BÖLÜM 17

46.8K 2.6K 44
                                    

...TAPINAK...

Caleb’ın sözleri üzerine Rebekah’nın kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. ‘’Artemis mi? Diye mırıldandı. İkinci kez yolları Artemis’le kesişmişti. İlki Ares’di. İkincisi de tapınak. Niye sürekli karşısına çıkıyordu? Daha da önemli ‘Suratsız’ onun tapınağını neden bana gösterdi? Diye düşündü.

‘’Neden Artemis’in tapınağını araştırıyordun?’’ Caleb’ın sorusu üzerine düşüncelerden sıyrıldı. Ona ya da herhangi birine suratsızı anlatmak ve yaptıklarını söylemek istiyordu. Belki yardımcı olabilirlerdi. Ama suratsıza ihanet edemezdi. Ondan kimseye bahsetmeyeceğine söz vermişti.

‘’Rüyamda gördüğüm bir tapınaktı. Kime ait olduğunu merak ettim.’’ Dedi ve bakışlarını tekrar kitaptaki resme çevirdi. Bana bu tapınağı göstererek ne anlatmak istedin Suratsız? Diye düşündü. Göremediğim ne vardı? Sıkıntıyla iç çekerken aynı anda odanın kapısı açıldı.

Vincent son günlerde hiç olmadığı kadar gergindi. Rebekah ile ilgili hiçbir şey öğrenememesi zaten canını sıkıyorken bir de Rebekah onun kızıydı. Evet Vincent bundan emindi. Çünkü bu düşüncenin içini kemirmesine daha fazla izin vermeyip DNA testi yaptırmıştı. Rebekah uyurken odasına girip saçından bir tel almak hiç zor olmamıştı. Vincent bu testi yaptırırken vicdanı hiç susmamış yapmaması gerektiğini söylemişti. Ancak alfa daha fazla bu merakla yaşayamazdı. Sonuç Rebekah yüzde doksan dokuz kızıydı. Kağıttaki yazıları üç kez okumuştu ve sonra kahkahalarla gülmüştü mutluluktan. Kızını, öldüğü sandığı, minik bebeğini bulmuştu. Ancak sonraki düşünce zihnini asit gibi yakmıştı. Helena neredeydi? Hala hayatta mıydı? Vincent onunla ilgili saatlerce düşünmüş sonunda dayanamayıp kendini ormanın sakinleştirici kollarına bırakmıştı.

Alfa kızını, bugün henüz görememişti. Odasına gitmişti ama orada yoktu. Ares eğitimden sonra gelip Rebekah’nın vücudundaki değişimleri anlatınca içinde garip bir his oluştu. Kızının ne olduğu bilmiyordu. Neden kurt olmadığını da. Ve neden 18 yaşında olduğunu da? Teknik olarak kızının kurt ve 118 yaşında olması gerekiyordu. Sıkıntıyla gömleğinin üstteki düğmelerini açtı. Çalışma odasının kapısını açtığında şaşkınlıkla tek kaşını kaldırdı.
Caleb ve Rebekah koltukta oturmuş, omuzlarının üzerinden ona bakıyorlardı. Caleb alfasını görüp ayağa kalkarken, Vincent içeriye girerek kapıyı kapattı. Kızının burada olması onu sevindirmişti. Ama yanında Caleb’ın olması canını sıkmıştı. Rebekah’nın kızı olduğunu anladığından beri içgüdüsel dürtülere karşı koyamıyordu. Kızının etrafında sürekli erkeklerin olması – ki bunlar kendi adamı ya da tanrı olsa da fark etmez- sinirlerini oynatıyordu. ‘’Burada ne yapıyorsunuz?’’ diye sordu bakışlarını Caleb’a dikerek.

‘’Tapınaklarla ilgili araştırma yapıyorduk.’’ Dedi Rebekah gülümseyerek. Vincent’ı görmek ve düşüncelerinden sıyrılmak onu rahatlatmıştı. Vincent kızının gülümsemesine farkında olmadan karşılık verdi. Koltuğa doğru yaklaştı.

‘’Caleb sen gidebilirsin. Rebekah ile konuşmak istiyorum.’’ Caleb kafasını sallayıp seri adımlarla odadan çıktı. Alfa, Caleb’ın kalktığı yere kızının yanına oturdu. Rebekah bacaklarını indirerek kucağındaki kitabı kapattı ve masaya koydu. Yüzünün önüne gelen saçlarını kulağının arkasına attı. ‘’Umarım burada olmam sizin için sorun olmamıştır.’’ Rebekah ona nasıl hitap etmesi gerektiğini bilmiyordu. Bazen dalgınlıkla sen diye hitap etse de genellikle siz demeye çalışıyordu. Vincent Rebekah’nın üstü değildi ama yine de siz diye hitap edilmesi gereken biriydi.

‘’Buraya gelip istediğin kitabı okuyabileceğini söylemiştim. İstediğin zaman gelebilirsin.’’

‘’Teşekkürler.’’ Diye mırıldandı Rebekah.

‘’Ares bugün olanlar hakkında bahsetti. Kendini nasıl hissediyorsun? Başka bir değişiklik var mı?’’ Rebekah dudaklarını birbirine bastırarak, kafasını iki yana salladı.

‘’Başka herhangi bir şey yok. Ama kendimi çok dinç hissediyorum.’’ 
Vincent bir süre sessiz kalarak, şöminedeki ateşi izledi. Ortada büyük bir bilinmezlik olsa da Rebekah onun kızıydı ve kızı hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Elbette onu araştırmışlardı. Rebekah Diana Blackwood hakkında her şeyi biliyordu. Ama kızı olan Rebekah’ı tanımıyordu. Hangi yemeği sevdiğini, neler yapmaktan hoşlandığını bilmiyordu. Geçirdiği önemli bir rahatsızlık var mıydı? Herhangi bir şeye alerjisi var mıydı? Hiçbir şey bilmiyordu. Ve onu tanımak istiyordu. Bakışlarını kızına çevirdi. Ellerini kucağında birleştirmiş şöminedeki ateşi izliyordu. Vincent boğazını temizledi. ‘’Sana bir şey sormak istiyorum.’’ Rebekah gözlerini kısarak Vincent’a döndü.

‘’Tabii.’’ Dedi. Vincent bunu nasıl yapacağını bilmese de bir yerden başlaması gerekiyordu. ‘’Bunun seni üzeceğini biliyorum ama… Onlar nasıldı? Sarah ve Andrew. Ailen. Onlarla iyi anlaşır mıydın?’’ 

Rebekah, Vincent’ın sorusuna şaşırmıştı. Yüzü şaşkınlığını belli etse de kendini toparladı. Dudakları hüzünlü bir gülümsemeyle kıvrıldı. Bakışlarını tekrar yanan ateşe çevirdi. Kucağında birbirine kenetlenmiş parmakları daha da sıkıldı. Kafasını evet anlamında salladı. ‘’Onlar en iyisiydi. Evet, belki beni fazla kısıtlamış olabilirler. Bana yalanda söylemiş de olabilirler. Ama onlar melek gibiydi. Evlatlık olduğumu öğrendiğimde bu kadar çok yıkılmamın asıl sebebi de bu. Beni o kadar çok sevdiler ki bir gün bile böyle bir şüpheye düşmedim. Kendimi onlardan ayrı ya da farklı hissetmedim.’’ Genç kızın gözleri sulanmıştı. Bakışlarını kucağındaki ellerine çevirdi. ‘’Sadece bana sürekli kurallar koymaları beni kızdırırdı.’’ Dudaklarından sinirli bir gülüş çıktı ve yanağından akan yaşı silerken tekrar ateşe baktı. ‘’Bunun sebebini de şimdi anlıyorum. Bir şekilde gerçeği öğrenmemden ve Ivan’ın bana ulaşmasından korktular. Evlatlık olduğumu öğrenince onlara… Onlara o kadar çok kızdım ki. Kendime kızdım. Gerçek aileme kızdım. Öfkeden gözüm döndü ve ben onların öldüğünü bile unuttum. Ve şimdi kendimi berbat hissediyorum. Onlar bunu hak etmiyordu. Sadece beni evlat edindikleri için böyle ölmeyi hak etmiyorlardı.’’ 

Rebekah’nın gözlerinden birbiri ardına yaşlar akarken Vincent kalbine bıçak saplanmış gibi hissediyordu. Kızının omuzların o kadar büyük bir yük vardı ki bunun altında boğuluyordu. Ve kimse ona yardım etmiyordu. Kimse olaylara onun gözünden bakmıyordu. Kızı o kadar çok acı çekiyordu ki ve Vincent’ın elinden hiçbir şey gelmiyordu.

‘’Bu dünyada her şeyin bir sebebi vardır Rebekah. Onlar olmasa bir başkası olacaktı. Ama eminim ki Sarah ve Andrew yine seni seçerdi. Çünkü sen çok güçlü, akıllı ve güzel bir kızsın.’’ Genç kızın dudaklarından tekrar sinirli bir gülüş çıktı. Islanan yanaklarını elinin tersiyle sildi. Vincent bir süre sessizce kızının sakinleşmesini bekledi. Dilinde acı bir tat bırakan ama aynı zamanda kalbinin ritmini hızlandıran asıl soruyu sordu. ‘’Peki, gerçek ailen?’’ Rebekah bakışlarını Vincent’a çevirdi. Kaşlarını kaldırarak ‘’Gerçek ailem?’’ Dedi. Kafasını iki yana sallayıp bakışlarını tekrar şöminedeki ateşe çevirdi. ‘’Neden yetimhaneye bırakıldım tam olarak bilmiyorum. Aklımda onlarla ilgili yüzlerce senaryo uydurdum. O kadar çok şey düşündüm ki. Neden beni istemediklerini bir türlü anlayamadım. Olduğum şey yüzünden mi beni bıraktılar? Ya da olduğum şey her ne lanetse beni bu yüzden mi bırakmak zorunda kaldılar. Hiçbir şey bilmiyorum.’’ 

Gözyaşları birbiri ardına yanaklarından süzülürken bakışlarını Vincent’a çevirdi. ‘’Ama her gün. Lanet olası her gün onları düşünüyorum. Yaşayıp yaşamadıklarını başlarına bir şey gelip gelmediğini düşünüyorum. Karşılarına çıksam koşup bana sarılacaklar mı yoksa benden uzaklaşacaklar mı merak ediyorum. Ve bundan emin olamadığım içinde henüz karşılarına çıkacak gücüm yok.’’ Çenesi titriyordu. Sözcükleri hıçkırıkların arasından zar zor anlaşılıyordu. Bunları daha önce kimseyle konuşmamıştı. Hissettiklerini kimseye anlatmamıştı. İçinde tuttuğu her şey dağ gibi büyümüştü ve artık nefes alamıyordu. Ölen ailesi için ağlıyordu. Gerçek ailesi için, Ares için, acıyan kalbi için… Omuzlarında büyük bir yük olduğu için… Dirseklerini dizlerine koyarak yüzünü ellerinin arasına gömdü.

Üst üste gelen olaylar sinir sistemini mahvetmişti ve şimdi ağlamasını durduramıyordu. Zayıf bir kız gibi algılanmak istemiyordu. Ama kendini tutamıyordu. Omzunda sıcak bir kol hissedince ellerini yüzünden çekip kafasını yana çevirdi. Vincent’ın ona karşı bakışlarında sıcaklık vardı. Yüzündeki ifadeyi tam olarak çözemese de alfa diğer kolunu kaldırdığında Rebekah hiç düşünmeden alfanın kolları arasına girdi. Vincent bir baba gibi Rebekah’nın kafasını okşarken Rebekah gözlerini kapattı. Birinin ona sarılmasına ihtiyacı vardı. Şuan ki durumun garipliğini sonra düşünebilirdi. Şimdi sadece onu saran sıcak, güvenli kolların tadını çıkartacaktı.

Vincent kızına sıkıca sarıldı. Gözlerini kapatarak bu anın tadını çıkarttı. Hayatı boyunca sadece bir kere ağlamıştı. Helena’nın ölümünün ardından. Ve şimdi Vincent ağlama isteği ile dolmuştu. Nasıl bir oyun döndüğünü bilmiyordu. Bildiği tek bir şey vardı. Kimse kızını ondan alamayacaktı! Kimse ona artık zarar veremeyecekti! Rebekah bu kolların arasında hep güvende olacaktı. Gözlerini kapatıp kızının tanıdık kokusunu içine çekti ve sakinleştirici bir şekilde saçlarını okşamaya devam etti.
Rebekah kafasını Vincent’ın omzuna yaslamıştı. Vincent’ın saçını okşayan eli zihninde babası Andrew ile olan anısını canlandırdı. Küçükken her banyo sonrasında babasının kolları arasına uzanırdı. Ve o da tıpkı Vincent’ın yaptığı gibi saçlarını okşardı. Bu anı Rebekah’ı gülümsetti. Gözünden düşen bir damlayı elinin tersiyle sildi. ‘’En çok nasıl olduklarını merak ediyorum. Sürekli onları hayal ediyorum.’’ 

Vincent’ın kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. Dudakları kıvrılırken ‘’Nasıl hayal ediyorsun?’’ diye sordu. Rebekah istemese de Vincent’ın kolları arasından sıyrılarak oturdu. Yüzündeki son yaşları silerken gülümsüyordu. ‘’Annemin saçları tıpkı benim gibi. Siyah ve uzun. Gözleriyse mavi. Babamsa uzun boylu. Yapılı. Bizi her şey koruyacak sert karakterli biri. Koyu renk gözlü ve belki de kumral ya da sarı saçlı.’’ Vincent sarı saçı duyunca yüzünü buruştururken, Rebekah gözlerini ona çevirdi. Kafasını yana eğerek. ‘’Ya da siyah saçlı. Tıpkı senin gibi.’’ Genç kızın sözleri üzerine Vincent yüzünü sabit tutabilmek için büyük güç sarf etti. Sesli bir şekilde yutkundu. Rebekah kıkırdayarak kafasını iki yana salladı.

‘’Bunlar benim hayalimdeki aile. Eminim gerçekte çok farklıdırlar. Annem fazla zayıf ve bakımsız babamsa kısa ve şişmandır.’’ 
Rebekah’nın yüzünü buruşturarak söyledikleri Vincent’ın kahkaha atmasına sebep oldu. Alfayı ilk kez böyle gülerken gören Rebekah ise yüzündeki şaşkın gülümsemeye engel olamadı.
‘’Demek kısa ve şişman ha.’’

Rebekah odasının kapısını kapatıp, kapıya yaslandı. Yüzünü garip bir şekle sokarken birkaç dakika önce Vincent ile yaşadığı garip konuşmayı düşündü. Alfanın yanında ağlamak yaptığı en aptalca şeylerden biriydi belki de. Ama o an için birisinin omzuna başını koyup ağlamak istemiş ve bunu yapmıştı. Vincent’ın baba şefkatini iliklerine kadar hissetmişti. Harika bir baba olabilirdi. Çocuğu dışarıda neredeyse, harika bir babası olduğunu bilmeliydi. Ve Rebekah, Vincent’ı çocuğuna kavuşturacaktı.

İçinde biraz da olsa kıskançlık duygusu oluştu. O çocuk böyle bir babaya sahip olduğu için gerçekten de çok şanslıydı. Umarım benim babamda tıpkı onun gibidir diye düşündü ve dolabına doğru ilerledi. Üzerindekileri çıkartıp pamuklu pijamalarını giydi. Uyumak için erken bir saatti. Ama bir an önce uyuyup ‘suratsız’ ile Artemis’in tapınağı hakkında konuşmalıydı. Yatağına doğru ilerlerken başucundaki perdeleri çekmek için cama yöneldi. Perdeyi çekerken odasının karşısındaki ağacın dalına konan kargayı gördü. Siyah tüylerinin arasında kafasının üzerinde sarı tüyleri vardı. Bu onun kargasıydı. Onu uzun bir süredir görememişti. Saçmada olsa kargaya el sallayıp, gülümseyerek perdeyi çekti ve ‘suratsızla’ buluşmak için yatağa girdi.
...

Genç kız, gözlerini açtığına kendini kaledeki odasında buldu. Yatağında doğruldu. Gerçekten uyanmış mıydı yoksa rüyada mıydı?
‘’Günaydın.’’ Cam kenarında oturan Suratsızı görünce rüyada olduğunu anladı. Anlaşılan bu sefer bir yere götürmek yerine bu oda da bulunmayı tercih etmişti.

‘’Günaydın.’’ Rebekah yataktan kalkarak ‘Suratsızın’ karşısındaki yumuşak koltuğa oturdu ve ayaklarını kendine çekti. Her zaman ki gibi üzerindeki kollarını kıvırdığı beyaz gömleğinin önü açıktı. İki yana açılmış olan gömleğin altından kaslarla çevrili vücudu gözüküyordu. Altındaysa yine beyaz pantolon vardı. Rebekah kafasını yana eğerek üzerindekilere baktı. ‘’Anlaşılan beyazı çok seviyorsun.’’ 

Suratsız omzunu silkerek ‘’Vücudumu daha çekici gösteriyor.’’ Dedi. Rebekah gözlerini devirirken, Suratsızın kulağa müzik gibi gelen kahkahası yankılandı.

‘’Her neyse bana bir açıklama yapmak zorundasın. Niye beni Artemis’in tapınağına götürdün?’’ dedi ciddileşerek.

‘’Çünkü orası görmen gereken yerlerden biriydi. Gösterdiğim her yerin bir nedeni var.’’ Rebekah sinirlenmemeye çalışıyordu. Ama bunda oldukça zorlanıyordu.

‘’Hala bana tam olarak açıklama yapmış sayılmazsın. Anlıyorum şu saçma kehanete göre her şeyi sırasıyla öğrenmem gerek yoksa beynim patlar ya da deliririm. Ama bu ne kadar lanet bir şey farkında mısın? Bazen delireceğimi düşünüyorum. Çözmem gereken o kadar çok şey var ki!’’ diyerek kafasını arkaya attı ve inledi.

Suratsız neredeyse tüm dişlerini göstererek gülümsedi. Yüzünü kapatan sisler Rebekah’nın bunu görmesini engelliyordu. Bugün diğer günlerin aksine çok daha mutluydu. Çünkü Rebekah’nın tüm güçlerine kavuşmasına çok az bir zaman kalmıştı. Güçlerine kavuştuğunda ona neler olduğunu anlayamayacaktı. Güçlerinin neler olduğunu çözemeyecekti. Ares bile çözemeyecekti. Çünkü Suratsız buna izin veremezdi. Onlara her şeyi anlatmadan güçlerin ne olduğunu öğrenmemeleri gerekiyordu. İşte tam da o sırada sonunda Rebekah’nın karşısına çıkabilecekti. Kaleye gelecek, herkese gerçekleri, kehaneti ve Rebekah'nın güçlerinin ne olduğunu söyleyebilecekti. Önlerinde çok kısa bir zaman vardı. Tüm bunlar Rebekah bu sabah uyandığında gerçekleşecekti.

‘’Bugün ilginç bir gündü değil mi?’’ diye sordu biraz eğlenmek için. Bugüne kadar Ares’le olan yakınlaşmalarını hep göz ardı etmişti. Bu konunun Rebekah’ı sinirlendireceğini biliyordu. Ve şimdi canı biraz eğlenmek istiyordu.

Rebekah hızla kafasını çevirip ‘Suratsıza’ baktı. Yüz ifadesini sabit tutmak için kendini zorladığı belli oluyordu. ‘’Evet. Felicia ile sıkı bir kavgaya tutuşmak üzereydik.’’ Dedi konuyu kıvırmaya çalışarak. 

Suratsızın gülümsemesi daha da büyüdü. ‘’Hayır, ondan bahsetmiyorum.’’ 

Rebekah huzursuzca oturduğu yerde kıpırdandı. Kaşlarını çatarak ciddi görünmeye çalıştı. ‘’Vincent’ın omzunda ağladığım bölümde biraz garipti.’’ Suratsız kıkırdadı.

‘’Evet. O da gününün ilginç bölümlerinden biriydi ama ben sabahki olaydan bahsediyorum.’’

‘’Güçlerim! Ahh evet, güçlerim ortaya çıkmaya başlıyor. Ares bunun sadece bir başlangıç olduğunu söyledi. Devamı gelecekmiş yani. Öyle mi?’’ diye sordu kafasını yana eğip. Suratsız Rebekah’nın konuyu değiştirme çabalarının üzerine kahkaha attı.

‘’Evet devamı gelecek ama bahsettiğim şey o da değildi.’’ Genç kız tekrar oturduğu yerde kıpırdandı boğazını temizleyerek ‘suratsızın’ göremediği gözlerinden bakışlarını kaçırdı. ‘’Ne demek istediğini anlamadım. Başka bir şey olmadı.’’

‘’Hımm. Yani Ares’le spor salonundaki yakınlaşmanız se...’’

‘’Tamam. Tamam. Anladık. Ordaymışsın görmüşsün. Seni pis röntgenci. Yüzüme vurmanın bir anlamı yok. Birkaç dakikalığına olan bir şeydi. Bir önemi yok.’’ Rebekah kaşlarını çattı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Suratsızın sinir bozucu kahkahasını duymak istemiyordu. Sonunda kahkahalarına son veren ‘suratsız’ Rebekah ile uğraşmaya devam etmek istiyordu. ‘’Bu arada yine beni gördün.’’

‘’Ne?’’ Rebekah kollarını çözüp öne doğru eğildi.

‘’Evet. Beni yine gördün. Hatta bugün.’’ Suratsız kıkırdarken, Rebekah’nın gözleri kısıldı. ‘’Benimle dalga geçiyorsun değil mi?’’ Suratsız omzunu silkti.

‘’Hayır. Çok ciddiyim. Hatta yatağa girmeden hemen önce gördün.’’ Rebekah öfkeyle homurdanarak arkasına yaslandı. ‘’Kimseyi görmedim ben. Sadece Vincent’la konuştum. O olmadığına göre benimle dalga geçiyorsun.’’ Tekrar kollarını göğsünde birleştirdi. Yine bacağı hızlı bir şekilde sallamaya başlamıştı. Suratsız dirseklerini dizlerine yaslayıp öne doğru eğildi. ‘’Çok uzun zamandır seni takip ediyorum. Sürekli etrafındayım. Ama sen beni çok nadir gördün. Ve yine de farkına varmadın. Sanırım bu benim suçum.’’ 

Rebekah yüzünü buruşturarak ‘’Ne demek istiyorsun?’’ dedi.

‘’Şey sana beni gördüğünü söylerken bir şeyleri eksik söylemiş olabilirim.’’ Genç kızın kaşları çatıldı tıpkı suratsız gibi öne eğildi. ‘’Bana doğru düzgün bir şey söyleyecek misin yoksa ben senin gereksiz yere var olan o dilini keseyim mi?’’

Suratsız teslim olurcasına iki elini havaya kaldırdı. ‘’Tamam. Tamam. Söylemek istediğim şey beni gördüğünde insan bedenimde değildim.’’ Rebekah’nın ağzı şaşkınlıkla açıldı. ‘’Farklı bir şeye dönüşerek etrafında dolanıyorum.’’ Suratsızın kıkırdayarak söyledikleri genç kızı daha da sinirlendirdi. Gözlerini kırpıştırarak ‘’Tam olarak nasıl bir bedende olduğunu sorabilir miyim?’’

‘’Karga.’’ Suratsızın direkt söylediği cevap kızı iyice şaşkına çevirdi. ‘’Ne kargası?’’ Suratsız ağacı göstererek ‘’Hani şu sürekli ağacın üzerinde duran kafasında sarı tüyler olan karga var ya. İşte o aslında benim.’’

Hala ağzı açık olan Rebekah suratsızın daha önce söylediklerini düşündü. Daha önce rüyasında kalede Vincent’ın tahtında buluştuklarında onu gördüğünü söylemişti. Ona bakıp bir şeyler söylemiş ve güldüğünü söylemişti. Ama Rebekah buna inanmamıştı. Zihninde canlanan anıyla suratsızın ne demek istediğini anladı. Kaleye yapılan saldırının ardından Jordan ve Rebekah tam da bu koltuklarda Ares hakkında konuşuyorlardı.

'Ares’in özel gücü var. Seni odasına götürüp bütün yaralarını iyileştirmiş. Saldırı sonrasında her şey yatışınca da seni buraya getirdi. Yani düşündüğü gibi kendini beğenmiş uyuzun teki değil. Sana yardım etti' demişti Jordan
'Benim bakış açımla hala kıçı kalkık ve kendini beğenmiş herifin teki. Teşekkür etmemi bekliyorsa, ona boşuna beklememesi gerektiğini iletirsen sevinirim.'
Rebekah’nın sözleri üzerine Jordan’ın gözleri kocaman açılmış ve hızla etrafa göz atmıştı. Sanki Ares her an çıkacakmış gibi bir korkuya kapılmıştı. Dışarıdan gelen kahkaha benzeyen karga gaklamasını duyunca yerinden sıçramıştı. Rebekah gülümseyerek
’Bak o benim söylediklerimi komik buluyor işte.’ Demişti ve kargayı göstermişti. Karga yine kahkaha benzeyen gaklaması ile kanatlarını açıp gökyüzüne doğru uçmuştu

Ama bu kargayı ilk görüşü değildi. Daha önce odasında ailesi ilgili olanları düşünürken de onu görmüştü. Ve bu gece yatmadan önce perdeleri kapatırken yine o kargayı görmüştü.

‘’Kapat şu ağzını. Komik görünüyorsun.’’ Suratsızın kahkaha kokan sesini duyunca düşüncelerin arasından sıyrıldı. Hala açık olan ağzını kapattı. Gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırarak ‘’Buna inanamıyorum! Nasıl bunu yapabiliyorsun? Sen bir tür karga adam mısın?’’ Son cümlesini söylerken yüzünü buruşturup karşısındaki adamın bedenini inceledi. 

Suratsızın kahkahası odada yankılandı. ‘’Karga adam mı? Dünya üzerinde böyle bir tür olduğunu hiç bilmiyordum. Bu sadece benim yeteneğim. Kargaya dönüşebiliyorum.’’ Hala kıkırdamaya devam ediyordu. ‘’Ayrıca senin karşına normal bedenimle çıkacağımı mı sandın? Öyle olsaydı beni gördüğün an tanırdın ve her şey alt üst olurdu.’’

‘’Her şey derken ne demek istiyorsun?’’ Suratsızın kahkahaları sessizleşirken huzursuzca oturduğu yerde kıpırdandı. ‘’Sana her şeyi tek tek ve yavaş yavaş öğrenmen gerektiğini sürekli söyledim. Sebebini tam olarak sana açıklamamış olsam da tıpkı kehanet gibi beni de ancak güçlerine kavuştuğun zaman görebileceksin. Ve bu sandığından da uzun sürmeyecek. Karşılaşmamız için çok kısa bir zaman kaldı. Sen farkında olmasan da beyninde gerçekten büyük bir savaş veriyorsun. Ve güçlerine kavuşman düşündüğümden daha erken gerçekleşecek.’’

‘’Demek istediğin seni çok yakında görebileceğim ha? Ne kadar kısa?’’

‘’Bugün uyandığında senin için ilginç bir gün olacak. Bütün güçlerine kavuşacaksın. Ama güçlerinin ne olduğunu anlayamayacaksın. Ares bile ne olduğunu anlayamayacak. İşte tam bu sırada ben orada olacağım. Kendi bedenim ve suratımla. Ama senden son bir şey istiyorum. Ben çıkıp gelene kadar yine bütün bu olanlar ve ben sır olarak kalacağım.’’ Rebekah heyecan ve garip duygularla oturduğu yerden kalktı ve oda da volta atmaya başladı. Bir den durup suratsıza baktı. ‘’Ne yani ben bugün güçlerime kavuşacağım ve ne olduklarını bilmeyeceğim öyle mi?’’ Suratsız oturduğu yerden kalkıp genç kızın tam önüne geldi. ‘’Aynen öyle. Bu seninle son görüşmemiz. Bir dahakine yüz yüze olacağız.’’ Dedi kıkırdayarak. 

Rebekah heyecan ve şaşkınlık içindeydi. Gözlerini açtığında bambaşka bir Rebekah mı olacaktı yoksa hala kendi mi olacaktı bilmiyordu. Bu fazla stresli bir işti. Kendini rahatlatmaya çalışarak tuttuğu nefesi bıraktı. Suratsız genç kızın omuzlarını tuttu. ‘’Üstesinden gelebilecek kadar güçlüsün. Sadece sıradan bir günmüş gibi yaşamaya çalış. Bunu çok fazla düşünme.’’ Rebekah ona inanamazmış gibi baktı. ‘’Evet. Hayatımın dönüm noktasına geldim ve sıradanmış gibi yapmam gerektiğini söylüyorsun. Çok mantıklıca.’’ Suratsızın tekrar kıkırdamasının üzerine ellerinin arasından çıkıp tekrar volta atmaya başladı. Uzun bir süre kendini sakinleştirmeye çalıştı. Ama bir işe yaramayınca pes edip omuzlarını düşürdü. 

Suratsıza dönüp ‘’Peki, sen ne zaman geleceksin?’’

‘’Hemen bugün gelemeyeceğim. Ama en kısa zamanda yanında olmaya çalışacağım. Tıpkı senin gibi düşmanlar bizimde etrafımızda Kirke'ye fark ettirmeden gelmemiz gerek. Benim buraya geldiğimi öğrenir ve ya görürse güçlerine kavuşmaya başladığını anlar. Ve bu bizim istediğimiz en son şey. Bu süreçte rüyalarına giremem. Ama çok kısa bir süre sonra burada olacağız. Şimdi uyan ve sıradan bir gün gibi yaşa.’’ Rüya bulanıklaşmaya başlarken Rebekah bağırdı ‘’Hey! Dur! Burada olacağız da ne demek. Başka kim gelecek.’’ Diye bağırdı ama çoktan rüyanın dışına çıkmıştı. 

Gözlerini açtığında hızla doğruldu. Alnından ter damlaları birikmişti. Kafasını çevirerek birkaç saniye önce rüyasında suratsızın durduğu noktaya baktı. Bu fazla garipti. Az önce buradayken aslında değillerdi. Bu düşüncenin üzerine Rebekah suratını buruşturdu. Alnındaki teri elinin tersiyle sildi. 

Aklına takılan düşünceyle üzerindeki örtüyü fırlatarak attı ve hızla başucundaki cama ilerledi. Perdeyi açıp odasının önündeki büyük ağacın dallarına baktı. Ama kargayı göremedi. Omuzları çöktü ve tuttuğu nefesi bıraktı. Bir daha suratsızı rüyasında göremeyecekti. Sonunda karşılaşacakları için mutluydu. Ama burada olacağız da ne demekti? Onunla birlikte birileri mi gelecekti? Eğer geleceklerse kim? 

Rebekah oflayarak banyoya doğru ilerledi. Şimdi bundan çok daha önemli bir şey vardı. Suratsızın söylediğine göre bugün güçlerine kavuşacaktı. Ama ne olduklarını anlayamayacaktı. Stresli bir gün olacağı belliydi. Rahatlamak için önce duş almalı sonra Ares’in yanına gidip sabah eğitimine başlamalıydı. Bugün bir ara hayatının dönüm noktasını yaşayacağını aklından çıkartmamalıydı.
***

‘’Ahh evet! Lanet olası dönüm noktası bu olsa gerek.’’ Diye mırıldandı Rebekah dişlerinin arasından. Kollarından destek alarak yattığı yerden kalkmaya çalıştı.

‘’Ne dönüm noktasından bahsediyorsun sen kadın! Az laf çok iş hadi kalk ayağa.’’ Dedi Ares. Sesinden eğlendiği belli oluyordu. 

Sabah koşusu önceki koşulardan çok daha farklı geçmişti. Hızı neredeyse Ares’e yetişebilecek kadardı. Rebekah’nın düşündüğü gibi. Daha çok çalışma yaptıkça hızı da artıyordu. İkinci günden bu kadar fark gösterdiyse bir sonraki koşuda Ares’e yetişeceğini, bir sonraki derste de onu geçerek o koca egosunu yerle bir edeceğini düşünüyordu. Tabii ki Ares onun bu düşüncesi üzerine kahkaha atmış ve bunun asla olamayacağını söylemişti. 

Koşunun ardından acı dolu dövüş eğitimi başladı. Tam 30 dakikadır Rebekah her seferinde yeri boyluyordu. Homurdanarak ayağa kalktı. Topuz yaptığı saçları dağılmış, ter içinde kalmıştı. Dahası her yeri özellikle de poposu acıyordu. Her gün dövüş eğitiminde bir sonraki aşamaya geçiyorlardı. Ve bu aşama içlerinde en berbat olanıydı. Ares biraz ilerisinde bacaklarını aralamış, ellerini beline yerleştirmiş çarpık bir gülümsemeyle Rebekah’a bakıyordu. Saçları her zamanki gibi kusursuz bir şekilde toplu duruyordu. Bedeninde tek bir ter damlası bile yoktu. 

‘’Saldır.’’ Ares’in sözü üzerine koşarak saldırdı. Ares’le eğitim yapmanın en zor tarafı savaş tanrısı olmasıydı. Karşısındaki rakibinin her hamlesini önceden görebiliyordu. Ve bu şekilde yenilmez oluyordu. Ama Rebekah onun zayıf noktasını bulmuştu. Son dakikaya kadar hamlesini düşünmüyordu. Yumruk atmayı planlarken tekme atıp onu ters köşeye düşürmeye çalışıyordu. Birkaç kez başarılı olmuşsa da sonra yine yeri boylamıştı. En azından onun bedenine yumruk ve tekme geçirebildiği için rahattı.

Birkaç adımda hızını daha arttırdı. Zihninde Ares’in suratına yumruk indirdiğini hayal ederken son anda hamlesini değiştirdi. Ares’in birkaç adım önündeyken sıçrayıp tekmesini savurdu. Tekme sert bir şekilde Ares’in kaburgalarına çarptı. Savaş tanrısı bir iki adım gerileyip saldırıya geçmekte geç kalmadı. Rebekah Ares’in yumruk ve tekmelerinden başarılı bir şekilde kaçtı. Eğilerek attığı tekmeden kaçarken pozisyonunu bozmadan yumruğunu sıktı ve ayağa kalkarken Ares’in suratına hedef aldı. Ama ne yazık ki Ares zamanında geri çekilince yumruk çenesine isabet etti. Bu sırada Ares’in yumruğunu son anda fark etti. Kaçmaya fırsat bulamadan Ares’in sağ yumruğunu yanağında hissetti ve geriye sendeledi. ‘’Lanet olası herif!’’ Diye bağırdı. Öfkeli bakışlarını savaş tanrısına çevirip hızla atağa geçti. Suratına yumruğunu patlatmadan rahatlayamayacaktı. Ona doğru koşan savaş tanrısına tekmesini savurdu. Ares gülerek tekmeden kaçtı. Rebekah’nın arkasına geçerek elinin arkasıyla genç kızın poposuna vurdu. ‘’Heyy!’’ Diye bağırdı Rebekah. Yumruklarını sıkıp ona döndü.

‘’Hırsla hareket etme. Bu seni zayıflatır. Şimdi tekrar saldır.’’ Rebekah’nın nefesi sıklaşmıştı. Bütün kasları yanıyordu. Ama Ares’in suratına yumruğunu geçirmeden rahat edemeyecekti. Hızını kullanarak tekrar koşmaya başladı. Ares’e saldıracakken onu şaşırtıp tekrar sıçradı. Tam onun bedenini arkasında yere inip vakit kaybetmeden tekme attı. 

Ares ani saldırının şaşkınlığından kurtuldu ama tekmeden kaçamadı. Sağ kalçasına inen tekme bir adım gerilemesine neden oldu. Rebekah’nın yüzüne doğru kaldırdığı yumruğu görünce, genç kızın elini havada yakaladı. Yüzünde kendini beğenmiş bir gülümseme oluştu. ‘’Hamleni son anda yapman akıllıca. Ama hala hırsla saldırıyorsun.’’ Genç kızın sıkılı yumruğunu bıraktı. Rebekah homurdanarak geri çekildi.

‘’Bugünlük bu kadar yeter. Yarın devam ederiz.’’ Rebekah kafasını öne eğerek saçlarını açtı. Elleriyle düzeltip sıkıca topladı ve kafasını kaldırıp Ares’e baktı.

‘’Bunların adil bir dövüş olmadığının farkındasın değil mi? Hamle mi önceden görebiliyorsun.’’ Ares genç kızın terle ıslanmış, camdan içeriye giren güneşle parlayan vücuduna bakmamak için kendini fazlasıyla zorluyordu. Yanakları kırmızılaşmıştı. Mavi gözlerindeki öfke kıvılcımlarını görmemek için kör olmak gerekiyordu. Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı.

‘’Adil olduğunu söylemedim. Ama benim gibi birini yenebilecek duruma gelirsen ne kadar güçlü olacağını sen düşün. Bunun asla olamayacağını ikimizde bilsekte en azından bana vurabiliyor olmak bile ne kadar iyi olduğunu gösteriyor.’’

‘’Zırvalıktan başka bir şey’’ değil diye homurdandı genç kız. Ares ona arkasını dönüp koltuğun üzerine koyduğu suyunu aldı. Şişeyi kafasına dikerken Rebekah’nın ona sessizce arkasından saldırmak üzere olduğunu hissetti. Tam zamanında dönüp birkaç santim ilerinde duran bacağı tuttu. 

‘’Gerçekten kıçında gözlerin mi var senin?’’ Rebekah’nın homurdanarak söyledikleri Ares’in kahkaha atmasına sebep oldu. Genç kız tek ayağı üzerinde zorlanmadan duruyordu. Ares, genç kızın bacağını bırakmadan Rebekah’nın öfkeyle kısılmış gözlerine bakarak elindeki suyu içti. Şişeyi arkasındaki çöp kutusuna bakmadan basket attı. 

‘’Tamam. Havanı attın. Şimdi bırak bacağımı.’’ Ares tek kaşını kaldırıp dudaklarını büzdü. Rebekah’nın havadaki bacağını iki eliyle tutup hızlıca döndürdü. Genç kız neye uğradığını anlayamadan havada dönüp yere yapıştı. Hızla sırt üstü düştü ancak sırtından çok bugün yüzlerce kez üstüne düştüğü poposu sızladı.

‘’Lanet herif! Sayende oturamayacağım.’’ Diye inledi. Ares normalde onunla böyle konuşan birini çoktan Hades’in diyarına göndermiş olurdu. Ama Rebekah’nın böyle konuşması onu rahatsız etmiyor aksine eğlendiriyordu. 

‘’Bacağını bırakmamı sen söyledin.’’ Dedi yüzündeki çarpık gülümsemeyle. Odanın kapısına yönelip dışarıya çıktı. Rebekah’nın arkasından söylediği küfürler onu sinirlendirmek yerine sadece kahkaha atmasına neden oldu.


‘’Ahh.’’ Genç kız bugün kaçıncıya inlediğini bilmiyordu. Sandalyenin kenarlarından tutunarak yavaşça oturmaya çalıştı. Ama poposu ne yaparsa yapsın acıyordu. Aldığı sıcak duş bile kaslarını rahatlatmaya yetmemişti. Şimdiden sağ yanağı yediği yumruktan dolayı morarmaya başlamıştı. Moraran tek yeri yanağıyla sınırlı kalmıyordu. Bacakları da bundan nasibini almıştı. Yavaşça bedenini sandalyeye bıraktı. Ama poposunun acı sızısını hissedince anında ayağa kalktı.

‘’Hay ben senin!’’ Diye homurdanarak yatağa ilerledi. Yüz üstü yatarak bedenini dinlendirmeye çalıştı. Kütüphaneye çıkıp tanrıça Hekate’yi araştırması gerekiyordu. Ama daha kıçının üstüne bile oturamıyorken nasıl araştırma yapacaktı. Jordan ile dersleri bitmişti. Artık günün geri kalanı ona aitti. Belki biraz uyuyabilir sonra araştırmasını yapabilirdi. Ama tam gözlerini kapatmıştı ki kapısı önce tıklatıldı birkaç saniye sonra da açıldı.

‘’Rebekah?’’ James’in sesini duyunca kafasını yastıktan kaldırıp omzunun üstünden ona baktı. ‘’Aradığınız kişiye şuan ulaşılamıyor lütfen mümkünse daha sonra tekrar denemeyin!’’ Kafasını tekrar yastığa bıraktı. James kıkırdayarak yatağın başucuna geldi.

‘’Anlaşılan Ares’den temiz dayak yemişsin.’’ Rebekah bakışlarını ona çevirdi. ‘’Evet! Çok adil bir dövüş olduğunu tahmin edebilirsin. Herif ne yapacağımı önceden tahmin edebiliyor.’’ 

‘’Bu yüzden savaş tanrısı ya. O yenilmez!’’ 

‘’Kıçımın kenarı!’’ Diye homurdandı Rebekah.

‘’Savaş tanrısı olması bile seni değiştirmedi. Her neyse hadi kalk bakalım. Vincent’ın yanına gidiyoruz.’’

‘’Neden ne oldu?’’Rebekah kafasını kaldırdı. Kaşları çatılmıştı.

‘’Önemli bir şey değil. Sadece yapılan planlarla ilgili konuşmak istiyor.’’ Rebekah tamam anlamında kafasını sallayarak yatakta doğruldu. Oturunca canı yandı ve ağzında çıkan inlemeyi tutamadı.

‘’Ahh!’’ James tek kaşını kaldırdı. Rebekah’nın ayağa kalkmasına yardımcı oldu. ‘’Ne oldu? Geçen gün ki gibi güç patlaması mı?’’ Rebekah suratını astı.

‘’Hayır! Sorun kıçım! Ares tarafından fazlaca tekmelendi.’’ James kahkaha atarken, genç kız homurdanarak omzuna vurdu. ‘’Hadi gidelim.’’ Dedi Rebekah ve önden yürümeye başladı.

‘’Bak ne diyeceğim. Neden bana ne kadar hızlı olduğunu göstermiyorsun. Taht odasına kadar yarışalım.’’

‘’Tamam, ama baştan söylüyorum, Bugün daha da hızlı olduğumu keşfettim ve durmakta zorlanıyorum.’’

‘’Benim için sorun değil. Taht odasının kapısına ilk giden kazanır. 3 deyince hazır mısın?’’ Rebekah çarpık bir şekilde gülümseyerek belini öne doğru büktü. Kafasını evet anlamında salladı. James’in 3 demesiyle aynı anda koşmaya başladılar. Saniyeler içinde James onun önüne geçerken güldü. Rebekah hünerlerini sona saklamayı seviyordu. Merdivenleri hızla inerken son merdivene gelince hızını arttırdı. Saniyeler içinde James’i geride bıraktı ve tıpkı onun yaptığı gibi kahkaha attı. Koridordaki her şey hızından dolayı bulanık görünüyordu. Taht odasının kapı göründü. Rebekah durmaya çalıştı ancak yapamadı. Bu kadar hızı kontrol altında tutamıyordu. Henüz alışamamıştı. 

James arkasından ona durması için bağırdıysa da duramadı. James’in hızla arkasından gelirken güldüğünü duyabiliyordu. Birazdan içeriye dalacaktı ve içeridekilerin tepkisini şimdiden tahmin edebiliyordu. Işık hızıyla taht odasından içeriye girerken kapıya çarptı ve kapılar savrularak açıldı. Bu biraz hızını yavaşlattı. Kapı savrularak iki yana açılırken sonunda normal bir insan hızına düştü. Sarsak adımlarla kahkaha atarak odaya girdi. Sadece birkaç saniye sonra James arkasındaydı. Dudaklarını birbirine bastırmış suçlu bir çocuk gibi önüne bakıyordu. Rebekah da dudaklarını birbirine bastırıp odaya göz attı. Vincent tahtında oturuyordu. Elleri tahtın iki yanını kavramış her an öne fırlayacakmış gibi duruyordu. Rebekah ve James’i görünce tek kaşını kaldırarak sorarcasına baktı. Odanın köşesinde duran Ares’in de tek kaşı havaya kalkmıştı. Jordan ve Parker’ın gözleri kocaman olmuştu. Caleb ise tepkisizce duruyordu.

Rebekah zorluklada olsa gülümsemesini bastırdı. Dağılan saçlarını düzeltmeye çalışırken bakışlarını Vincent’a çevirdi. ‘’Şey. Hızımı kontrol edemiyorum da.’’ Açıklaması üzerine Parker kahkahasını tutmaya çalışırken garip sesler çıkartmaya başladı. Ares’in yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. Vincent’ın da kasları oynuyordu. Gülmemek için kendini tuttuğu belliydi. Ama alfa boğazını temizleyerek yüz ifadesini sabitledi.

‘’James.’’ Alfanın gözleri arkadaki kapıya yönelince James hızlı adımlarla ilerleyip yamulan kapıyı düzeltti. Kapıları kapatırken ciddi ifadesini korumakta zorlandı. Hızlı adımlarla alfanın sağındaki yerini aldı.

‘’Ares eğitimlerinde çok hızlı ilerlediğini ve başarılı olduğunu söyledi.’’ Vincent tok sesi ile konuşurken Rebekah ciddileşti. Bakışlarını bir ara Ares’e çevirdi. Göz göze gelince tekrar Vincent’a döndü ve başını bir kere salladı. 

Vincent Rebekah’nın eğitimi hakkında konuşmaya devam ederken genç kızın başına korkunç bir ağrı girdi. Gözlerini kırpıştırdı. Kütüphanedeki patlamada olduğu gibi vücudu yanmaya başladı. Elinin tersiyle alnında biriken terleri sildi. Bir anda taht odası fazla sıcak olmamış mıydı? 
Gözleri Vincent’a odaklanmıştı. Alfa bir şeyler söylüyordu ancak genç kız onu anlayamıyordu. Birden gözleri kararınca panikledi ve öne doğru sendeledi. Ağzını açtı ama hiçbir şey söyleyemedi.

Bütün gün bunu düşünmüştü. Güçlerinin ne zaman ortaya çıkacağını merak edip durmuştu. Ne zaman olacağını merak etmişken bu zamanı mı beklemişti? Herkesin ortasında!

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin