BÖLÜM 33

41.9K 2.2K 17
                                    

...PLANLAR...

''Bu tekme! Bu kesinlikle lanet olası bir tekmeydi! Hissettin mi? Hissettin mi?'' Parker'ın haykırmasıyla Jasmine gözlerini devirdi. Daha fazla ne kadar sinirli olabilirdi emin değildi. Caleb'ın odasındaki lanet olası cehennem ateşiyle kavrulmuş öpüşmenin yarıda kesilmesi ve Caroline'ın öylece odaya dalması ilk sinir krizini geçirmesini sağlamıştı. İkinci sinir krizi Yunanistan'a geri döndüklerinden beri Caleb ortada yoktu! Neredeyse koskoca bir gün olmuş ama Caleb hâlâ gelmemişti. Vincent'ın onu Yunanistan da ki kaleye gönderdiğini biliyordu. Ancak işinin bu kadar uzun sürmesini algılayamıyordu. Kesinlikle Jasmine'den kaçıyor olmalıydı!

Daha da kötüsü Rebekah geri dönmüştü. Jordan'ın yanına gelmişti ancak Jasmine'in yanına uğramamış nerede olduğunu sormamıştı bile! Tamam o geldiğinde Jasmine teknik olarak burada değil Rusya da Caleb'la işi pişirmek üzere olabilirdi ama yinede döndüğünde onu araması gerekmez miydi? 

'Sanki sen aradın hâlâ Caleb'ın peşindesin' diye düşündü.

''İşte bir tane daha!'' Parker'ın tekrar haykırmasıyla bakışlarını koltukta oturan çifte çevirdi. Parker ve Jordan ikili koltukta iç içe geçmiş bir şekildeydiler. Parker, Jordan'ın şişkin karnına eğilmiş bebekleri dinliyor, onlarla saçma sesler çıkartarak konuşuyor ya da Jordan'ını tıka basa doyuruyordu.Her seferinde bir orduyu doyuracak kadar yemek yemesini sağlıyor, aradan yarım saat geçtikten sonra karnında ikizlere hamile olduğunu daha çok beslenmesi gerektiğini hatırlatarak tekrar yemek yediriyordu.

Genç kızın bir yanı onlara suratını buruşturarak bakmak istiyordu. Ağır basan tarafı ise ciddi bir şekilde kıskanıyordu. 

''Elbette hissediyor Parker! Bebekler onun karnında senin değil!'' Parker onu duymadı bile ancak Jordan baygınlık geçiriyormuş gibi Jasmine'e bakıyordu. 

''Bir de bana sor! Artık yemek gördüğüm anda kusabilirim! Bu kadar ilgi çok fazla!'' dedi sitem ederek. Parker kafasını hızla kaldırdı ve mavi gözlerini kocaman açarak ''Yemek? Acıktın mı? Hemen bir şeyler getiririm.'' dedi. Jordan'ın rengi yeşile dönerken Jasmine içindeki canavarı daha fazla tutamadı. Hızla ayağa kalkarak Parker ve kapı arasına girdi. Kollarını göğsünde birleştirerek en güçlü silahını ortaya çıkardı.

''Bana bak kıvırcık kafa! Eşin hamile ölüm döşeğinde bir hasta değil! Onu bu kadar ilgiye boğmaktan vazgeç! Zaten iki saatte tam yedi kez yemek yemesini sağladın ve getirdiğin her bir öğünün bir orduyu doyuracak kadar fazla olduğunu düşünürsek şimdiye kadar tam on kilo almış olması gerekir. Geri bas ve Jordan'dan uzak dur! Homolara benzemeye başladın silkelen ve kendine gel! Baba oluyorsun! Baba! Bebeklerine gerçek bir baba, Jordan'a ise gerçek bir eş olmak istiyorsan şu yumuşak heriflerin yapacağı davranışları bıraksan iyi edersin. Jordan'ın dili var. Karnı mı acıktı? Bunu söyleyebilir. Çişi mi geldi kendi kalkıp gidebilir? Eğer gidemezse yardım isteyebilir! Tuvalette tek başına işemesine bile izin vermiyorsun! Bırak da kız rahat rahat çişini yapsın. Belki tuvalette daha büyük işlere karışacak ama rahat vermiyorsun ki! Her hangi kötü bir şey olduğunda bunu söyleyebilir! Etrafında dolanıp bu kadar sıkma Jordan'ı. Yoksa kendimi onun şahsi koruması ilan eder seni onun yanına yaklaştırmam. Anladın mı?'' 

Parker ve Jordan'ın ağızları açık kalmış gözleriyse yuvalarından fırlayacakmış gibi Jasmine'e bakıyorlardı.

Tuttuğu soluğunu bırakan Parker ''Tüm bunları tek nefeste söyledin!'' dedi şaşkınlıkla. Bu kızın gerçektende çenesi inanılmazdı. 

''Evet! Evet Kabul ediyorum. Seni korumam olarak işe aldım!'' Jordan'ın sesiyle şaşkınlığından kurtulan Parker ellerini beline koyarak eşine döndü. Kaşlarını çattı. Gerçektende Jordan ondan sıkılmış mıydı?

''Jass'in söylediklerini haklı mı buluyorsun? Ben seni sıkmıyorum ki! Sadece isteklerini yerine getiriyorum.'' ellerini karnına koyup oturduğu yerde dizlerinin üzerine kalkan Jordan ''Parker bana bir şey olacak diye kendini tükettin resmen. Anlıyorum aynı acıyı bende yaşadım. Ama henüz hamile olduğum şoku atlatamadın. Jass haklı biraz fazla-'' Parker'ın yüzünün düştüğünü görünce hemen toparladı ''Çok değil sadece birazcık fazla ilgileniyorsun. Seni anlıyorum ama. Tanrı aşkına en azından tuvalette rahat bırak beni!'' 

Her sinirlendiğinde yaptığı gibi yanağını kemiren Parker'ın gözleri Jasmine ve Jordan arasında gidip geliyordu. İç çekip gözlerini deviren Jasmine 

''Yeter artık düşünme. Ben haklıyım. Jordan haklı. Ve sen? Kesinlikle haksızsın. Hepimiz seni anlıyoruz. İnan bana! Önce onun öleceğini sandın sonrasında ise baba olacağın ortaya çıktı. Bu senin içinde hepimiz içinde şok oldu. Ama gerçekten kızın senin yanında çişini yapmasını nasıl düşünebiliyorsun? Eminim çişi tutmaktan hasta olacak ve bu da bebeklere zarar verecektir. Bebekler hasta olunca yavaş yavaş güçlerini kaybedecek. Doğum daha uzun süre sonra gerçekleşecek. Jordan'ın bir süre sonra mesanesi patlayacak. Mesane patlayınca bebekler iyice zayıf düşecek ve hatta ölecek. Annenin içinde bebeğin ölmesi ne anlam taşır biliyor musun? Ölüm! Jordan ölebilir. Bebekler onu zehirleyebilir. Ama hey Hekate bizimle! Bu kesinlikle iyi haber. Bebekleri alır Jordan'ı kurtarır. Ama ne yazık ki baba olmayı sonra tekrar denersin.'' dedi.

Parker ve Jordan inanamazmış gibi Jasmine'e bakıyordu. Jordan korumacı bir şekilde kollarını karnına doladı. ''Bu gerçekten berbattı Jasmine! Beni kurtaracağın yerde başıma daha büyük iş açtın!'' dedi soluksuz kalmış bir şekilde.

''Lanet olası düşük çeneli kadın! Senin nasıl korkunç, tiksinç, anlaşılmazı zor bir hayal dünyan var böyle!'' dedi Parker yüzünü buruşturarak. Jasmine tam ağzını açmıştı ki bir başka ses araya girdi.

''İlginç bir tez! Ama kesinlikle doğru.'' Kalbi gümbürdeyerek atmaya başlayan Jasmine soluksuz kaldı. Arkasını dönen genç kız Caleb'a yüz yüze geldi. Caleb'ın dudakları çarpık bir gülümsemeyle bükülmüştü. Kapının pervazına yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmiş masmavi gözleriyle Jasmine'e bakıyordu.

''Kapa çeneni Caleb! Siz ikiniz kesinlikle ruh ikizisiniz! Parker'ı daha fazla üzerime salmaktan başka bir halt yemiyorsunuz!''

''Lanet olası göt herif! Sevgilini de, karanlık fikirlerinize de alıp gidin! Bebekler sizi duyabiliyor. Dışarıya çıkıp da senin gibi bir amcası olduğunu öğrenince yeterince korkacak zaten!''

Kaşlarını çatan Caleb bakışlarını Jasmine'den Parker'a çevirdi. ''Benim gibi bir amca mı? Emin ol benimle daha çok vakit geçireceklerdir!'' 

Kahkahalarla gülen Jasmine ''Sen ve bebekler ha? Seni öyle düşünemiyorum.'' dedi. 

''İşte buna katılıyorum! Senin bebekleri sevmediğini sanıyordum Caleb! Daha birkaç hafta öncesinde sürüdeki ergenlerle uğraşmaktan nefret ettiğin için söyleniyordun.'' dedi Jordan kıkırdayarak. 

Konuyu takip edemeyen Caleb kollarını çözdü ve derin bir nefes alarak havayı kokladı. Aynı hareketi Parker ve Jordan da tekrarlayınca Jasmine kaşlarını çattı. ''Neler oluyor? Neden hepiniz havayı kokluyorsunuz?'' dedi ve o da havayı kokladı. Ancak Caleb'ın içini ısıtan orman kokusundan başka bir şey alamadı. 

Parker hızlı adımlarla Jordan'ın yanına ilerledi ve ayağa kalkmasına yardımcı oldu. Caleb ise Jasmine'i kolundan tutarak odadan dışarıya doğru çekiştirmeye başladı. Ona ayak uydurmaya çalışan genç kız nefes nefese ''Neler oluyor?'' diye sordu tekrar. Omzunun üzerinden bakan Caleb ''Vampir kokusu aldık.'' dedi.

...

Soluksuz kalan Rebekah şaşkınca seranın girişinde ki kapıya yaslanmış duran Maxwell'e bakıyordu. Doğru görüp görmediğinden emin olmak için gözlerini kırpıştırdı. Ama Maxwell hâlâ orada duruyordu. Şok geçiren kişi sadece o değildi. Tanrıları bile şoka sokmuştu. Genç kız gözlerini kapattı ve birkaç saniye bekledikten sonra açtığında diğerlerinin şokunun daha kısa sürdüğünü anladı. Çünkü Ares Maxwell'in üzerine atlamış onu seranın bir başka köşesine fırlatmıştı. Bir sonraki sahnede ise Maxwell'in her yerinden kanlar akıyor Ares onu havaya kaldırmış boğazı patlarcasına kükreyerek bir şeyler söylüyordu. 

Ares bir kez daha ''Söyle!'' diye haykırdı ve genç kız kafasını iki yana sallayarak kendine geldi. Ağzındaki biriken kanı başını yana eğerek tüküren Maxwell bakışlarını Rebekah'a çevirdi.

''Az öncede söyledim. Buraya yardım için geldim!'' dedi Maxwell kesik kesik konuşarak.

Apollon öne çıkarak ''Sana inanacağımızı mı sanıyorsun vampir bozması!'' diye bağırdı. Ares bir yumruk darbesiyle Maxwell'i duvara savurdu. Ardından boynunu çatırdatarak ellerini iki yanında yumruk yaptı. 

''Yalan söylemiyor! İzin verin konuşsun.'' Athena'nın ağzından çıkan kelimeler genç kızın ikinci bir şok geçirmesine neden oldu! Athena'dan hiçbir şeyin saklamanın imkanı olmadığını en kısa yoldan biliyordu. Ancak Maxwell'in neden ona yardım etmek istediğini anlayamıyordu. Öne doğru adım atarak kanlar içinde kalmış, doğrulmaya çalışan Maxwell'in yanına ilerledi. 

''Neden burasın?'' Ayağa kalkan Maxwell sendelerken gülümsüyordu. Bedenini toplayıp genç kızın karşısında dikildi. Bakmasına gerek kalmadan Ares ve Apollon'un saldırıya hazır beklediğini biliyordu. Elinin tersiyle ağzındaki kanı silen Maxwell ''Az öncede söyledim. Bura-

''Neden buradasın?'' dedi Rebekah Maxwell'in sözünü keserek. 

''Sana on saniye veriyorum ucube. Ya anlatırsın ya da o beyaz kıçını yakarım!'' dedi Apollon. İç çeken Maxwell ''Dokuz tanrının arasına dalacak kadar salak değilim! Buraya gerçekten size yardım etmek için geldim. Neden onlardan ayrıldığımı bilmenize gerek yok!''

''Oh gerçekten öyle mi düşündün akıllı şey!'' dedi Ares homurdanarak.

Elleri iki yanında yumruk olan Maxwell bakışlarını yere çevirdi. Başını yana eğen Rebekah kaşlarını çatarak onu süzdü. Derin ve kötü bir şeyler olduğunu anlamıştı. Ancak ne olduğu hakkında hiçbir düşüncesi yoktu. Maxwell'i taraf değiştirmeye iten şey ne olabilirdi?

Rebekah'nın yanına gelen Caroline ''Buraya nasıl girebildin?'' diye sordu. Hekate'nin yaptığı büyüden dolayı kimse içeriye giremezdi. En azından onlar öyle sanıyordu. Maxwell çarpık bir şekilde gülümsedi. İşaret parmağıyla göstererek ''Tam arkandaki kapıdan'' dedi. 

İç çeken Hekate onun konuşmasına izin vermeden ''Büyü karmaşık bir işlemdir. Büyüyü yaparken insan ve kurt adamların içeri girememesini söylemiştim. Vampirlerin değil!'' dedi.

Hades ''Kurtların nöbet tuttuğunu sanıyordum. Nasıl olurda senin kokunu alamazlar?'' diye sordu.

''Buraya gelirken Felicia, Trent ve James nöbet değişimi için eve gidiyordu. Burası ormana daha yakın. Ormandan geldiği için kokusunu geç almış olabilirler.'' dedi Eos.

''Gerçekten mi? Bu kadar tanrı ve kurtadam varken bir vampir bozuntusu içeriye giriyor ve kimsenin ruhu bile duymuyor!'' diye bağırdı Ares. 

Caroline kıkırdayarak ''Bu gerçekten utanç verici!'' dedi. 

Rebekah bakışlarını Maxwell'den ayıramıyordu. Zihni ona Maxwell'in ilk söylediklerini tekrarlattı. ''Annemin nerede olduğunu biliyor musun?'' Maxwell keskin mavi gözlerini Rebekah'a çevirdi ve kafasını salladı. Ancak konuşmadı. Bunun üzerine Klotho siyah elbisesinin eteğini savurarak yanlarına geldi ve Maxwell'in çenesini sıkıca tuttu. 

''Sadece anlat? Sabrımızı daha fazla zorlama!'' dedi. 

''Neden ayrıldığımı anlatıp anlatmamak bana kalmış. Sadece şuan buradayım ve size yardım edebilirim. İçeride neler olduğunu biliyorum. İstediğiniz her şeyi anlatabilirim!''

''Bunun oyun olmadığını nereden bileceğiz? Sana gerçekten inanacağımızı mı sanıyorsun?'' dedi Eos kollarını göğsünde birleştirerek. 
Bu düşünce hepsinin aklını karıştırıyordu ancak Athena tüm sakinliğiyle konuşunca hepsinin fikri değişti. ''Doğru söylüyor. Söylediklerinde aldatmaca ya da yanlış hiçbir şey yok!'' 

''Sizinle olduğum gibi bir düşünceye kapılmayın. Artık bir tarafta değilim. Sadece Marcus ve Kirke'nin hak ettiklerini bulmalarını istiyorum. Savaşta onlara karşı savaşırım ama bu sizden olduğum anlamına gelmez. Kendi intikamım için sizi araç olarak kullanacağım.'' 

Maxwell'in sözleri üzerine Hekate kahkaha attı. Ve bu seradaki tüm havayı eksilere düşürdü. Genç kızın bedeni ürpertiyle titrerken bakışlarını Hekate'ye çevirdi. ''Bu kadar tanrının içinde bizi kendi minik intikamın için kullanacağını büyük bir cesaretle söylüyorsun? Bu hiddetin sebebi merak konusu!'' diye mırıldandı büyücü tanrıça.

''Nedeni sadece beni ilgilendirir. Helena'yı mı bulmak istiyorsunuz? Güzel o zaman adamlarınızı toplayın Helena yıllardır Rusya'da ki kalede!'' Duydukları karşısında genç kızın gözleri şaşkınlıkla büyüdü.

''Bunca zamandır annem burnumun dibindeydi öyle mi?'' diye bağırdı. Maxwell gülümseyerek kafasını salladı. ''Marcus'un zihni farklı çalışır. Ona göre bir şey saklamak istiyorsan en göz önünde olan yere, akla ilk gelecek ama orası asla olamaz denecek yere saklamalısın. Güç gözünü kör ettiği için bazen aptal gibi davranabilir. Ama tahmin edilenden daha zeki.''

''Buraya babanın ne kadar zeki olduğunu anlatmak için gelmedin! Helena kalede nerede? Kaç vampir koruyor? Marcus? Kirke? Bizi oyuna getirmediğinizi, tuzak kurmadığınıza emin olmamızı istiyorsan her şeyi anlat!'' dedi Ares. Boynundaki damarlar öfkeden dolayı şişmişti. 

''Tuzağa düşürme gibi bir planı yok Ares! Doğruları söylüyor! Benim sözümü mü sorguluyorsun?'' dedi Athena ayağa kalkarak. 

''Athena! Sakin ol! Olaylar yeterince karışık!'' dedi Hades sesini yükselterek. Seradaki hava yeterince soğumamış gibi Hades'in öfkesiyle daha da soğudu. Tanrıların ruh hallerinin çevrelerindeki havayı ya da doğayı etkilemeleri kesinlikle rahatsız ediciydi. Genç kız huzursuzca kıpırdandı. Gergin bir sessizlik etrafı kaplarken kimse kımıldamıyordu bile. 

''Helena kalede ki mahzende saklanıyor.'' Sessizliği bozan Maxwell ile birlikte bütün bakışlar tekrar ona döndü. ''Kirke kalede kalmıyor. Nerede kaldığı hakkında kimsenin bir fikri yok. Marcus her zaman kalede kalır. O korkak, başını kaleden dışarıya çıkartmaz. Kalede çok fazla vampir olamaz. Çünkü kalabalık vampir sürüsünü bir arada tutmak neredeyse imkansız. Ayrıca en son savaşta çok fazla kayıp verdiğimiz için vampirlerin sayısı daha da azaldı. Kalede en fazla yüz yada iki yüz vampir vardır. sürüyle saldırırsanız-

''Sana saldırı konusunda fikrini soran olmadı ucube!'' dedi Apollon neredeyse hırlayarak. Ardından seranın etrafında kurt ulumaları duyuldu. Hekate elini kaldırarak farklı dilde bir şeyler mırıldandı. Kulakları uğuldatan rüzgarla birlikte seranın etrafındaki kalkan yok oldu.Bununla birlikte Vincent büyük kapısından içeriye girdi. Kaşları çatılıydı. Gözleri Maxwell ile kesişince tek kaşını kaldırdı ve olduğu yerde durdu.

Apollon ''Etrafta başka vampir var mı?'' diye sordu. Vincent'ın bakışları ona döndü. ''Kokuyu aldıktan sonra kurtların hepsi adayı kontrole çıktı. Yakınlarda kimsenin kokusunu almadım. Emin olmak için bütün adayı arayacaklar.'' dedi. Sonra bakışlarını Maxwell'e çevirdi ve sorgularcasına baktı.

Rebekah iç çekerek seradaki banka oturdu ve ağrıyan başını rahatlatmak için şakaklarına masaj yaptı. ''Maxwell annemin nerede olduğunu biliyor. Yardım için burada.'' dedi. Ve ardından tüm sera seslerle doldu. Athena Vincent'a olanları anlatırken Hades, Apollon ve Ares çoktan kararlarını vermiş kaleye saldırı planı yapıyorlardı. Herkes konuşuyor ve kendince karar alıyordu. Rebekah'nın önünde sadece iki seçenek vardı. İkisi de tehlikeliydi. Ancak birinde tehlikeye sadece o girecekti. diğerinde ise tüm ailesi. Genç kız derin bir nefes alarak Maxwell'a baktı. 

''Yani annemi kurtarmak için sadece iki yolum var.'' Başını sallayan Maxwell çarpık bir şekilde gülümsedi. 
...

Kapıyı kapatan Rebekah derin bir nefes aldı sonunda yalnızdı ve sessiz bir yerdeydi. Gözlerini kapatıp kafasını kapıya yasladı. Başı ağrıyordu yorulmuştu. Annesini bulabilmek için elinde tek bir yol vardı. Ve ne Ares de Apollon bunu yapmasına izin vermiyordu. Vincent'ın da bunu yapmasını istemediğini biliyordu. Ancak Alfanın bir yandan da bunu sürekli düşündüğünü tahmin edebiliyordu. Genç kız annesini bulmak için her şeyi yapardı. Elindeki imkanın zorluklarının farkındaydı. Hatta tehlikenin farkındaydı. Annesini kurtarabilirdi. Bunun yaparken Rebekah kurtulamayabilirdi. Bunun geri dönüşü kesin olmayan bir yol olduğunu biliyordu. Tarih tekerrür edebilir ve ruhu bu kez sonsuza kez yok olabilirdi. Ya da ikinci bir seçenekle herkesi savaşa sürükleyerek annesini kurtarabilirdi. Kesinlikle ikisi de kolay tercih edilebilecek bir seçenek değildi.

Ciğerlerine doldurduğu havayı oflayarak bırakan genç kız kafasını hızla kapıya vurdu. Yapacak başka bir şey olmalıydı. Ama iki seçenekten başka bir yol olmadığını biliyordu. Ya sadece kendini feda edecekti ya da herkesi! Birkaç saniye geçmişti ki yaslandığı kapı tıklatıldı. ''Her kimsen defol. Yalnız kalmaya ihtiyacım olduğu söyledim az önce!'' dedi ve kafasını tekrar kapıya vurdu. 

Seradaki tartışma uzamıştı ve kısa süre sonra kurtlar serayı basmıştı. İyi haber adada başka vampir yoktu kötü haber kurtların bir vampirin yanında kendilerini kontrol edememesiydi. Bir vampir ve kurt adamların aynı ortamda bulunduğu yer son derece çekilmezdi. Hepsi hırlıyor dönüşüm geçirmeye hazır bekliyorlardı. Maxwell ise tıslıyor belini öne bükerek gözlerini kırmızı renge çevirmişti. Hiç kimse birbirine saldırmamıştı ama olma olasılığı yüksekti!

Vincent öğrendiklerinden sonra sessizliğini korumuş sadece Rebekah'a bakmıştı. hissettiklerini ve düşüncelerini bakışlarıyla anlatmak istiyor gibiydi. Rebekah da bakışlarına karşılık vermişti. Babasının ikinci seçeneği yani saldırıyı şimdiden onayladığını biliyordu. İlk seçeneği kabul etmeyeceği kesindi. Ancak Rebekah bir kez daha herkesi tehlikeye atmak istemiyordu. Tanrılar kendi aralarında tartışmaya devam ederken Vincent bu gece nöbeti kendinin devralacağını söyleyerek seradan çıkmıştı. Rebekah ise yalnız kalmak istediğini söyleyerek odasına çıkmıştı. Beyni daha fazlasını kaldıramayacaktı.

''Şu aralar beyninin normal çalıştığı söylenemez. O yüzden kafanı vurup daha fazla hasar verme.'' dedi Ares kapının diğer tarafından. Sinirle homurdanan Rebekah kapıyı hızla açtı. ''Bak eğer hala annemi kurtarma planlarıyla ilgili konuşmaya geldiysen şuan bunu çekecek durumda değilim!'' Kapının pervazına yaslanmış olan Ares tek kaşını kaldırdı ve çarpık bir şekilde gülümsedi. 

''Bunun hakkında konuşmayacağız. Çünkü bir karara vardık bunu yapmayacaksın! Bitti.'' Rebekah itiraz etmek için tam ağzını açmıştı ki Ares elini kaldırıp onu susturdu. ''Şimdi önümden çekil de içeri gireyim. Yorgunum.'' Kaşlarını çatan Rebekah kollarını göğsünde birleştirdi ve kapının önünden çekilmedi. Ares bu gecede onun yanında yatacağını sanıyorsa yanılıyordu. Mağarada olanlardan sonra ondan bütün öfkesini çıkartmış ve affetmişti. Olanlardan dolayı daha fazla ayrı kalmak istemiyordu. Yeterince ayrı kalmışlardı. Ayrıca Ares'in burnunun iyice sürtüğünden emindi. 

''Sana kaç kez anlatacağım. Bu odada tek başıma yatmıyorum ben. Apollon Eos ve Jasmine de burada kalıyor. Sana yer yok!'' Ares'i affetmiş olabilirdi. Ama bu onun hemen kollarına atlayacağı anlamına gelmiyordu.

''Jasmine Caleb'ın yanında. Eos ve Apollon da Athena'nın şimdi çekil önümden. Bu gece burada yatacağım diyorsam öyle olacak!'' Rebekah'ı itip içeriye girerken Ares kendini beğenmiş bir şekilde gülümsüyordu. Ağzı açık kalan Rebekah şaşkınlıkla Ares'e baktı.

''Sen az önce Jass'in Caleb'ın yanında olduğunu mu söyledin?'' omzunun üzerinden bakan Ares kafasını salladı. ''Lanet olsun kaç gündür onu buradan kovmaya çalıştık. Caleb'ın yanında yatmaktansa burada yatıp bizi sıkıştırdı. Şimdi sen onun Caleb'ın yanına gönderdin öyle mi?'' 
Savaş tanrısının yüzündeki gülümseme genişledi. ''Arkadaşının bu dünyada korktuğu tek varlık benim. Her an öfkeden kudurup dünyayı yok etmemi bekliyor.'' 

Gözlerini deviren Rebekah, görünmez eller tarafından hızla öne çekilince ağzından çıkan çığlığa engel olamadı. Bedeni Ares'e doğru çekilirken savaş tanrısı sinsi bir şekilde gülümsüyordu. ''Ares! Kes şunu!'' dedi. Ares'le burun buruna gelseler de savaş tanrısı genç kızın bedenini serbest bırakmadı. Kıpırdamaya çalışan Rebekah boşa kürek çektiğinin farkındaydı. Ares'in bu görünmez el fantezisinden sıkılmaya başlamıştı. Henüz güçlerinin üzerinde tam bir hakimiyet kuramadığı için Ares'in gücüne karşı koyamıyordu. Ares'in elini savurmasıyla odanın kapısı kapandı ve kilit döndü.

''Bak her ne planlıyorsan onları unutsan iyi olur çünkü düşündüğün şey olmayacak!'' Sessiz kalan Ares konuşmak yerine öne eğilip genç kızı kucağına aldı ve yavaşça yatağa yatırdı. Yatakta boylu boyunca yatan Rebekah tekrar kıpırdamaya çalıştı ancak boşunaydı.

''Ares sana diyorum. Beni duyuyor musun? Kes hemen şunu! Bedenimi rahat bırak.'' Yatağın ayak ucunda dikilen Ares gözlerini yumup yunanca bir şeyler mırıldandı. Sonra gözlerini açıp işaret parmağını Rebekah'a yöneltti. ''Artık konuşmakta yok.'' dedi. Rebekah ağzını açmaya çalıştıysa da dudaklarına tıpkı bedeni gibi hükmedemiyordu. 

Ares üzerindeki siyah gömleği çıkararak odanın bir köşesine fırlatınca genç kızın gözleri kocaman açıldı. Çıplak bedenin kusursuzluğun üzerine genç kızın boğazı kurudu ve kalbi ritmini ikiye katladı. Bunun üzerine Ares kahkaha attı. Elleri siyah pantolonunun düğmelerine ulaşınca Rebekah seslice yutkundu. Ares düşündüğü şeyi yapıyor olamazdı. Rebekah'nın tepkisine gülen Ares tekrar kahkahalara boğuldu.

''Arkaya fon müziği de açmamı ister misin? Havaya girersin?'' dedi. Dişerini sıkan genç kız biraz daha böyle giderse onlara kaybedecekti. Hala gülen Ares pantolonunu çıkarmaktan vazgeçip Rebekah'nın üzerine eğildi. Onun ağırlığıyla yatak çökerken genç kız derin nefes aldı. Ares önce genç kızın alnını sonra gözlerini öptü. Dudakları yanağından kulağının arkasındaki hassas noktaya ulaşınca genç kızın bedeni ürperdi. Burnunun ucunu öptükten sonra dudaklarını genç kızın dudaklarına usulca sürttü. 

''Artık ayrı kalmak yok. bundan sonra asla ayrıl olmayacağız. Seni bir kez daha kaybetmeye dayanamam Gecenin Prensesi.'' dedi fısıldayarak. 

Rebekah Ares'in gözlerindeki duygu yoğunluğu nedeniyle seslice yutkundu. Özlemi, acıyı, mutluluğu ve tutkuyu aynı anda görebiliyordu. Ve o tutku genç kızın karnında kelebekler uçarcasına hissetmesini sağlıyordu. Ares sanki düşüncelerini okumuş gibi gülümsedi. ''Konuş bakalım tanrıçam.'' ağzının serbest kalsa da Rebekah ne diyeceğini bilmiyordu. Ares tekrar eğilerek genç kızın boynunu öptü. dudakları yavaşça aşağıya doğru inerken tutulan dili sonunda çözüldü.

''Kurtlarla, ve şuan burada olan her şeyi duyan tanrılarla dolu bir evde olduğumuzun farkındasın değil mi? Ve babamın da dışarıda ormanda nöbet tuttuğunun? Bunun için uygun yerde değiliz. Uygun zamanda da değiliz.'' Ares kaşlarını çatarak kafasını kaldırdı ve genç kıza baktı.

''Kimse umurumda değil. Eğer bizi dinliyorlarsa yarın sabah ilk iş hepsinin kulaklarını keseceğimden haberleri olsa iyi olur.'' dedi. Bunun üzerine alt kattan kahkahalar duyuldu. 

''Lanet olsun sana söylemiştim. Bizi dinliyorlar işte.''

''Merak etme gereken dersi yarın onlara veririm.'' dedi Ares ve kaldığı yerden öpücüklere devam etti. Ama genç kız odaklanamıyordu. Herkesin onları dinliyor oluşu rahatsız ediciydi. Yüzleri aynı hizaya gelince genç kız Ares'in gözlerindeki tutku nedeniyle titredi. Bedenine yaslanan sert beden tenini alev almışçasına yakıyordu. Dudakları arasında santimler kala genç kız yutkundu ve ''Şuan şey gibisin... Şey'' diye geveledi. Ares dudaklarını genç kızınkilere sürterken gülümsüyordu. 

''Ney gibi?''

''Kırmızı görmüş azgın boğa?'' duyduklarına anlam veremeyen Ares kafasını kaldırarak afallamış bir şekilde genç kıza baktı.

''Ne?'' Aşağıdan gelen kahkaha sesleri nedeniyle yanakları kızaran Rebekah dudaklarını yaladı.

''Mart ayındaki kediler?'' tek kaşını kaldıran Ares şaşkınlıktan ne diyeceğini şaşırmıştı. Gerçekten şu durumda Rebekah ne dediğinin farkında mıydı?

''Ya da 700 yıldır hiç şey yapmamış yakışıklı seksi bir erkek. '' aşağıdan gelen kahkaha sesleri artarken buna birkaç gümbürtüde eklendi. Sanırım birileri gülerken kendini yerden yere atıyordu. Aynı anda dışarıdan yüksek sesli bir uluma geldi. Bu kurt her kimse kızgın olduğu belliydi ve Rebekah onun kim olduğunu biliyordu.

''Cidden şu konumda bana bunu mu söyledin sen? Sen ve yatakla ilgili çok fazla plan var aklımda bunun için endişelenme ama aşağıda bizi dinleyen göt herifler varken bunu yapacağımı mı sandın?''

''Bunu dilin söylüyor Ares alt tarafın söylemiyor.'' dedi. Duydukları karışısın da kıkırdayan Ares başını genç kızın omzuna yasladı ve gülmeye devam etti. Aşağıdaki kahkahalar hala devam ediyordu. Tam da o sırada dışarıda yüksek sesli bir uluma duyuldu. Bu öfkeli ulumanın kime ait olduğunu genç kız çok iyi biliyordu.

''Lanet olsun babam. O da mı dinliyordu? Bizim hiç özelimiz olmayacak mı? Şurada yakın bir ilişki içindeyiz!'' dışarıdaki uluma tekrar duyulunca Ares başını kaldırdı.

''Siktir git Vincent. Birde seninle uğraşamam.'' 

Gözlerini deviren genç kız babasıyla ilk karşılaşmalarının kötü olacağını tahmin edebiliyordu. Ares'in yanında olmasından hoşlanmadığı belliydi. Ama fark etmediği şeyse Ares onun bir zamanlar kocasıydı. Şuan da kocası sayılsada henüz evlenmemişlerdi. Bedeninin serbest kaldığını hissedince kollarını Ares'in bedenine doladı. Gözlerini tavana dikti ve elini ipeksi saçların arasında gezdirdi. 

O an da aklına gelmesiyle ''Maxwell?'' diye sordu genç kız. 

Derin bir iç çeken Ares ''Cidden şu durumda onu mu soruyorsun? Hekate serada kalabileceğini söyledi. Anlaşılan bize anlatmak istediği başka şeyler daha varmış ama sen olmadan anlatmayacağını söyledi. Anlatacağı şey her ne ise çok önemliymiş ve bir an önce anlatması gerekiyormuş.'' dedi sıkılı dişlerinin arasından. Genç kız tekrar iç çekti.

''Ya kendimi feda edeceğim ya da herkesi? Annemi kurtarmanın kolay bir yolu yok!''

''Yanılıyorsun Neraida Koritsi. Tek bir yol var o da benim uzmanlık alanım. Savaş!''

gözlerini kapatan Rebekah iki seçeneğide kafasında tekrar tekar tarttı. Ruhuyla uzun bir yolculuğa çıkarak kaleye gidebilirdi. Annesinin orada olduğunu artık biliyordu. Tanrı güçlerini kullanarak annesini oradan çıkartabilirdi. Böylece kimse onu göremezdi. Helena'yı kolaylıkla oradan çıkartabilirdi. Ama kendi için geri dönüşün kesinliği yoktu. Diğer yandan herkesi büyük bir saldırıyla tehlikeye sokabilridi. Düşüncelerin arasından duyduğu büyük gürültüyle sıyrıldı ve gözlerini açtı. Ares de kolları üzerinde doğrulmuştu. Birkaç saniye geçmişti ki Jasmine'in bağırışmaları Jordan ve Parker'ın ise kahkahaları duyuldu. Kıkırdayan Rebekah kafasını iki yana salladı.

''Anlaşılan Caleb ve Jassmine için eğlenceli bir gece olacak!''

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin