavallı Hera'yı düşünemiyordu bile. İşlerini zorlaştıracak tek kişi Ares'ti. O öfkeyle tüm orduyla tek başına çarpışacağına emindi. O savaş tanrısıydı. Asla durmazdı. Kazanana kadar ne olursa olsun duramıyordu. Hekate herkesten çok ondan korkuyordu. Bunu engelleyebilecek birisi varsa o da Ares'ti. Savaş sırasında onu alt edecek bir şey yapmalıydı.

Bakışlarını Epimetheus'dan çekerek Kirke'ye döndü. ''Orduyu hazırlayın. Hepiniz hazır bekleyin. Emrimle birlikte Olimpos'a saldıracağız ve dağın hakimiyetini ele geçireceğiz.'' 

...

Son kez nefes alan Parker, bedenini boşluktan aşağıya bıraktı. Bedeni havada süzülüyordu. Ancak yanlış yöne doğru süzülüyordu. Geriye değil aşağıya düşmesi gerekirdi!

Bedeni sertçe ağaca çarptı. Ağaç gövdesinden kırılarak düşerken Parker da onunla birlikte düştü.

''Seni aşağılık piç kurusu!'' diye bağırdı Caleb. Adeta kükrüyordu. 

Bedeninde hissettiği sızıyla yüzünü buruşturan Parker öksürerek dengesizce ayağa kalkmaya çalıştı. Ağlamaktan kızaran gözlerini Caleb'a ve yanında duran James'e çevirdi. Yaralı haldeki James zorlukla ayakta duruyordu. Gözlerinin kızarmasından ağladığı belli oluyordu. 

Caleb hırlayarak Parker'ın önüne geldi ve yumruğunu sertçe suratına geçirdi. Parker'ın bedeni bir kez daha geriye savrulurken, yanağındaki kemiğin çıtırtısı duyuldu. Genç adam tekrar doğrulmaya çalıştığında onu zorlukla taşıyan ayakları sendeledi. 

Caleb'ın mavi gözlerinden adeta öfke fışkırıyordu. Onu daha önce hiç bu kadar sinirli görmemişti. Caleb'ın böyle bağırdığını yada tepki verdiğini bile görmemişti. ''Göt herif! Aklın nerede senin! Nasıl kendini öldürmeye çalışırsın. Artık baba oldun Parker! Baba! Bizi düşünmedin ama onları da mı düşünmedin!'' diye bağırdı. Tekrar Parker'ın üzerine yürümek üzereydi ki James zorlukla yanına gelerek onu kolundan tuttu.

''Yeter Caleb! Ne yaptığının farkında değil.'' 

Öfkeyle soluyan Caleb dişlerini birbirine kenetledi. Jordan'ı kız kardeşi olarak kabul ettiği kadını kaybetmek onun için yeterince zordu. Ama ya Parker? Caleb onunla birlikte büyümüştü. Parker onun şapşal, akılsız kardeşi gibiydi. Onu kaybederse aklını kaçırabilirdi. Onu bu halde görmek istemiyordu. Çünkü tanıdığı beraber büyüdüğü Parker bu adam değildi. Güçsüz, ağlayan ve mutsuz. Parker böyle değildi. O her zaman gülerdi. Gözleri eğlence ve alayla sürekli parlardı. Caleb'la şakalaşır onu kızdırırdı. En ciddi zamanlarda bile her kesi güldürecek bir saçmalık yapardı. Parker böyle olmalıydı. Karşısındaki gibi değil. 

İnsan formuna dönüştüğü an James'i diğerlerinin yanından almış ve zorda olsa uyandırmıştı. Ona olanları anlattığında James'in ağlamamak için kendini zor tuttuğunu görmüştü. Parker'ı ararken gizlice onun ağladığını biliyordu. Çünkü Caleb da aynısını yapmıştı. 

''Sakin ol Parker. Mantıklı düşünemiyorsun.'' dedi James ve sağ ayağının üzerine zorlukla basarak Parker'a doğru bir adım attı. Jordan'ın öldüğünü hâlâ kabullenemiyordu. Bedeni ve zihni yeterince kendine gelmediği için gördüklerinin ve duyduklarının korkunç bir kabus olup olmadığı konusunda emin değildi.

Parker'ın dudakları gerçek olmayan bir gülümsemeyle kıvrıldı. Titreyen elini saçlarının arasından geçirdi ve ardından kafasını iki yana salladı. ''Mantık? Ben öldüm James anlamıyor musun öldüm! Eşim, deli gibi sevdiğim kadın öldü! Bende onunla birlikte öldüm artık düşünemiyorum, hissedemiyorum, kalbim artık atmıyor. Öldü ve beni de kendiyle birlikte öldürdü!'' diye bağırdı ve tekrar ağlamaya başladı.

James ve Caleb boğazlarında oluşan yumrudan dolayı yutkunamadı. Parker'ı böyle görmek onları mahvediyordu. Arkadaşları gözlerinin önünde günden güne tükenecekken onlar hiçbir şey yapamıyordu ve yapamayacaktı da. 

''Yaşayacaksın Parker.'' duydukları sesle birlikte James ve Caleb arkasını döndü. Rebekah ve Ares arkalarında duruyordu. Rebekah'nın ağlamaktan gözleri şişmişti. James onu daha önce bu kadar dağılmış görmemişti. Yaşadıkları onca şeye rağmen Rebekah her şeyin üstesinden gelmişti. Ancak şimdi yıkılmış ve dağılmış bir haldeydi. 

''Yaşayacaksın Parker!'' dedi. Ağlamaktan sesi titriyordu. Elleri iki yanında yumruk olmuştu. Zaten huzursuz olan uykusunda Parker'ın duasını duyduğu an uyanmıştı. Öfke ve endişeyle nasıl giyindiğini hatırlamıyordu bile. Açıklıkta belirdiği an ilk düşüncesi Parker'ı kendine gelene kadar dövmekti. Ancak söylediklerini duyunca tüm öfkesi yok oldu. 

''Reyna ve Owen için yaşamak zorundasın!'' dedi ve gözlerini kapatıp seslice yutkundu. Ona bakmaya dayanamıyordu. Sanki mavi gözlerden süzülen her bir damla yaş 'Jordan senin yüzünden öldü' diye haykırıyordu. Bu doğruydu. Jordan'ın ölmesinin sebebi benim diye düşündü. Bu düşünce zihnini ve kalbini zehir gibi yakarken yavaşça gözlerini açtı. ''İyi bir baba olacaksın Parker. Onlara beraber bakacağız. Hepimiz senin yanında olacağız.'' 

Parker hızla kafasını iki yana salladı. Kollarını iki yana açtı. ''Anlamıyorsunuz! Ben öldüm! Artık yaşamıyorum. Canım acıyor Rebekah. Sanki birisi sürekli kalbime bıçak saplıyor! Görmüyorum, duymuyorum hissetmiyorum! Reyna ve Owen'a bakacağımı mı sanıyorsunuz. Onların yanına yaklaştığımda alacağım kokudan nefret ediyorum. Ona benzeyecekler diye ikisinden de nefret ediyorum!'' diye bağırdı. Nefes nefese kalmış bir şekilde kolları iki yanına düştü. Gözlerindeki acı Rebekah'nın kalbini dağlıyordu.

''Gördün mü? İşte bu kadar kötü bir babayım ben. Kendi çocuklarımdan, hiçbir suçu olmayan masum bebeklerimden nefret ediyorum. Çünkü artık düşünemiyorum. Aklım, mantığım, ruhumum ve kalbim beni terk etti.''

Sessiz ormanda Parker'ın sesi yankılanıyordu. Etrafı büyük bir sessizlik kaplamıştı. Kimse ne diyeceğini bilmiyordu. Eşinin ölümüm ardından hıçkırarak ağlayan adamın çöküşünü izlemekten başka bir şey yapamıyorlardı. 

Parker, gözünden akan yaşı hırsla elinin tersiyle sildi. Daha fazla dayanamadı ve dizlerinin üzerine düştü. Omuzları ve bedeni sarsılıyordu. Tüm acısını ortaya serdiği bakışlarını Rebekah'a çevirdi ve yavaşça başını iki yana salladı. Titreyen dudaklarının arasından fısıltı halinde bir kelime döküldü. ''Yaşayamam.''

Genç kız dudağını ısırdı. Ağlamaması gerekiyordu. Fakat inatçı gözyaşları onu dinlemiyordu. Güçlü olması gerekirdi. Yavaş adımlarla Parker'ın yanına ilerledi ve tam karşısına geçip dizlerinin üzerine çöktü. Elleriyle yüzünü kavradı. 

''Yaşayacaksın Parker.'' dedi. Genç adam başını iki yana salladı. Sessiz gözyaşları yanaklarından süzülürken Rebekah tekrar ''Yaşayacaksın Parker. Yaşamak zorundasın.'' dedi.

''Sen bencil birisi değilsin Parker. Jordan'ın kaybı hepimiz için çok zor. Ama biz bir aileyiz unuttun mu? Birbirimizin sırtını kollarız. Destek oluruz. Her zaman olduk. Ölene kadar da olacağız. Yalnız olmayacaksın. Biz buradayız dostum.'' dedi James. 

''Reyna ve Owen sadece senin çocukların değil. Jordan'ın yokluğunu hiçbirimiz dolduramayız belki ama her adımlarında onların yanında olacağız. Biz aileyiz. Bu aileden bir kayıp daha vermeyeceğiz. Yalnız değilsin kardeşim.'' diye devam etti Caleb. 

Parker önce James'e sonra Caleb'a baktı. Gözlerini kapattı ve zehrini akıtırcasına ağlamaya devam etti. Rebekah onu kollarının arasına çekti. Parker başını omzuna yasladı ve hıçkırarak ağladı. Genç kız elini kıvırcık saçların arasına yerleştirdi ve yatıştırıcı dokunuşlarla okşadı. 

''Ne kadar harika bir aileye sahip olduğunu görmüyor musun? Hepimiz seninleyiz kıvırcık. Yalnız olmayacaksın. Jordan'ı geri getiremem. Sana verebileceğim tek şey hep yanında olmak.''

''Onlara bakamam Rebekah- 

Ares Parker'ın sözünü keserek araya girdi. ''Çünkü korkaksın. Zayıfsın. Beta olmaya layık bir kurt değilsin!'' dedi. Rebekah çatılı kaşlarla omzunun üzerinden Ares'e baktı. Parker başını yavaşça kaldırdı ve Ares'in ifadesiz yüzüne baktı.

''Gerçekten bu kadar zayıf mısın Parker? Eşini kaybettin. Bunun ne demek olduğunu biliyorum. Çünkü aynısını bende yaşadım.'' dedi ve bakışlarını Rebekah'a çevirdi. Rebekah o bakışlarda daha önce sadece bir kez gördüğü acıyı tekrar gördü. Ares yedi yüzyıllık çektiği acıyı ona ilk kez mağarada karşılaştıklarında göstermişti. O kapıyı açmış ve Rebekah'a yaşadıklarının ve hissettiklerinin sadece çok küçük bir kısmını göstermişti. Ve şimdi yine o kapıyı aralamıştı.

Savaş tanrısı bakışlarını Parker'a çevirdi. ''Aldığın nefes sana yetmiyor. Nefes almak için çabalıyor ama sonra bunun boşuna olduğunu düşünüyorsun. Çünkü senin ölüden farkın yok. Kalbin atmıyor. Ruhun bedeninden çekilmiş gibi hissediyorsun. İkimiz arasındaki fark şu Parker. Senin eşin öldü. Ancak benim eşim ölmemişti. Her gün umutla güne başlamanın günün sonunda ise umudunun parçalanışını yaşamayacaksın. Her lanet gün tekrar tekrar ölümünü yaşamayacaksın. 

Kadın gibi ağlamaktan vazgeç! Çocuklarına iyi bir baba olacaksın. Yaşayacaksın. Güçlü olacaksın. Alfana ve sürüne layık bir komutan olacaksın! Jordan'ın geri dönmesini istiyorsan bunları yapacaksın.'' 

Rebekah'ın gözleri kocaman açılırken Parker'ın seslice yutkunduğunu duydu. Caleb ve James ise şokla Ares'e bakıyordu. Genç kız aralarındaki bağı kullanarak 'Ares sen ne dediğinin farkında değilsin! Ne yapıyorsun?' dedi.

''Ö..ölüm ve doğum değiştirilemez.'' dedi Parker sorarcasına. Umut çoktan filizlenmeye başlamıştı. Heyecandan kekeleyerek konuşmuştu. 

Ares dakikalardır sessizce Parker'ın çöküşünü izlemişti. Genç adamın neler hissettiğini çok iyi biliyordu. Artemis'in uykuya dalmasının ardından o karanlık duygularla tam yedi yüzyıl savaşmıştı. Çoğu kurt bu durumun üstesinden geliyordu. Ama Parker'ıno kurtlardan olmadığını biliyordu. Savaş tanrısıydı. Her savaşı kimin kazanacağını başlamadan bilirdi. Parker'ın bu savaşı kazanamayacağını biliyordu. Şimdi olmasa bile bir başka zaman tekrar kendini öldürmeyi deneyecekti. Reyna ve Owen henüz çok küçüktü ama hızla büyüyeceklerdi. Babalarını bu halde görmemeleri gerekirdi. 
Rebekah'nın da artık eskisi gibi olmayacağını biliyordu. Jordan'ın ölümünden kendini sorumlu tuttuğu sürece asla eskisi gibi olamayacaktı. Bu Jordan'ın kendi tercihiydi. Ama Rebekah bunu asla kabul etmeyecekti. 

Yapmak istediği şey zordu ve diğerleri tarafından kabul edilmeyecekti. Ama Ares bunun için savaşacaktı. Ve sonunda kazanacağını çok iyi biliyordu. Bunu yapacaktı çünkü PArker'a baktıkça geçmişini hatırlıyordu. O karanlık günlerin peşini bırakmasını istiyordu. Bu ailenin birlikte olmasını istiyordu. Ve eşi için kendini feda eden cesur kadına bu hediyeyi vermek istiyordu.

''Bu doğru. Ölüm ve doğum asla değiştirilemez. Doğacak olanı engelleyemez ölen birini geri getiremezsin. Doğanın kurallarına aykırı. Ama bunu yapabilecek birini tanıyorum. Zor olacak ama Jordan'ı geri getireceğim.'' 

''Ares?'' dedi Rebekah. Nefes alış verişleri hızlanmıştı. Parker kolları arasında sıyrıldı ve sarsak adımlarla ayağa kalktı. ''Bu...bu doğ...ru mu?'' diye sordu tekrar kekeleyerek.

Ares alayla tek kaşını kaldırdı. ''Ben savaş tanrısıyım. Kazanamadığım hiçbir savaş, yenemediğim düşman yok. Yapamayacağım hiçbir şey de yok.''
Parker şaşkınca gülümsedi. ''Jordan geri gelecek.'' dedi fısıltıyla. James ve Caleb akılları karışmıştı sorarcasına Ares'e bakıyorlardı. Rebekah ayağa kalktı ve ıslak yüzünü kuruladı. Kaşlarını çatarak ''Ölümün geri döndürülemeyeceğini söyleyen sendin. Şimdi ne değişti?'' dedi.

''Ölüm geri döndürülemez. Asla değiştirilemeyen iki kuraldan biri. En azından herkes böyle olduğunu düşünüyor. Hera, Zeus'un çapkınlıklarından dolayı kaç bebeği henüz oluşmadan yok etti bir fikrin var mı? Doğum tanrıçası isterse bunu engelleyebilir. Ama bunu yapabildiği sadece tanrılar biliyor. İnsanlar ve diğer ırklar bunu bilmiyor. Bilseler dünyanın ne halde olacağını düşün. Ya ölüm? Ölen kişinin başka bir yolla geri geleceği bilinse o zaman dünyanın ne kadar karışacağını bir düşün.''

''Başka bir yol mu?'' dedi James. 

''Çok basit bir kural. Doğa verir sen bunu alırsan, yerine bir başkasını senin doğaya vermen gerek. Doğa alır sen verirsen onun yerinede bir başkasını doğaya vermen gerek.'' dedi. 

Yüzünü buruşturan Rebekah ''Hiçbir şey anlamadım!'' dedi.

Ares'in yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. ''Şöyle anlatmam gerekirse Zeus bir kadını hamile bıraktı. Hera bu hamileliği engelledi. Yani doğanın verdiğini aldı. Kural olarak aldığını geri vermek zorunda ama başka bir yolla. Kader dünyaya gelecek olan varlığı belirledi. Onu alığında tüm dünyanın kaderini değiştirmiş oluyorsun. Bu nedenle Hera aldığı her can için bir başkasının hamile kalmasını sağladı. Kimi zaman bir hayvanın, kimin zaman bir insanın.''

''Pekala.'' dedi genç kız kelimeyi yayarak. ''Annemin gerçekten ne kadar kıskanç ve cani olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.''

''Tam tersinde ne oluyor?'' dedi Parker heyecanla.

''Doğa bir can aldığından yani ölüm gerçekleştiğinde doğanın aldığını geri getirdiğin zaman onun yerine bir başkasını doğaya vermen gerek. Yani Ölümden Jordan'ı aldığımız zaman, ölüme bir başkasını vermemiz gerek.''

Ormanı büyük bir sessizlik kapladı. Duyulan tek şey rüzgarın uğultusuydu. Hepsinin akıllarında soru işaretleri belirmişti. Sessizliği bozan Rebekah oldu. ''Yani ölüler aslında geri gelebiliyor ama Hades bunu bilmesine rağmen Jordan'ı geri getireceğini bize söylemedi. Aynı şekilde sen ve diğer herkes!''

Ares nefesini bıraktı ve başını iki yana salladı. ''Anlamıyorsun Rebekah. Bu tanrıların ve doğanın kuralı. Bunu saklamamızın bir sebebi var! Herkesin bunu bildiğini düşünsene. Parker gibi onlarca kurt var. Herkes eşini ya da kaybettiği kişiyi geri getirmek için bir başkasını katledecek. Katledilen kişinin yakını onu geri getirmek için bir başkasını. Bu böyle devam edecek. Düzen olmayacaktı. Bu nedenle bu iki kural hep saklandı. Yapılamayacağı söylendi.''

''Neden saklandığını anlıyorum Ares ama bu kuralı Jordan için yok sayabilecekken neden söylemediğinizi anlamıyorum!'' dedi genç kız. En başından bunu söyleyebilirlerdi. Jordan öleli sadece birkaç saat olmuştu ama bu kadarı bile onlara çok fazla gelmişti. Bunu bilselerdi şimdi Jordan burada olurdu.

''Söylemedim çünkü bu kuralı istisnasız kimse için çiğnemeyeceğim!'' Hades'in öfkeli sesiyle tüm gözler ona çevrildi. Ölüm tanrısı her zaman ki gibi siyahlar içindeydi. Rüzgar, siyah saçlarını ve siyah pelerinini savuruyordu. Kara gözleri öfkeyle parlıyordu.

''Bunu nasıl yaparsın Ares! Benim görevimle ilgili söz vermenden bahsetmiyorum bile! Tanrıların arasındaki kuralı bozarak onlara gerçekleri anlattın!'' diye bağırdı. Birazdan yerden alevler çıkarak Hades'in etrafını sarsa Ares şaşırmayacaktı. Ölüm tanrısını ne kadar kızdırdığının farkındaydı. 

''Olan onca şeyden sonra bunu hak ediyorlar Hades. Bana eşimi geri getirdiler! Sana yeğenini geri getiren ve koruyanlara karşı böylemi davranıyorsun?'' 

''Yaptıklarından dolayı hepimiz onlara minnettarız ama bu kuralları bozacağım anlamına gelmiyor!'' 

''Jordan için bunu yapabiliriz Hades! Benim için hayatını feda etti. Çocuklarını ve eşini düşünmeden benim için yaptı bunu!'' dedi genç kız Ares'in yanına ilerleyerek.

''Bunu Jordan için yaptım sonra ne olacak Artemis! Diğer kurt kız Felicia Elysion'daki eşi Daniel'in geri dönmesini istemeyecek mi? Amazonlardan kardeşlerini kaybedenler onları geri istemeyecek mi? Bu kural burada olanların dışında başkaları tarafından duyulduğunda tüm dünya karışacak!''

''Kimseye söylemeyiz.'' dedi Parker çaresizce. 

''Buna gerçekten inanıyor musun? Sen söylemeyeceksin ama bir başkası bunu ağzından kaçıracak. Bu kural asla çiğnenmeyecek. Asla ve siz üçünüz bunu kimseye anlatmasanız iyi yoksa cehennem azabıyla bedenlerinizi ve ruhlarını kül ederim!'' Rebekah sıradan bir insan olsa çoktan korkudan düşüp bayılırdı. Hades'in daha önce bu kadar öfkelendiğini hatırlamıyordu. Ölüm tanrısı adeta alev püskürtüyordu.

''Kes şunu Hades!'' Ares'in bağırmasıyla birlikte gökyüzüne kara bulutlar toplanmaya başladı. ''Jordan geri dönecek. Sen istemesen bile Zeus bunu yaptıracak. Biraz düşün bakalım. Baş tanrı kızının geri döndüğünü öğrenince ve kızını bu kadar üzen şeyin ne olduğunu öğrenince ne olacak sanıyorsun? Jordan'ı geri getirmeyi o isteyecek. Kızı için kendini feda eden cesur kadına bunu yapacak kadar alçak gönüllü. Peki sen?''

Hades derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. ''Sorun Jordan değil. Bunu başkaları da duyarsa s-

Rebekah Hades'in sözlerini keserek araya girdi ve ona doğru bir adım attı. ''Kim duyacak Hades? Ben cevap vereyim kimse. Evet Amazonlardan ölen kadınlar oldu. Onlarda isteyecek bunu ancak Jordan'ın neden geri döndüğünü anlayacaklardır. Ben onlara emir verdiğim sürece kimseye bir şey söylemezler. Zeus aşkına! Onlar bu dünyadan haberdar bile değil. Bu surların ardına çıktığında gelişmiş dünyayı görünce yeterince kendilerini kaybedecekler. Burada olanların dışında kimse Jordan'ın öldüğünü bilmiyor. Ve Jordan geri gelirse kimse bunu bilmeyecek. Kimse.'' dedi. 

Hades kaşlarını çattı. Bakışları Parker'a çevrildi. Genç adamın ona yalvaran gözlerle baktığını görebiliyordu. ''Lütfen. Yalvarırım. Ne isterseniz yaparım.'' dedi. Genç bir adamın yalvarmasının ne kadar gurur kırıcı olduğunun farkındaydı. Karşısındaki adamsa gururunu umursamadan ona yalvarıyordu.

''Pekala. Yarın gün doğumuyla Jordan'ı geri getireceğim. Güneş batana kadar onun yerine kendini feda edecek birini bulmanız gerek. Bulacağınız kişi bu konuda istekli olmalı. Yoksa Jordan tekrar ölür. Öleni geri getirmek doğumu engellemekten daha zor. Ruh ve beden arasındaki bağ koptuğu için bunu yapmam zaman alacak.'' dedi. 

Parker'ın gözlerinden bu kez mutluluk gözyaşları dökülürken Caleb ve James şaşkınlıkla gülümsedi. Hızla arkadaşlarının yanına ilerleyerek birbirlerine sıkıca sarıldılar. Rebekah sevinçle yerinde zıpladı ve Hades'e sıkıca sarıldı.

Hades gülümseyerek genç kıza sarıldı. ''Eskiden de başımın belasıydın şimdide öylesin.'' dedi.

''Eee hem babamın kardeşisin hem de kardeşimle evlisin.'' Genç kız geri çekilerek Ares'in yanına ilerledi ve kollarını beline doladı. Ares gülümseyerek eğildi ve genç kızı alnından öptü. ''Seni tekrar gülümserken görmek her şeye bedel neraida koritsi.'' 

Genç kız aklına takılan düşünceyle kaşlarını çattı ve bakışlarını Hades'e çevirdi. ''Peki ben? Beni neden geri getiremedin?'' diye sordu. 

''Senin durumun farklıydı. Jordan'ın ruhu bedeninden ayrıldı. Onun gibi olanları geri getirebilirim. ama senin ruhun bedeninle bağını koparmadı. Sen ölmemiştin. Sadece uyuyordun.'' dedi Hades. Genç kız dudaklarını büzerek Ares'e sıkıca sarıldı. 

''Jordan'ın yanına gitmeliyim. Şimdiden başının ağrıdığına eminim.'' dedi Hades. 

''Neden?'' diye sordu Parker. Yüzünden gülümsemesi eksik olmuyordu. Tıpkı eski Parker gibiydi. Onu tekrar gülümserken görmek Rebekah'ı daha fazla mutlu edemezdi. 

''Onu Elysion'un en özel köşesine yerleştirdim. Oranın sahibi çok geveze biri. Gidip eşini kurtarsam iyi olur.'' Ardından Rebekah'a döndü. 
''Unutmayın onunla yer değiştirecek kişinin bunu istemesi gerek.'' dedi ve ışınlanarak ortadan kayboldu. Rebekah'nın yüzündeki gülümseme yavaş yavaş solmaya başladı. Onun yerine birini feda etmesi gerekiyordu. Mutluluktan gerçeği görememişti bile. 

Parker birden üzerilerine atlayınca şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı ve düşüncelerin arasından sıyrıldı. Parker Rebekah'ı aralarında sıkıştırarak sıkıca Ares'e sarıldı.

''Teşekkür ederim. Teşekkür ederim! Hayatım boyunca sürekli etrafında dolanıp tüm emirlerini yerine getireceğim. Senin sağ kolun olacağım!'' dedi. Duyduklarıyla Ares'in gözleri kocaman açıldı.

''Hayır! Asla. Kabul etmiyorum. Tamam bu kadar sarılma yeterli uzaklaş şimdi.'' dedi. Parker ayrılmak yerine Ares'e daha sıkı sarıldı. 

''Beni alın aranıza!'' diyerek James de geldi ve uzun kaslı kollarıyla hepsine birden sarıldı. 

''siktir git şuradan!'' dedi Ares homurdanarak. Bedeni Parker, James ve Rebekah tarafından sarılmıştı. Rebekah'nın ona sarılmasından rahatsız değildi. Aksine hep böyle sarılabilirdi. Ama diğer iki erkek!

Rebekah kahkahalarla homurdanan Ares'e gülerken James Caleb'ı kolundan çekti ve onu da kucaklaşmaya dahil etti.

''Tamam! Yeter siz üç piç kurusu bırakın artık beni!'' dedi Ares bir kez daha. 

''Huysuz savaş tanrısına sıkı bir kucaklaşma!'' diye bağırdı James ve kalın kollarıyla sıkıca hepsini sardı.

''Ahh kemiklerim.'' dedi Rebekah kahkahalarının arasından.

''Lanet olası kucaklaşmayı ilk kez seviyorum!'' dedi Caleb gülerek. Ares suratı sürekli asık gezen kurtadamın güldüğünü görünce tek kaşını kaldırdı. Dudakları gülümsemek için kıvrılıyordu ki James'in onları sıkıştırmaya çalışan kolları yüzünden tekrar kaşlarını çattı.

''Babanız değilim sizi! Bırakın artık bedeni mi!'' dedi. 

Genç kız başını kaldırarak Ares'e baktı. Savaş tanrısı da aynı anda bakışlarını ona çevirdi. Kaşları çatık olsa da gözlerinin güldüğünü görebiliyordu. İstese sadece bir saniyede onların tutuşundan kurtulabilirdi. Ama bunu bilerek yapmıyordu. Ares genç kıza göz kırpınca Rebekah'nın gülümsemesi genişledi. 

''Dört erkeğin neden benim kızımı sıkıştırdığını sorabilir miyim?'' duydukları sesle herkesin başı, açıklıkta duran Zeus'a çevrildi. 

Rebekah'nın yüzündeki gülümseme yavaşça soldu. Seslice yutkundu. Daha fazla ağlarsa gözlerini yuvalarından oyacaktı. Ağlamayı hiçbir zaman sevmemişti. Ama yeni dünyayı keşfettiği günden beri sürekli ağlar olmuştu. Ruhu adeta çığlık atıyordu. Yedi yüzyılın ardından babasını görmenin verdiği huzurla bedeni gevşemişti.

''Merhaba baba.''

...

Zeus ve Rebekah'ı yalnız bırakmak için herkes oradan ayrıldı. Ares, Parker'ı kolundan tutarak çocuklarının yanına sürüklerken, Caleb hâlâ dinlenmesi gereken James'i odasına götürdü. Biraz yalnız ve sessizlik için ormana gitmek istiyordu. Şatonun uzun merdivenlerinden inerken hayatını değiştiren o kokuyu duydu. Basamakta durdu ve gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı.

Yönünü değiştirerek Jasmine'e doğru ilerledi. Helena'yı kurtarmaya gittiklerinden beri onunla konuşamamıştı. İtiraf etmek istemese de onu ve koca çenesini özlemişti. Ona bir şey olacak endişesi Caleb'ı adeta tüketmişti. Jordan'ın ölümünün ardından yıkılmıştı şimdi ise farklı duygularla savaşıyor. Aynı günde bu kadar fazla farklı duyguyu hissetmek onu yormuştu. 

Zihninde dolanıp duran zehirli düşünce onu yavaş yavaş tüketiyordu. Ya Jasmine'e bir şey olursa. Caleb avluda duran genç kızı görünce durdu. Jass'in arkası ona dönüktü. Kollarını göğsünde birleştirmişti ve gözlerini kapatmıştı. Saçları rüzgarın etkisiyle dalgalanıyordu. 

Caleb'ı hissetmiş gibi gözlerini açtı ve yavaşça ona döndü. Caleb onun ağlamaktan kızarmış gözlerini görünce ayakları emir vermeden hızla ona doğru ilerlemeye başlamıştı bile. Genç kızın yanına yaklaştığında ellerini yüzünün iki yanına yerleştirip dudaklarını onun yumuşak ve sıcak dudaklarıyla birleştirdi. 

Genç kızın dudaklarını açlık ve tutkuyla öperken ellerini önce boynuna sonrada beline doğru indirdi be onu kendine çekerek sıkıca sarıldı. Dudakları ayrıldığında ikisi de nefes nefese kalmıştı. Caleb genç kızın yanağından süzülen göz yaşını baş parmağıyla sildi.

''Bundan sonra yanımdan ayrılmana izin vermeyeceğim baş belası. Seni kaybetmeye dayanamam.'' dedi. Jasmine'in dudakları hüzünlü bir gülümsemeyle kıvrıldı. 

''Asıl ben seni yanımdan ayırmam suratsız şey! Çeneme katlanmak zorundasın. Bunu başarabilecek kadar güçlü müsün?'' dedi. Caleb gülümseyerek başını iki yana salladı. Eğilerek genç kızın dudaklarını tekrar öptü. 

''Birlikte ne kadar güçlü olduğumu göreceğiz.'' dedi. Jasmine gülümserken başını eğdi ve boynunu yavaşça öptü. Dudaklar pürüzsüz boynunda gezerken, genç kızın elini tuttu. Baş parmağıyla bileğini okşarken Jasmine'in acıyla irkildiğini hissetti. Kaşlarını çatarak geri çekildi.

''Ne oldu?'' diye sordu. Jasmine başını hızla iki yana sallayarak ''Hiçbir şey.'' dedi. Bileğini kendine çekerek hırkasının kolunu parmaklarına kadar çekti. Kaşları neredeyse birbiriyle birleşen Caleb öne adım atarak Jasmine'in bileğini tuttu.

''Caleb yok bir şey. Ne yapıyorsun?'' Jasmine geri çekilmeye çalıştı ancak Caleb durmadı. Genç kızın bileğini kendine çekti ve hırkasını yavaşça sıyırdı. Gözleri önce beleğindeki kesiği fark etti. Enine ince yara büyük değildi ama derinden kesilmişti. Bakışları sonra iki üstte iki altta duran diş izlerini gördü.

Tek kaşını kaldırarak soran gözlerle Jasmine'e döndü. ''Be..ben açıklayabilirim düşündüğün gibi de...değil. Bizi oraya kapatmıştınız ve Hidra geliyordu. Bi...bizim ç..çıkmamız gerekiyordu. B..Bende onu uy..uyandırdım.'' dedi Jasmine kekeleyerek. 
Caleb'ın gözleri öfkeyle kısıldı. Dilini dışarı çıkararak alt dudağını yaladı. Ardından çenesini havaya kaldırarak havayı kokladı. Vampirin tiksinç kokusunu aldığında başı yavaşça arkaya döndü ve avluda gerinen Maxwell'i gördü.

Vampir sanki sıradan bir günmüş gibi bedenini geriyordu. Caleb Jasmine'in bileğini bıraktı ve Maxwell'e doğru döndü.

''Caleb! Bekle!'' diye bağırdı Jasmine ama Caleb durmadı. Hızlı ve öfkeli adımlarla Maxwell'e doğru ilerledi. Omzunun üzerinden bakan Maxwell Caleb'ın ona doğru geldiğini gözünce dudaklarını büzdü.

''Her şey yolunda mı?'' diye sordu. Maxwell'in tam önünde duran Caleb ''Hiç bu kadar yolunda olmamıştı.'' dedi ve yumruğunu Maxwell'in yüzüne savurdu. Maxwell'in bedeni yere düşerken Caleb hırlayarak onu gömleğinin yakalarından yakaladı ve havaya kaldırdı.

''İçtiğin kanı kusma vakti piç herif!'' dedi kısık ve tehditkar sesiyle. Gözleri sarıya dönmüştü. Jasmine Caleb'ı durduramayacağını biliyordu. Yardım aramak için etrafına baktı ama sonra kaşlarını çatarak Maxwell'e baktı. O herif vampirdi. Rusya'ya geldiğinde ona saldırmışlardı. Ve Maxwell onu metrelerce yüksekten aşağıya atlayarak korkutmuştu. Ayrıca lanet olsun Caleb beni kıskanıyor diye düşündü. Yüzünde şeytani bir gülümseme oluştu.

''Beni ısırdı Caleb! Derimi yüzdü sonrada metrelerce yükseklikten aşağıya attı.'' 
Maxwell'in kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. ''Seni yalancı küçük fahi-

''Caleb hırlayarak Maxwell'in üzerine atıldığında Jasmine yaşadıkları korkunç güne rağmen gülümsüyordu.

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin