BÖLÜM 39

38.7K 2.2K 115
                                    

NOT; Medya Parker 

...ÖLÜM...

Ares çırpınıyordu. öldürüyor, saldırıyordu. Ancak ona ulaşamıyordu. Rebekah adım adım ölüme giderken ona ulaşamıyordu. Vampirlerin hepsi bu anı bekliyormuşçasına ona saldırıyordu. On, on beş, yirmi... Etrafında bedeninin üzerinde tenine dişlerini geçirmiş açlıkla tanrı kanını emen yaratıklardan kurtulamıyordu. Her şey film sahnesinden ibaret gibiydi. Bir sonraki sahnede Rebekah ve Parker'ın acı haykırışını duydu. Jordan'ın kopan kafası yere düşüp, insanı ürperten bir ses çıkarırken Ares mücadele etmeye devam etti. Yaratıkların sayısı her saniye daha da artıyordu ve gücü tükenmek üzereydi. 

Hidra, bu kez Rebekah'a saldırmaya hazırlanırken Ares korkuyla soluksuz kaldı. Hayatında hiçbir şeyden korkmamışken, konu Rebekah olduğunda hiç olmadığı kadar korkuyordu. Işınlanmaya çalıştı ancak üzerindeki yaratıklardan dolayı gücünü toplayamıyordu. Bağırarak Rebekah'a kaçmasını söyledi. Ancak dizlerinin üzerine düşmüş, kıpırtısızca duran genç kız onu duymuyordu bile. Haykırarak tekrar ışınlanmayı denedi. Tam da o esnada gökyüzündeki bulutlar kabardı ve kulakları çınlatan şimşek çaktı. Gökyüzünden, Rebekah'nın tam önüne ışık huzmesi düşerken ışın altında bir beden belirdi.

Işık soluklaşıp yok olurken heybetli beden, elini göğe kaldırdı ve gökyüzü ona itaat etti. 

Kaşlarını çatan Ares , şaşkınlıkla ''Zeus?'' diye fısıldadı. Birisi ona dua mı etmişti? Zeus burada olanlardan nasıl haberdar olabilirdi? Zeus'a kim dua ederse, baş tanrının bunu duymazdan geleceğini biliyordu. 

Gökyüzü korkunç bir gürültüyle gürlerken, Zeus'un elinde şimşek belirdi. Şimşeği, dönerek Hidra'ya yöneltti. Yaratık geriye savrulup yere düşerken, Zeus'un söylediği sözlerle kendinden geçerek uykuya daldı. Çatılı kaşlarla etrafına baktı. Gözleri Ares'le karşılaşınca tek kaşını kaldırdı ve sorgularcasına baktı. Ardından avucunu gökyüzüne kaldırarak parmaklarını açtı. Ormanın çeşitli yerlerinde beliren şimşekler tek tek bütün vampirleri küle çevirdi.

Ares, çevresindeki yaratıkların yok olmasıyla kılıcını yere bıraktı. Nefes nefese kalmıştı. Bakışlarını Zeus'tan ayıramıyordu. Çok uzun zamandır birbirlerini görmemişlerdi. Tanrılar yaşlanmıyordu. Büyük tanrılardan bazıları kendilerini büyüyle yaşlandırıyordu. Zeus'ta onlardan biriydi. Her zaman diğer tanrılardan biraz daha yaşlı olan görüntüsüyle bilinirdi. Dışarıdan bakıldığında kırklı yaşlarında bir insan gibi görünüyordu. Aradan geçen yıllardan sonra Zeus, gerçekten yaşlanmıştı. Her zaman kusursuz olan görüntüsü değişmemişti. Gece kadar siyah olan gür saçlarının üzerinde altın yapraklar şeklinde yuvarlak tacı, sırtında uçuşan beyaz, kenarları altın işlemeli pelerini, beyaz eteği, ve çıplak göğsünde çapraz deri kayışa asılı duran sürekli çatırdayarak, vızıldayan şimşeğiyle etrafına tüyleri ürperten bir güç yayıyordu. 

Gür kaşları çatılmıştı ve olan biteni açıklamasını istercesine Ares'e bakıyordu. Keskin mavi gözlerinde her zaman olduğu gibi adeta şimşekler çakıyordu. Zeus'un gür sakalını gören Ares tek kaşını kaldırdı. Onu ilk kez böyle görüyordu. 

Rebekah ve Apollon ikiz olmalarına rağmen birbirlerinden görünüş olarak çok farklılardı. Apollon tıpkı annesi Hera gibiyken, Rebekah yani Artemis Zeus'un birebir kopyasıydı. Şimdiki bedeniyle Zeus'a hiç benzemese de önceki bedeniyle Zeus'a çok benziyordu. 

Ares'in bakışları Rebekah'a çevrilince Zeus da onu takip ederek arkasında dizleri üzerinde duran kıza baktı. Ona dua eden insan buydu. Sorgularcasına gözlerinden bir biri ardına sessiz gözyaşları dökülen kıza baktı. Kızdan aldığı güç ve hissettiği farklı duygular alnını kırıştırdı. 

Bu kız dua ederken, 'Benim Mikrı Gazela' demişti. Zeus her şeyden çok sevdiği kızı Artemis'e bu ismi takmıştı. Çünkü gözleri aynı ceylanların gözleri gibiydi. Büyük, zarif, çekik ve uzun kirpikli... 

Küçükken ona hep 'Mikrı Gazela' derdi. Ancak zamanla savaşçı, inatçı prensesi büyümüş ve ona bu şekilde seslendiğinde güzel yüzünü buruşturarak 'Artık ben küçük değilim. Başkalarının yanında bana böyle seslenmen itibarımı zedeliyor' demişti. O günden sonra Zeus sadece kızıyla eğlenmek için ona bu şekilde seslenir olmuştu. Onu kızdırmak istediği zaman Mikrı Gazela' diye seslenir ve Artemis'in dudaklarını büzerek ona kızgınca bakmasını kahkahalarla gülerek izlerdi. 

Eski günleri ve kızını hatırlamanın hüznüyle gözlerini kapattı ve kendine birkaç saniye tanıdı. Tüm çocukları arasında Artemis ve Apollon'un yeri onun için çok ayrıydı. Özelliklede biricik kızı Artemis... Belki de onu bu kadar çok sevmesinin asıl sebebi dış görünüş olarak kendisine, ancak huy ve davranışlar olarak sevgili eşi Hera'ya benzemesiydi. Hera gibi inatçı ve kıskançtı. Sert bir yapısı vardı. Hera gibi intikam almayı seviyordu. Zeus, Hera'nın bu huyundan o kadar çok nefret ediyordu ki Ares'i kızı konusunda uyarmıştı. Zeus yüzyıllar süren uzun yaşamı boyunca Hera'nın kıskançlık krizleri nedeniyle dönüşmediği hayvan, yemediği lanet kalmamıştı. 

Gözlerini açarak ona baktı. Ares genç kızı ağaya kaldırdı. Onu yerde ölü halde yatan kadının yanına götürdü. Sessizce genç kızı izledi Zeus. Ondan hissettiği gücü anlamlandırmaya çalıştı. Simsiyah saçları tıpkı Artemis gibiydi. Büyük, masmavi gözleri, kırmızı dudakları ve minik burnu da tıpkı kızının ki gibiydi. Artemis her tanrının olduğu gibi uzun boyluydu. Bu kız ise minyondu. Ares'in omzuna bile ancak geliyordu. Bir tanrıça olacak kadar güzeldi. Ama çok üzgündü.

Başını yana eğen Zeus sessizce izlemeye devam etti. Gözlerini o kızdan ayıramıyordu. Kızdaki farklılığı görebiliyordu. Onun bedeninden kendi kalbine akan sıcaklığı hissedebiliyordu.Yavaşça elini kaldırarak hızla yağan yağmuru yavaşlattı. Başını yana eğdi. Artemis'e hem bu kadar benzeyip hem de bir o kadar farklı olması garipti. Dişlerini sıkarak etrafında ki vahşet alanına baktı. Dünyadan çok uzun zamandır uzak kalmıştı. Burada yaşanan savaşın sebebi neydi? Hidra nasıl, ve niçin uyandırılmıştı? Ares neden bu kızla bu kadar ilgileniyordu? Hiçbir şey bilmiyordu ve bugüne kadar, o kız ona dua edene kadar hiçbirini umursamamıştı. Ama artık bilmek istiyordu. 

...

Sessizlik... 

Rebekah ilk kez sessizlikten bu kadar çok nefret ediyordu. Zaman kavramı onun için artık yoktu. Nerede olduğunun farkında değildi. En son hatırladığı şey bebekleri Athena ve Eos'un kollarına verdiğiydi. Sonrasında buraya nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Ormanın derinliklerinde kör adımlarla sadece yürümüştü. Ne kadar yürüdü? Nereye gitti? Bu soruların cevabını bilmiyordu. 

Bedeninde çok fazla yara vardı. Acı çekiyordu. Attığı her adımda bacakları ve yanan ayakları adeta çığlık atıyordu. Kafasındaki geniş yara, ortaya çıkan güçlerinin yardımıyla kapanmaya çalışıyordu. Başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Sırtında ve kaburgalarında birden fazla yerde kemikleri sızlıyordu. Sonunda ayakları artık onu taşıyamadı ve dizlerinin üzerine düştü. Boş gözlerle öylece ileriye baktı. 
Bakıyor ama görmüyordu. Duyuyor ama algılayamıyordu. Ve hissedemiyordu. 

Jordan onun için hayatını vermişti. Çocuklarını ve eşini hiç düşünmeden Rebekah için kendini feda etmişti. Rebekah bunun altından kalkamazdı. Kendini hiç bu kadar yorgun hissetmemişti. Hissettiği acı çok büyüktü. Acı fiziksel bile değildi. Ama oradaydı. Tam kalbinin ortasında büyük bir kara delik gibiydi ve Rebekah'nın tüm mutluluğunu, huzurunu sevincini içine çekerek yok ediyordu. 

‘Tanrıça Artemis, sana sesleniyorum. Bebeklerimi koru. Onları ve eşimi koru. Onları ne kadar çok sevdiğimi söylemeyi unutma. Ve asla benim için üzülme. Senin uğruna ölümle yüzleşmek kadar gurur verici bir şey olamaz. Beni duy ve dua mı kabul et. ’

Jordan'ın son sözleri, Rebekah'nın zihninde tekrarlanıyordu. Sesi genç kızın zihninde yankılanıyor ve asla susmuyordu. Bedenini geriye bırakan Rebekah, sertçe oturdu ve dizlerini kendine çekerek kollarını sıkıca etrafına doladı. Bedeni öne, arkaya yavaşça sallanırken göz yaşları sessizce akmaya devam ediyordu. 

Korkuyordu. Gerçeği kabullenmekten korkuyordu. Jordan'ın öldüğünü kabullenemezdi. O hâlâ yaşıyordu. Rebekah sadece kötü bir kabus görmüştü ve uyanacaktı. Jordan'ı orada yanında olacaktı. Şişkin karnını okşayarak sürekli tuvalete gitmekten yakınacaktı. Parker ise onun hemen arkasında olacak ve her zamanki gibi eşine sarılacaktı. Jordan'ın karnını okşayacaktı...

Onsuz nasıl yaşayacaktı? Jordan olmadan nasıl devam edebilecekti? Onu ardında bırakmasının imkanı yoktu. Kalede gözlerini ilk açtığında gördüğü yüz onun sevimli yüzüydü. Her zaman onun yanında olmuştu. Rebekah'nın gerçekleri algılamasına yardım etmiş, en zor anlarında sadece elini tutarak destek olmuştu. Hep oradaydı. Rebekah'nın tam yanında. Şimdi ise genç kız başını çevirip baktığında koca bir boşluk görüyordu. Artık yoktu...

Gerçek o kadar soğuktu ki genç kız titriyordu. Bedenini ısıtamıyordu. Birlikte daha çok zaman geçirmeliydiler. Önlerinde uzun bir hayat olmalıydı. Reyna ve Owen'ı büyütmesinde ona yardımcı olacaktı. Parker'ın yaptığı sapıkça şakalara beraber gülecek ve kızacaklardı.

‘Ve asla benim için üzülme. Senin uğruna ölümle yüzleşmek kadar gurur verici bir şey olamaz. Beni duy ve dua mı kabul et. ’

Jordan'ın sesi zihnide yankılanmaya devam ederken, ellerini kulaklarına kapattı gözlerini yumdu. Bedeni hâlâ öne arkaya sallanıyordu. Jordan bedenen artık burada olmayabilirdi. ama ruhu Elysion da, Hades'in yer altı dünyasındaydı ve sonsuza kadar orada kalacaktı. Bir parçası ise hep burada Rebekah'la birlikte olacaktı. Tam kalbinde. Kara deliğin ortasında olacaktı. Asla onu terk etmeyecekti.

Bu acının üstesinden gelemezdi. Altından kalkamayacağı kadar büyüktü. Sevdiği herkes kalbinde bir parçaya sahipti. Jordan'a ait olan acımasızca koparılıp alınmıştı ondan ve şimdi kalbi kanıyordu. Bu yara asla kapanmayacaktı. Ne kadar zaman geçse de o yara her zaman kanayacaktı. Zaman bazı şeylerin üzerinden gelebilirdi. Ama her şeyin değil...

Yağmur sessizce yağmaya devam ediyordu. Genç kız ellerini kulaklarından çekti. Güçsüz kalan kolları iki yanına düşerken başını gökyüzüne kaldırdı ve gözlerini yumdu. Yağmur damlaları yüzündeki ve bedenindeki kirleri yavaşça temizlerken, ruhundaki ve kalbindeki acıyı da temizlemesini diledi.

Gözlerini açtı. Güneş tepedeydi ancak kara bulutlar onun yeri ve Rebekah'ı ısıtmasını engelliyordu. Elini yavaşça kaldırdı ve güneşe doğru uzattı. Eli görüş açısına girince tırnaklarının arasındaki ve elindeki kurumuş kanı gördü. Jordan'ın kanını... Titrek bir nefes aldı. Sıkılı dişlerinin arasından solurken ellerini birbirine sertçe sürttü ve kanı temizlemeye çalıştı. Üzerindeki kıyafetler kolları yüzü her yeri Jordan'ın kanına bulanmıştı. Derisini kazırcasına tüm bedenini yağan yağmurun altında temizlemeğe çalıştı. Tırnakları derisini yüzüyor, kanatıyordu ama hissetmiyordu. Ardından daha fazla dayanamadı ve ellerini nemli toprağa geçirerek tüm gücüyle, boğazı yırtılırcasına haykırdı. Bedeni hıçkırıklarından dolayı sarsılıyordu. Uzun bir süre boğunca bağırarak ağladı. Bedeni daha fazla dayanmayınca ıslak toprağın üzerine yattı ve cenin pozisyonu aldı. Yağmurun yatıştırıcı dokunuşlarıyla karanlığın kollarına bıraktı kendini.

Saatlerdir Rebekah'ı izleyen Ares, genç kızı bedeninin yere yığıldığını görünce onun yanına ilerledi. Ona zaman tanıması gerekiyordu. Acısıyla baş başa bırakmak zorundaydı. Rebekah'nın bu durumda gözünün kimseyi görmeyeceğini biliyordu. Öyle ki Zeus'u babasını bile görmemişti. Rebekah'ı kolları arasına aldı. Gücünün son kırıntılarını kullanarak kendini mağaraya ışınladı. Sessiz adımlarla mağaranın derinliklerine doğru ilerledi. 

Sıcak kaplıcalara kucağında Rebekah'la beraber girdi. Genç kızı yavaşça oyuğun üzerine yatırdı ve üzerindekileri tek tek çıkarttı. Bedenindeki kanı nazikçe temizlerken Rebekah gözlerini açtı. Gözyaşları birikmiş, acı çeken bakışlarıyla karşılana Ares, seslice yutkundu ve öfkeyle dişlerini birbirine kenetledi. Jordan için bir şey yapabilseydi! Bunu hem Rebekah için istiyordu, hem de Jordan'ın ardında bıraktığı yıkılmış Parker için.

Rebekah başını yan çevirerek sessizce ağlamaya devam etti. Ares, genç kızın çıplak bedenindeki tüm kanı temizledi. Gücü tükenmiş olsa da gözlerini kapattı ve Rebekah' iyileştirdi. ruhen yeterince acı çekiyordu. Ares onu durduramıyordu ama fiziksel acısını yok edebilirdi. Rebekah rahatlamanın etkisiyle titrekçe iç çekti. Rebekah oyuğun üzerinde sessiz gözyaşları dökerken dalgınca şelaleye bakıyordu. Ares kendi kıyafetlerini çıkarttı ve bedenini hızlıca kanlardan arındırdı. Rebekah'nın bedenini oyuğun yanında duran kürke sardı ve sudan çıktı. 

Genç kız başını Ares'in boynuna gömdü ve gözlerini yumdu. Genç kıza sıkıca sarılan Ares yatak odasına ilerlerken eğilerek Rebekah'ı şakağından öptü. Adım atmakta zorlanıyordu. Bedeni her an yığılabilirdi. Ama görevini yerine getirene kadar asla pes edemezdi. Zoraki adımlarla yatak odasının yolunu buldu ve genç kızı örtülerin altına yatırdı. Rebekah yatakta cenin pozisyonu aldı ve kürke sıkıca sarındı. Ares, arkasına uzanarak genç kızın bedenini gövdesine yasladı ve sarıldı. Onun için bir şeyler yapmayı istiyordu. Acı çekmesine, gözlerindeki o acı bakışa dayanamıyordu. Ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ölülerin efendisi Hades dahi, doğanın asla değiştirilemez iki kuralından biri olan ölümü değiştiremezdi. Doğum ve ölüm hiçbir müdahale ile değiştirilemezdi. 

Ölümün soğukluğuna ve sessizliğine alışmak zordu. Bunu aşmak zordu. Ama geride kalanların yapması gereken tek şey burdu. 

...

Rebekah'nın gidişinin ardından kucağındaki bebekle kalan Athena etrafına baktı. Ares Rebekah'nın ardından gidiyordu. Zeus ise onların arkasında çatılı kaşlarla bakıyordu. Birkaç saniye içinde ona olanlar anlatılmazsa baş tanrının artık sabrının tükeneceğini biliyordu. Herkes büyük bir sessizliğe bürünmüştü. Birinin onları harekete geçirmesi gerekiyordu. Ares olmadığına göre bu iş Athena'ya kalmıştı. 

Gözleri kucağında Helena'yı tutan Vincent'a çevrildi. Vampir Maxwell onun ve yaralı haldeki Trent'in hemen arkasında duruyordu. Vampiri savaşçılardan korumak için arkalarında tutuyorlardı. Amazonlardan bazıları bu görüntü karşısında öfkelenmişlerdi ve kafalarında soru işaretleri oluşmuştu. Her an saldırıya hazır bir şekilde bekliyorlardı.

Kucağındaki bebeği sakinleştirmek için yavaşça sallayan Athena büyük avluyu gözleriyle taradı ve Anna ile karşılaşınca ''Savaşçıları arka avluya götür. Yorgunsunuz. Dinlenin toparlanın ihtiyaçlarını giderin ve kaybettiğiniz kız kardeşlerini için yasınızı tutun.'' dedi. 
Helena'ya doğru gitmek üzere olan Anna olduğu yerde kaldı. Tanrıçasının emrini yerine getirmek zorundaydı. Helena'nın Vincent'ın yanında güvende olduğunu biliyordu. Athena'ya dönerek başını salladı ve savaşçılarına emir verdi. 

Amazon savaşçıları avludan yavaşça çekilirken Athena dizlerinin üzerine çökmüş hıçkırarak ağlayan Jasmine'i gördü. İnsan kadının, Jordan'ı tanıyalı çok kısa biz zamanda olsa aralarında oluşan dostluğu herkes biliyordu. Acısı ve yas tutması için zaman ihtiyacı vardı. Ama bugün değil. Athena, Caroline'a dönerek ''Jasmine ile birlikte Reyna ve Owen'ı alın. Üzerilerini değiştirin ve onları besleyin.'' dedi. Caroline başını sallayarak Athena'nın elindeki minik bebeği alırken zeka tanrıçası bakışlarını Jasmine'e çevirdi. ''Yasını tutacaksın ama şimdi değil. Bebeklerin size ihtiyacı var.'' dedi. 

Başını sallayan Jasmine elinin tersiyle yüzündeki yaşları sildi ve Eos'un kolları arasındaki Reyna'yı almak için ilerledi. 

Lucien ve James ıslak toprağın üzerinde baygın halde yatıyordu. Felicia ve Trent yaralıydı. Vincent'a bakarak kurtadamları işaret etti ve sürüsüne emir vermesini istedi. Belli belirsiz başını sallayan Vincent, Felicia ve Trent'e dönerek ''Lucien ve James'i içeriye götürün.''
Trent, omzunun üzerinden hâlâ kıpırdamamış olan Parker'a baktı. ''Peki Parker? '' diye sordu.

İç çeken Vincent askerine baktı. Yıkılmış görüntüsü içini acıtıyordu. Ama şu durumda hiç kimsenin yada hiçbir şeyin ona yardım edemeyeceğini biliyordu. ''Parker'ın yalnız kalmaya ihtiyacı var. Caleb onunla birlikte olacaktı. Siz Lucien ve James'i götürün.'' dedi. Felicia, Trent baygın haldeki kurtadamları alarak içeriye girdi. 

Helena'yı yatırmak için şatoya yönelen Vincent Maxwell'in boğazını temizlemesiyle durdu ve tek kaşını kaldırarak omzunun üzerinden ona baktı. Maxwell emir beklercesine kaşlarını kaldırmış duruyordu. Gözlerini deviren Vincent küfür mırıldandı ve ''Ne duruyorsun! Git Felicia ve Trent'e yardım et. '' dedi. Aldığı emirle onların arasına kabul edildiğini anlayan Maxwell şaşkınlıkla gülümsedi. Ardından kendini toplayarak başını salladı ve James'i zorlukla omzunda taşımaya çalışan Felicia'nın yanına ilerledi.

Hades, ona yaslanarak zorlukla yürüyen Apollon'la birlikte Zeus'un yanına ilerledi. Başını eğerek kardeşini selamladı. ''Kardeşim.'' 

Kaşları çatılarak alnı kırışan Zeus etrafındaki tanrılara baktı. Kardeşi Hades, Klotho, Athena, çocukları Eos ve Apollon. 

Şimşekler çıkan bakışlarını Hades'e çevirerek ''Bir açıklama bekliyorum!'' dedi sesini yükselterek. 

''Sakin ol şimşekli adam! Başım ağrıyor zaten bağırmanı kaldıramam.'' dedi Apollon yarım gülüşle. Apollon'un arkasına şimşek düşerken küfür savurdu ve sıçradı. ''Açıklama bekliyorum oğlum!'' 

Apollon homurdanarak babasına doğru ilerledi ve sağ kolunu babasının omzuna atarak ağırlığını ona verdi. ''Önce beni içeri taşıman gerek babacık. Çünkü bu velet hem yorgun hem de ilgi istiyor.'' tek kaşını kaldırım yan gözle oğluna bakan Zeus uzun zamandır yapmadığı bir şey yapıp gülümsedi. 

''Hiç değişmeyeceksin değil mi velet?'' Gülümsemesi genişleyen Apollon etraflarında toplanan ailesine baktı. Tüm yorgunluk ve acılarına rağmen onlarında gülümsediğini görünce ''Bu asla olmayacak moruk. Ben değişmem.'' dedi. Sonra bedeni yorgunlukla sızlayınca yüzünü buruşturdu. 

''Ciddiyim şimdi biri beni içeriye taşısın ve bayılmadan önce her şeyi anlatayım!'' 

Zeus oğluyla birlikte ışınlanırken Athena ve Eos onların ardından gitti. 

Klotho bakışlarını eşinin bedeninin yanında duran Parker'a çevirdi. Ancak genç kurtadamın orada olmadığını gördü. Etrafında dönerek onu aradı ancak Parker'dan hiçbir iz yoktu. Birkaç saniye içinde oradayken şimdi yoktu. 

''Yalnız kalmaya ihtiyacı var. Kurtlar için en zor durumlardan biri bu.'' dedi Vincent. Sesi daha önce yaşadıklarını hatırlamanın etkisiyle kalın çıkmıştı. Başını sallayan Klotho iç çekerek Hades'e döndü. 

''Ölüler için- Hades kızıl kahinin sözünü keserek ''Cenaze töreni için her şeyi hazır hâle getireceğim. Buradan gitmem gerek. Ruhları Elysion'da beni bekliyor.'' dedi.

''Zeus konusunda endişelenme. Biz onun üstesinden geliriz dedi Klotho ve bakışlarını alfaya çevirdi. ''Helena'yı yatır ve sende aramıza katıl. Zeus gerçekleri öğrenirken sende bizimle olmalısın. Nasılsa artık ikinizin da büyük bir ortak noktası var. İkinizde aynı kızın babasısınız.'' dedi ve ışınlandı. 

Tek kaşını kaldıran Vincent, bir süre Klotho'nun arkasından baktı. Zihninde kaçınılmaz gerçek sürekli tekrarlanırken, tuttuğu nefesi bıraktı ve omuzları çöktü. Bakışlarını kolları arasında uyuyan eşine çevirdi.

''Kızımıza geç kavuştuk ve şimdi onu diğer anne babasıyla paylaşmak zorundayız. Gerçek bir savaşa hazır mısın hayatım?''

Karşısındaki kişi Zeus da olsa Rebekah'ı onunla paylaşmaya niyeti yoktu. Apollon 'zorlukla' kendini üç kişilik aileye dahil etmişti. Onunla birlikte Zeus, Hera, yüzlerce kardeş, teyze ve amcayı alacağını hiç sanmıyordu!

Şatonun arka avlusunda ki çukurlara bakan Hades, ruhlarıyla aralarında bağ oluşan on iki bedene baktı. On bir amazon savaşçısı ve cesur kurtakadın Jordan. 

Emriyle toprak ona itaat etti ve yerde on iki çukur oluştu. Ardından bedenler havada süzülerek kendilerine ait çukurlara girdi. Elini çukurların üzerinde gezdirdi bedenlerdeki yaralar kapandı. Genç kurdun kopan başı bedeniyle birleşti. Üzerlerindeki kıyafetler ve kan, bedenlerinin etrafında dönen siyah sis bulutuyla birlikte yok olurken beyaz bir ışık parladı ve hepsinin üzerinde altın işlemeli beyaz elbiseler belirdi. 

Hades'in mırıldandığı büyüyle görünmez eller on iki kadının saçlarını omuzlarının üzerine serdi. Ellerini karınlarının üzerinde birleştirdi. Saçlarının etrafına beyaz çiçeklerden yapılan taçlar yerleştirildi.

Avucunu açan Hades elinde oluşan altın parayı parmakları arasında çevirdi. Ölen her ruh gözlerini Hades'in diyarına giden gölün kenarında açtığında elinde bu altın paradan bulurdu. Ellerinde beliren paranın rengi, şekli ve büyüklüğüne göre Charon onları kayığına alır ve ait oldukları yere götürürdü. Sadece özel olan ruhlar uyandıklarında ellerinde iki adet altın olurdu. İlk altın, ruhun ait olduğu yeri gösterirdi. İkincisi ise sadece gerçekten özel olan ruhların gidebileceği yerin altınıydı. 

Altını fırlatan Hades havada yakaladı. Ardından Jordan'ın mezarına eğilerek avucunu açtı ve altını iki elinin arasına yerleştirdi. 
...

Parker bulunduğu uçurumdan aşağıya bakıyordu. Sert rüzgar, yorgun ve bitkin haldeki bedenini sarsıyordu. Gözlerindeki yaşlar görüşünü engelliyordu. Tüm bedeni titriyordu. Bacakları onu taşıyamadı ve dizlerinin üzerine çöktü. 

Boğazında kocaman, sert bir cisim vardı. Yutkunamıyordu. Ne kadar uğraşsa da onun rahatsız edici hissinden kurtulamıyordu. 

Kaybolmuş hissediyordu. Kalbi her atışında, acıyla haykırıyor ve kanıyordu. Gözünden akan yaş yanağından düşerek, uçurumdan aşağıya süzülürken yerini bir başka gözyaşı hızla doldurdu. Bugün baba olmuştu. Çocuklarıyla birlikte yeniden doğmuş olması gerekiyordu. Baba olduğu için çılgınlarca sevinip çevresindeki herkesi kucaklaması gerekiyordu. Sonra 'onun' ve Parker'ın parçaları olan, en büyük mucizelerini kucağına alması gerekiyordu. Onlara komik suratlar yapıp, belki de dışarıdan duyulduğunda kulağa çok aptalca gelecek ama o an Parker için en mantıklı şeylermiş gibi görünen saçma şeyler söyleyerek bebekleriyle konuşacaktı. Gece ise güzel eşinin kolları arasında olacaktı. Onu sayısızca kez öpecekti. Aşık olduğu kokusunu ciğerlerine çekecek ve onun sıcaklığında kendini kaybedecekti. Ama artık hiçbiri olmayacaktı. Çünkü bugün Parker ruhunu kaybetmişti. Kalbi son kez atmış ve bir daha asla atmamak üzere durmuştu. Bugün Parker ölmüştü.

O gitmiş ve Parker'ı arkasında çaresizce yapayalnız bırakmıştı. Parker'ın canı yanıyordu. Jordan onun nefes alma, gülümseme sebebiydi. Tek ailesiydi. Sığındığı sıcak yuvasıydı. 

Ona ihtiyacı vardı. O olmadan yaşayamazdı. Kalbi her atışında onun ismini haykırırken, o öylece gitmişken Parker ne yapacaktı? 
Boğazından yükselen hıçkırıklarını serbest bıraktı. Küçük bir çocuk gibi hıçkırarak, bedeni sarsılarak ağladı. Ellerini kıvırcık saçlarının arasına koyarak çekiştirdi. Zihninde hep aynı soru tekrarlanıyordu.

'Onsuz ne yapacağım?'

'Onsuz ne yapacağım?'

Kafasını iki yana sallayarak Jordan'ın ölümünü inkar etti. Ölmemişti. Ölemezdi. Onu ve çocuklarını geride bırakamazdı. Parker'ın ruhunu, kalbini ve dudaklarından eksik olmayan gülümsemesini çalarak gidemezdi. 

Elleri sertçe saçlarını çekiştirirken ''Beni bırakma Jordan.' diye fısıldadı. Ardından fısıltısını biraz daha yükseltti ve tekrar söyledi. ''Beni bırakma Jordan.'' Aynı cümleyi defalarca kez söyledi. Başını gökyüzüne kaldırarak haykırdı. ''Beni bırakma!'' hıçkırıkları şiddetlenirken acı çeken bir hayvan gibi bağırdı. Boğazı yırtılırcasına bağırdı. 

Bedeninin sol tarafı acıyordu. Bedeni hıçkırıklarıyla sarsılırken elini acıyan kalbinin üzerine koydu. Böyle bir acıyı daha önce hiç yaşamamıştı. Kalbi hem fiziksel olarak acıyor, hem de soyut olarak... Bu yara asla iyileşmeyecekti. Aldığı hiçbir nefesin değeri yoktu onun için. Çünkü Parker artık yaşamıyordu. Hayatının aşkı, diğer yarısı, kalbi, ruhu her şeyi olan kadın ölmüştü. Onu ardından bırakarak gitmişti. 

Eşleştikleri ilk gün sanki dün olmuş gibi aklından hiç çıkmıyorken, zamanla bu acının üzerinden gelmesi imkansızdı. Üzerinden binlerce yıl geçse dahi kalbi asla atmayacaktı. Jordan kaleye ilk adımını attığı gün, Parker'ın onun muhteşem kokusunu aldığı ilk gün kalbindeki en büyük eksik parça tamamlanmıştı. Odasından koşarak çıktığı anı hatırlıyordu. Hissettiği heyecanı ve mutluluğu unutması imkansızdı. Küçük bir çocuk gibi dizleri titriyordu. O muhteşem kokuyu takip ederek sadece koşmuştu. Uzun yaşamını, son anına kadar beraber yaşayacağı kadını görmek için delicesine bir hızla koşmuştu. Sonunda onu ormanın ortasında, ağaçların arasında gördüğünde ise kalbi adeta yerinden çıkacak gibi atmıştı. Yüzünde şapşal bir gülümseme oluşmuş ve adını dahi bilmediği aşkı için büyük bir yemin etmişti.

''Artemis şahidim olsun ki, yaşamım boyunca sensiz bir gün bile nefes almayacağım!'' 

Jordan'sa sadece gülümseyerek Parker'ın kalbini tepetaklak yapmıştı. Gerçek aşk onlar için bir kez gelir ve bir ömür sürerdi. Jordan onun kalbindeki en büyük parçaydı. Şimdi ise Jordan'ın tamamladığı eksik parça tüm kalbini de sökerek onunla birlikte gitmişti. 

Jordan'ın sesi asla kulaklarından gitmeyecekti. Güzel yüzü, mutlu rüyalarını kovalayacaktı ve hepsi kabusa dönüşecekti. Odalarında, kalede her yerde onun kokusunu duyacaktı. Her yer, her şey ona Jordan'ı hatırlatacaktı. Nerede olursa olsun onu her zaman sevecekti. Ama hissettiği boşluk hissiyle yaşamasının imkanı yoktu. 

Çocukça bir korku bedenini sarmıştı. Ya o güzel yüzü zamanla unutursa? Sesi kulaklarından silinirse? Parker buna dayanamazdı. Ölümünün ardından bir gün bile yaşayamayacağını düşünürken ilerisini düşünmek onun için önemsizdi. 

Donuk bakışlarını uçurumdan aşağıya çevirdi. Onsuz yaşayamazdı. Yemin etmişti. 

'Yaşamım boyunca sensiz bir gün bile nefes almayacağım!'

Onsuz yaşamanın ne anlamı var ki diye düşündü. Bu acıyı çekmenin ne anlamı vardı? Çocuklarına iyi bir baba olamayacağını biliyordu.Jordan olmadan bunu yapamazdı. Onları görmek istemiyordu. Onlardan aldığı her kokuda Jordan'ın kokusunu duymak istemiyordu. Onlara her baktığında Jordan'ı görmek istemiyordu. 

İyi bir baba olamazdı. Reyna ve Owen'a sahip çıkacaklarına emindi. Zamanla ikisi de acılarını gömebilirlerdi. Ama Parker yapamazdı. Her zaman ona çevrilen acı dolu bakışların üstesinden gelemezdi. 

Yavaşça ayağa kalktı. Aşkının, kalbinin yanına gitmesi gerekiyordu. Yeniden nefes alıp hayat bulması gerekiyordu. Tam hissetmek istiyordu. Ölmek istiyordu. Hayatının ışığı onu terk etmişti. Karanlık günler başlamadan bitmeliydi. 

Aşağıdaki sivri kayaları döven azgın okyanusa baktı. Buradan atladığında ölmeyeceğini biliyordu. Belki kayalardan biri tam kalbine gelir ve Parker'ı öldürürdü. Yada sivri kayalar boynuna girerek onu bedeninden ayırarak Jordan'a kavuştururdu. Tekrar denemek zorunda olsa bile atlayacaktı. Ta ki ölüm onu Jordan'a, eşine kavuşturana kadar. Gözlerini kapattı. Son kez derin bir nefes aldı. 

'Tanrıça Artemis. Sana sesleniyorum.' durdu ve titrekçe iç çekti. 

'Bir tercih yaptım. Seçtiğim yolun doğru olduğunu biliyorum. Onsuz yaşayamam... Kalbim atmıyorken yaşamamın bir önemi yok. Bu acı beni hapsediyor. Özgür kalmak için tek bir yol var. Reyna ve Owen'a iyi bak. Kıvırcığını ziyaret etmeyi unutma Rebekah. Çünkü biz seni bekliyor olacağız. Beni duy ve duamı kabul et.' dedi ve ardından bedenini boşluğa bıraktı.

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin