BÖLÜM 15

48.4K 2.5K 27
                                    

…HİSLER…

Ares’in parmağı genç kızın tenine değince aynı anda birçok şey yaşandı. Ares işarete dokunduğu an tenleri arasında elektrik akımı oluştu ve büyük bir darbe almış gibi geriye savruldular. Ares'in bedeni sertçe geriye savrulup, kitaplıklara çarptı ve kitaplıkla beraber yere düştü.

Ares odanın bir köşesine savrulmuşken Rebekah da onun tam tersi yönünde geriye doğru savruldu ve sırtını sert duvara çarptı. Sırtındaki kemiklerden çıtırtı sesi duyulurken boğazından boğuk bir inleme çıktı. Duvara çarptığı hızla yere düştü. Başı sert zemine çarptı ve kafatasından korkutucu bir ses çıktı. 

Üzerindeki şaşkınlığı atan Ares üzerine düşen kitapların altından sıyrıldı. Yüz üstü yere yuvarlanarak kalkan tozlardan dolayı öksürdü. Gözleri tozdan dolayı yanıyordu. Kafasını iki yana salladı ve gözlerini kırpıştırdı. Ani darbe karşısında tepki verememişti. Sadece işarete dokunmuş ve tenlerinin etrafını vızıltıyla büyük bir enerji sarmış ve ikisini de ayrı yere savurmuştu. Daha önce birbirlerine dokunduklarında olduğu gibi değildi. Bu çok daha güçlüydü. Rebekah’nın acı çığlığını duyan Ares endişeyle odaya baktı. Gözleri telaşla toz bulutunun ardından Rebekah’ı aradı. Yerden doğruldu ve sonunda onu gördü. 

Karşılaştığı görüntü karşısında kalbi sıkıştı. Aynı anda yüzyıllar öncesinden kalan anı zihninde hücum etti; Artemis’in kanlar içinde yerde yatan hali. Ares anının etkisinden sıyrılıp hızla Rebekah'a doğru koştu ve boğazı yırtılırcasına kızın adını haykırdı.
Rebekah duvarın hemen önünde yerde sırt üstü yatıyordu. Yattığı yerin etrafı kan içindeydi. Genç kızın gözleri kapalıydı. Bedeni yerde şiddetle titriyor ve her yerinden kanlar akıyordu. Kulakları, burnu, ağzı. Her yerinden hızla kan akıyordu. Ares bunun çarpmanın etkisiyle olduğunu sanmıyordu. Savaş tanrısının adeta kalbi kulaklarında atıyordu. İçini büyük bir korku kapladı. 

Genç kıza doğru koşarken yerde biriken kandan dolayı ayağı kaydı ve yere düştü. Gözleri Rebekah’a kilitlenmişti ve ne yaptığının farkında değildi. Doğrularak ilerledi ve genç kızın titreyen bedeninin yanına yere çöktü. Rebekah’nın her tarafı kanlar içindeydi. Tekrar ona dokunup zarar vermekten korkuyordu. Ama denemeliydi. Yavaşça omuzlarından tutup kafasını kaldırdı.

‘’Rebekah?’’ Dedi boğuk çıkan sesi ona bile yabancı geliyordu. Ona dokunmasıyla Rebekah’nın gözleri açıldı ve ağzından bir başka çığlık daha çıktı. Ares ona zarar verdiğini düşünerek kollarını geri çekmek üzereydi ama Rebekah onun kollarını sıkıca tuttu.

‘’Acıyor!’’ Diyebildi sıkılı dişlerinin arasından. Ares ne yapacağını bilmiyordu. İçini saran korkuyla zihni donmuştu adeta. Rebekah boğazı yırtılırcasına çığlık atıyorken Ares düşünemiyordu. Tekrar kollarını çekmeye çalıştı.

‘’Bırakma!’’ Dedi Rebekah kollarını daha sıkı tutup. Gözlerini sımsıkı yummuştu. Kulakları, ağzı ve burnundan hala kanlar akıyordu. Ağzındaki kandan dolayı genç kız öksürdü. Ares onu yan çevirip ağzındaki kanı çıkartmasını sağladı. Sonra kolları genç kızı daha sıkı sardı. Kulağına eğilip.

‘’Geçecek ben buradayım. Korkma seni bırakmıyorum.’’ 

Sıkıca ona sarıldı ve gözlerini kapatıp gücünü kullanarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Hem gücünü kullanıyor hem de genç kızın kulağına yatıştırıcı şeyler söylüyordu. Rebekah’nın vücudu yavaşça gevşedi ve sarsıntıları durdu. Genç kızın gözleri boşluğa bakıyordu. Sessiz gözyaşları birbiri ardına akarak, kan içinde kalmış yanaklarını yıkıyordu.

Ares onu tamamen kucağına çekti. Rebekah artık titremiyordu ama hala her yerinden kanlar akıyordu. Ares tekrar gözlerini kapattı ve gücünü serbest bıraktı. Bedenlerinin etrafını beyaz bir ışık huzmesi kapladı. Rebekah’nın sırtındaki kemiklerden tekrar çıtırtı sesi geldi. Kırılan kemikleri düzelerek birbirine kaynadı. Kafatasının arkasındaki çatlak kaynadı ve kanayan derisi kapandı. Burnundan ve ağzından akan kanlarda durdu. Işık huzmesi yavaşça kaybolurken genç kız rahatlamanın etkisiyle inledi.
Ares gözlerini açıp Rebekah’a baktı. Gözleri birbiri ile kesişti.

‘’Canın acıyor mu?’’ Elinin tersiyle genç kızın yanağını okşadı. Rebekah kafasını iki yana sallayabildi sadece. Ares kızın gözlerinden akan yaşları sildi.

‘’Hadi seni buradan götürelim.’’ 

Rebekah daha fazla ayık kalamadı ve kendinden geçerek gözlerini kapattı. Başı Ares’in omzuna yaslandı. Aynı anda kütüphanenin kapısı savrularak açıldı. Vincent, James, Parker, Jordan, Caleb ve arkalarında ki kalabalık kurt sürüsü içeriye girdi. Hepsi karşılarındaki görüntüye şokla baktı. Kütüphane savaş alanına dönüş gibiydi. Kitaplıklar yıkılmış her yer toz ve kan içindeydi. Vincent korkuyla Rebekah’nın kalp atışlarını dinledi. Kulağına cılız bir çarpıntı gelince biraz da olsa rahatladı ve hızla kanlar içindeki kızına ilerledi.

‘’Neler oldu burada?’’ diye sordu sesi titreyerek. Şuan ki öfkesiyle Ares’i bile öldürmeyi istiyordu. Kızın zarar verdiği için onu öldürebilirdi. 

‘’Çıkın odadan! Derhal!’’ Diye sesini yükseltti Ares kapının dışında bekleyen kurtlara bakarak. Hepsi anında ortadan kayboldu. Parker, James, Jordan ve Caleb gitmedi. Rebekah’nın kanlar içindeki halini görünce Jordan’ın gözleri yaşlarla doldu.

Vincent dizleri üzerine çöktü ve genç kızın yüzündeki saçları geriye çekti. Üzerindeki pantolonu kızının kanlarıyla kaplanırken korkuyla, baygın görünen Rebekah’a bakıyordu.

‘’Neler oldu burada?’’ diye sordu tekrar. Kendini sakin tutmak adına bütün gücünü kullanıyordu. Kızına zarar verdiği için Ares'in boğazına dişlerini geçirmek istiyordu. Karşısındaki savaş Tanrısı olsa bile!

‘’Bilmiyorum Vincent! Lanet olsun ki hiçbir şey bilmiyorum!’’ Diye bağırdı Ares ve dışarıda gök gürleyerek şimşek çaktı.

‘’İyi mi?’’ diye sordu Vincent. Kendini kontrol altına alabilmişti. Ares’in Rebekah’nın adını haykırdığı an sesi bütün kalede yankılanmıştı. Vincent’ın ruhu sanki o an vücudundan çekilmişti. Ona bir şey olmasından o kadar çok korkmuştu ki nasıl buraya geldiğini ne yaptığını bile hatırlamıyordu.

‘’Şuan iyi. Onu iyileştirdim.’’ Vincent rahatlayarak nefesini verdi.

‘’Buradan götürelim onu.’’ dedi Ares ayağa kalkarak. Kolları arasındaki genç kızı sıkıca tutuyordu. Tıpkı Rebekah gibi onunda bedeni genç kızın kanıyla kaplanmıştı. Vincent başını sallayarak ayağa kalktı.

‘’Jordan bizimle gel. Caleb hizmetlilere burayı hemen temizlemelerini söyle. Sizde sürüyü yatıştırın. Bir şey olmadığını söyleyin.’’ Vincent emirleri yağdırırken, Ares hızla adımlarla kütüphaneden çıktı ve genç kızın odasına ilerledi. 

‘’Banyo yapması gerek. Üzerindeki kanı temizlemeliyiz.’’ Ares çatılı kaşlarla ciddi bir şekilde konuşuyordu. Jordan Ares’in önüne geçerek odadaki banyonun kapısını açtı. Ares Rebekah’ı yavaşça büyük küvetin içine yerleştirdi. Kenarda asılı olan havluyu katlayarak Rebekah'nın başının altına koydu.

‘’Ben hallederim.’’ Dedi Jordan. Ares Rebekah’ı bırakmak istemese de kafasını sallayıp banyodan çıktı ve kapıyı kapattı. 

Vincent ellerini arkasında birleştirmiş odanın içinde volta atıyordu. Ares onun bu kadar endişelenmesi üzerine homurdandı. Düşüncelerini ondan uzaklaştırarak az önce olanları düşündü. Hissettiği korku daha önceki anıların tekrar zihnine dolmasına sebep olmuştu. Ares Rebekah’ı yerde yatarken gördüğü ilk an zihni çok kötü bir oyun oynamış ve onu Artemis gibi görmüştü. Artemis’i kaybettiği zaman yaşadığı korkuları tekrar yaşamıştı. Yüzyıllar önce tıpkı Artemis de savaş meydanın da kanlar içinde yerde yatıyordu. Ares Rebekah’ı kaybetmeği istememişti. Ona zarar verdiği düşüncesi anlamsız bir biçimde içini kemiriyordu. Rebekah'nın da ölmesine izin vermezdi. Asla!

Odanın kapısı açıldı. Parker, James ve Caleb içeriye geldiler. Üçünün de suratında endişe vardı. Neler olduğunu onlarda anlayamamıştı. Ama şu durumda sessizce beklemeleri gerektiğini biliyorlardı. Odanın içindekiler sessizce banyo kapısının ardındaki cılız kalp atışını dinlerken Rebekah bedenine değen sıcak suyla gözlerini açtı. Jordan büyük küvetin içinde bir kolunu Rebekah’nın boynuna dolamış onu tutuyordu. Boşta kalan eliyle de genç kızın vücudunu yıkıyordu. İç çamaşırları haricinde üzerindeki her şeyi çıkartmıştı. Rebekah ölü kadar solgundu. Bu Jordan’ı korkutsa da kulaklarında çınlayan zayıf kalp atışını duymak onu rahatlatıyordu.
Rebekah’nın kan içindeki saçlarını durularken genç kız gözlerini açtı.

‘’Jordan?’’ diye mırıldandı. Jordan’ın gözleri mutluluk yaşlarıyla dolarken gülümsedi. Bu kadar üzülmesinin tek sebebi aralarındaki garip anne bağı değildi. Jordan onu bir arkadaş olarak çok sevmişti. Ve ona zarar gelmesini asla istemezdi.

‘’Günaydın.’’ dedi gülümseyerek. Rebekah etrafına bakarak

‘’Neler oldu?’’ diye sordu. Jordan genç kızın oturmasına yardımcı oldu ve kolunu çekti.

‘’Önce seni güzelce yıkayalım. Sonra bunları konuşuruz. Aslına bakarsan ne olduğunu bizde bilmiyoruz.’’ Rebekah olanları hatırlayınca kalbi hızla atmaya başladı. Gözleri kocaman açıldı.

‘’Ares! Nerede o? İyi mi?’’ diye sordu. Kendi sesi kulağına farklı geliyordu. Sesi kısılmıştı.

‘’Merak etme. Ona bir şey olmaz unuttun mu o savaş tanrısı. Vincent ile oda da.’’ Dedi başıyla arkayı göstererek. 

Rebekah rahatlayarak gözlerini yumdu. Kütüphanede neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. İşaretine daha önce Jordan ve Parker dokunmuştu. Onlar dokununca hiçbir şey olmamıştı. Ama Ares’in dokunuşu… 

Genç kız geriye savrulup duvara o kadar hızlı ve sert çarpmıştı ki kafatasından ve kaburgalarından gelen çıtırtıyı duymuştu. Ama hissettiği acının sebebi sadece bunlar değildi. İşaretinin olduğu yerden bedenine büyük bir sıcaklık dalgası yayılmıştı ve genç kızın bütün organları adeta yanmıştı. Canlı canlı ateşe verilmiş gibi yanmıştı. Her yerinden kanlar aktığını hatırlıyordu. Yaşadığı acıyı hatırlamanın etkisiyle genç kızın bedeni titredi.

‘’Üşüyor musun?’’ Rebekah gözlerini açıp endişeyle ona bakan Jordan’a baktı. Hayır, anlamında kafasını iki yana salladı.

‘’Sen iç çamaşırlarını çıkartıp suyun altına gir. Sonrada havluya sarın. Ben sana giyecek temiz kıyafetler getireyim.’’ Rebekah kafasını sallayarak Jordan’ın çıkmasını bekledi. Küvetin kenarlarına tutunarak yavaşça ayağa kalktı. Bedeninin hiçbir yeri ağrımıyordu. Baş dönmesinin haricinde oldukça iyiydi. İç çamaşırlarını çıkarttı ve duş başlığının altına girdi. 

Ares onu ikinci kez iyileştirmişti. Öncekinde Rebekah baygın olduğu için hiçbir şey hatırlamıyordu. Ama bu sefer her saniyesinde uyanıktı. Bedeninde sıcaklık yavaşça yok olmuş bunun yerine içini tatlı ve ılık bir sıcaklık kaplamıştı. Saç tellerinden ayak parmaklarına kadar bütün her yeri bu tatlı sıcaklıkla kaplanmıştı.

Ellerini ıslak saçlarından geçirirken Ares’in ona seslenişini hatırladı. Onu kucağına çekip kulağına fısıldadığı güzel ve rahatlatıcı sözleri hatırladı. Dudakları yukarı kıvrılırken banyonun kapısı tıklatıldı.

‘’Rebekah?’’ Jordan’ın sesini duyan Rebekah suyu kapattı.

‘’1 dakika.’’ Diye seslendi. Sesi karga gaklaması gibi çıkıyordu. Boğazını temizledi. Asılı olan havluyu bedenine sarıp kapalı klozet kapağının üzerine oturdu.

‘’Gel.’’ Jordan kapıyı açıp içeriye girdi. Elinde pamuklu pijamalar vardı.

‘’Uyuyacağını düşünerek pijamaları getirdim. Giyinmene yardımcı olmamı ister misin?’’ Jordan’ın hala endişeyle Rebekah’a bakıyor olması genç kızı gülümsetti.

‘’İyiyim merak etme. Kendim giyinebilirim.’’ Jordan da rahatlamış bir şekilde gülümsedi ve banyodan çıktı. Rebekah başını öne eğip elindeki küçük havluyla saçlarını kuruttu. İç çamaşırlarını uzun pamuklu koyu mavi pijama altını ve kalın askılı açık mavi tişörtünü giydi. Banyodan çıkmak üzereyken lavabonun yanında duran kolyesini gördü. Boynuna asıp saçlarını düzeltti ve odasına geçti.
Kapıyı açtığı an odadaki herkesin gözleri ona çevrildi. Jordan yatağın ucuna tünemişti. Vincent cam kenarındaki tekli koltuklardan birinde oturuyordu. Dirseklerini dizlerine dayamış birleştirdiği ellerine kafasını yaslamıştı. Kapı açılınca önce genç kızı dikkatle incelemiş sonrada gözleri boynunda asılı olan kolyeye takılmıştı. 

Ares balkon kapısının yanında duruyordu. Kafasını cama dayamış kollarını göğsünde birleştirmişti. Parker ve James sandalyelerde otururken Caleb kapının yanında sırtını duvara yaslamış ve kollarını göğsünde birleştirmişti.
Hepsini odada gören genç kız şaşırdı. Çıplak ayaklarıyla yatağa doğru ilerledi ve Jordan’ın yanına oturdu.

‘’İyi misin?’’ Ares ve Vincent’ın aynı anda sordukları soru genç kızı hafifçe gülümsetti.

‘’İyiyim.’’ Dedi kısılmış sesiyle. Tekrar boğazını temizledi ama bir süre sesinin böyle kalacağının farkındaydı. Rebekah bakışlarını ona bakan Ares’e çevirdi. Gözleri bir süre birbirine kenetli kaldı.

‘’Ares olanları anlattı. İşaretine dokununca tam olarak neler oldu?’’ Vincent’ın sorusu üzerine genç kız bakışlarını ona çevirdi. Oturduğu koltukta dikleşmiş sağ bacağını sürekli sallıyordu. Bu Rebekah’nın komiğine gitti. Rebekah da endişeli, sinirli veya düşünceli olduğu zamanlar farkında olmadan bacağını sallardı. Vincent gibi sert görünümlü birinde böyle bir alışkanlık olması komikti.

‘’Daha önce Jordan ve Parker da işaretime dokundu. Onlarda hiçbir şey olmadı. Ama Ares dokununca’’ bakışlarını Ares’e çevirip devam etti. ‘’Ares dokununca sanki elektrik akımı oluştu. Vızıltısını bile duydum. Sonra geriye uçtuğumu hatırlıyorum. Kafatasım ve kaburgalarımdan çıtırtılar duydum. Yere düştüğümde işaretin olduğu yerden bedenime sıcaklık yayıldı. Sanki bütün organlarım yanıyordu. Bedenim ateşe sokulmuş gibiydi.’’
Vincent gözlerini kapatarak burun kemerini tuttu. Odayı bir süre seslik kapladı. Sessizliği bozan Caleb oldu.

‘’Rebekah, Parker ile konuştuktan sonra Parker bize her şeyi anlattı. Teorinizde büyük bir boşluk olduğunu düşünüyorum.’’ Dedi alfasına bakarak. Vincent ona hitap ettiğini anlamıştı. Kafasını kaldırıp Caleb’a baktı. Devam etmesi için kafasını salladı.

‘’Rebekah’nın Kirke’yi yok edecek bir gücü olduğunu düşünüyoruz. Hepimiz. Ama farkında olmadığımız bir şey var. Kirke bir tanrıça. Ve eğer Rebekah bir tanrıçayı yok edecek güce sahipse bu sadece Kirke için değil bütün tanrı ve tanrıçalar için geçerli olur. Buna savaş tanrısı Ares de dâhil. Ya Rebekah’nın gücü hakkında ki teorimiz yanlış ya da bugün ki olaydan sonra Ares’in hayatta olmasının tek sebebi Rebekah’nın henüz tam olarak güçlerine kavuşmamış olması.’’ Caleb’ın bütün sakinliğiyle söylediği sözler Rebekah’nın kanını dondurdu. Tanrı katili! Zihninde bu kelime ardı ardına yankılanıyordu.

‘’Bu mümkün mü?’’ diye sordu bakışlarını Ares’e çevirerek. Genç kızın elleri yumruk olmuştu ve yatağın çarşafını sıkıca tutuyordu.

‘’Tanrı öldüren olduğunu sanmıyorum. Onun gücünü hissettim. Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum ama güçlerin açığa çıkıyor. Hissettiğim güç farklı bir şey. Bununla ilk kez karşılaşıyorum. Ama tanrı öldürenle ilgili bir güç değil bu. Eğer öyle olsaydı o patlama esnasın da bana zarar verirdi.’’ Genç kız rahatlayarak tuttuğunu fark etmediği nefesini bıraktı.

‘’Rebekah tanrı öldüren değil. Bu konu netleşti. Peki, o zaman Kirke neden onu bu kadar çok istiyor. Bir tanrıça ne tür güçteki birini bu kadar çok ister ki? Yıllardır onun peşinde.’’ Dedi James sesli bir şekilde düşünerek. Vincent koltuktan kalkarak ellerini her zaman yaptığı gibi sırtında birleştirdi ve cam kenarına ilerledi.

‘’Bu iş sandığımızdan daha büyük. Eğer Rebekah tanrı öldüren olsaydı şimdiye kadar sadece Kirke değil bütün tanrılar onun peşine düşerdi. Ve Ares’in de söylediği gibi öyle olsaydı patlama sırasında bunu hissederdi. Rebekah’nın gücü her ne ise bu Kirke’nin kendi için kullanabileceği bir şey. Ya da ona karşı kullanılmasından korktuğu bir şey.’’ Dedi sakin bir ses tonuyla konuşarak.

‘’Bu iş sizi aşıyor. Sadece kurtlarla ilgili bir şey olduğunu sanmıyorum. Diğer tanrılarla konuşmalıyım.’’ Dedi Ares tok sesi ile. Kaşları çatılmıştı. Rebekah, onun bu durumdan rahatsız olduğunu biliyordu. Bu kadar süredir Ares diğer tanrılarla konuşmadığını ve olimposa gitmediğini söylemişti. Şimdi onlarla görüşecek olmak canını sıkıyordu.

‘’Kaledeki güvenlik arttırılsın. Hiç kimse ama hiç kimse Rebekah’ı yalnız bırakmayacak. Ben yanında olmadığım sürece mutlaka iki kişi onun yanında kalacak. Anlaşıldı mı?’’ dedi Ares tekrar konuşarak. Vincent dâhil herkes kafasını sallayarak onayladı. Bu durum Rebekah’a ilginç geldi. Vincent bütün sürünün alfası ve başıyken Ares’den emir alıyordu. Ve bunu yapmak zorundaydı. Çünkü Ares ondan katlarca yüksekteydi. O savaş tanrısıydı. Genç kız bunu sürekli unutuyordu.

Ares’in söyledikleri üzerine sürekli yanında birilerinin olacak olması genç kızı rahatsız etse de şuan ki durumdan farklı bir durum olmayacaktı. Ayrıca eğer tekrar böyle bir olay yaşarsa yalnız olup kendi kanında boğulmak istemiyordu. Birilerinin yanında olması daha iyi olacaktı.

‘’Her şey anlaşıldığına göre Rebekah’ı yalnız bırakalım. Karışık ve olaylı bir gün oldu. Dinlenmek isteyeceğine eminim.’’ Dedi Vincent genç kıza dönüp bakarak. İçinde hala endişe kol geziyordu. Kahvaltının ardından kaçarcasına ondan uzaklaşmıştı. Olanları düşünmeli ve mantıklı bir çözüm bulmalıydı. Ama hala bir şey bulamamıştı. Nasıl olduğunu bilmese de Rebekah’nın kendi kızı olduğunu biliyordu. İçindeki hisler bunun göstergesiydi. Rebekah onun kızıydı.

‘’Bir şeye ihtiyacın olursa bizi nerede bulacağını biliyorsun. Uyandığın zaman yanına geleceğiz.’’ Dedi James odadan çıkmadan önce. Genç kıza gülümsedi ve saniyeler içinde ortadan kayboldu. Rebekah’nın yanında oturan Jordan genç kıza sıkıca sarıldı.

‘’İstersen seninle kalabilirim.’’ Diye sordu.

‘’Evet, beraber pijama partisi yapabiliriz. Eğlenceli olur.’’ Diye araya girdi Parker sırıtarak. Rebekah gözlerini devirirken gülümsemesine engel olamadı. Ares çatılı kaşlarını Parker’a yöneltince genç adam bıçak gibi ensesine saplanan bakışlardan ürktü ve

‘’Sanırım gitsem iyi olacak. Bir şey olursa çağırman yeterli.’’ Dedi ve ortadan kayboldu. Hala cevap bekleyen Jordan’a

‘’Gerek yok. Ölü gibi uyuyacağıma eminim.’’ Dedi Rebekah. Jordan bir kez daha Rebekah’a sarıldı ve ardından hızla odadan çıktı. Jordan’ın hızı ile Rebekah’nın nemli saçları geriye savruldu.

‘’İyi uykular Blackwood.’’ Dedi Caleb ve başka bir şey söylemeden odadan çıktı. Ares hala balkonun pervazına yaslanmış ve çıkmaya niyeti yok gibi duruyordu. Vincent önce Ares’e sonra da kızına baktı. Kaşlarını çattı ve boğazını temizledi.

‘’İyi uykular. Kendini kötü hissedersen en ufak bir şey olsa bile haber vermeni istiyorum.’’ Dedi. Rebekah kafasını salladı. Vincent tekrar Ares’e baktı. Sonra gözleri tekrar kızına çevrildi. Boynunda sallanan kolyeye gözleri takılınca ciğerlerine derin bir nefes çekti ve odadan çıktı. Rebekah’nın bakışları Ares’e takıldı. Ares gözünü bile kırpmadan ona bakıyordu.

‘’Ölmeye niyetim yok. Sadece uyuyacağım. Gidebilirsin.’’ Dedi Rebekah.

‘’Benimde henüz gitmeye niyetim yok. Sen uyu.’’ Rebekah’nın ağzı açık kaldı. O odayken ve ona böyle bakıyorken uyuyabileceğini sanıyorsa yanılıyordu.

‘’Gördüğün gibi iyiyim. Hem beni iyileştiren sendin iyi olduğumu biliyorsun. Kalmana gerek yok!’’ oturduğu yerden kalktı ve yatağın başına geçerek yorganı kaldırdı. Omzunun üzerinden Ares’e baktı ve hala kımıldamadığını görünce gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

‘’Böyle uyuyabileceğimi sanıyorsan yanılıyorsun!’’ Ares’e döndü ve ellerini beline koydu. Ares’in bakışları genç kızın yüzünden işaretin olduğu noktaya kaldı. Kaşları neredeyse birleşerek çatıldı ve göğsünde birleştirdiği kollarını çözerek kıza yaklaştı.

‘’Ne? Ne var?’’ dedi Rebekah ona yaklaşan Ares’e bakarak.

‘’İşaretin!’’ Ares elini havaya kaldırdı ama işarete dokunmadı. Genç kız bakışlarını göğsüne indirince gözleri şaşkınlıkla büyüdü. 

‘’Lanet olsun!’’ İşareti parlıyordu. Teninden altın rengi bir ışık çıkıyordu. Üzerindeki tişörte rağmen ışık gözüküyordu. Rebekah yakasını aşağıya çekerek işareti açıkta bıraktı. Siyah hilalin etrafından kalp atışı gibi ışık çıkıyordu. Kalbinin ritmiyle aynı zamanda ışık canlanıyor ve soluyordu. Açık kalan ağzını kapattı ve yutkundu.

‘’Tamam, bunun anlamı ne şimdi?’’ Rebekah bakışlarını Ares’e çevirdi.

‘’Bilmiyorum!’’ Savaş tanrısının sesi sıkıntılı geliyordu. Elini tekrar havaya kaldırdı.

‘’Şimdi sana dokunacağım. Ve bana ne hissettiğini söyleyeceksin.’’ Tedirginlikle bir adım geri atan Rebekah tekrar yutkundu.

‘’Ya tekrar aynı enerji ortaya çıkar ve bizi savurursa?’’ Endişesi sesine yansımıştı. Tekrar acıyı yaşamak istemiyordu. Bu insanın tekrar tekrar yaşamak isteyeceği türden bir şey değildi.

‘’İşaretine dokunmayacağım.’’ Rebekah kafasını salladı. Ares’in havadaki eli önce koluna doğru yol aldı. Ama birden fikrini değiştirir gibi eli biraz daha yükseldi ve genç kızın yanağında yer buldu. Rebekah’nın kalp atışları hızlanırken onunla beraber işaretindeki ışıkta daha hızlı yanıp sönmeye başladı. Genç kız yutkundu. Tenlerinin değdiği yerde karıncalanma vardı. Hafif bir enerji ikisinin teni arasında uğulduyordu. Ama canını yakmıyordu. Aksine onu rahatlatıyor ve daha fazla yakınlaşmasını istiyordu.

‘’Neler hissediyorsun?’’ Ares’in gözleri genç kızın gözlerinde kilitli kalmıştı.

‘’Bil… Bilmiyorum. Garip. Yine elektrik var gibi ama bu defa farklı. Daha önce olduğu gibi. Sıcaklık hissi veriyor. Rahatlatıyor. İşaretime dokunduğun zaman olanlardan çok farklı.’’ Ares gözlerini kapatarak nefesini bıraktı ve elini geri çekti. Ferah nefesi genç kızın yüzünü yalayarak geçti. Aralarındaki temas kesilince yere düşecek gibi oldu ama kendini toparladı.

‘’Ne oldu? Sen bir şey hissettin mi?’’ diye sordu. Ares gözlerini açtı ve kızın gözlerine baktı.

‘’Aynı şeyleri.’’

‘’Bunun anlamı ne? Neden diğerleriyle böyle bir şey olmuyor da seninle oluyor?’’ diye sordu Rebekah isyan edercesine. Zaten ona karşı olan hislerini geri planda tutmaya çalışıyorken birde aralarında olan bu garip enerji, bağ ya da her ne ise işleri iyice zorlaştırıyordu.

‘’Lanet olsun ki bilmiyorum ve bu durum iyice canımı sıkmaya başladı.’’ Diye bağırdı Ares ve dışarıda büyük bir gürültüyle şimşek çaktı. Genç kız yerinden sıçradı. Ares ellerini saçlarının arasına sokmuş kafasını yukarıya kaldırmıştı. Sırtını genç kız döndü. Gözleri kapattı ve yunanca bir şeyler mırıldandı. Genç kız ona bakıyorken kalbinin üzerindeki işaret acıyla sızladı.

‘’Ahh.’’ Diye inledi Rebekah ve öne doğru sendeledi.

‘’Dekára!’’ dedi Ares ve öne atılarak genç kızı tuttu. Bir kolunu dizlerinin arkasından geçirerek onu kucağına aldı.

‘’İyi misin? Ne oldu?

‘’İşaret.’’ Dedi Rebekah gözleri oraya takılı kalmış bir şekilde. Işık sönmüştü. Genç kız yakasını sıyırdı ve işareti inceldi. İşaret parmağı ile siyah lekeye dokundu ama hiçbir şey hissetmedi. Oflayarak kafasını Ares’e çevirdi.

‘’Hiçbir şey yok!’’ Yüzlerinin yakınlığını fark edince Ares’in kucağında olduğunu anladı. Boğazını temizledi ve kafasını önüne çevirdi.

‘’Beni indirirsen sevinirim.’’ Ares kızın çıkışı üzerine kaşlarını çattı. İndirmek yerine yatağa ilerledi ve genç kızı yavaşça yatırdı. Üzerini örterken Rebekah homurdandı.

‘’Masal da oku tam olsun!’’ Ares içindeki sıkıntıya rağmen çarpık bir şekilde gülümsedi. Rebekah sinirle homurdanırken yorganın altından kollarını çıkarttı. Ares’e arkasını dönerek yan yattı.

‘’Çıkarken kapıyı kapatırsan mutlu olurum.’’ Dedi ve gözlerini kapattı. Rebekah sinirle homurdanırken yorganın altından kollarını çıkarttı. Ares'in birkaç saniye önce söylediği kelime aklına takılınca birden kahkahalarla gülmeye başladı. Az önce savaş tanrısı Yunanca farklı bir kelime söylemişti. Genç kız Yunanca bilmese de söylediğinin küfür olduğunu anması için dahi olmasına gerek yoktu. Tepesinde dikilen Ares tek kaşını kaldırıp kahkahalarla güzel kıza bakıyordu.

''Bu kadar komik olan ne?'' diye sordu kollarını göğsünde birleştirip. Rebekah inanamazmış gibi kafasını iki yana sallarken gülümsüyordu.

''Az önce savaş tanrısı Ares küfretti.'' dedi ve tekrar gülmeye başladı. Gözlerini deviren Ares Rebekah'nın yatakta debelenerek gülen halini görünce kendini tutamayıp gülümsedi.

''Küfretmem bu kadar hoşuna gidiyorsa daha sık söylerim.'' Sonunda kahkahalarını durdurmayı başaran genç kız ona döndü.

''Sizin beyazlar içinde gezip, bütün gün 'Hallelujah'ı söylediğinizi düşünürdüm.''dedi kıkırdayarak. Ares tekrar gözlerini devirdi. ‘’Anlamı neydi Deka- Dekka-? Nasıl söyleniyordu?’’ dedi genç kız kıkırdayarak. 

‘’Sana Yunanca küfür öğretecek değilim. Bu kadar yeter artık uyuma vakti ufaklık.'' Dedi. Genç kızı kızdıracağını tahmin ettiği için 
ufaklık kelimesine vurgu yapmıştı. Ve tahmini tuttu. Rebekah'nın yüzü ufaklık kelimesini duyunca anında düştü ve suratını buruşturdu.

''Ufaklıkmış ben sana ufaklığı gösterirdim ama neyse ki yorgunum. Bunun için Hades’e şükretmelisin'' dedi ve Ares’e arkasını dönerek yan yattı. Ares'in kahkahasını duyunca 

''Domuz herif!'' diye mırıldandı.

''Terbiyesiz kız!'' Rebekah Ares'e cevap vermemek için dilini ısırdı. Yorganı sertçe çekiştirdi.

‘’Çıkarken kapıyı kapatırsan mutlu olurum.’’ Dedi tekrar ve gözlerini kapattı. Bir süre Ares’in hala tepesinde dikildiğinin farkındaydı. Sonunda ayak sesleri kapıya doğru ilerledi. Ve açık olan kapı kapandı. Rebekah rahatlayarak gevşedi. Birkaç dakika sonra genç kız tam uykuya dalmak üzereyken kapı açıldı ve tekrar kapandı. Rebekah oda da yankılanan ayak seslerini duyunca kafasını kaldırdı.
Ares üzerini değiştirmiş, bütün kanlardan temizlenmişti ve elinde bir kitapla yanına doğru geliyordu. Tanrılar ışık hızıyla hareket ediyor olmalı diye düşündü genç kız. Ares Rebekah’nın uyumadığını görünce kaşları çatıldı.

‘’Sen hala uyumadın mı?’’

‘’Sen neden buradasın peki?’’ diye sordu. Ares yatağın diğer tarafına gelip yorganın üzerine oturunca Rebekah’nın ağzı şaşkınlıkla açıldı. Hızla yatakta doğruldu ve oturdu.

‘’Yok artık! Bu benim yatağım. Neden kendi odana gitmiyorsun?’’ dedi sesini yükselterek. Tamam, Ares’le aynı yatakta olma fikri hormonlarını coştursa da, Tanrı aşkına böyle uyuyamazdı.

Ares yastıklardan birini kaldırıp yatak başlığına yasladı. Sonrada geriye çekilerek yastığa sırtını dayadı. Ayaklarını bilekten çaprazladı ve elindeki kalın ve devasa büyüklükteki koca kitabı açtı.

‘’Heyy!’’ dedi Rebekah ona aldırış etmeyen Ares’in omzunu dürterek.

‘’Çeneni kapat ve yat! Yine aynı şeylerin olup olmayacağını bilmiyoruz. Bugünlük sen uyurken burada kalacağım ve işaretinle ilgili bir şeyler bulmaya çalışacağım. Anlaşıldı mı? Şimdi uyu yoksa seni ben uyuturum.’’ Rebekah seni uyuturum kelimesinin anlamını biliyordu. O savaş tanrısıydı ve bu da onun muhteşem özelliklerinden biriydi. Ses tonu öyle kendinden emin çıkıyordu ki genç kız homurdanmadan edemedi. 
Kafasını yastığa bırakarak sert bir şekilde yattı. Yastığını düzeltti. Yorganı çekiştirdi. Önce Ares’e sırtını döndü. Sonra rahat edemeyip tekrar ona doğru döndü.

‘’Kıpırdamayı keser misin?’’ Ares bakışlarını kitaptan çevirmeden kıza söylendi. Rebekah oflayarak nefesini verdi. Ares’in elindeki büyük kitap Yunanca olduğu için ne yazdığını okuyamıyordu. Sonra gözleri Ares’in kocaman siyah postallarına takıldı. Kaşlarını çattı.

‘’En azından ayakkabılarını çıkart.’’ Ares önce Rebekah’a sonra postallarına baktı. Sonrada omzunu silkip kitabına geri döndü. Rebekah ona doğru yan döndü ve yorgana sıkıca sarıldı. En iyisi burada olduğunu unutmak ve uyumaktı. Yorgundu başı ağrıyordu ve uyumak istiyordu. Ama kahretsin ki Ares bu kadar dikkat çekici olmasaydı rahatlıkla uyuyabilecekti. Tanrı aşkına şuanda mitoloji kitaplarından fırlamış, yakışıklı ve çekici savaş tanrısı Ares yatağımda heykel gibi duruyor. Nasıl uyumam beklenirdi ki?

Ares’in nefesini kulağının üzerinde hissedince bütün bedeni dondu. Kalbi hızlanmaya başlamıştı. Ares kulağına yunanca bir kelime söyledi. Ne söylediğini anlamasa da söyledikleri şiir gibi geldi. Bedeni gevşedi ve uykunun yumuşak kollarına çekildi.


Rebekah rüyasında bu sefer kendini eski bir şatonun avlusunda buldu.

‘’Hayır! En azından bu gece beni rahat bıraksaydın!’’ Diye bağırdı. 
Sesi etrafta yankılanırken -yanımda Ares varken olmaz- diye düşündü. Bedeninin yanında yakışıklı savaş tanrısı nöbet tutarken rüyasında başka adamlar görmek istemiyordu. Oflayarak etrafına bakındı.

Büyük devasa bir şatonun avlusundaydı. Avlu o kadar büyüktü ki buraya en az iki şato daha sığabilirdi. Karşısındaki şatonun demirden büyük bir kapısı vardı. Kendi etrafında döndü. Bulunduğu yer bir avludan çok büyük bir balkon gibiydi. Balkonun sağ ve sol tarafında iki merdiven aşağıya doğru iniyordu. Balkonun korumalıklarına ilerleyip aşağıya baktı. Merdivenlerin bitiminde ortada düzgün taşlarla kaplanmış ince bir yol vardı. Yılan gibi kıvrılan yolun sonunda küçük bir şato daha vardı. Yolun iki yanı yeşil çimenlerle kaplıydı. Anlaşılan biri çimleri biçmeyi unutmuş diye düşündü Rebekah. Çünkü çimler neredeyse bir insan boyuna gelecek kadar uzamıştı. İki şatoyu çevreleyen kalın bir duvar çevriliydi etrafta. Rebekah merdivenlere yöneldi ve aşağıya indi. Suratsızın hangi cehennemde olacağını düşünürken etrafı incelemeye devam etti.

‘’Selam.’’ Suratsızın sesini duyan Rebekah başını yukarıya kaldırıp az önce durduğu balkona baktı.
Suratsız balkonun korumalığına oturmuş bir ayağını yukarıya çekmiş diğer ayağını aşağıya sarkıtmış sallıyordu. Üzerinde yine beyaz bir pantolon vardı. Ayakları çıplaktı ve uzun kollu beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmıştı. Gömleğinin önündeki bütün düğmeler her zamanki gibi açıktı.

‘’Sana da selam.’’ Dedi genç kız yüzünü asarak ve merdivenleri çıkıp onun yanına ilerledi.

‘’Neden en azından bu gece seni rahat bırakmam gerektiğini söyledin?’’ Rebekah yüzünü göremese de sesinden eğlendiğini anlamıştı.

‘’Sadece kötü bir gün geçirdim.’’ Dedi omzunu silkerek. Başını önüne eğerek üzerindeki siyah elbiseye baktı. Kalın askılı olan siyah elbisenin derin bir dekoltesi vardı. V şeklinde gelen yaka genç kızın işaretini açıkta bırakıyordu. Simsiyah olan elbise dizlerinin üzerinde bitiyordu ve ayaklarında siyah düz ayakkabılar vardı.

‘’Bunu söylemenin nedeni yanında Ares’in olması değildi yani.’’

‘’Alakası yok.’’ Dedi Rebekah kafasını kaldırıp hızlıca. Suratsız kıkırdadı. Rebekah onun bacağına sert bir yumruk attı.

‘’İstediğini düşün umurumda değil sadece kötü bir gündü o kadar.’’ Rebekah somurturken suratsız tekrar kıkırdadı.

‘’Güçlerin ortaya çıkmak üzere olduğu için bugün o patlamayı yaşadınız. Sadece Ares’in etkilenmesinin bir sebebi var ama sen sormadan söyleyeyim buna cevap veremem.’’ Genç kız kafasını ve kollarını yukarı kaldırarak ofladı.

‘’Bütün bu gizemden bıktım. Lanet olasıcalar.’’

‘’Emin ol sana her şeyi anlatmayı en çok isteyenlerden biriyim. Ancak anlatırsam neler olacağını bilmiyorsun. Benin sana anlattıklarımı kabullenmeyeceksin ve çok kötü şeyler olacak.’’ Rebekah ağrıyan başını rahatlatmak için şakaklarını ovdu ve gözlerini kapattı.

‘’Rüyamda bile başımı ağrıtmayı başaran tek insansın.’’ Dedi sıkılı dişlerinin arasından.

‘’Ehh bu da benim özelliğim.’’ Genç kız kollarını bedenine sardı ve bakışlarını sis bulutuna çevirdi.

‘’Ayrıca bu kıyafetleri bana sen mi giydiriyorsun?’’ diye sordu kaşlarını kaldırarak.

‘’Seni götürmek istediğim yeri hayal ediyor ve seni giydiriyorum. Bunun altından da sapıklık çıkartırsan kendimi şuradan aşağıya atacağım.’’ Dedi eliyle aşağıyı göstererek. Rebekah gözlerini devirdi. Sonra etrafa baktı.

‘’Eee bu sefer neredeyiz?’’ Suratsız balkonun korumalığından yanına atladı. Kibarca kolunu uzattı

‘’Gel benimle. Sana göstermek istediğim bir şey var.’’Rebekah suratsızın koluna girerek onunla birlikte ilerlemeye başladı. Balkonun sonunda şatoya açılan büyük kapıya doğru gidiyorlardı. Kapıya yaklaşırken kendiliğinden iki yana doğru açıldı.

‘’Hakkında bir kehanet olduğunu ve bu kehaneti henüz sana anlatamadığımı söylemiştim.’’

‘’Evet. İşte yine kehanet saçmalığı. Benim hakkımda olan bir kehaneti neden ben bilmiyorum.’’ Diye horumdandı. Bunun üzerine suratsız gözlerini devirdi ama Rebekah sis yüzünden bunu göremedi.

‘’Daha öncede söyledim ya. Her şeyi yavaş yavaş öğrenmelisin. Zihninde bilmediğin bir şeyler saklı. Sana her şeyi hemen anlatırsam zihnindeki saklı şey yüzünden delirebilirsin ya da daha kötüsü yok olursun.’’ Rebekah durup suratsızın önüne geçti.

‘’Dur bir dakika beynimde canlı bomba taşıdığımı daha önce söylemedin.’’ Dedi sesini yükselterek. Suratsız Rebekah’nın koluna girerek onu şatodan içeriye soktu.

‘’Beyninde bomba yok sadece bir benzetme yaptım. Her neyse konumuza geri dönecek olursak kehanetten bahsedemediğim gibi bu kehanette rolü olan kişilerden de bahsedemem. Ama artık bazı şeyleri öğrendiğine göre sana ipuçları verebilirim.’’

‘’Ne ipuçları?’’ dedi Rebekah. Bir yandan etrafı inceliyordu bir yandan da suratsızın onu çekiştirmesine izin veriyordu. Kapıdan içeriye girdiklerinde büyük bir hole geçmişlerdi. Holün iki yanından yukarıya çıkan merdivenler vardı. Tam karşıda ise bir başka kapı daha vardı. Kapının tam önüne geldiklerinde durdular. Suratsız Rebekah’ı omuzlarından tutarak kendine doğru çevirdi. Genç kızın Suratsızın sisler ardındaki yüzünü göremese de oraya odaklandı.

‘’Öncelikle bugüne kadar seni götürdüğüm her yer gerçekte vardı. İlk karşılaştığımız günü hatırlıyorsun. O gün seni Olimpostaki bir tapınağa götürdüm. İlk ipucu o tapınağın kime ait olduğunu bul. Tanrı ve tanrıçaların Olimpostaki tapınaklarının resimleri bulunan bir kitap var. Kurtların kütüphanesinde o kitabı bul ve resimlere bak. Tapınağın kime ait olduğunu bulacaksın. Bir sonraki buluşmamızda seni Hawaii deki bir plaja götürmüştüm. Sonra Vincent’ın taht odasına götürdüm. Bir öncekinde de Olimpos dağındaki taht odasındaydık. İkinci ipucunu aslında o gün verdim ve sen yapmadın.’’ Rebekah kaşlarını çattı.

‘’Hayır, bana ipucu vermedin.’’

‘’Verdim. Sana Hekate’yi araştırmanı söyledim. Rüyalarına girmemi sağlayan kişiyi bulmana yardımcı olacak olan bilgi orada yatıyor. Üçüncüsü ise-‘’ Rebekah ellerini kaldırdı.

‘’Dur bir dakika. Ağır ol. Hekate’yi araştıracağım ve bana gösterdiğin tapınağın kime ait olduğunu bulacağım. O kütüphanede binlerce kitap var. Dediğin kitabı nasıl bulacağım. Bari ismini ver.’’ Dedi hayıflanarak.

‘’Üzgünüm ancak bu kadar ipucu verebiliyorum. Üçüncüsüne gelirsek o da bu kapının ardında.’’ Rebekah kapalı kapıya baktı.

‘’Hazır mısın?’’ diye sordu suratsız. Rebekah kafasını iki yana salladı.

‘’Neye hazır olacağımı bilmesem de hazırım.’’ Suratsız kıkırdadı. Rebekah’nın yanına geçerek koluna girdi.

‘’Dediğim gibi. Sana gösterdiğim diğer yerler ve burası gerçek hayatta varlar. Önceki gösterdiğim yerlerin aynısı zihnine taşıyordum. Ve hiçbir insanı rüyalarına dâhil etmiyordum. Ama burasını olduğu gibi sana yansıttım.’’ Dedi ve büyük kapıyı itti. 

Büyük kapı gıcırdayarak iki yana açılırken Rebekah nefesini tuttu. Önlerinde boş, uzun ve geniş bir balkon vardı. Diğer taraftaki kadar olmasa da burası da büyüktü. Suratsız onu da beraberinde çekerek balkonun korumalığına ilerledi. Korumalığa gelince genç kız bakışlarını aşağıdaki büyük avluya çevirdi ve sesli bir şekilde yutkundu.

‘’Aman Tanrım!’’

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin