BÖLÜM 27

57.9K 2.6K 49
                                    

NOT: MEDYA Rebekah Diana Blackwood

…BABA…

Bir süre ikiz kardeşinin kolları arasında kalan genç kız sonunda geri çekilip ağlamaktan kızarmış mavi gözlere baktı. Şuan ki bedenine hiç benzemese de, ona baktıkça eski bedeni gözlerinin önünde canlanıyordu. Bu genç kız için garipti. Gözlerinin önünde iki farklı beden canlanıyordu. İki bedende ona aitti. Ancak eski halini net bir şekilde hatırlayamıyordu. Sadece rüyasında gördüğü kadarını hatırlıyordu. O zaman Artemis'i kıskanmıştı. Hem çok güzel olduğu için hem de Ares'i güldürdüğü için. Ancak şimdi anlıyordu ki aslında kendini kıskanıyordu!

‘’Ne o sis bulutunun altından Brad Pitt’in mi çıkmasını bekliyordun yoksa?’’ dedi alayla. Genç kız omuzlarındaki yüke ve içindeki sıkıntılara rağmen gülümsedi.

‘’Var olduğundan sonradan haberdar olduğum ikizimi görmek? Sanırım dünya da hiçbir şey beni bu kadar mutlu edemezdi.’’ Apollon omzunu silkti ve kendini beğenmişçe sırıttı.

‘’Eh bunu söyleyeceğini tahmin etmiştim.’’ Kıkırdayan Rebekah tekrar sıkıca kardeşine sarıldı. Henüz gerçek kimliğini tam olarak kabullenememiş olsa da Apollon’u kabullenmemesi imkânsızdı. Çünkü o diğer yarısıydı. İkiz kardeşiydi. Onu ilk kez görüyordu ama aynı zamanda onu çok iyi tanıyordu. Genç kız bu çelişkiler yüzünden delirmek üzereydi. Karşısındaki adamı hiç tanımıyor gibiydi oysa onun ikiz kardeşiydi!

‘’Gel oturalım.’’ Dedi Apollon ve Rebekah’nın elini tutarak az önce oturduğu yere ilerledi. Ağaca oturup sırtını yasladı ve yanına oturan kız kardeşini sıkıca kendine çekip sarıldı. Çok uzun zamandır bu anı beklemişti. Kardeşiyle engelsizce konuşup ona sıkıca sarılıp, öpebilmek o kadar mutlu olmasını sağlıyordu ki. Artık onu tekrar kaybetmek istemiyordu. 700 yıldır ikizinden uzak kalmanın acısını fazlasıyla çekmişti. Kolları arasındaki Rebekah sıkıca ona sarılınca gözlerini kapatıp bu anın tadını çıkardı.
Rebekah Apollon’un aşinası olduğu rahatlatıcı kokusunu derin bir nefes alıp içine çekti. Kafası hala sorularla dolu olsa da şuan hiçbir şey umurunda değildi. Bir süre sessizce batmakta olan güneşi izlediler. Sonra, Apollon’un sözlerini hatırlayınca genç kız kıkırdadı.

‘’Ne oldu?’’ diye sordu Apollon başını eğip kardeşine bakarken. Rebekah Apollon’un kolları arasından sıyrıldı.

‘’Ağabeyimizin karısı hakkında böyle konuşman çok yanlış!’’ Dedi kıkırdayarak. Apollon suratını buruşturup anlamadığını ifade eden bakışlarla bakınca tekrar kıkırdadı.

‘’Hephaestus diyorum. Afrodit hakkında 'koca memeli' dediğini duyarsa örse kafanı yerleştirip çekiçle beynini patlatır.’’ Apollon kahkahalarla gülerken genç kızda ona eşlik etti. Kendi ağzından çıkanı kulağı duymuyordu. Daha önce varlığına zorlukla inandığı tanrılar ve tanrıçaların şimdi ailesi olduğuna inanamıyordu. Az önce Hephaestus’a ağabey mi demişti? Hala Artemis olduğu konusunda bocalarken zihni çoktan kabullenmiş anı yaşıyordu!

‘’Benim bir suçum yok. Afrodit koca memelerini herkesin gözüne gözüne sokuyorsa benin ne yapabilirim? Açıkta olana herkes bakar.’’ Apollon’un arsız sırıtışı üzerine genç kız yüzünü buruşturup ona vurdu.

‘’Bu yine de iğrenç.’’ Apollon dalgınca gülümseyerek Rebekah’nın elini tuttu. Diğer elinin tersiyle genç kızın boğazını okşadı. Rebekah'nın sesinin düzelmesi için güçlerini kullanmıştı. Ancak Kirke’nin kara büyüsü nedeniyle Rebekah’ı iyileştirememişti. Kardeşi bir süre bu sesle kalacaktı. Elini yukarı kaldırarak yanağını okşadı.

‘’Kimliğini kabullenmeye başlıyorsun. Hephaestus’a ağabey dedin.’’ Genç kızın yüzündeki gülümseme soldu ve bakışlarını denize çevirdi.

‘’Kabullendiğim söylenemez. Şuan sadece delirmemeye çalışıyorum. Bana kehanetten ve güçlerimden bahsettiğinde her türlü ucubeye dönüşebileceğimi kabullenmiştim. Ama asırlardır yaşayan ve 700 yıldır ortalarda olmayan bir tanrıça olacağımı hiç tahmin etmezdim. İşin garip tarafı…’’ dedi ve derince iç çekip Apollon’a döndü. ‘’İşin garip tarafı bir yanım bunu zaten biliyormuş gibi. Seni, Ares’i Athena’yı Vincent’ı ve kurtları. Hepsine karşı olan garip hislerimi çözmüştü bu taraf. Ama beynimin diğer tarafı ise hala kimliğimi sorguluyor. Kimim ben? Kaç yaşındayım? Adım ne? Daha bunları bile bilmiyorken Artemis olduğumu kabullenemem.’’ Apollon Rebekah’nın yüzünü avuçlarının arasına aldı.

‘’Sen sadece sensin. Asırlardır seninle beraber Olimposta yaşadık. Daha sonra o trajik olayın ardından 600 yıldır senin yasını tuttum. Sonra dünyaya bu bedeninle tekrar geldin ve 100 yıl daha uyudun. 700 yıldır seni bekledim ben. Kardeşimi bekledim.’’ Dedi. Ardından alaya vurmak için gülümsedi. 

‘’Ömrüm senin uyanmanı bekleyerek geçti. Önce 600 yıl. Sonra bir yüzyıl daha ardından bu bir hafta! Uykucu ve tembel biri olup çıktın.’’ Genç kız kıkırdayarak bacağıyla onu dürttü.

‘’Beklettiğim için üzgünüm.’’ Dedi yüzündeki gülümseme solarken. Apollon onu tekrar kolları arasına çekti.

‘’Sonunda uyanıp bana, bize geri döneceğini bildiğim için birkaç yüzyıl daha bekleyebilirdim.’’ Genç kız tekrar ağlamamak için dudağını ısırdı ve kardeşine sıkıca sarıldı. 

‘’Bana neler olduğunu anlayamasam da bende hepinizi çok özledim Apollon. İçimdeki bu özlem canımı acıtıyor. Sanki onları tanımıyormuş gibiyim. Ama diğer yanım onları çok iyi tanıyor ve özlüyorum.’’ Apollon’un sıcak dudakları alnına öpücük kondurdu.

‘’Onlar senin ailen. Biz senin aileniz. Senin özlediğin kadar hepimiz de seni özledik. Çok yakında Olimposa geri döneceğiz. Rüyanda her zaman yanında olacağımı söylemiştim hatırlıyor musun?’’ dedi. Rebekah kafasını salladı. ‘’Her zaman yanında olacağım kardeşim. Bunları beraber atlatacağız Gecemin Işığı. Her şeyi anlayabilmeni sağlayacağım.’’ Genç kız geri çekildi ve gözünden akan yaşı elinin tersiyle sildi.

‘’Bana tekrar anlat o zaman. Anlayabilmemi sağla! Nasıl olabilir böyle bir şey?’’ Apollon ağaca yaslandı ve kardeşinin ellerini sıkıca tuttu. Ondan 700 yıldır ayrı kalmasının ardından uzak duramıyordu. Ruhunun ve bedeninin diğer yarısı şimdi tamamlanmıştı. Aylar boyunca aynı karnı paylaştığı, sonra yıllarca her anını beraber paylaştığı kardeşini, canını kaybetmek en çok onun için zor olmuştu. Şimdi ona kavuşmuşken ellerinin arasından uzaklaşmasını istemiyordu. Yeni bedende olması bir şeyi değiştirmezdi. O Artemis’di. Derin bir nefes aldı ve her şeyi engelleme olmadan anlatmaya başladı.

‘’Olimposda ki o saldırıdan sonra 600 yıl uyudun. Ardından benim kehanet sözcüme bir kehanet bildirildi. Kehanete göre sen uyanacaktın. Ancak ruhun bedenine geri dönemiyordu. Bu nedenle kehanette tekrar başka bir bedenle dünyaya geleceğin söyleniyordu. Onca yılın ardından sonunda ruhunda ilk yaşam belirtisi görüldü ve Helena'nın ana rahmine girdi. Ondan bir hafta sonrada hamileliğin ilk aşaması oluşmaya başladı. Yani sen Helena'nın karnına girmeseydin Amazon Kraliçesi o an hamile kalmayacaktı. Tamamen beklenmedik bir bebektin. Kehanete göre tekrar dünyaya geldiğinde kim olduğunu bilmeyecektin. Güçlerini kullanamayacaktın. 18 yaşına geldiğinde güçlerine kavuştuğuna dair ilk işaret geldiğinde, sana her şey yavaş yavaş anlatılmaya başlanacaktı. Böylece zihnin ve ruhun gerçeğe hazırlanacaktı. Daha sonra belirli güçlerine kavuşacaktın. Ancak bütün güçlerine kavuşman için gerçek uyanış gerekiyordu. Bunun içinde iki bedeninden birinin yok olması.’’

‘’Yok olmak mı?’’ diye sordu genç kız tereddütle. Apollon kafasını salladı.

‘’Düşündüğün gibi değil. İki bedenin birden var olamaz. Elysion’a gidip tercih yapacaksın. İki bedeninden birini seçeceksin. Bundan sonraki hayatına ya yeni bedeninle ya da eski bedeninle devam edeceksin. Gerçek uyanış sırasında seçmediğin beden yok olacak ve sen seçtiğin bedenle beraber bütün güçlerine kavuşacaktın. Gerçek uyanışa kadar, geçmişini parça parça hatırlayacaksın. Ancak uyanışından sonra bütün geçmişisin sana geri dönecek. Zihnindeki engeller kalkacak.’’

‘’Yani ben şimdi iki benimden birini seçene kadar geçmişimin sadece bir kısmını mı hatırlayacağım?’’ Apollon gülümseyerek başını salladı. ‘’Sana rüyanda söylediğim doğru ve yanlış arasındaki seçimi hatırlıyor musun?’’ diye sordu

‘’Evet hatırlıyorum. Yanlışı seçersem bütün dünya yok olacak!’’

‘’Şuan gerçek uyanış gerçekleşmedi. Bunun için sakinsin. Ama iki benin arasında seçim yaptıktan sonra tekrar gözlerini açtığında neler olacağı kehanette geçmiyor. Kehanette geçen şey ya bütün geçmişini hatırladıktan sonra gerçek uyanıştan öfkeyle kalkacağın ve Kirke, Marcus ve bütün canavarlardan intikamını alırken dünyayı yok edeceğin yazıyor. Ya da doğruyu seçerek öfkeni yeneceğin! Bedenlerin arasında seçim yaptıktan sonra uyandığında kendini kaybetmemelisin. O zaman seni kimsenin durduramayacağını biliyoruz. Bu nedenle her şey yavaş öğrenip kabullenmeni istedik. ‘’ Genç kız sesli bir şekilde yutkundu. Daha şimdiden bu kadar öfkeliyken uyandığında Kirke ve tüm canavarlarını yok ederken dünyayı yok etmemesi imkânsızdı.

‘’Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Daha şimdiden içim öfkeyle yanıyor, canım bu kadar fazla acıyorken kendime engel olamam.’’ Apollon öne atılıp kardeşinin yüzünü avuçları arasına aldı.

‘’Olmak zorundasın. Olacaksın! Bunu biliyorum çünkü sen benim ikizimsin. Diğer parçamsın. Seni en iyi ben tanıyorum. Evet, öfkeyle uyanacaksın ancak öfkeni dizginleyeceksin. Hiçbir insana zarar veremezsin sen.’’ Genç kızın omuzları bitkince çöktü. 

‘’Anlamıyorsun. O lanet cadı yaşamımın her anında beni mahvetti. Onun yüzünden şuan kim olduğumu bile bilmiyorum. Yüzyıllardır Olimposta yaşadığımı söylüyorsunuz. Bir ailem vardı. Kocam vardı. Önce Ares’i benden almaya çalıştı. Sonra beni neredeyse öldürerek ailemden sevdiğim adamdan ayırdı. Sonra beni tekrar dünyaya getiren ikinci ailemden sonra da Sarah ve Andrew’den ayırdı. Hayatını tamamen bana acı çektirmek üzere yaşıyor Apollon. Onu öldürmek istiyorum. Bütün acımı içimden söküp atmak istiyorum!’’ Apollon sakinleşmesini umarak alnını Rebekah’nın alnına dayadı.

‘’Onu öldüreceğiz kardeşim. Bunu senin kadar çok bende istiyorum. Hepimiz istiyoruz. Ve yapacağız. Ancak bunu uyanışından sonraki öfkeyle değil! Savaş açarak yapacağız. Hep birlikte büyük bir orduyla Kirke’yi devireceğiz! Hepimiz senin yanında olacağız. Zeus, Hera, Ares bütün kardeşlerimiz ve çocukların, savaşçıların hepimiz birlikte olacağız. Sadece uyanış sırasında öfkene yenik düşme!’’ Genç kız başını sallayarak kardeşine sıkıca sarıldı. Akıtmak istemediği ancak söz dinlemeyen gözyaşları sessizce birbiri ardına akıyordu. Bir süre sessizce sarıldılar. Apollon onun gerçekleri hazmetmesini beklerken Rebekah neler olacağını düşünmeden edemiyordu.

‘’Bana olanları bilmiyorlar mı?’’ Apollon kardeşinin kimlerden bahsettiğini çok iyi biliyordu.

‘’Bunu önce ben öğrendim. Sonuçta kehanet bana geldi. Ardından anlatmak için aklıma gelen ilk isim küçük kız kardeşimiz Eos oldu. Bunu herkese anlatmamamız gerektiğini söyledi. Haklıydı da. Herkese söyleyemezdik. Özellikle uykuya yatışının ardından ortadan kaybolan Ares ve hâla, kızlarının acısını çeken görevlerini zorlukla yerine getiren anne ve babamıza. Zeus ve Hera o günün ardından seninle birlikte ruhlarını kaybettiler. Her zaman gülen annemiz artık gülmüyordu. Hera’yı o kadar çok fazla sevmesine rağmen gözü dışarıda olan babamız bile artık kimseyle ilgilenmiyordu. Bu en azından bizim yararımıza oldu. En son katılan kardeşimizin ardından başka kardeşimiz olmadı.’’ Dedi kıkırdayarak. Genç kızda bütün bitkinliğine rağmen kısık sesiyle güldü. Apollon’un gülüşü durgunlaştı ve anlatmaya devam etti.

‘’Onlara anlatamazdık. Ares’e anlatsak bütün ömrünü senin peşinde geçirecekti ve bu beklenti onu daha da mahvedecekti. Ve bu sadece bir kehanetti. Başarılı olunup olunmayacağı belli değildi. Sonucu belli olmadığı için anne ve babamıza da ümit vermek istemedim. Eğer kehanet de bir şey ters gider ve sen uyanamasaydın onlara ölümünün acısını tekrar yaşatmak istemiyordum. Umarım bana bu konuda kızmamışsındır.’’ Rebekah kafasını iki yana sallayarak kardeşinin yanağını okşadı.

‘’Elbette ki kızmadım. En akıllıca olan kararı vermişsin. Ama bütün yükü sen omuzladın. Eğer uyanamasaydım en çok yıkılan sen olacaktın.'' Apollon omzunu silkti ve Rebekah’nın elini daha sıkı kavradı.

‘’Uyanacağını her zaman biliyordum. Olumsuz düşünmek benim gibi birinin tarzı değil.’’ Rebekah gülümseyerek başını kardeşinin omzuna yasladı ve onu dinlemeye devam etti.

‘’Sonra bunu kime söylememiz gerektiğini düşündük. Tabii ki de Hades bunu bilmeliydi. Ancak duygularını asla gizleyemeyen ve çok konuşan kardeşimiz Persephone bunu asla bilmemeliydi. Ona söylendiği an bütün Olimpos’un bunu duyacağını biliyorduk.’’ Genç kıkırdadı ve gözlerinin önünde Persephone’u canlandırmaya çalıştı. Onu tanımadığını, hiç görmediğini düşünsede tanıdığını biliyordu. Zihnini ne kadar zorlarla zorlasın kız kardeşinin sadece toprak rengi saçlarını hatırlayabildi. Kız kardeş. Rebekah bu düşünceyle gülümsedi. 

‘’Hades’e her şeyi anlattık ve o da bunu mutlaka Hekate ve Klotho’ya anlatmamız gerektiğini söyledi. Ardından bekleyişle ve sıkıntıyla birkaç ay geçirdik. Sonunda 600 yıl sonrasında ruhunda ilk yaşam belirtisi görüldü. Ertesi sabah uyandığımızda Hades Elysion da ki bedenini kontrol etti. Ruhunun olmadığını o an anladı ve izini takip etti. Helena’nın rahmine düştüğünü görünce senin zaten her şeyi planladığını anladık. Çünkü ilk savaşçı kadının olan Hippolyta’nın soyundan gelen Helena ve ilk kurda dönüşme gücünü verdiğin Alain’in soyundan gelen Vincent’ın çocuğu olacaktın.’’

‘’Bunu planladığımı bile bilmiyordum!’’ dedi Rebekah. Apollon gülümsedi.

‘’Az öncede söylediğim gibi. Helena'nın rahmine düştükten bir hafta sonra hamileliğin ilk aşaması oluştu. Bunun üzerine Klotho her şeyi Helena'ya anlattı. Bunu Vincent'tan saklamayacaktık. Onunda bilmesi ve Helena'yı koruması gerekiyordu ancak tam da o gece Kirke ve Marcus saldırdı. Gerisini zaten biliyorsun Klotho sana anlatmıştır. Saatler içinde Hekate'nin yardımıyla dokuz aylık gelişimini tamamladın ve doğumun başladı. Dünyaya tekrar gözlerini açmıştın.'' Derin iç çeken Apollon Rebekah'nın yüzüne gelen saçları geriye attı. ''Hala kim olduğunu kabullenemediğinin farkındayım. Sen sadece Rebekah Diana Blackwood'sun. Geçmişin ve güçlerin bunu değiştirmeyecek. Ortada iki beden tek ruh var kardeşim. Ve o ruh hep aynı kişiye ait. Yani sana. Bu bedende sana ait, Elysion da olanda. İkiside sensin. Sen gecenin, ayın ve doğanın tanrıçası Artemis'sin. Yani yeni adınla Rebekah Diana Blackwood. Ve sanırım bu ismini daha çok seviyorum. Havalı.'' Genç kız gülümsedi. 

''Evet. Ben tam olarak buyum. Rebekah Diana Blackwood.'' 

''Ve bu asla değişmeyecek. Biliyor musun Olimposa geri döndüğünde diğerlerinin vereceği tepkiyi çok merak ediyorum. Önce inanamayacaklar. Hatta belki Hera bayılacak. Ama en güzeli Afrodit’in tepkisi olacaktır. Kesin o tiz sesiyle çığlık çığlığa ağlayacak ve bütün Olimpos’u ayağa kaldıracak!’’ dedi kıkırdayarak. Genç kız da kardeşinin gülüşüne eşlik etti.

‘’Bak işte her şeyi hatırlayamasam da Afrodit’in çok bağırdığını hatırlıyorum.’’ Birkaç saniye sonra her şeyin yeni farkına varan genç kız hızla doğrulup Apollon’un kollarından sıyrıldı. Kardeşi kaşlarını çattı

‘’Ne oldu?’’ Genç kız ağzı açık bir şekilde ona baktı sonra inanamazmış gibi kafasını iki yana salladı.

‘’Yüzlerce kardeşim var benim!’’ dedi gülümseyerek. Apollon rahatlayarak tekrar ağaca yaslandı ve genişçe gülümsedi.

‘’O da bir şey mi? Üç annen ve üç baban var. Birkaç bin tane teyzen var. Birkaç bin tane amcan var. Ve milyonlarca kardeşin var. Büyük bir aile isteyen sendin hatırladın?’’ Rebekah kısık sesine rağmen kahkahalarla güldü. Hayatında kendini hiç bu kadar mutlu hissedemezdi.

‘’Üç anne ve üç baba! Hepsiyle nasıl ilgileneceğim ben?’’

‘’Sakın şikâyet etme! Hatırlıyorsan rüyada bana çok büyük bir aile istediğini söylemiştin. İşte sana bir ülkeyi dolduracak nüfusta kocaman bir aile! Seni sürekli takip ettiğim için Sarah ve Andrew’un sevgisini sana pek göstermeseler de çok fazla sevdiklerini biliyorum. Sürekli Elysion’a gidip onları ziyaret etmelisin. Hera’nın ne kadar kıskanç olduğunu bilirsin bunu unutman mümkün değil! Diğer annelerine ondan daha fazla ilgi gösterirsen başın fena halde derde girecek. Vincent ve Zeus arasında sürekli çekişme olacağını şimdiden tahmin edebiliyorum. Ama kardeşlerine gelince en çok sevdiğin her zaman ben olacağım.’’ Rebekah kıkırdayarak Apollon’un bacağına vurdu. Sonra zihninde beliren anılarla yüzündeki gülümseme soldu.

‘’Sarah ve Andrew’den özür dilemeliyim. Onları kırdım ve bunu hak etmediler. Ayrıca onları çok fazla özledim. Sanırım Vincent’a da özür borçluyum. Çıkarken fazla sert konuştum. Ona kızmaya hakkım yoktu. Aslında ona bağırmamın ve kızmamın sebebi zihnimde canlandırdığım bir araya gelme, kavuşma şekli böyle değildi. Lanet olsun babam bunca zamandır yanımda duruyordu ve benim haberim bile yoktu. Vincent ve Helena benim ailem. Annem ve babam!’’
diye mırıldandı genç kız. Sanki yüksek sesle söylemesi bunları daha çabuk kabullenmesini sağlayacakmış gibi. 

‘’Hep kapıları çarparak çıktığında kötü şeyler yapmış oluyorsun. Bence bu alışkanlığından kurtulmalısın.’’ Dedi Apollon alaya vurarak. Genç kız gülümseye çalıştı.

‘’Haklısın’’ Tekrar düşüncelere dalan Rebekah konuşmanın başından beri sormaya korktuğu şeyi dile getiremiyordu. Ancak endişe içini kemirirken bu soruyu daha fazla için de tutamadı.

‘’Ares?’’ Apollon derince içini çekti.

‘’O her şeyi öğrendiğinde uyuduğun için şanslısın. Kaledeki saldırının ardından hemen buraya geldik. Bir hafta boyunca seni iyileştirmek için uğraştık. Sonunda iki gece önce Klotho ve ben herkese her şeyi anlattık. Ares o kadar öfkelendi ki neredeyse yeni bir Dünya Savaşı başlatıyordu. Athena onu çok zor sakinleştirdi ardından ve ortadan kayboldu. Tabii gitmeden beni bir güzel benzetti. Yüzüm daha yeni iyileşti. Göt herif tam da tahmin ettiğim gibi bütün öfkesini benden çıkarttı.'' Rebekah gülse mi üzülse mi şaşırdı. En iyisinin sessiz kalmak olduğuna karar verip dudaklarını birbirine benzetti. Apollon küfürler savurmayı kesitkten sonra konuşmaya devam etti. ''Sanırım gerçeklerden kaçıyor. Senden değil. Ona biraz zaman vermelisin. Geri dönecektir. Senin öldüğünü sanıyordu. Uzun zaman sonra tekrar âşık olduğu kişinin zaten karısı olduğunu öğrenmek? Ohh Zeus’un kıllı poposu aşkına gerçekten de zor bir durum!’’ Dedi Apollon Rebekah’ı rahatlatmak için. Ama genç kız gülmedi. Çünkü gerçeğin farkındaydı. Ares bir süre değil, çok uzun bir süre ondan kaçacaktı. ''Nereye gittiğini bilmiyorsunuz?'' dedi. Aslında bu soru değildi. Bilmediklerinden emindi. Apollon kafasını iki yana salladı.

''Kimse nerede olduğunu bilmiyor. Kurtlaradamlar, Athena, Klotho, Eos, ben hepimiz aradık ama hiçbir yerde bulamadık. Sanırım sen ilk uykuya yattığında nereye gittiyse yine aynı yere gitti.'' Genç kız iç çekti ve başını tekrar kardeşinin omuzuna yasladı. Çok, çok fazla sorunları vardı ve hepsinin altından nasıl kalkacağını bilmiyordu.
Hava tamamen kararana kadar orada kaldılar. Bir süre sonra Rebekah yaklaşan ayak seslerini duyunca başını kaldırıp Apollon’a baktı. Kardeşi gözlerini açıp gülümsedi.

‘’Bende ne zaman buraya geleceğini merak ediyordum. Her an başımıza damlayacağını biliyordum. Yine iyi sabrettin.’’ Diye seslendi gelen kişiye. Rebekah, Apollon’un kolları arasından sıyrıldı ve kaşlarını çattı. Sonra o berrak sesi duydu.

‘’Kardeşimi daha fazla benden kaçırmana izin veremezdim. Bu kadar cimri ve kıskanç olma. Kız kardeşimi görmek benimde hakkım!’’ Rebekah kıkırdayarak ayağa kalktı. Ve yabancının açıklığa çıkmasını bekledi. Sonra o tanıdık yüz ağaçların arasından sıyrılıp karşısına geçti. Beyaza yakın upuzun sarı saçları, tıpkı Rebekah ve Apollon’un ki gibi mavi gözleri ve tanrılara yakışır kusursuz ve pürüzsüz bir ten. Her zamanki gibi beyaz uzun Antik Yunan elbisesinin içindeydi. Rebekah bakışlarını mavi gözlere çevirdi. Yaşlarla dolu olan gözleri görmek, Rebekah’nın kalbinin sızısını daha da arttırdı. Bu büyük özlemden bir an önce kurtulmak istiyordu. Bütün ailesini görüp hepsine kucak açmak istiyordu. Ne kadar kalabalık bir ailesi olduğu düşünülünce onlarla özlem gidermesi çok uzun sürecekti. Ama şimdiden ikisiyle özlem geçiriyordu. Karşısındaki kadın onun kız kardeşiydi. Rebekah onu hem tanıyor hem de tanımıyordu. Bu çelişkiler onu gerçekten delirtecekti. Onu tanımadığını düşünüyordu oysa o tanıdık simaya dikkatlice bakınca geçmişiyle ilgili birkaç anı gözlerinin önünde canlanıyordu. 

‘’Bu durumda sen benim kız kardeşim oluyorsun? Seni tanıyıp tanımama konusunda çelişkili olsam ve bu beni delirtmek üzere olsada emin olduğum tek şey var.'' dedi genç kız ve omuzlarını silkti. ''Sanırım seni çok fazla özlemişim Eos.’’
...

‘’Poseidon’un yosunlu parmakları aşkına sadece bir hafta uyudum bir yıl değil! Neler olmuş böyle?’’ dedi genç kız neşeyle. 
Saatlerdir Eos ve Apollon’la konuşuyordu. İlk birkaç saat Eos ‘un ağlamasıyla geçmişti. Şimdi ise üç 'kardeş' eskileri ve yeni gelişen olayları konuşarak kahkahalarla gülüyordu. Genç kızın hala kabullenemediği geçmiş hayatına dair hatırladığı en net şey Eos ve Apollon’un sürekli kavga edip birbirleriyle şakalaşmasıydı. Eos her zaman olduğu gibi kızdığında o parlak ışık toplarlarından fırlatıp duruyordu. Apollon ise her zaman olduğu gibi Eos’u çileden çıkartmış, Eos da ona tehditler savurup cinsel organının Afrodit ile işbirliği yaparak yok edeceğini söylemişti. Rebekah bunu bile özlediğini fark etmişti. İkisini de yeni tanıyor gibiydi. Ama kardeşleri geçmişten bahsettikçe ikisinide aslında ne kadar iyi tanıdığını fark ediyordu. Onlar kardeşleriydi. 

‘’Sen uyurken herkes birbiriyle koklaştı olan bu!’’ Dedi Apollon yine alay ederek. Eos’un yanakları hem öfkeyle hem de utançla kızardı ve elinde oluşan ışık küresini Apollon’a fırlattı. Apollon küfrederek son anda ışık küresinden sıyrıldı. Genç kız kıkırdayarak onların tartışmalarını izledi.

‘’Şunu açıklığa kavuşturalım. Ben Kirke’nin yaptığı kara büyü yüzünden ölümle savaşırken, James Eos’la, Trent de Caroline’la eşleşti öyle mi?’’ 
Rebekah bunun olduğuna inanamıyordu. Duyduklarıyla tarifi imkansız bir mutluluk yaşamıştı. James kısa sürede en değer verdiği kişiler arasına girmişti. Ve onun, yeni tanıştı kız kardeşiyle eşleşmesi müthiş bir şeydi. Diğer yandan bundan sadece birkaç gün önce ona asılan Trent’in kuzeni Caroline ile eşleşmesi ise daha farklı bir durumdu. Rebekah bundan dolayı mutluydu. Zihnini kurcaladığında Caroline’ın çok kıskanç olduğunu hatırlamış ve Trent için bundan sonraki hayatın çok daha zor ve eğlenceli geçeceğini tahmin etmişti. Caroline çok fazla kıskanç olan biriydi. Trent’in çapkın olmasıyla başının ağrıyacağını şimdiden tahmin ediyordu. Bundan sonra gözünün Caroline’dan başka kimseyi görmeyeceği bir gerçekti. Ancak Rebekah, Caroline’ı hatırlıyorsa kuzeni, Trent’in geçmişini delik deşik edip yine de ondan bunun hesabını sorardı.

‘’James içinde Trent içinde yas tutacağım. İkisine de yazık oldu. Bu iki baş belasıyla ömür nasıl geçer? Kardeşim ve kuzenim olmalarına rağmen ben onlara katlanamıyorum.’’ 

‘’Apollon!’’ Eos kızgınlıkla bağırdı. Rebekah tekrar kıkırdadı. Daha önce bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. İki kardeşinin ortasına oturmuştu. Ve onlar sözlü atışmalarına devam ederken başı pinpon topu gibi bir Apollon’a, bir Eos’a dönüyordu. Genç kız tıpkı Apollon’un söylediği gibi zihnini kurcalar ve zorlarsa geçmişinden kesitler hatırlayabiliyordu. Ve bu da Artemis olduğunu kabullenmesinde her defasında bir adım daha atmasını sağlıyordu.

Yıllar öncesinde, tam olarak kaç bin yıl önce olduğunu hatırlamasa da hala annesi olduğuna inanamadığı 'Hera' ile aralarında geçen tartışmayı hatırlayabiliyordu. Rebekah -yani Artemis- bütün kardeşlerini üvey olsun olmasın hepsini çok seviyordu. Ailesindeki herkesle sadece kuzeni Kirke hariç hepsi ile çok iyi anlaştığını hatırlıyordu. Annesi ile arasında geçen tartışmanın konusu, babasının başkalarından olan çocuklarıydı. Rebekah hepsini tanımak için dünyaya inip onlarla konuştuğunu hatırlıyordu. Üvey kardeşlerinin hepsini çok severdi. Ancak Eos ve Hermes’in yeri onun için çok ayrıydı. Eos şafak tanrıçasıydı. Hermes ise ticaretin tanrısı ve tanrıların habercisiydi. Hera, Zeus’un başkasından olan bütün çocuklarını kabul etmeyip hepsine Olimpos’u yasaklamıştı. Ancak Rebekah yani Artemis onlarında yerinin Olimpos olduğunu düşünmüştü. Ne yaptıysa Hera’ya kardeşlerini kabul ettirememişti. En azından sadece Eos ve Hermes’in Olimposa gelmesini kabul etmesini yoksa dağı terk edeceğini söylediğinde ise Hera çok sevdiği kızını kıramayıp bunu kabul etmişti. 

Rebekah bütün kardeşlerini net olarak hatırlayamasa da Apollon’un onun en sevdiği kardeşi olduğunu biliyordu. Çünkü Apollon onun diğer yarısıydı. Aynı şekilde Eos da onun için çok değerliydi. Eos şafağın tanrıçasıydı. Bu nedenle Apollon, o ve Eos’un arasında ki bağ diğerlerinden çok daha farklıydı. Her sabah Eos uyanır ve gökyüzünün kapılarını Apollon’a açarak şafağı getirir, ardından Apollon güneşi doğudaki yatağından kaldırır ve vakti gelince de Artemis ayı gökyüzüne çıkartırdı. Yani ben diye düşündü genç kız.

‘’O koca çeneni kapat artık Apollon! O berbat sesini duymak bütün enerjimi emiyor!’’

‘’Ah hadi ama Eos. Ben müziğin, liriğin tanrısıyım. Benim sesim melekleri bile ağlatır.’’ Eos tam ağzını açmıştı ki Rebekah araya girdi.

‘’Ben… Olanlardan sonra bunu kim yaptı? Yani görevi? Ay?’’ Genç kızın sorusu karşısında kardeşleri sustu ve bakışlarını ona çevirdi. Eos uzanarak Rebekah’nın elini tuttu.

‘’Biliyorsun. Hekate çok güçlü bir büyücü tanrıça olduğu için çoğumuzun güçlerine sahip. Aramızda bu görevi yapabilecek tek kişi oydu. Asla tahtta oturmadı. Çünkü onun sana ait olduğunu biliyordu. Sadece geçici süreliğine Ay ile ilgili görevleri o üstlendi.’’ Rebekah dudaklarını birbirine bastırdı ve kafasını salladı. Sonra bakışlarını henüz karanlık gökyüzünde yükselmekte olan aya çevirdi. Şimdi her şeyi anlayabiliyordu. Küçükken, Sarah ve Andrew evde olmadığı zaman, geceleri ne zaman kendini yalnız hissette aya bakardı. Ayın ona gülümsediğini hayal eder ve onu selamlardı. Ona baktıkça içine güç dolduğunu hayal ederdi. Şimdi sebebini anlayabiliyordu.

‘’Artık eve dönmeliyiz. Vincent’ın deliye döndüğüne eminim.’’ Dedi Apollon. Rebekah suratını buruşturarak bakışlarını ona çevirdi. Vincent’la yani babasıyla yüzleşmesi gerekiyordu. Ve diğerleriyle.

‘’Neden herkes bana garip davrandı. Ben… Ben onları hayal kırıklığına mı uğrattım? Yani Artemis’in ben olduğumu bilmek onlar için kötü mü oldu?’’

‘’Zeus aşkına! Neler saçmalıyorsun sen böyle!’’ dedi Eos şaşırarak. ‘’Onlar hayal kırıklığına falan uğramadı. Sadece çok şaşkınlardı. Ve karşılarındaki kişinin bir tanrıça, onların tanrıçaları olduğunu öğrenince nasıl davranmaları gerektiği bilemediler.’’

‘’Ah hadi ama! Bu yüzden mi bana hilkat garibesi gibi bakıp, uzak durdular! Ben Artemis olsam bile hala onların arkadaşıyım. En azından ben öyle olduğumuzu düşünüyordum!’’ Apollon hızla ayağa kalkıp elini Rebekah’a uzattı. ‘’Hadi gidip bunu onlara söyleyeyim o zaman.’’
Uzun bir süre yürüyünce Rebekah ne kadar uzaklaşmış olduğunun farkına vardı. Bulundukları adanın diğer tarafına kadar ilerlemişti. Evin önüne gelince kapı hızla açıldı ve perişan gözüken Vincent dışarıya fırladı. Gözleri Rebekah ile kesişince gözle görülür bir şekilde rahatladı.

‘’Hadi kardeşim biz içeriye girelim.’’ Dedi Eos Apollon’u içeriye çekerken. Apollon Rebekah'nın yanından ayrılmadan önce eğilip kardeşinin alnında öptü. Kapı onların ardından kapandı ve Rebekah babasıyla bir süre bakıştı. Seslice yutkundu ve arkasını dönüp yavaşça çiçek bahçesine doğru yürümeye başladı. Vincent da sessiz adımlarla peşinden geldi. Evden yeterince uzaklıkta olan bahçenin tam ortasındaki banka oturan Rebekah babasının yanına gelmesini bekledi. Vincent yanına oturdu ve birlikte sessizce aya baktılar. Nereden başlayacaklarını, ne diyeceklerini bilemiyorlardı.

‘’Ben-

‘’Ben-

İkisi de aynı anda söze başlayınca bakışları birbirini buldu ve gülümsediler. Böylece ortamda ki gerginlik biraz da olsa dağıldı. ‘’Önce sen söyle.’’ Dedi Vincent. Rebekah ellerini bacaklarının altına koyup, bakışlarını çıplak, nemli toprakla kirlenmiş ayaklarına çevirdi.

‘’Ben. Özür dilerim. Sana öyle demek istemedim. Sinirliydim ve sen o sırada sinirimi boşaltmak için tek hedeftin.’’

‘’Bende özür dilerim Diana.’’ Rebekah ona seslenişi şeklinden bakışlarını Vincent’a çevirdi.

‘’Diana dememin bir sakıncası var mı? Bu ismi Helena koymuş. Ve ben sana böyle hitap etmek isterim. Eğer sende istersen.’’ Rebekah gülümsemeye çalıştı. Helena yani annesi çok zekiydi. Ona Diana adını koyarak küçük bir metafor yapmıştı. 

‘’Diana. Artemis’in Roma da ki adı!’’ Diye mırıldandı. ‘’İstediğin şekilde seslenebilirsin. Üç adımın olması biraz karışıklık yaratacak ama sorun değil.’’ Artemis Rebekah Diana Blackwood diye düşündü içinden. Evet, hayatı tam anlamıyla ters yüz olmuştu. Bütün yaşadıklarından çıkarttığı en büyük ders bundan sonra asla ‘daha ne olabilir ki?’ demeyecekti. Çünkü sürekli böyle diyerek tanrıça olmuştu!

‘’Sana her şeyi anlatmak istedim ancak emin değildim. Çünkü benim çocuğum olabilmen için mutlaka kurtadam olman gerekiyordu. Oysa sen değildin. Ve senin 18 yaşında olduğunu sanıyordum. Tabii yüz yıl uyutulduğundan haberim yoktu. Bunların cevaplarını bilmediğim için sana anlatamazdım. Senden beni anlamanı istiyorum.’’ Rebekah alt dudağını ısırarak akmak üzere olan gözyaşlarını tutmaya çalıştı. Bugün daha fazla ağlamak istemiyordu. Ancak gözleri aynı şeyi düşünmüyordu. 

‘’Biliyorum. Ben sadece özür dilerim. Sana öyle demek istemedim. Çalışma odanda yaptığımız konuşmayı hatırlıyor musun? Bana gerçek ailemi sormuştun. Bende sana hayalimdeki şekillerini anlatmıştım.’’ Vincent kafasını salladı. O gün aralarında geçen konuşmada Rebekah her gece gerçek anne ve babasını hayalinde canlandırdığını söylemişti. Vincent aralarında geçen o konuşmayı hatırlayınca gülümsedi.

‘Annem, saçları tıpkı benim gibi. Siyah ve uzun. Gözleriyse mavi. Babamsa uzun boylu. Yapılı. Bizi her şey koruyacak sert karakterli biri. Koyu renk gözlü ve belki sarı saçlı.’ Demişti Rebekah. Vincent sarı saçı duyunca yüzünü buruştururken, Rebekah gözlerini ona çevirmişti. ’Ya da siyah saçlı. Tıpkı senin gibi.’ Vincent, kızının bu sözleri üzerine ifadesini sabit tutmakta ne kadar zorlandığını çok iyi hatırlıyordu. Ardından kızı onu kahkahalara boğan o cümleyi kurmuştu. ’Bunlar benim hayalimdeki aile. Eminim gerçekte çok farklıdırlar. Annem fazla zayıf ve bakımsız babamsa kısa ve şişmandır.’ 
Vincent çok iyi hatırladığını belirtmek için o gün ki kelimelerini söyledi tekrar.

‘’Demek kısa ve şişman ha?’’ Rebekah yanağından süzülen yaşı silerken gülümsedi.

‘’O gün ‘tıpkı senin gibi’ dediğim de aslında bunu istediğimi fark ettim. Odama gidip çocuğunu düşündüğümde onun yerinde olmak istediğimi fark etmiştim. Sanırım bunu hissetmiştim. İlk gördüğümde seni birine benzetip duruyordum. Oysa şimdi fark ediyorum ki aynaya baktığımda gördüğüm yansıma sana da benziyor. Özelliklede hareketlerimiz. Sanırım en berbat huyumu senden almışım. Heyecanlandığımda ya da kızdığımda sürekli bacağımı sallarım.’’ Vincent şuan gerginlikten dolayı salladığı bacağına bakarak kahkaha attı. Daha önce böyle bir mutluluk yaşadığını hatırlamıyordu. Uzun zamandır acı çeken kalbi şimdi huzurla atıyordu. Kızı onu istediğini söylemişti. Ona benzediğini. Bunun Vincent da farkındaydı. Kızdığında farkında olmadan yaptığı hareketlerin aynısı kızında da vardı.

‘’Her şey için özür diliyorum Diana. Senden ayrı kalmak zorunda olduğum için. Varlığından haberim olmadığı için. Yaşadığın bütün acılar için. Yanında olmayı varlığından haberdar olmayı isterdim. Zamanı geriye alamam ama bundan sonrası için sana söz veriyorum. Asla yanından ayrılmam. Seni asla terk etmeyeceğim. Hep yanında olacağım. Ben ve annen. Yakında onu da bulacağız ve bir aile olacağız. Senin ve annen için savaşmaya hazırım. Sadece benden uzaklaşma. İzin ver yanında olayım. Seni çok seviyorum kızım. Seni tanımayı senin hakkında her şeyi öğrenmeyi istiyorum. İzin ver seni tanıyayım. Çocuğumun karım ile beraber öldüğünü sandığım için çok uzun zamandır yasını tuttum senin. Ve seni çok fazla özledim.’’ Vincent’ın boğuk bir sesle söyledikleri üzerine Rebekah kendini tutamadı ve hıçkırıklarını serbest bıraktı. Hızla babasına dönüp sıkıca sarıldı. Gözyaşları sicim gibi yanaklarından hızla iniyor ve babasının beyaz gömleğini ıslatıyordu.

‘’Bende seni çok özledim baba. Beni asla bırakma!’’ Vincent kızına sıkıca sarılıp alnına ve saçlarına sayısız öpücük kondurdu. Kalbindeki ağırlık hafiflerken aldığı nefeslerin yetmediğinin farkına vardı. Kızının, sonunda kollarının arasında ve güvende olduğu gerçeği içinde tarifi imkânsız bir duygunun oluşmasını sağlamıştı. Yüzyılını onun öldüğünü düşünerek geçirmişti. Oysa şimdi kızı canlı kanlı olarak kolları arasındaydı. Bu mutlu tabloda tek bir eksik vardı. O da ruh eşi, biricik sevgilisi Helena. Vincent hayatında ikinci kez gözyaşı dökerken başını gökyüzüne kaldırdı ve bütün tanrılara yalvardı. Ona mutluluğun sadece bir kısmını değil tamamını vermelerini diledi. Eşine ulaşmayı ve onu kurtarmasında yardımcı olmalarını diledi. Artık en büyük korkusu onu tekrar kaybetmekti.
...

Bedeninin etrafında dalgalanan sıcak su ve hızla yağan kar taneleri bile Ares'i sakinleştirmiyor, huzura ulaştırmıyordu. 700 yıldır gizlendiği mağarasına tekrar döneceğini hiç düşünmemişti. 'O' uykuya daldığından beri buradaydı. Ve buradan tekrar 'Onun' için çıkmıştı. Şimdi ise tekrar 'Onun' yüzünden buradaydı.
Mağara İzlanda'nın en kuzeyindeki ıssız yerdeydi. Hiçbir insanın bulunmadığı sessiz ve el değmemiş bir alandı. Mağaranın içinde bir çok oyuk vardı. Ares bir tanesini kütüphaneye dönüştürmüştü. Büyük oyuklardan birini ise yatak odası olarak kulanıyor diğerindeyse yemek için gerekli her şeyin bulunduğu küçük bir mutfak olarak kullanıyordu. Mağaranın derinliklerinde küçük bir şelale ve kaplıçalar vardı. Kaplıcaların bulunduğu alanın üstü açıktı ve bembeyaz gökyüzünden yağan karlar Ares'in çıplak bedeninin üzerine düşüyordu. Kaplıcanın sıcak suyu ise belinin etrafında hafifçe dalgalanıp masaj yapıyordu. Sırtını taş duvara yaslayıp gözlerini kapattı. Soğuk ve sıcağın tatlı tezatlığını bedeninin her köşesinde hissederken 'Onu' bir kez daha düşünmemeye çalıştı.

Tüm bunların olduğuna hala inanamıyordu. Ruhu ve kalbi daha ne kadar zarar görecekti? Onun için yüzyıllar boyunca bu mağaradan dışarıya çıkmamıştı. Her gün 'O' ölümle savaşırken yaşadığı için acı çekmiş kendinden nefret etmişti. Her gün onun uyanmasını umutla beklemişti. 700 yıldır her lanet gün umutla beklemişti. Ya bugün uyanırsa? Ya bugün bana geri dönerse? Bu umut farkında olmadan her gün onu karanlığa götürmüştü. Yaşam enerjisini emmiş onu hayattan uzaklaştırmıştı. Ancak Ares bundan şikayetçi değildi. Eşini bir ömür daha beklerdi. Çünkü onu çok seviyordu. 

Yıllar sonra ilk kez bu mağaradan dışarıya adım atmıştı. Ona, Rebekah'a yardım etmek için. Onu ilk gördüğü andan itibaren kalbinde ruhunda hissettirdikleri için ondan nefret etmişti. Ondan kaçmıştı. Ama bu uzun sürmemişti. Çünkü ne kadar kaçmaya çalışsa ona doğru hızla çekilmişti. Sürekli onu görmek istiyordu. Kokusunun etrafını sarmalamasını, sesinin kulaklarından girip içine işlemesini seviyordu. Kahkahasını duymak Ares için bu dünyadaki en önemli şey olmuştu kısa sürede. Ares yıllar sonra tekrar yaşamaya başlamıştı. Kalbi tekrar atmaya başlamıştı. Tekrar hissediyordu. Ancak sevdiği kadın zaten onun eşiydi! Bu gerçeği sindirmesi kolay değildi. Her gününü Artemis'e ihanet ettiğini düşünerek geçirirken zaten onun yanı başında olduğundan habersizdi. Zaten tekrar ona aşık olduğundan da. 

Bunun olduğuna inanamıyordu. Onun Artemis'i, Gecenin Prensesi tekrar uyanmıştı. Farklı bir bedende olsa da onun eşiydi. Bunca zamandır yanı başındaydı oysaki. Ares mutluluğu bile yaşayamamıştı. Hala buna inanamıyordu. Sivri dilli Rebekah'sı onun eşiydi. Bu düşünceyle Ares gözlerini açtı. Gülümsemek istedi ama yapamadı. Ruhu aynı kişi olsa da bedenen ve karakter olarak eski halinden farklıydı. Bu Helena ve Vincent'dan geçen özellikleriyle ilgili olmalıydı. Eskiden olduğu gibi cesur ve korkusuzdu. O zamanda çok kafa tutardı şimdide. Ancak şimdiki haliyle daha dik başlıydı. Bozuk bir ağızı vardı ve bu Ares'in Rebekah da en sevdiği şeydi. Her şey olmadan önce beraber lunaparkta geçirdikleri günü hatırlayınca kasları sonunda harekete geçti ve gülümsedi. Rebekah'ı sadece üç gün geçmiş olsa bile özlemişti. Yani eşini. Tekrar hayata dönen Artemis'ini. 

Sıkıntıyla iç çekip kaplıcadan çıktı. Çıplak vücudundaki sular taş zemine damlarken kenara koyduğu kürkü beline sardı ve mağaranın girişine doğru ilerledi. Islak saçları ensesine yapışmış damlaları sırtından aşağıya akıyordu. Mağaranın girişine gelince çıplak ayaklarla kara bastı. Hızla esen soğuk rüzgar bedenini ısırıyordu. Karın ferahlatıcı soğukluğu bedenine hücum ederken içindeki ateşi de söndürmesini umdu. 
Rebekah'nın karşısına çıkmaya hazır değildi. Onu yalnız bırakmaması gerektiğini biliyordu ama şuan onun karşısına çıkamazdı. Genç kız gerçeklerle yüzleşirken Ares'e ihtiyaç duyacaktı. Ama Ares bencilce onun yanına gitmiyordu. Gidemezdi. Önce bunu kendi kabullenmeli ve aşmalıydı. Kar taneleri bedenine düşerken gözleri kapattı ve sessizlik ve yalnızlıkta kendini kaybetti.

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin