BÖLÜM 43

42.8K 2K 19
                                    

AŞKIN İLK GÜNÜ ASLA GERİ DÖNMEZ DERLER FAKAT...

Ares ve Rebekah'nın ortadan kayboluşunun ardından avluyu büyük bir sessizlik kapladı. James, Lucien, Eos ve Athena kahkahalarını zorlukla zapt ederken, Apollon kendini daha fazla tutamadı ve kahkahalarla gülmeye başladı.

''Lanet olası bu herifi seviyorum!'' dedi kahkahalarının arasından. Onunla birlikte avludaki kıkırtılar yükselmeye başladı. 

Çatılı kaşlarla, birkaç saniye önce Ares'in bulunduğu noktaya bakan iki baba ise burnundan soluyordu.

''Az önce savaş tanrısı benim kızımı mı kaçırdı?'' dedi Zeus. 

Vincent'ın aldığı derin soluklarla burun delikleri genişledi. Ares'i dövme isteği gün geçtikçe artıyordu. Kendisinin yapamayacağını biliyordu. Sonuçta Ares savaş tanrısıydı. Fakat Zeus yapabilirdi! 

''Bazen içimde Ares'le ilgili cehennemde yanacağım türden istekler barınıyor!'' diye homurdandı Vincent. 

Zeus alayla parlayan mavi gözlerini Vincent'a çevirdi. ''Bu istek ve planları bana söyleyerek bir işe yarayabilirsin! Nasılsa senin gibi aciz değilim!'' 

Zeus balkonun ortasına ilerleyip Athena'nın yanına ilerlerken Vincent kendini zorlukla zapt etti. Hayatının ilk aşaması hiç kolay değildi. Peki bugünden sonrası? Kesinlikle daha yorucu geçecekti. Omuzlarında hissettiği dokunuşla bütün öfkesi dağıldı. 

''Sakin ol hayatım. Önümüzde uzun yıllar var. Şimdiden kendini bu kadar yıpratma. Kolay olmayacağını sende biliyorsun.'' İç çeken Vincent eşine döndü ve ellerinin yanaklarına yerleştirdi. Dudaklarını alnına yasladı. 

''Hayatım lütfen bunları tanrıça Hera ile yüzleşince hatırla. Benim başım Zeus'la yeterince meşgul. Fakat senin en az Hera kadar kıskanç olduğunu göz önüne getirirsek işler o zaman daha da zorlaşacak.''

Kaşlarını çatan Helena geri çekildi. Çenesini dikleştirdi. Keskin bakışları en zorlu düşman ordusuyla karşılaştığı zamanlardaki gibiydi. Ölümcül ve güçlü... 

İşte benim tanıdığım Kraliçe Helena bu diye düşündü Vincent. Karısının her iki anlamda da savaşmak için yanıp tutuştuğunu görebiliyordu.

''Kimse benim kızımı benden alamaz Vincent. Diana'ı karnımda ben taşıdım. Ben doğurdum! Her ne kadar tanrıça Artemis olsa da o benim kızım!'' Yüzünde sinirli bir gülümseme oluştu. ''Ayrıca Diana'nın bana ne kadar benzediğini görünce tanrıça Hera'nın karşısında bir adım önde olacağım!''

Dudakları kıvrılan Vincent inanamazmış gibi kafasını iki yana salladı. Karısını kollarının arasına çekti ve saçlarını öptü. ''Hayatım. Sinirlendikten sonra öfkeni benden çıkarmanı ne kadar sevdiğimi biliyorsun değil mi? Hera'ya istediğin kadar öfkelenebilirsin. Nasılsa o öfkenin hediyesini her zaman ben alacağım. Yatak odamızda istediğin kadar öfkeni benden çıkartabilirsin.''

Gülmemek için alt dudağını dişleyen Helena eşinin göğsüne vurdu. ''Çok terbiyesizsin alfa Vincent.'' 

''Senin içinde aksini söyleyemem kraliçe Helena. Gençlik yıllarımızda bana yapmadığın şey kalmadı. Özellikle o mağarada zincirle-

Vincent'ın kolları arasından sıyrılan Helena hızlı davranarak elini eşinin ağzına kapattı. ''Kapat çeneni bizi duyacaklar!'' Vincent kahkahalarla gülümserken Helena onları duyan birinin olup olmadığını anlamak için etrafına bakındı.

Lucien suratını buruşturmuş bir halde onlara bakıyordu. James'in ise ağzı şokla açılmıştı. Onlar haricinde kimsenin duymadığını anlayınca birazda olsa rahatladı. James'in olduğu yerde titreyerek öğürmesi üzerine Helena'nın yanakları utançla kızardı.

''Vincent! İnana bana. Şuan o kadar kızgınım ki-

Hâlâ gülümseyen Vincent Helena'nın elini ağzından çekti. ''Hadi odamıza gidelim. Hem şu Rebekah'a kardeş yapma konusunu da konuşuruz.'' 

Gözleri kocaman açılan Helena ''Kardeş?'' diye sordu.

''Evet hayatım. Yeni bir bebek! Bunu sende istemiyor musun? Rebekah'nın bir kardeşe hayır diyeceğini sanmıyorum.''

Helena huzursuzca olduğu yerde kıpırdandı. Hamilelik dönemini yaşayamamıştı. Doğumu hızlı olmuştu ve minik bebeği kollarının arasından alınmıştı. Anneliğin hiçbir evresini yaşayamamıştı. Bu nedenle yeni bir bebek fikri kulağa hoş geliyordu. Fakat bir anda omuzları düştü.

''Vincent Diana çok yakında anne bile olabilir. Kardeşi ve kendi çocuğu? Bu tuhaf değil mi?''

''Helena. Kızımız tanrıça Artemis! Öldü ve tekrar bizim sayemizde dünyaya geldi. Aynı anda iki baba, iki anne ve yüzlerce kardeşi var. Sence hayatımız zaten tuhaf değil mi? Bunu kaldırabileceklerine eminim.''

Helena dudaklarını büzdü. Bu hemen karar verebileceği bir şey değildi. Yeterince tehlike varken bir de bebek? Kafasını iki yana salladı. Bunun için henüz erkendi. Zeus ve diğer tanrılar etraflarında toplanınca Vincent bu konuya sonra devam edeceklerini fısıldadı. 

''Olimposluların olanlardan henüz haberi yok. Athena Amazonları ve kurt adamları bu akşam kendi tapınağına götür. Herkes dinlensin. Titanların daha fazla bekleyeceklerini düşünmüyorum. Olimpos ordusunu harekete geçirmeli ve diğer tanrılara olanları anlatmalıyım. Artemis'in dönüşü ve saldırı hakkında onları bilgilendirmem gerek. Yarın şafakla birlikte hepinizin benim tapınağımda olmasını istiyorum.'' dedi Zeus ve ardından bakışlarını Apollon'a çevirdi. 

''Kız kardeşine ve savaş tanrısına haber ver. Yarın sabah gecikmeseler iyi olur!'' 

Apollon alayla gülümsedi. ''Yedi yüzyıllık birikimin yarına kadar tükenmeyeceğini biliyorsun ihtiyar. Bence onları bir süre göremeyeceğiz.''

Gökyüzünde birbiri ardına şimşekler çakarken Apollon gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. 

''Git ve kardeşini bul velet! Hatta onların yanından ayrılma. Savaş tanrısını zincirlemen gerekse bile yanlarından ayrılmayacaksın!'' 

...

Hekate'nin elini savurmasıyla suyun yüzeyindeki Amazon krallığındaki Zeus ve diğerlerinin görüntüsü yok oldu. Zeus'un gelmesi işlerin hızlanmasına neden olmuştu. Suyun bulunduğu taş oyuğun kenarlarını sıkıca kavradı. Eğer o Maxwell denen işe yaramaz vampir bozuntusu her şeyi anlatmasaydı çoktan saldırmış olacaklardı. Onları hazırlıksız yakalayacaklardı. Titanları ve büyük orduyu karşılarında görünce hepsi ne yapacağını şaşıracaktı ve kazanan Hekate olacaktı. Fakat her şey değişmişti.

Ares'in her şeyi öğrenmesi yetmiyormuş gibi Zeus ve Hades de artık gerçekleri biliyordu. Onlara savunmasız, en zayıf oldukları anda saldırmaları gerekiyordu. Yoksa savaşı kaybederlerdi. Olimpos'un yüce ordusunu yenmelerinin imkanı yoktu. Neyse ki Hekate onlar için yeterince zayıf düşecekleri bir an yaratmıştı.

Rebekah'nın beden seçimi, gerçek uyanış gerçekleşene kadar sessizce bekleyeceklerdi. Rebekah beden seçtikten sonra uyanamayınca Hekate'nin en büyük kozu Ares olacaktı. Bu kez savaş tanrısını Athena bile durduramayacaktı. Ares öfkesinden deliye dönüp her yeri yakıp yıkacak, Zeus ve Hera tekrar kızlarının kaybının acısını yaşayacak ve neler olduğunu anlayamayacaklardı. O sırada Hekate ve ordusu Olimpos'a saldıracaktı. İnsancıl Olimposluları tahtlarından edecek ve tahtın gerçek sahiplerini Titanları Tartarus'dan serbest bırakacaklardı. 

Sıcak bir el çıplak bedenine sardığı kürkü omzundan aşağıya kaydırdı. Dudaklar önce omzuna yerleşti. Arkasında ıslaklık bırakarak boynuna doğru çıktı. Gözlerini kapatan Hekate hazla gülümsedi. Araştırmacı eller bedenini okşayarak aşağıya doğru kaydı ve kürkü serbest bıraktı. Kürk bacaklarını okşayarak yere düştü. 

''Fazla streslisin Hekate. Savaşı kazanacağımızı biliyorsun. Biraz rahatlaman gerek.'' Uzun parmaklı eller omuzlarına masaj yaparken başını arkaya doğru eğdi.

''Hmm...'' dedi iç çekerek. ''Parmakların rahatlatma konusunda uzman.'' 

''Ben her konuda uzmanım büyücü tanrıça.'' Prometheus'un soğuk nefesi Hekate'nin kulağını yalayıp geçti. Omzuna masaj yapan elleri öne doğru geldi ve Hekate'nin boynunu sıkıca kavradı. Gözlerini açan Hekate boğazındaki baskıdan dolayı rahatsız oldu.

''Beni kandırmaya çalışma Hekate. O kızıl kafanın içinde neler planladığını görebiliyorum.'' dedi Prometheus tehdit dolu bir sesle. Hekate'nin boğazını saran parmakları sıklaştı. ''Rebekah'nın uyanamamasının ardından saldıracağız. Olimposu yerle bir edeceğiz ve tahtlardaki yerimizi alacağız! Bunca yılı beni sırtımdan bıçaklaman için harcamadım!'' sıkılı dişlerinin arasından zorlukla konuşuyordu. Odaya yaydığı enerji havayı soğutmuştu. Camların buzlarla kaplandığını gören Hekate sinsice gülümsedi.

Prometheus'un boğazına yapışan elini aldırmadan ona doğru döndü. Sivri tırnakları erkeğin bedeninde çizikler bırakarak yukarıya çıktı ve saçlarının arasına yerleşti. 

''Zihnini bunlarla bulandırma Prometheus. Seni istemeseydim yıllarca beklemeyeceğimi biliyorsun. Zeus ve Hera'nın oturduğu tahtları biz hak ediyoruz. Sen ve ben.'' 

Başını yana eğen Prometheus Hekate'yi dikkatle süzdü. ''Zeus senden şüpheleniyor. Onlardan bu kadar uzak kalmaman gerekiyordu.''

Hekate'nin yüzündeki karanlık gülümseme genişledi. ''Onları kandırmak benim için kolay. Beni bilirsin Prometheus.'' dedi işaret parmağını titanın yüzünde gezdirirken. ''Gösterişli girişleri severim. Öyle bir giriş yapacağım ki hepsinin aklı bulanacak.'' Prometheus'un düşünmesine izin vermeden onu yatağa doğru geriletti. 

Hiç kimsenin planlarını bozmasına izin veremezdi. Erkekler her zaman onun için kolay hedef olmuştu. Onların zihinlerini bulandırmak için gereken tek şey çıplak bir kadın ve yataktı...

Karanlıklar arasına saklanan titan sessiz adımlarla Hekate ve Prometheus'un odasından uzaklaştı. Kimseye gözükmeden odasına ışınlandı ve üzerine giydiği siyah pelerinin başlığı arkaya attı. Göğsü öfkeyle aldığı nefeslerden dolayı hızla inip şişiyordu. Elleri iki yanında yumruk oldu. Zihninde Prometheus'un sözleri tekrarlanıyordu. 

'Rebekah'nın uyanamamasının ardından saldıracağız.'

'Rebekah'nın uyanamaması...'

'Rebekah...'

Başını hırsla kapattığı kapıya vurdu. Hekate'nin bir şeyler planladığını en başından biliyordu. Rebekah'a zarar vereceklerini biliyordu! Odada volta atmaya başlayan Epimetheus, elini hırsla sarı saçlarının içinden geçirdi. 

Olimpos'a saldırdıklarında herkes birbirini öldürmek için uğraşırken Rebekah'ı alıp kimsenin onları bulamayacağı bir yere kaçacaktı. Savaş sırasında onların yokluğu fark etmeleri zaman alacaktı ve bu da Epimetheus için zaman kazanmak anlamına geliyordu. Rebekah olmadan yaşayamazdı! Ona zarar vermelerine izin veremezdi. 

Günlerdir onun Ares'in yanında olmasına göz yummuştu! Onu kaçırsa Ares'in peşlerini bırakmayacağını biliyordu. Bu nedenle sabırla beklemişti. Fakat artık zaman yoktu. Rebekah'nın Elysion'a gidip beden seçimi gerçekleşmeden önce onu kaçırmalıydı. Harekete geçmeden önce Hekate'nin Rebekah'a uyanmaması için ne yaptığını öğrenmesi gerekiyordu.

...

''Sana inanamıyorum Ares! Bu-'' Genç kızın sözleri dudaklarının üzerini örten sıcak dudaklarla engellendi. 

Üzerinde gezinen dudaklar, aşk ve özlem doluydu. Rebekah onun sevgisini, aşkını, arzusunu ve özlemini hissedebiliyordu. Nazik ve yavaş dokunuşlarla onu tutkuyla öpüyordu. 

Rebekah anlık kızgınlığını, savaşı, ailesini her şeyi unuttu... Sadece Ares vardı. Ona duyduğu yedi yüzyıllık özlem vardı. Aşkı vardı. Onun için geri dönmüştü. Sadece onun için...

Ellerini Ares'in ipek yumuşaklığındaki sarı saçlarının arasına yerleştirdi. Öpüşüne karşılık verirken Ares'in sert kolu belini kavradı ve genç kızı havaya kaldırdı. Genç kız bacaklarını Ares'in ince beline doladı.

Bedenini zor zapt eden Ares zihninde savaşıyordu. Genç kızın kıyafetlerini yırtıp kendini ona sunmasını istiyordu. Fakat direniyordu. Bunca yıldır onu beklemişti. Sabırla tekrar gözlerini açacağı günü beklemişti. Bir daha ayrılmayacaklardı. Önlerinde özlem giderecekleri uzun bir yaşam vardı. O nedenle her şeyin özel ve yavaş olmasını istiyordu. Rebekah için ilk olduğunu biliyordu ve bu, içindeki ilkel adamın mutluluktan haykırmasına neden oluyordu.

Kolları genç kızın bedenini sıkıca sardı. Sanki mümkünmüş gibi onu daha da yakınına çekti. Bugün her şeyiyle Rebekah için özel olacaktı. Ona olan sevgisini sözlere dökemiyordu. Fakat gösterebilirdi. 

Dudaklarını zorlanarak genç kızın bal tadındaki dudaklarından ayırdı. Burnunu genç kızın beyaz boynuna yaklaştırdı ve derin bir nefes aldı. Ciğerlerini genç kızın bağımlılık yaratan kokusuyla doldururken dudaklarıyla sıcak izler bıraktı.

''Gözlerini aç Neraida koritsi.'' diye fısıldadı. Genç kızın gözleri titreşerek açıldı. Ares öne eğilerek genç kızın dudaklarına ufak bir öpücük bıraktı. ''Etrafına bak.'' diye fısıldadı. 

Genç kız nerede olduklarını o an fark ediyordu. Işınlandıklarında ve Ares onu yere indirdiğinde nerede olduklarına dikkat etmemişti. Gözleri bulundukları yeri incelerken gözlerinde yaşlar birikti. ''Ares...'' diye soludu. 

Savaş tanrısı genç kızı yavaşça yere indirdi. Rebekah kendi etrafında dönerken gülümsedi. Kollarını iki yana kaldırarak etrafında döndü. Gülüyordu. Gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Onların bahçelerindeydiler. Sadece ikisine ait olan saklı bahçede...

Ares'le ilk kavgasını burada yaşamıştı. İlk yarışlarını burada yapmışlardı. İlk öpücüğünü burada vermişti... Burası rüyasında kendini ve Ares'i gördüğü yerdi.

Şelaleden akan temiz suyla oluşan dere önlerinden kıvrılarak çayırı sarıyordu. Rengarenk çiçekler, üzeri meyvelerle dolu ağaçlar, çayırların arasında zıplayan tavşanlar, rengarenk uçuşan kelebekler... Hepsi peri masallarında anlatıldığı gibiydi. Genç kız gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Çiçeklerin tatlı kokusu ile ciğerlerini doldurdu. 

Ares genç kızın sırtını göğsüne yasladı ve kollarını beline doladı. Rebekah başını arkaya atarak onun göğsüne yalarken öne eğilip genç kızın şakağını öptü. 

''Sana olan aşkım hiç tükenmedi gecemin prensesi. Yedi yüzyıl boyunca asla seni sevmekten vazgeçmedim. Tekrar sana aşık olduğumda bile sana ihanet ettiğimi düşündüm. 'Aşkın ilk günü asla geri dönmez' derler fakat ben seni hâlâ ilk gün ki gibi seviyorum. Sonsuza kadar her gün, sana ilk gün ki gibi aşık olacağım...''

Genç kız kapalı gözlerini açtı. Elinin tersiyle gözünden düşen yaşı sildi. Dudakları mutlulukla kıvrılırken Ares'in kolları arasında döndü.

''Her iki hayatımda da aşka inanmazken, sen karşıma çıkınca tüm tabularımı yıkıyorsun Savaş tanrısı. Her seferinde tüm ilklerimi seninle yaşıyorum. İlk kalp çarpıntısı. İlk öpücük. İlk aşk...'' Burnun ucunu Ares'in burnuna sürttü. ''Kaç kez dünyaya gelirsem geleyim hep seni bekleyeceğim. Hep gerçek aşkımı bekleyeceğim.'' 

Ares'in yüzündeki gülümseme genişledi. Eğilerek tekrar genç kızla dudaklarını birleştirdi. Ares'in kolları genç kızı o kadar sıkı sarıyordu ki, Rebekah hiçbir gücün onu buradan alamayacağını biliyordu. Almasını da istemiyordu... 

Öpücükleri geçen her saniye daha fazla yoğunlaşıyordu. Bu kez nazik değildi. Amansız bir arzu doluydu. Çaresiz bir ihtiyaç...

Genç kız zorlukla geriye çekildi. Dudakları arasında sadece santimler vardı. Ares soran gözlerle ona bakıyordu. ''Tapınağa götür bizi.'' dedi genç kız. 

Ares başını genç kızın alnına yasladı. Derin nefesler alıp veriyordu. Rebekah onun sakinleşmeye çalıştığının farkındaydı. Kendini tutuyordu. 

Ares'in kolları her nefes alışında onu daha sıkı sarıyordu. Vücudunun her bir zerresi Ares'in bedenine yaslanmıştı. Kaslı bedenini kendi yumuşak bedeninde tümüyle hissediyordu. Parmaklarının ucunda yükseldi ve Ares'in yanağına, şakağına ve dudağına öpücükler kondurdu.

''Kendini tutmana gerek yok Ares. Sadece bir kez 'savaşmayı' bırak.'' dedi. Ardından yanakları kızararak ekledi. ''Ben hazırım.'' 

Ares gözlerini açtı ve genç kızın gözlerinin içine baktı. Gözlerindeki fırtına genç kızın yutkunmasına neden oldu. Belki de ilk kez Ares'den korkması gerektiğini düşünüyordu. ''Bana böyle şeyler söyleme peri kızı. Yedi yüzyıldır seni bekledim. Ve inan bana sen yokken her gün daha uzun ve acı vericiydi. O yüzden bana kendimi toplamam için biraz zaman tanı. Eğer kendimi kontrol altına alamazsam uzun bir süre seni o odadan, yataktan çıkartamam.'' 

Rebekah seslice yutkununca Ares'in gözleri genç kızın pürüzsüz boynuna indi. Gözleri yavaşça aşağıya indi. Bedeni tel gibi gerilirken kasıklarındaki sızıyla başını arkaya attı. ''Siktir!'' 

Kalbi kulaklarında atan Rebekah, boynundan aşağıya akan ter tanecikleri nedeniyle rahatsız olmuş bir şekilde kıpırdandı. Bedeni alev almış gibi yanıyordu. Yanakları bedeniyle çok ayrı bir duygudan, utançtan dolayı adeta alev almıştı. Karnın aşağılarında hissettiği sızıyla alt dudağını ısırdı. Tekrar kıpırdanınca Ares'in yüzünce haz dolu bir gülümseme oluştu. ''Uslu dur peri kızı!'' diye uyardı onu. 

''Pekala sen yapmazsan ben yapacağım.'' dedi Rebekah tuttuğu nefesini bırakarak. Parmaklarının ucunda yükselerek tekrar dudaklarını Ares'in dudaklarıyla birleştirdi. Ares boğuk bir inlemeyle onu öperken Rebekah odaklanmaya çalıştı. Ares'in yaramaz elleri bedeninde farklı yerlerde gezerken odaklanması zordu. 

Hatırlayabildiği kadarıyla Ares'in yatak odasını zihninde canlandırdı. Bedenin karıncalanmasıyla doğru yere ışınlanmaları üzerine dua etti. Şu halde farklı bir yere ışınlanmayı istemiyordu. Etraflarında soğuk bir rüzgar esti. Rebekah nerede olduklarına bakmak için geri çekilmeye çalıştı fakat Ares izin vermedi. 

Genç kız nerede olduğunu umursamayarak kollarını aşağıya indirdi. Parmaklarını Ares'in pantolonun kenarlarına geçirdi ve kendine çekti. Dudakları dişleniyor, diliyle okşanıyor ardından öpülüyordu.

''Pekala bende soyunuyorum bu fazla ateşli.'' 

Duydukları sesle Rebekah ve Ares aynı anda durdu. İkisi de nefes nefese kalmış bir halde bulundukları yere baktılar. Doğru yere ışınlanmışlardı. Ares'in tapınağındaki büyük yatak odasındaydılar. Fakat oda bekledikleri gibi değildi.

Yatağın iki yanında beyaz bir direk vardı ve neredeyse çıplak haldeki iki kadın çalan erotik müziğe uygun hareketlerle direk dansı yapıyordu. Genç kızın görüntü karşısında ağzı açık kaldı. Ares'in önüne geçerek elleriyle gözlerini kapattı.

''Bakarsan gözlerini oyarım Ares!'' diye hırladı. Ares arsızca gülümserken genç kız bakışlarını kardeşi Apollon'a çevirdi. 

Odadaki büyük yatağın üzeri kırmızı gül yapraklarıyla doluydu. Üzerinde sadece beyaz bir pantolon olan Apollon dudakları arasına aldığı gülü diliyle çevirdi ve kaşlarını aşağı yukarı oynattı. 

''Oldukça seksi.'' dedi Apollon. Ellerini başının arkasında birleştirdi. Dudakları arasındaki gülden dolayı söyledikleri net anlaşılmıyordu. Eliyle kızları göstererek ''Lütfen devam edin. Bunlar sadece ortama hava katmak için.'' dedi. 

Ares Rebekah'nın elinden kurtuldu. Elini savurmasıyla kızlar ortadan kayboldu. Ardından yeri sarsan adımlarla Apollon'a ilerledi. ''Ya defolup gidersin ya da ben kıçına tekme basmayı bilirim! Siktir git lanet olası!'' diye gürledi.

Apollon tekrar diliyle dudakları arasındaki gülü sapından döndürdü. ''Kardeşimi düz-

''Apollon!'' diye bağırdı Rebekah. Elleri iki yanında yumruk olmuştu. Yanakları daha fazla kızaramazdı. Kardeşinin arsızlığı üzerine delirme noktasına gelmişti.

Ares homurdanarak Apollon'u yakalamak için hamlede bulundu. Fakat Apollon kıkırdayarak yataktan sıçrayarak kalktı. Odanın diğer ucuna doğru gerilerken ellerini iki yanında havaya kaldırdı. ''Pekala sakin olun azgın çift! Buraya sadece gün doğumu ile ihtiyarın tapınağında olmanız gerektiğini söylemek için geldim. Şimdi gidiyorum ve sizde yeri göğü inletebilirsiniz.'' 

Rebekah inanamazmış gibi kafasını iki yana sallarken Ares Apollon'un hiç beklemediği bir hamleyle dibinde bitti. Elini Apollon'un boynuna dolayarak havaya kaldırdı. Apollon küfrederek bağırırken Ares odasının balkonuna ilerledi. Kapıyı açıp Apollon'u aşağıya fırlatınca Rebekah'nın ağzı şokla açıldı. 

Savaş tanrısı çatılı kaşlarıyla tekrar içeriye girdi. Kapıyı kapattı ve ellerini beline yerleştirdi. 

''Kardeşinden nefret ettiğimi söylemiş miydim?'' 

Genç kız kendini tutamayıp gülmeye başladı. Genç kızın kahkahalarıyla Ares'in sert ifadesi yumuşadı. İşaret ve orta parmağını kaldırarak Rebekah'ı gelmesi için yanına çağırdı. Genç kız alt dudağını ısırarak kafasını iki yana salladı. İşaret parmağını kaldırarak Ares'i yanına çağırdı. 

Savaş tanrısı genç kızın oyununa ayak uydurdu. Tek kaşını kaldırdı. Başını iki yana salladı. Rebekah'nın kaşları çatılınca arsızca gülümsedi. Aynı anda görünmez eller Ares'in bedenini sıkıca sardı ve Rebekah'a doğru sürüklemeye başladı. Ares'in gülümsemesi solarken Rebekah zafer kazanmış bir edaya gülümsedi. 

Ares karşısına gelince. Başını yana eğdi. ''Her savaşta kazanabilirsin savaş tanrısı. Yenildiğin tek kişi sadece ben olacağım.''

Kaşlarını çatan Ares ''Her zaman değil!'' dedi huysuz çocuklar gibi. ''Unutma, hep berabere gittik. Hâlâ da öyle.'' dedi ve Rebekah'nın tutuşundan kurtularak genç kıza sıkıca sarıldı. 

Genç kız kıkırdarken öne eğilip tutkuyla dudaklarını birleştirdi. Bedeni daha fazla beklemeye itiraz ediyordu. Biraz daha beklerse akıl sağlığı için hiç iyi şeyler olmayacaktı. 

Ellerini genç kızın beline indirdi. Tişörtünün eteklerinden tuttu ve hızla yukarıya sıyırdı. Tişört odanın bir köşesine fırlarken elleri genç kızın çıplak teninde geziniyordu. Rebekah ürpererek kesik bir nefes aldı. Heyecanla titreyen eliyle Ares'in pantolonun düğmesini açtı. 

Savaş tanrısının dudakları genç kızın boynuna indi. Dudakları daha da aşağıya inerek sol göğsünün üzerindeki hilal ay şeklindeki işarete indi. Rebekah'nın düzensiz nefesleri ve hızlanan kalp atışları Ares'i gülümsetti. Genç kızın verdiği her sıcak soluğu tenine çarpınca bedeni sanki mümkünmüş gibi daha fazla geriliyordu. 

Genç kızın ince belini okşayarak ellerini aşağıya kaydırdı. Siyah pantolonun düğmesini açtı. Geri çekilerek tek dizi üzerine çömeldi ve ağır hareketlerle pantolonu aşağıya indirdi. Ayakkabılarını nazikçe ayağından çıkarttı. Odanın bir başka köşesine fırlatılan ayakkabıları genç kızın pantolonu takip etti. 

Ares, bakışlarını yavaşça yukarıya doğru kaydırdı. Gözleriyle adeta Rebekah'nın bedenini ateşe veriyordu. Genç kızın siyah iç çamaşırları içindeki enfes görüntüsü karşısında nefes almayı unuttu. 

Parmakları Rebekah'nın pürüzsüz teninde keşfine devam etti. Elleri yukarıya doğru tırmanırken ayağa kalktı. Genç kızın önce çenesini ardından dudaklarını öptü. Küçük eller sırtında hareketlenince kasları da onlarla birlikte dalgalandı. Her bir dokunuş ve öpücük beynine çekiç darbeleri indiriyordu. Sanki iki taraftan sıkıca kavranmış çekiliyormuş gibi gerilmişti teni. 

Rebekah geri yürüyerek Ares'i de kendiyle birlikte yatağa doğru çekti. Savaş tanrısı genç kızı nazik hareketlerle yatağa yatırdı. Yataktaki güller havalanıp etrafa saçılırken muhteşem kokuları yayıldı. 

Ares tek dizini genç kızın bacaklarının arasına yerleştirirken ağırlığını üzerine vermemeye çalışıyordu. Ellerini Rebekah'nın başının iki yanına yerleştirdi. Yataktan destek alırken eğildi ve dudakları genç kızın dudaklarıyla buluştu.

Rebekah'nın elleri sırtından aşağıya inerek düğmesi açılmış pantolonu kalçalarına kadar sıyırdı. Ares boğazından kopan hırlamayla saniyeler içinde pantolondan kurtuldu. Her saniye artan aşk ve ateşle birbirlerini öptüler. Dakikalar içinde bedenleri arasındaki son kıyafet parçaları da çıktı ve yedi yüzyılın ardından birbirlerinin teninde özlem giderdiler. 

...

Zeus'un emrinin ardından Amazon kalesindeki herkes Olimpos dağına ışınlandı. Athena baş tanrıdan aldığı emirle Amazon savaşçılarını ve kurt adamları kendi tapınağına yerleştirdi. Amazonlar karınlarını doyurup dinlenirken Helena, Anna ve Athena savaş için planlar yapıyordu. Vincent'ın adamlarıyla yaptığı kısa toplantının ardından tapınaktaki kurt adamlar emirlerini yerine getirmek için ayrılılar.

Lucien kendi kalesindeki beta ve omegasına Athena'nın hizmetlileriyle haber gönderdi. Geriye kalan haberciler Vincent'ın emirleriyle çeşitli şehirlere ışınlanarak savaş haberini yaymaya başladılar. 

Parker ve bebeklerin odasından çıkan James, elini siyah saçlarının arasına geçirdi ve tuttuğu nefesi bıraktı. Tapınağın bahçesine ilerlerken zihninde dönüp dolaşan düşüncelerden kurtulamıyordu. Savaş kapıya dayanmıştı. Bu yeterince zihnini bulandırıyorken bir de Jordan konusunda endişeliydi. Onun geri dönmesini istiyordu. Yarın sabah gün doğumuyla birlikte burada olacaktı. Gün batımına kadar süreleri vardı. Biri kendini feda etmek zorundaydı. Yoksa Jordan'ı tekrar kaybedeceklerdi. 

James tekrar aynı şeyi düşündü. 'Kendimi feda etmeliyim. Peki Eos?' Küfrederek bahçeye açılan merdivenleri inmeye devam etti.

''Kimse sana tanrıların tapınaklarında küfredilmeyeceğini öğretmedi mi?'' Duyduğu sesle durdu. Merdivenin korkuluğuna oturmuş olan Felicia'ya döndü. Bir bacağını kendine doğru çekmiş diğerini aşağıda ileri, geri sallıyordu. Gözleri ağladığını belli edercesine kızarmıştı. 

Ona doğru yönelen James, ellerini pantolonun ceplerine soktu. ''Başımızda yeterince bela var. Küfrettiğim için ceza alacağımı sanmıyorum.'' 

Felicia'nın yüzünde sahte bir gülümseme oluştu. ''En son hayatımda ne zaman bu kadar aksiyon vardı diye düşünüyordum bende. Şu hale bak savaş kapımıza dayandı. Savaşın canı cehenneme! Nefret ediyorum.'' dedi Felicia sesini yükselterek. Gözlerini kapattı ve başını sırtını yasladığı duvara vurdu. Yıllardır içinde barındırdığı acısını belli eden titrek ses tonuyla konuştu. ''Yine ölümler olacak. Yine arkada kalan eşler ve çocuklar...'' 

James gerçeği o an fark etti. Felicia'nın her zamanki görüntüsünden eser yoktu. Tıpkı eski Felicia gibiydi. James onun eskiden nasıl biri olduğunu çok iyi hatırlıyordu. Karşısındaki kadın yüzünü boyalara gömmeyen, çıplak gezmeyen sıradan güzel Felicia'ydı. Daniel'in ölümüyle sürtüğe dönüşen Felicia değil... 

Daniel James'in dostuydu. Daniel, Parker ve Caleb... Hiçbir zaman ayrılmazlardı. Hep yan yana omuz omuza durmuşlardı. Onun ölümü hepsini etkilemişti. Zamanlar yokluğuna alışsalar da unutmamışlardı. Fakat Felicia hiçbir zaman acısını gömmemişti. Gömemeyecekti. Genç kurt adam Parker'ın gözleri önündeki çöküşünü hatırlayınca, kalbi acıyla buruldu. Aynısının başına gelmesine dayanamazdı.

''Ne yazık ki doğanın kanunu bu. Kazanmak istiyorsak bazı şeyleri feda etmek zorundayız. Konu ne olursa olsun cevap her zaman aynı. Bir şey kazanmak istiyorsan feda etmen gerek. Savaşı kazanmamız gerek. Bunun için kayıplar vermek zorundayız. Tıpkı Jordan da olduğu gibi. Geri gelmesini istiyorsak birini feda etmemiz gerek.''

Kelimeler dudaklarından döküldüğü an James yaptığı hatanın farkına vardı. Ölünün geri gelebilmesi için feda etme kısmını kimse bilmiyordu. Bilmemesi gerekiyordu. 

Oturduğu yerde dikleşen Felicia ''Ne?'' diye sordu şaşkınlıkla. 

James huzursuzca kıpırdandı ve etrafına baktı. Zeus veya Hades'in her an ortaya çıkmasından korkuyordu. 

''Feda etmek? Ne demek istiyorsun James?''

''Lanet olsun!'' diye homurdandı James. Bakışlarını Felicia'ya çevirdi. ''Bunu sana söylememem gerekiyordu. Kimseye anlatamazsın beni anladın mı?'' Felicia dalgınca başını salladı.

James bir süre sessizce durdu. Bunu özellikle Felicia'ya anlatmaması gerekirdi. Genç kız Daniel'in dönmesini istiyordu ve bu bilgiyi öğrenmesi tehlikeliydi. Tuttuğu nefesi oflayarak bıraktı ve her şeyi kısaca anlattı. Dakikalar sonra Felicia bacaklarını kendine çekti ve çenesini dizlerine yasladı. Dalgın bakışları uzaklara bakıyordu. 

Genç kızın sessizliğinden rahatsız olan James ''İyi misin?'' diye sordu. Felicia'dan cevap alamayınca genç kurdu sarstı. Felicia rüyadan uyanmışçasına sıçradı ve uzun kirpiklerini hızla kırpıştırdı. 

''Felicia iyi misin?'' 

Seslice yutkunana Felicia başını salladı. ''Ben..'' dedi ve sustu. Bakışlarını kaçırarak Korkuluktan indi ve tapınağın içine ilerledi. 

''Lanet olsun!'' haykıran James korkuluğa tekme attı. Lanet çenemi tutamadım diye homurdandı. Dakikalarca bahçede volta attı. Felicia, Jordan, Eos, Parker, bebekler ve savaş... Zihninde tekrar tekrar aynı düşünceler dolanıp duruyordu. Zihni o kadar doluydu ki hiçbirine çözüm yolu bulamıyor daha çok batıyordu. 

Volta atmayı bıraktı ve ''Siktir!'' diye haykırdı. 

O sırada elleri cebinde ıslık öttürerek bahçede dolaşan Maxwell tek kaşını kaldırdı. Topukları üzerinde dönerek James'e doğru ilerledi. ''Tapınakta küfür edilmeyeceğini ben bile biliyorum kurt çocuk.'' dedi alay ederek. 

''Canın cehenneme vampir bozuntusu bir de seninle uğraşamam!''

James üzerine atılınca Maxwell ellerini havaya kaldırdı. ''Tamam! Tamam anladık. Alnımda 'öfke burada çıkartılır' mı yazıyor? Eğer öyleyse söyle de gidip yazıyı değiştireyim. 'Kurtların kıçları çok pis tekmelenir' yazmam gerek!'' 

Homurdanan James başını iki yana salladı. ''Lanet olası kendini beğenmiş piç!''

Gömleğinin yakasını düzelten Maxwell çarpık bir şekilde gülümsedi. ''Bunu bu aralar çok fazla duyuyorum.''

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin