BÖLÜM 34

44.8K 2.2K 20
                                    

...Angelé Mou...

''Çok inatçı olduğunu biliyorsun değil mi Parker?'' dedi Jasmine ellerini beline koyarak. Bir ayağını hızla yere vuruyordu. Tek kişilik iki yatağın bulunduğu misafir odasında kendi yataklarında yatan Parker ve Jordan sinsice gülümsüyordu. Odadaki diğer yatakta yatan Caleb ise hiç umurunda değilmiş gibi kollarını kafasının altına koymuş yatıyordu. Gözleri kapalıydı ama uyumadığı ortadaydı. 

''Üzgünüm geveze insan. Aslında üzgün değilim. Git yat Caleb'ın yanına. Senin için Jordan'ı bırakıp bu piç herifle yatacak değilim.'' dedi ve önünde yatan Jordan'a sıkıca sarıldı. Jordan kıkırdarken Parker da sinir bozucu bir şekilde gülümsüyordu.

Sinirle homurdanan genç kız Caleb'a doğru bakış attı. Onun yanında yatamazdı. Yatak zaten tek kişilikti ve Caleb o iri cüssesiyle zaten her yeri kaplamıştı. Jasmine'e çok az bir yer kalmıştı ve oraya sığabilme ihtimali yoktu. Caleb yan dönse -ki bunu asla yapmayacağını biliyordu- belki Jasmine'e biraz daha yer açılırdı. Ama kendini beğenmiş öküz herif boylu boyunca yatıyordu. Evde yatabileceği hiçbir yer yoktu! Felicia ve Trent salondaki koltuklarda uyuyordu. James ve Vincent dışarıda nöbetteydi. Tek boş yer seraydı. Ahh tabi ya orada da kan emici bir vampir var! diye düşündü. Bu düşünceyle bedeni ürperdi. Vampirlerle ilk karşılaşması hiç hoş değildi. Öyle yaratıkların var olması, özelliklede birkaç metre ilerisindeki serada bir tane bulunuyor olması ve koskoca adadaki tek insanın o olduğu gerçeği Jasmine'i ürkütüyordu. Bu düşünceyle Caleb'ın yanına kıvrılıp yorganın altına girmek istiyordu.

Oflayarak nefesini bıraktı ve ellerini havaya kaldırdı. ''Pekala ben gidiyorum. Şans dileyin savaş tanrısının gazabına uğrayabilirim. Rebekah'nın yanında yatacağım.'' Caleb tek gözünü açtı ve Jasmine'e baktı. 

''Hadi ama Jasmine! Abartma Caleb seni yemeyecek sadece uyuyacaksınız. Yat artık ve ışıkları söndür çok uykum var.'' dedi Jordan ve ardından gürültüyle esnedi. Onun arkasında yatan Parker ise Jordan'ın her geçen saniye biraz daha şişen karnını okşayarak ''Bebekler uyku istiyor Jass teyzesi. Şimdi yat zıbar!'' dedi.

Jass teyzesi mi? Dudakları kıvrılan Jasmine ''Teyze ha? Bunu sevdim.'' dedi. 

''Yeter artık Jasmine. Işığı söndür ve gel buraya.'' Caleb'ın sesiyle yüzündeki gülümseme soldu. Seçenekleri kafasında defalarca tartan Jasmine sonunda pes etti. Işığı söndürdü ve ardından yatağa doğru ilerledi. Caleb hala tek gözü açık bir halde ona bakıyordu ve yerinden bir santim bile kıpırdamamıştı. 

''Koca kıllı kıçını çek! Buraya sığmam imkansız.'' 

''Kıçımın kıllı olmadığı konusunda anlaştığımızı sanıyordum.'' Jasmine gözlerini devirdi. ''Ya evet. onu gözlerimle gayet net bir şekilde gördüm bahsettiğim kıçın diğeri. Kurda ait olan. Şimdi kenara kay!''

''Ona kıçını mı gösterdin! Seni adi şerefsiz herif! Nasıl bir aktivitedeyken gördün acaba?'' dedi Parker alay ederek. 

Caleb seslice içe çekti ve yatakta Jasmine'e yer açmak için kaydı. Genç kız suratını buruşturarak örtüyü kaldırdı ve yatağa oturdu. Hormonları şimdiden tepinmeye başlamıştı. Caleb'a arkasını dönerek yatağın en ucuna uzandı ve örtüyü üstüne çekti. Neyse ki Caleb örtü kullanmıyordu. Bedeni yeterince sıcaktı. Sırtında hissettiği sıcaklık genç kızın bedenini ürpertiyordu. Kalp atışlarını yavaşlatmak için Caleb'ın yanında yattığını unutmaya çalıştı. Bunun için zihninde mide bulandırıcı iğrenç şeyler canlandırmaya başladı.

Bir adamın ineğin poposunu öpmesi? Evet bu gerçekten iğrenç diye düşündü ve suratını buruşturdu. En ufak hareketinde yataktan yere yuvarlanması mümkündü ama Caleb'a doğru yaklaşması da imkansızdı. Caleb? Tam arkasında yatıyordu. Lanet olsun! diye düşündü Jasmine ve iğrenç şeyler düşünmeye devam etti.

Kraliçe Elizabeth'in, Johnny Depp ile tutkulu bir şekilde öpüşmesi? Genç kızın bedeni bu iğrenç düşünceyle ürperdi. Bedeni öne doğru eğilince yatakta biraz geriye çekildi. Arkasındaki beden tekrar iç çekti ve yatak kıpırdanmaya başladı. Jasmine'in gözleri kocaman açıldı. İğrenç bir şey düşün Jass diye geçirdi içinden.

Düşün! Düşün! Arkasındaki beden hâlâ kıpırdanıyordu. 

Tanga giymiş Kraliçe Elizabeth! 

Buruşuk derisinin her yeri dövmelerle kaplı kraliçe Elizabeth! 

Jasmine,kendini sakinleştirebilmek adına birbirinden iğrenç şeyler düşünmeye devam ederken Caleb yan döndü ve genç kızı kendine doğru çekmek için elini uzattı. Parker ve Jordan'ın kıkırdamalarını duyabiliyordu. Kolunu tam genç kızın beline yerleştirmişti ki Jasmine irkilerek sıçradı ve yataktan aşağıya düştü. 

Kolu havada kalan Caleb tek kaşını kaldırarak boşluğa baktı. Az önce Jass gerçekten de yere mi düşmüştü. Parker ve Jordan'ın kahkahaları odayı doldururken Jasmine ''Siktir!'' diye haykırdı. Yatağın genç kıza ait olan tarafına geçen Caleb başını uzatıp aşağıya baktı. Jasmine dirseğinin üzerinde doğrulmuş diğer eliyle kalçasını ovuyordu.

''Senin. Sorunun. Ne?'' diye sordu Caleb her kelimesini vurgulayarak. Sorunum? Sorunum lanet olası hormonlar ve çözemediğim eşleşme dürtüleri seni geri zekalı demek isterdi Jasmine ama sadece homurdanmakla yetindi. İlk defa çenesini tutabildiği için yukarıdakilere teşekkür etti.

''Buna ben cevap vereyim. İki kelime. Aşk ve çekim!'' dedim Jordan kıkırdayarak. Yüzünü buruşturan Jasmine ''Ya evet ne demezsin!'' diye söylendi. 

''Hadi ama geveze insan! Kalp atışını buradan bile duyabiliyorum. Yarış atı gibi tepiniyordu.'' dedi Parker. Jass dişlerini sıkıp sertçe nefesini verdi. 

''Kapatın çenenizi ve uyuyun artık!'' diye gürledi Caleb ve Jasmine daha ne olduğunu anlamadan genç kızı yatağa çıkardı. Sırtını kendi sıcak vücuduna yaslayarak kolunu beline doladı. Gözleri kocaman açılan Jass'in tüm bedeni gerildi. Sanki tüm kasları iki ayrı tarafa çekiliyormuş gibi gerilmişti. 
Beline dolanan sıcak kol, sırtında hissettiği sert beden ve ensesine üflenen nefes tüm hormonlarını, hücrelerini hatta atomlarını ateşe vermişti. 
Genç kızın bedenin gerginliği hisseden Caleb huzursuzlaştı. Bir gün önce odasında yaşadıkları özel andan sonra neden böyle davranıyordu? Kadınları hiçbir zaman çözememişti. Çözmek için uğraştığı da söylenemezdi sadece ona rastlayana kadar. Jasmine çözülmesi imkansız bir bulmaca gibiydi. Ne kadar düşünürse düşünsün ne yaparsa yapsın onu çözemiyordu. İçindeki gizli yere ulaşamıyordu. Bunun için uğraşacağı aklına bile gelmezdi. Böyle şeyler ona göre değildi. Jass'le karşılaşana kadar hayatında değer verdiği sadece üç şey vardı. Tanrıçası, görevi ve müzik. Şimdi ise Jasmine bunların en başında yer alıyordu. 

Tanrıça Artemis, yani Rebekah'a onlara eşleşme mucizesini verdiği için teşekkürlerini sunması gerekiyordu. Eşleşene kadar bunun ne anlama geldiğini anlayamamıştı. Parker ve Jordan'ın ya da diğer eşleşmiş kurtların birbirleri arasında ki bağın çok tiksinç ve fazla olduğunu düşünürdü. İki kişinin sonsuza kadar birbiriyle yaşaması düşüncesi kabus gibiydi. Birinin bir başkasını bu kadar çok sevebileceğine inanmıyordu. Ama Jass tüm tabularını yıkmıştı. Henüz ona gösterememiş olsa da onu çok seviyordu. Böyle bir sevginin büyüklüğü altında adeta eziliyordu. Birisini bu kadar çok sevebileceğine inanamazken Jass'i her gördüğünde hissettiği duygular inanmasını sağlıyordu. 

Ailesi olmadığı için sevgisiz bir ortamda büyümüştü. Bu nedenle sevgiye inancı yoktu. Parker, Jordan ve James'i severdi. Hepsi onun için hiç sahip olamadığı kardeşleri gibiydi. Özelliklede Parker. Kaleye geldiği ilk günlerde Caleb'ı konuşturan tek kişi oydu. Caleb'la şakalaşan onu güldürmek için yapmadığı şey kalmayan kıvırcık Parker. Üçünü de çok fazla seviyordu. Sevgisini gösteremese de onların bunu bildiğini biliyordu. Vincent onun için sadece alfa değildi. Onu bir baba olarak görüyordu. Kendi içinde minik bir aile oluşturmuştu onlarla. Başka kimseyi buraya dahil etmemişti. 
Sonrasında ise Rebekah gelmişti. Uzun zaman sonra bu aileye dahil ettiği tek kişiydi o. Bu kadar kısa sürede anlaşabildiği tek kişiydi. Diğerlerine alışması daha uzun sürmüştü. Ancak Rebekah'da öyle olmamıştı belki de bunun sebebi Rebekah'nın aslında çok sevdiği tanrıçası Artemis olmasıydı. 
Sonra ise Jasmine gelmişti. Ve tüm hayatını alt üst etmişti. Sevginin ne olduğunu bile bilmiyorken tanımadığı bir kızı bu denli sevebileceğini hiç düşünmemişti. Ona baktığında kendinin bir yansımasını görüyordu. Gerçek ruh ikizi. Diğer yarısı. Yokluğunda büyük acı hissettiren eksik parçasıydı. Kendini ona henüz açamamış olsa da Jasmine'in bunu hissetmesini istiyordu. Çünkü Caleb'ın yaptığı en iyi şey buydu. Hissettirmek. Konuşmak değil. 

Genç kızın gergin bedeni içinde garip bir duygu oluşmasına neden oldu. Kolunu çekmek üzereydi ki Jasmine kıpırdanarak daha da yakına sokuldu ve tüm bedeni gevşedi. Küçük elini Caleb'ın elinin üzerine koyarak parmaklarını arasından geçirdi. Yüzünde gözlerine ulaşan bir gülümseme oluşan Caleb kimsenin onu görmediğine emin olduğu için bunu saklama gereği duymadı. Parmaklarını oynatarak genç kızın elini daha sıkı tuttu. Yumuşaklığının verdiği huzur ve muhteşem yasemin kokusunu içine çekerek gözlerini yumdu. 

...

Günün ilk ışıklarıyla gözlerini açan Ares kolları arasında uyuyan genç kızdan gözlerini alamıyordu. Onun yanında olduğu gerçeğine hâlâ inanamıyordu. Yedi yüzyılın ardından tekrar bir aradaydılar. Hayatında ilk defa korkuyordu. Tüm bunların rüya olmasından, gerçek olmamasından korkuyordu. Artemis'i, gecesinin prensesini, Rebekah'sını kaybederse bu kez yaşayamayacağını biliyordu. Düşüncesi bile içindeki tüm mutluluğu, huzuru yok ediyordu. Eski haline geri dönmek istemiyordu. Mağaranın sessizliğin de oturan, acı çeken, yalnız adama geri dönmek istemiyordu. 

Geçen her saniye Artemis'in uyanması için dua eden, gözlerini yeni bir güne açtığında 'acaba' sorusu ile kalkan ama her seferinde tüm umutları paramparça olan o zavallı adamı tamamen unutmak istiyordu. Ruhundaki her bir yara Rebekah'nın varlığı ile iyileşiyordu. Onunla ikinci bir şansı yakalamıştı. Bu kez her şey daha farklı olacaktı. Öyle olması için ne gerekiyorsa yapacaktı. 

Yer yüzünde sevdiği tek bir kadın olmuştu. İkinci kez birisini sevdiğini düşünmüştü. Ancak gerçek aşk onları asla bırakmamış tekrar bir araya getirmişti. 

Rebekah her anlamda onun diğer yarısıydı. Güçlü bir savaşçıydı. Ares'e kafa tutan ve asla ona yenilmeyen tek kişiydi. Ares her zaman kazanırdı. Ancak rakibi ne zaman Artemis olduysa günlerce dövüşürlerdi. Bunca yıldır ikisi de kazanamamıştı. Birbirlerine eştiler. Eski anılar gözünün önünde canlanınca savaş tanrısı gülümsedi. Artemis'le defalarca kez dövüşmüştü. Dövüşleri her zaman iki boyuna dayanmış kılıçlarla bitiyordu. Ne o ne de Artemis kazanamamıştı. İki gün hiç ara vermeden dövüştükleri zaman bile olmuştu. Sonunda Zeus gelip dövüşün bittiğini akıllanmaları gerektiğini söyleyip ikisini de cezalandırmıştı. 

''Seni gülümseten şey ne?'' başını çevirip kolları arasında yatan genç kıza baktı. Uykudan dolayı mavi gözleri mahmurluydu. Pürüzsüz yanakları tatlı bir pembe rengindeydi. Kiraz rengi dudakları,, her yeri ışıldatan bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Bir kadının bu kadar güzel olması diğer dişiler için kesinlikle hakaretti. Ona her baktığında büyüleniyordu. 

Elini uzatıp genç kızın gözlerinin önüne düşen saçı kulağının arkasına attı. ''Kaç kez kıçını tekmelediğimi düşünüyordum.'' Genç kızın kaşları sorarcasına kalktı. ''Seninle eskiden sürekli kılıçlarla dövüşürdük. Her zaman ben yenerdim ama sen hiç akıllanmazdın. Her zaman bir sonraki dövüş sözü verir öfkeyle tepinerek giderdin.'' dedi ve genişçe gülümsedi. 

Tek kaşını kaldıran Rebekah şüpheli gözlerle Ares'i süzdü. ''Neden içimden bir ses bunun doğru olmadığını fısıldıyor?'' 

''İçindeki ses yenilgiyi kabullenemediği için olabilir?'' dedi Ares. Çarpık bir şekilde gülümsedi ve genç kızın burnunun ucunu öptü. 

''Yalan söylediğine neredeyse eminim savaş tanrısı. Geçmişi hatırlayamadığım için benimle alay etmeye devam et. En sonunda her şeyi hatırlayacağım.'' dedi. Sonraki düşünceyle genç kızın yüzü asıldı. Ares'in kolları arasından sıyrıldı ve doğrularak oturdu. Kaşlarını çatan Ares doğrularak ''Sorun ne?'' diye sordu. 

Rebekah omuz silkti. ''Hiçbir şey. Sadece düşünüyordum da... Şey.'' dedi ve derin bir nefes aldı. Bunu Ares'e sorup sormamak konusunda emin değildi. Çünkü alacağı cevaptan tedirgindi. Ares elini genç kızın çenesine koyun nazikçe kendine çevirdi. 

''Sorun ne Neraida Koritsi?''

Dudağını ısıran Rebekah gözlerini kapattı ve düşündüklerini birden dile getirdi. ''Hangisini seçeceğim konusunda bir endişen var mı? Yani bedenim? Senin için fark ediyor mu?''

Ares'den uzun bir süre cevap gelmeyince seslice yutkundu. Tedirginliği artarken yavaşça gözlerini açtı. Suratından hiçbir ifade okunmayan Ares öne eğilerek genç kızın dudaklarını yavaşça öptü. Dudaklarını geri çektiğinde gözlerinin içine baktı ve elini kaldırıp genç kızın hızla atan kalbinin üzerine koydu.

''Hangi bedende olursan ol. Ben bunu seviyorum. Benim aşık olduğum şey işte tam burada.'' dedi elini genç kızın kalbinin üzerinde tutarak. ''İster eski bedenini seç, ister şimdiki bedeninde kal. Benim için önemli değil. Sen her zaman benim Artemis'im, gecemin prensesi, peri kızı Rebekah'ım olacaksın. Sonsuza kadar.'' dedi ve eğilip genç kızı tekrar öptü. 

Kalbi yerinden çıkarcasına atan Rebekah kollarını Ares'in boynuna doladı ve tüm sevgisiyle ona karşılık verdi. Parçalara ayrılmış ruhunun en büyük parçasını bulduğuna kollarının arasında olduğuna inanmak güçtü. Hayat onun için puzzle gibiydi. Tüm parçaları farklı bir yere savrulmuştu. Rebekah ise onları tek tek bulmaya ve büyük resmi tamamlamaya çalışıyordu. Gerçek kimliğini bulmuştu. Babasını bulmuştu. Büyük aşkını eşini bulmuştu. Kardeşleri Eos ve Apollon'u, en kadim dostu Athena'yı ailesinin bir parçası olan Hades'i hepsini bulmuştu. Sırada diğer parçalar vardı. Bulunacak parçalar çok fazlaydı. Ama Rebekah hepsi için savaşmaya hazırdı. 

''Ahh! Ben- şey çok özür dilerim duymadım! Dinlemiyordum. Düşüncelere dalmışım. Fark etmedim.'' Trent'in sesiyle yerinden sıçrayan genç kız Ares'in kolları arasından sıyrıldı. Trent, eli kapı kolunda donmuş bir şekilde onlara bakıyordu.

Ares doğrularak ''Senin burada ne işin var? Hangi cüretle içeriye böyle girebilirsin!'' diye gürledi. Rengi bembeyaz olan Trent'in ağzı açıldı. Kapandı sonra tekrar açıldı ama konuşamadı.''

''Trent bir sonu mu var?'' dedi Rebekah ayağa kalkarak. Sürekli bir sorun olmasına o kadar alışmıştı ki sorun olmamasını yadırgıyordu. 

Trent hızla kafasını iki yana salladı. ''Hayır. Hayır! Yani bilmiyorum emin değilim.'' 

''Anlatmak için neyi bekliyorsun!'' Ares tekrar gürleyince Trent hızla konuşmaya başladı.

''Alfanın burada olduğunu duyan Yunanistan da ki kaledeki kurtlar sabahtan beri sürekli ziyarete geliyor. Sabah kuzen Lucien da geldi. Sonra Maxwell ortada belirdi ve seninle konuşması gerektiğini diretti. Tabii Apollon'dan bir güzel dayak yedi. Şimdi herkes serada seni bekliyor. Maxwell ne anlatacaksa çok önemliymiş ve sen olmadan anlatmıyor.'' 

Kararlılıkla kafasını sallayan genç kız ''Tamam sen diğerlerinin yanına dön. Biz de geliyoruz.'' dedi. Trent odadan çıkarken Ares yataktan kalktı ve bir gece önce çıkardığı tişörtü üzerine geçirdi. Rebekah odadan dışarıya çıkarken kaşlarını çattı. Maxwell'in söyleyeceği şey her ne ise annesini bulmasını engelleyecek bir şey olmamasını umut ediyordu. Merdivenlere yönelmişti ki Ares onu bileğinden tutarak durdurdu. Genç kız sorarcasına kaşlarını çattı.

''Bana söz vermeni istiyorum peri kızı. Delilik yapmayacaksın. Bu senin hamurunda var emin ol seni senden daha iyi tanıyorum. Kimseyi tehlikeye atmamak için saldırıyı değil diğer yolu seçeceksin. Bunu yapma Rebekah. Kendin için değilse bile benim için yapma. Sadece sen ben ve diğer tanrılar giderek bu işi halledebiliriz. Kimseye bir şey olmayacak. Buna izin vermem! Asla. Sadece lütfen diğer seçeneği aklından çıkar. Bu işte tek değilsin. İkimiz beraberiz!'' dedi. 

Ares'in gözlerindeki tedirginlik genç kızın yutkunmasına neden oldu. Tekrar kaybetme korkusunu iliklerine kadar hissedebiliyordu. Doğru söylüyordu. Yalnız değildi. Yalnız olmak zorunda değildi. Ares her zaman onunlaydı. Bu nedenle kafasını salladı. Ares tuttuğu nefesi bırakırken genç kızın alnını öptü. Tekrar savaş olacaktı. Ancak bu kez saldıran taraf onlardı. Ve elleri boş dönmeyeceklerdi.

Seraya girdiklerinde tüm gözler onlara döndü. Herkes buradaydı. Bir tarafta tanrılar Hekate, Caroline Klotho, Apollon, Eos ve Athena duruyordu. Bir tarafta Vincent ve muhteşem görüntüsüyle kuzen Lucien. Bir tarafta Maxwell'in burada olmasından hiç hoşnut olmayan Felicia, Trent, James, Parker, Jordan, Caleb ve Caleb'ın yanında duran Jasmine. 

''Hades?'' Ares'in sorusu üzerine genç kız Hades'in olmadığını o an fark etti.

''Dün gece Elysion'a geri döndü. Persephone yokluğunu fark etmeden geri dönmesi gerekiyordu.'' dedi Klotho. Rebekah suratını buruşturunca Caroline kıkırdadı ve ''Bilirsin. Kız kardeşin Persephone biraz kıskanç. Hades nereye giderse mutlaka peşinden gidiyor. Hades burada fazla bile kaldı. Eminim şimdi Persephone'un o tiz sesiyle hesap sormasını dinliyordur.'' dedi.

Genç kız gülümsedi. Tanrıda olsalar sorunları insanlarınkiyle aynıydı. 

''Öteki bedenine ait ailenin sorunlu olduğunu kabul etmelisin kuzen. Ne yazık ki hepsi benim kadar özel değil.'' dedi Lucien çarpık bir şekilde gülümseyerek ve göz kırptı. 

Genç kız Lucien'a doğru yürüyerek kuzenine sıkıca sarıldı. ''İlk gün benim akrabam olmadığın için şükretmiştim. Ne yazık ki öyle çıktın.'' dedi. Lucien gülerken Vincent boğazını temizledi. 

''Hatırlat da seni diğer aile üyeleriyle tanıştırmayayım!'' dedi Vincent sitem edercesine. Dün gece duyduklarından dolayı kızgın olduğu belliydi. 

Rebekah Lucien'dan ayrılıp babasına yöneldi ve yanağına gereğinden fazla baskı uygulayarak seslice öptü. ''Babamdan belli oluyor zaten. Sen bu kadar yakışıklıyken diğerlerini düşünemiyorum. Ve beni herkesle tanıştıracaksın. Henüz cadı tarafımı görmedin baba. Güven bana görmek istemezsin.'' dedi. Vincent gülümseyerek kızının alnını öptü.

''Becky birde ailem yok diye üzülüyordun. Lanet olsun bence asıl şuan üzülmelisin. Ailendeki herkes yakışıklı ve güzel. Kardeşlerin, kuzenlerin ve amcan Hepsi ağız sulandırıcı. Babam bile yolda dönüp laf atmalık bir adam. Neyse ki aramızda kan bağı yok!''
Jasmine'in söyledikleri üzerine seradaki huzursuz ortam dağıldı ve herkes gülmeye başladı. Caleb haricinde. Kurtadam kaşlarını çattı ve kollarını göğsünde birleştirdi. 

''Mutlu aile saadetinizi bölmek istemem ama gerçek dünyaya dönme zamanı.'' dedi Maxwell. Rebekah'nın yüzündeki gülümseme yok olurken vampire döndü. Kollarını göğsünde birleştirmiş tüm rahatlığıyla duvara yaslanmış ayaklarını bilekten çaprazlamıştı.

''Herkesi buraya topladığın için işe yarar bir şeyler söylesen iyi edersin. Yoksa seninle henüz kapanmamış bir hesabım var kan emici sülük!'' dedi Ares. 

''Kesinlikle katılıyorum. Henüz benimde hesabım kapanmadı onunla.'' dedi Apollon dişlerinin arasından. Kollarını göğsünde birleştirmişti. Gözlerini Maxwell'den ayırmıyordu. Her an üzerine atılacak gibi duruyordu. 

Maxwell sinsice gülümsedi. ''Anlatacağım şeyleri duyunca tüm dünyanız alt üst olacak merak etmeyin.'' dedi. Hekate bir adım öne atarak kaşlarını çattı. ''Ne biliyorsan anlat hemen!'' Hekate'nin gerginliği ortamdaki havayı değiştiriyordu. elektrik akımı rahatsız edici vızıltısıyla etrafta yankılanırken Rebekah huzursuzca kıpırdandı. 

''Düşmanlarınızı yeterince tanımıyorsunuz. Kirke'nin çok gizli bir silahı var. Öyle gizli ki bunu benden bile sakladılar. Konuşmaları sırasında duydum. Benim bildiğimi bilmiyorlar. amaçları o silahı savaşta kullanarak sizi yenilgiye düşürmek. Ve bana güvenin. O silahlar karşısında hiçbir gücünüz yok. Sizi alt edebilirlerdi. Ama artık tehlikenin farkında olduğunuz için buna göre hazırlanacaksınız. Böylece asıl şoka girecek olan onlar olacak.''

Herkes kaşlarını çatmış gergince birbirlerine bakıyorlardı. Ares Athena'ya dönere ''Doğru mu söylüyor?'' dedi.

Kafasını bir kere sallayan Athena '' Her kelimesi doğru.'' dedi. Rebekah ilk kez Maxwell'in yalan söylemiş olmasını ummuştu. 

Rebekah'nın yanına gelen Eos ''Ne tür bir silah bu?'' diye sordu.

Maxwell'in yüzündeki gülümseme genişledi. ''Titanlar!'' 

Serada ki hava birden öyle bir değişti ki Rebekah sendeledi. Hekate'yle aynı odada bulunmaktan şimdiden nefret etmeye başlamıştı.

''Yalan söylüyorsun. Bu saçmalık!'' diye hırladı Felicia. Onun ardından James konuştu ''Titanlar öldü. Bunu hepimiz biliyoruz.'' 

''Hayır bilmiyoruz. Öldükleri hiçbir zaman kesinleşmemişti. Sadece ortadan kayboldukları ve uzun bir süre onları bulamadıkları için öldükleri yönünde söylentiler çıktı.'' dedi Vincent.

''Bu doğru mu?'' diye soludu Rebekah. Gözlerini Maxwell'den ayıramıyordu. Titanlar yaşıyor olamazdı. Bunca yıldır saklanmış olmaları imkansızdı!

''Ne yazık ki doğru söylüyor!'' dedi Athena. Şaşkınlığı sesinden belli oluyordu.

''Bu nasıl olabilir? Nerede saklanıyorlarmış?'' diye gürledi Apollon.

''Zeki olduklarını söylemem gerek. Dünya üzerinde tanrıların kontrolü altında olmayan tek bir yer var.'' dedi Maxwell.

Eos elini alnına koyarak ''Bermuda Şeytan üçgeni'' diye soludu. Herkes gibi o da küçük çaplı şok geçiriyordu. 

''Bermuda Şeytan üçgeni mi?'' diye sordu Rebekah.

''Tanrı savaşları sonrasında Zeus kardeşleriyle dünyayı paylaşırken onların hizmetine girmek istemeyen tüm yaratıkları bir bölgede topladılar. Atlantik okyanusunda küçük bir adada. O ada ve çevresinde okyanustan belirli bir alan onlara aitti. Zeus'un gücü sayesinde adanın etrafında devamlı büyük hortumlar var. Böylece hiç kimse oraya giremiyor. Orada hiçbir tanrının yetkisi yok. Yaratıklar için serbest bölge.'' dedi Klotho.

''Bundan ne kadar eminsin?'' diye sordu Ares. Tüm bedeni gerilmişti ve boynundaki damarlar patlayacak derecede şişmişti. O kadar çok öfkelenmişti ki dışarıda birbiri ardına şimşekler çakmaya başladı. Bunun üzerine herkesin gözü Rebekah' döndü. Anlayamadığı bir şeyler dönüyordu. Ve ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Ares'in bu kadar fazla sinirlenmesi için başka bir sebep mi vardı?

''Size saldırdıktan sonra sürekli olarak yer değiştirerek kaçmışlar. Sonunda siz onlardan umudu kesince oraya gidip saklanmışlar. Hâlâ da oradalar. Artemis yani Rebekah ve Kirke arasındaki yaşanan savaştan sonra Prometheus Kirke ile anlamış. Titanlar güçlerini toplayana kadar size saldırmadılar. Her geçen gün saklanarak daha da güçlendiler ve Şeytan üçgeninde ki adada aklınızın alamayacağı kadar büyük bir ordu yarattılar. O ordu her geçen saniye büyümeye devam ediyor. Vampirlerden bahsetmiyorum. Yaratıklardan bahsediyorum. Farklı türde, farklı çeşitte yüzlerce binlerce yaratık. Şimdi yaptıkları şeyse Kirke'nin vampir ordusunu toplamasını beklemek. İki büyük orduyu üzerinize salacaklar. Amaçları sonu kesin olan bir savaş. İki büyük ordu sizi yeterince yorup zayıflattıktan sonra ortaya çıkacaklardı. böylece yenilginiz kesin olacaktı. Ama artık biliyorsunuz.''

Maxwell'in anlattığı kan donduran plan tüm serayı sessizliğe boğdu. Kirke'nin istediği şey sadece Rebekah'nın ölümü değildi. O dünyayı ele geçirmek istiyordu. Tüm tanrıları yok etmeği. Üç titan kardeşle anlaşmıştı. Böylece hem Rebekah'ı onların yardımıyla tamamen yok edebilecek hem de istediği sonsuz güce sahip olabilecekti. Tehlikede olan kişi sadece onlar değildi. Tüm insanlık büyük bir tehlike içindeydi.

Rebekah bakışlarını Ares'e çevirdi. 

''Şimdi ne olacak?'' diye sordu. Zeus ve tüm tanrıların bunu bilmesi gerekiyordu. düşman şimdiden savaşa hazırdı. Onlarınsa hiçbir şeyden haberleri yoktu. Savaş hazırlıkları başlatılmalıydı. Aynı zamanda Helena'yı kurtarmalı ve Amazon kadınlarını uyandırmalı sonrada gerçek uyanışı gerçekleştirmeliydi. Hangisi daha önemliydi Rebekah karar veremiyordu. 

Ares tüm ciddiyetiyle konuşmaya başlayınca herkes dikkat kesildi. ''Artık hiçbir şey için vakit kaybedemeyiz. Bu gece Helena'yı kurtarıp Amazon Krallığına gideceğiz. Önce savaşçıları uyandırmamız gerek. Büyük bir orduya ihtiyacımız var. Şimdilik 'bilmiyoruz' kozunu kullanacağız. Hiç kimse bir başkasına Titanlardan bahsetmeyecek. Savaşçıları uyandırıp Olimpos'a gidene kadar bu bilgi buranın dışına çıkmayacak. Şimdi hazırlanın. Güneşin batmasıyla Rusya da olacağız!'' 

...

Seradan dışarıya çıkan Rebekah şaşkındı. Tüm hızıyla koşarak adanın en uç köşesine gitti. Uçurumdan aşağıya köpüren okyanusa bakarken nefes nefeseydi. Her geçen gün hayatı daha da zorlaşıyordu. Maxwell çok büyük bir savaştan bahsediyordu. Yıllar önce yaşanan savaşın bir benzeri yaşanacaktı. Tarih korkunç bir şekilde tekerrür ediyordu. Genç kız omzunun üzerinde bir el hissedince hızla arkasına döndü.

Ares elinde üzeri siyah bir örtüyle kaplı büyük bir şey tutuyordu. ''Akşama hazırlanma zamanı Neraida Koritsi. Bunu uzun zamandır senin için mağaramda saklıyordum.'' 

Kaşlarını çatan Rebekah elini kadife örtünün üzerinde gezdirdi ve örtüyü yavaşça çekti. Gece kadar siyah yay ve siyah ok takımını görünce zihninde birden anıları canlandı. Baş ağrısı ensesinden şakaklarına doğru yayılırken gözlerini kırpıştırdı. Onu kullandığı anla ilgili çeşitli görüntüler zihninde birbiri ardına sıralanıyordu.

Büyük yayı eline aldı ve dikkatle inceledi. ''Uzun zamandır eline almamış olsan da sen ve o birbirinizin bir parçasısınız. Hatırlayacağına eminim.'' dedi ve genç kızın alnını öpüp geri çekildi. 

''Hava kararmadan dönmüş ol peri kızı. Anneni almak için yola çıkacağız.'' dedi ve ortadan kayboldu. Oklar ve yayla baş başa kalan Rebekah tereddütle bir süre yaya baktı. Ardından eğilerek sadaktan siyah uzun oku eline aldı. Ormana doğru döndü. Yayı sol eliyle tuttu ve oku yerleştirdi. Sağ kolunu geriye çekerek yayı gerdi. Bu bedeniyle yayı ilk kez kullanıyor olmasına rağmen zihni onu yönlendiriyordu. Yay ve ok onun bir parçasıydı. Onu kullanmayı unutmuş olması imkansızdı. ciğerlerindeki tüm havayı üfleyerek verdi ve oku serbest bıraktı. Ok nişan aldığı ağaca doğru hızla giderken birden siyahlar içince bir adam okun önünde belirdi. Sırtı genç kıza dönüktü ve üzerindeki siyah pelerinin başlığı kafasına çekilmişti. Ok hızla adamın sırtına doğru giderken Rebekah'nın gözleri kocaman açıldı. Tam bağırmak üzereydi ki adam, sağ elini kaldırarak arkasına dönme gereği duymadan oku yüzünün hemen yanından geçerken yakaladı.

Ardından başını yavaşça çevirerek oka baktı. Diğer eliyle pelerinin başlığını itti. upuzun boylu olan adamın sadece güneş kadar sarı saçlarını gören genç kız huzursuzca kıpırdandı. İçinde garip bir duygu oluşmaya başlamıştı ve kalbi anlam veremediği bir şekilde hızlı atıyordu. 

Ardından adam yavaşça ona döndü. Yüzündeki çarpık gülümsemesiyle ''Uzun zaman oldu 'ángelé mou' dedi. 

Zihninde farklı görüntüler birbiri ardına canlanırken genç kızın gözleri kocaman açıldı. Kalbi derisini yırtıp çıkacak kadar hızlı atıyordu. Onun kim olduğunu biliyordu. Çünkü ona bu şekilde seslenen tek bir kişi vardı.

''Epimetheus!''

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin