BÖLÜM 35

40.6K 2.1K 120
                                    

...İHANET...

Geniş salonda volta atan James olanlara hâla inanamıyordu. Titanlar yaşıyorlardı ve çok büyük bir savaş onları bekliyordu. Maxwell onların tarafına geçmemiş olsaydı muhtemelen asla kazanamayacakları bir savaş. Ancak artık tehlikenin ve düşmanın farkındaydılar. 

Ares'in planına göre herkes harekete geçmişti. Hekate yapması gereken bazı önemli işleri olduğunu söyleyerek gitmiş ve Amazonların uyandırılışı sırasında geri döneceğini söylemişti. Klotho ve Caroline Amazon Krallığına gitmiş ve Helena kurtarıldıktan sonra gerçekleştirilecek uyanış için hazırlıklara başlamıştı. Olası bir tehlikeye karşı Trent ve Felicia da onlarla birlikte gitmişti. 

Her ne kadar ayrılmak istemeseler de Jordan'da onlarla birlikte Amazon Krallığına gidecekti ve Jasmine de ona eşlik edecekti. Böylece ikisi de güvende olacaktı. Ancak ne Parker ne de Caleb bundan hoşnut değildi. 

Rusya da ki kaleye tanrılar sayesinde ışınlanacaklardı. Ares, Athena, Eos ve Apollon onlarla birlikte geliyordu. Ares'in savaş stratejisi her zamanki gibi kusursuzdu. Üç gruba ayrılmışlardı. İlk grup, Vincent, Lucien, James ve Eos kaleye önden saldıracaklardı. İkinci grup, Parker, Caleb, Apollon ve Athena ise kalenin arka tarafından saldırarak onları içeride sıkıştıracaklardı. Asıl darbe ise üçüncü grup olan Ares, Rebekah ve Maxwell'den gelecekti. Diğerleri vampirleri oyalarken onlar Maxwell'in yardımıyla mahzene inecek ve Helena'yı kurtaracaklardı. Sonraki adımları ise Amazon Krallığında buluşmaktı. Her grupta tanrılar olduğu için Helena kurtarıldığında diğerlerini beklemeden ışınlanacak ve Amazon Krallığında buluşacaklardı. 

James Eos gözünün önünde olacağı için rahattı. Böylece hem onu koruyabilir hem de savaşabilirdi. Durup iç çekti ve elini gür saçlarının arasından geçirdi. Eos konusunda nasıl bir adım atacağı hakkında hâla bir fikri yoktu. Hırçın tanrıçanın yaptığı tek şey James'ın poposunu yakmaktı!

Eşleşmenin anlamını elbette ki biliyordu. Sadece gerçek ruh eşleri bir araya gelirdi. Eos onun diğer parçasıydı. Tıpkı James'in de Eos'un eksik parçası olduğu gibi. Ancak buna rağmen hırçın ve inatçı kadın onunla iletişime geçmek yerine kaçıyordu. Apollon onu Eos hakkında uyarmıştı. Eos'un herkesle iletişime geçmeyi sevmediğini, burnu havada göründüğünü ancak aslında çok çekinken bir karakteri olduğunu söylemişti. Hera tarafından istenmeyen evlat olarak nitelendirildiği için tanrılarla bile iletişime geçmeyi sevmediğini sadece Apollon ve Artemis'le vakit geçirdiğini söylemişti. Yani buz dağı görüntüsünün altında kırılgan ve çekingen bir kadın vardı. Ancak James o buzu hâla kıramamıştı.

''Bu cehennem yerinden bir an önce kurtulmak istiyorum!'' Parker homurdanarak içeriye girdi. Bir elini Jordan'ın beline sarmış diğeriyle de eşinin elini tutuyor ve yürümesine yardım ediyordu. Jordan son günlerde kendini biraz daha toparlamış olsa da hâla bitkin görünüyordu. Karnı daha da büyüdüğü için yürümekte zorlanıyordu. Bebeklerin doğması an meselesiydi. Çünkü Hekate'nin söylediğine göre şuan normal bir bebeğin sekiz aylık gelişimini tamamladığı dönemdeydi. İkizler, Reyna ve Owen her an doğabilirdi. Bu nedenle Parker onun yanından bir saniye bile ayrılmak istemiyordu. 
Parker'ın homurdanmasının üzerine James ''Neden?'' diye sordu.

Jordan karnını ve belini tutarak koltuğa oturmaya çalışırken kıvırcık saçlı kurtadam onu tutarak oturmasına yardımcı oldu. ''Neden mi? Sabahtan beri bu gelen kaçıncı kurtadam! Kaledeki her kurt buraya geliyor! Ayrıca bebekler için hiç güvenli bir yer değil.''

''Bebekler daha güvenli bir yerde olamazdı Parker. Yedi tanrı ve baş alfanın yanında. Ayrıca tanrıçası Artemis de burada. Emin ol bundan daha güvenli bir yerde olamazlardı!'' dedi James gülümseyerek. Parker şimdiden baba olmaya hazırdı. Heyecanı yüzünden okunuyordu. Bebeklerini kucağına aldığında neler yaşayacağını merak ediyordu James. Muhtemelen bayılırdı! 

Jordan'ın arkasına oturup, eşini kendine yaslayan Parker gülümsedi. ''Çocuklarımız diğer kurtlar arasında çok kıskanılacak!''

Jordan omzunun üzerinden Parker'a bakarak ''Neden?'' diye sordu. Parker'ın yüzünde kendinden emin bir gülümseme oluştu. ''Birincisi senin ve benim çocuklarımız olduğu için yeterince havalı ve popüler olacakları kesin. İkincisi James'in de dediği gibi. Doğumlarında tanrılar ve alfaları bizimle birlikte olacak. Ayrıca en önemlisi tanrıçaları burada. Reyna ve Owen'ın Rebekah için diğer kurtlarla aynı anlamı taşıdığını düşünmüyorsun herhalde. Onlar bizim çocuklarımız. Rebekah için daha değerliler.'' dedi ve göz kırptı. 

Jordan gözlerini devirdi ancak yüzündeki gülümseyeme engel olamıyordu. Parker'ın harika bir baba olacağına emindi. Annelik konusunda bazı endişeleri vardı. Onlara nasıl bakacağını bilmiyordu. Çünkü şimdiye kadar eline bebek almışlığı yoktu. Bu konuda ne olursa olsun Rebekah'nın yardımcı olacağına emindi. Ona güvendiği için korkularından arınmaya çalışıyordu. Ancak doğum her geçen saniye adım adım yaklaştıkça ve etraflarında bin bir çeşit tehlike varken kendini rahat ve huzurlu hissedemiyordu. 

''Sizce ben nasıl bir anne olurum?'' kelimeler dudakları arasından döküldüğü an pişman olmuştu. Ancak söyleyeceklerini duymaya ihtiyacı vardı. İçindeki heyecan ve korkudan sadece bu şekilde kurtulabilirdi. 

Kaşlarını çatan Parker Jordan'a sıkıca sarıldı. ''Bebeğim? Bu nasıl bir soru böyle? Elbette harika bir anne olacaksın.'' 

Dudaklarını büzen Jordan omuzlarını silkti. Parmağını tişörtüne dolayarak oynamaya başladı. Diğer eliyle her zaman yaptığı gibi şişkin karnını ovuyordu. ''Bilmiyorum. Sanırım ben... Korkuyorum. Daha önce hiç bebek tutmadım bile. Ya onları incitirsem?''

Parker bakışlarını James'e çevirdi ve yardım istercesine baktı. ellerini beline koyan James alt dudağını dişledi ve bir süre düşündü. Ardından Jordan'a yaklaşarak ayakları üzerine yere çömeldi. 

''Sen sürüdeki en güçlü dişi kurtsun bunu biliyorsun Jordan. En güçlüleri sen olduğun için baş komutansın. Güçlü ve iyi bir anne olacaksın. Hepimiz senin yanında olacağız. Korkacak hiçbir şey yok.'' dedi ve eğilip Jordan'ı alnından öptü. Jordan gülümseyerek gözünden düşen yaşı sildi. Hamilelikten dolayı duygularını kontrol edemiyordu. 

Parker, eşinin şakağına öpücük kondurup ona sıkıca sarıldı. ''Harika bir eşsin Jordan ve harika bir anne olacağına eminim. birlikte bu işin üstesinden geleceğiz.'' 

''Sizi seviyorum çocuklar. Reyna ve Owen'ın ne kadar şanslı olduğunu görebiliyorum.'' James gülümseyerek Parker'ın kıvırcık saçlarını karıştırdı. Parker homurdanırken ayağa kalktı ve gerindi.

Bugün yorucu bir gün olacaktı. Bir aksilik olmaması için sürekli tanrılara dua ediyordu. 

''Bu arada sabah Sofia geldi.'' dedi Parker.

Kaşları çatılan James'in kolları havada kaldı. Soran bir şekilde Parker'a bakarken kollarını indirdi. 

''Kim geldi dedin sen az önce?'' dedi şaşkınlıkla. Parker gülümseyerek geriye yaslandı ve genişçe sırıttı.

''Sofia. Hatırladın? Hani uzun bir süre takıldığın ve yatakta iyi olduğunu söylediğin koca memeli Sofia.'' James kaşlarını çattı ve ellerini beline koydu. 

''Onun burada ne işi var?'' Parker'ın yanına iyice yerleşen ve hâla solgun gözüken Jordan ''Alfanın burada olduğunu hisseden diğer kurtlarla beraber gelmiş. Alfaya saygılarını iletmek için. Senin burada olduğunu öğrenince vakit geçireceğinizi umuyor.'' dedi kaşlarını oynatarak.

Sofia ile geçirdiği geceleri hatırlayan James genişçe gülümsedi.

''Gerçektende yatakta harikaydı ve o memeleri i- Ahh!'' diye haykırdı cümlesini bitiremeden. 

Arkasını döndüğünde her zamanki gibi güzel helenistik dönem beyaz elbiseleri içinde olan Eos duruyordu. Sol elini beline koymuş sağ elini havaya kaldırmıştı ve elinde beyaz ışık topu parlıyordu.İnce kaşları çatılmıştı ve o küçük dudaklarını her zaman sinirli olduğunda yaptığı gibi büzmüştü.

''Lanet olsun Eos kıçıma şunlar fırlatmaktan vazgeç! Bu kez ne yaptım be kadın!'' diye bağırdı. Poposundan çıkan dumanları eliyle savuşturuyordu. Bu acıya artık alıştığı için pek canını yakmıyordu.

''Bir tanrıçaya lanet okuduğuna dikkat et! Seni minik bir böceğe dönüştürüp ayağımla ezerim!'' Olanların yeni farkına varan James, Eos'a döndü ve gülümseyerek yavaş adımlarla yanına yaklaştı.

''Şuna bakın Şafak tanrıçası beni kıskanıyor ha?'' Eos dişlerini sıkarak elindeki ışık topunu yok etti.

''Ne münasebet! Senin gibi birinin neyini kıskanayım?'' James sinsice sırıttı ve Eos'un yüzüne gelen saçı nazikçe geriye attı.

''Yani koca memeli Sofia'yı hiç kıskanmadın?'' Sinirle homurdanan Eos James'in kafasına sertçe vurdu ve elbisesinin eteklerini savurarak koridorda gözden kayboldu.

Ellerini beline koyan James, Parker ve Jordan'a döndü.

''Bu kadının amma sert eli var!'' dedi sonra gülümseyerek ''Sertleri severim.'' diye ekledi. Parker ve Jordan'ın kıkırdadığını görünce kaşlarını çattı.

''Siz ne gülüyorsunuz?'' Jordan dudaklarını birbirine bastırdı. Parker daha fazla kendini tutamayıp kahkahalara boğulurken Jordan sonunda konuşmaya başladı.

''Gerçekten hoş popon var James'' dedi gülerek. Omzunun üstünden arkaya bakan James pantolonunun ve iç çamaşırının bir kısmının yandığını gördü. Öfkeyle dişlerini birbirine kenetledi.

''Eos!'' diye bağırdı kükreyerek. Aynı anda şafak tanrıçasının kahkahasını duydu. Kendi odasına giderken ''Kaçsan iyi olur kadın pantolonumu değiştirip senin o tatlı kıçını pataklamaya geliyorum!''

...

Soluksuz kalan Rebekah geriye doğru sendeledi. Başına giren korkunç ağrıdan dolayı çığlık atmak istiyordu. Gözleri buğulanıyor ve görüşü kayboluyordu. Zihninde birbiri ardına farklı görüntüler beliriyordu. Hepside Epimetheus ile beraber geçirdiği zamanlara ait görüntülerdi.

Onunla tapınağın bahçesinde otururken. Ok atıp, yarış yaparken avlanırken... Rebekah onunla neden bu kadar çok zaman geçirdiğini anımsayamıyordu. Yakın arkadaşlar mıydı? Çünkü başka türlüsünü düşünemiyordu. O sadece Ares'i sevmişti. Epimetheus ile aralarında bir şey olma olasılığı yoktu. Ardından genç kız serada geçen konuşmayı anımsadı.

Maxwell titanlardan bahsettiğinde herkes ona bakmıştı. Ve Ares. Rebekah onun o ismi duymasıyla ne kadar sinirlendiğini kendi gözleriyle görmüştü. Yani Epimetheus ile aralarında bir şeyler mi olmuştu?

Anıların görüntüsü kaybolurken gözlerini kırpıştırdı ve seslice yutkundu. Epimetheus'un suratında kendinden emin bir gülümseme oluşmuştu. 

''Beni hatırlıyorsun 'angele mou.''' Genç kıza doğru bir adım attı.

''Her şeyi değil. Sadece seninle birlikte vakit geçirdiğimi. Seninle aramızda ne vardı?'' diye sordu. 

Epimetheus genç kıza doğru adım adım yaklaştı.Tam karşısına geldiğinde Rebekah ona bakabilmek için kafasını kaldırmak zorunda kaldı.

''Birbirimizi seviyorduk.'' diye fısıldadı ve rüzgarın genç kızın yüzüne savurduğu saçı nazikçe kulağının arkasına itti. Gözleri kocaman açılan Rebekah ise şaşkınca başını iki yana salladı.

''Yalan söylüyorsun! Eğer seni sevseydim böyle hissetmezdim.'' Ares'i gördüğü ilk anı çok iyi hatırlıyordu. Ruhu resmen çırpınmış kendini onun kollarına atmak istemişti. Epimetheus'u gördüğü andan itibaren hissettiği iki şey vardı. Öfke ve kırgınlık.

''Peki benim için ne hissediyorsun 'angele mou?'' diye fısıldadı tekrar. Genç kız bir adım geri atarak Epimetheus'dan uzaklaştı. ''Öfke ve kırgınlık!'' dedi sesini yükselterek.

Epimetheus'un gözlerindeki duygu dalgalanması genç kızı ürpertti. Mavi gözlerindeki pişmanlık somut bir şekilde görülüyordu. İçinde oluşan hüzne engel olmayan Rebekah ona doğru bir adım attı. Ancak Epimetheus aynı anda bakışlarını okyanusa doğru çevirdi. Genç kıza arkasını dönerek uçurumun kenarına doğru yürüdü. Siyah pelerini rüzgarın etkisiyle savruluyordu. 

''Gerçeği mi bilmek istiyorsun 'angele mou? O zaman sana söyleyeyim. Ben seni çok sevdim. Sense Ares'i!'' Başını öne eğdi ve elindeki oku inceliyormuş gibi baktı. Sözlerindeki yoğun duygular genç kızın kalbini sızlattı. O cümlede pek çok duygu saklıydı. Aşk, nefret, acı ve kin... Hepsi de o kadar yoğundu ki genç kızın içindeki tüm endişeler yok oldu. Epimetheus'un ona zarar vermeyeceğini biliyordu. 

Gözlerini kapattı ve geçmişi düşünmeye çalıştı. Hatırlamak istiyordu. Zihnindeki kapalı kutularla savaşırken başındaki korkunç ağrı yine kendini gösterdi. Gözleri sulanan genç kız ne kadar uğraşsa da zihni kendi isteğiyle açmadığı sürece onlara ulaşamayacağını biliyordu. 
Gözlerini açtı. ''Neden buradasın?'' Parmakları yayı daha sıkı kavradı. Bakışlarını yerde duran oklara çevirdi. Epimetheus'un her hangi bir hareketinde ona saldırabilirdi. 

Omzunun üzerinden ona bakan Epimetheus çarpık bir şekilde gülümsedi. Ardından genç kıza doğru döndü.

''Çok uzun zamandır bu anı bekledim Rebekah. Karşına çıkıp ben buradayım demeyi bekledim. Amacım seni kaçırmaktı. Eski bedeninle birleşmeni engellemekti. Böylece Ares'le evleneceğinizi duyurduğunda bana onu sevdiğini söylediğinde kızarak Olimpos'a savaş açtığımı onlarca kişiyi sadece öfkemden dolayı öldürdüğümü hatırlamayacaktın. Belki beni sevdiğine seni inandırabilirdim. Ama asla Ares'i sana unutturamazdım. Sen hep onu seviyor olacaksın. Şimdi, gelecekte ve daima. Bense sadece kötü Titan Kardeşlerden biriyim.'' dedi. Elindeki oku hızla fırlattı ve sertçe ağaca saplandı.

Sessiz kalan Rebekah ne diyeceğini bilmiyordu. Aynı anda farklı duygularla savaşıyordu. Onu tanıyor ancak hatırlamıyordu. Zihni geçmişten bazı anıları hatırlamaya çalışıyordu. Epimetheus için üzülüyordu. Ancak aynı zamanda ona kızgındı. Epimetheus öfkeli gözlerini ona çevirdi ve saniyeler içinde genç kızın yanına geldi. Çenesini tutarak kaldırdı. 

''Sakın senden vazgeçtiğimi sanma 'angele mou.' Bu asla olmayacak. Senin için savaşacağım. Asla pes etmeyeceğim. '' dedi. ardından yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. ''Yapacaklarım nedeniyle belki önce benden nefret edeceksin ama sonra sende beni seveceksin 'angele mou!' Bu son görüşmemiz olmayacak. Bir dahakinde sende benimle geleceksin.'' dedi ve ortadan kayboldu.

Kesik kesik nefes alan Rebekah, etrafında dönerek baktı. Ormanda kimse olmadığına emin olunca rahatlayarak tuttuğu nefesi bıraktı ve elini alnına koydu. Epimetheus ne planladıysa bunun hiç iyi olmadığı belliydi. 

Hayatında daha ne gibi karışıklıklar olacaktı? annesini kurtarması gerekiyordu. Jordan'ın güven içinde doğum yapmasını sağlaması gerekiyordu. Teyzesi Anna ve tüm amazonları uyandırmalı ve Olimpos'a gitmeliydi. Bedenleri arasında seçim yapı, uyanışı gerçekleştirmeli ve yaşanacak büyük savaşa hazırlanmalıydı. Tüm bunların arasında bir de Epimetheus gelmişti.

''Lanet olsun!'' diye haykıran genç kız ağaca saplanan oku çıkarttı ve elinde tuttuğu yaya yerleştirerek gözüne ilk kestirdiği avına doğru fırlattı. Ok havada süzülerek çalılıkların arasında duran ceylanı gözünden vurdu. Ceylan, kaçma fırsatı bulamadan yere devrildi. Bacakları son bir kıpırtıyla hareket etti ve ardından tüm bedeni gevşedi. 

Nefes nefese öldürdüğü hayvana baktı. Sadağı yerden alarak ormanın içine doğru yürüdü. düşüncelerini toparlayabilmek için varlığının anlamın olan en iyi yaptığı şeyi yapacaktı. Avlanacaktı.

...

Güneş gökyüzünde yavaş yavaş kaybolurken genç kız uçurumdan aşağıya bakıyordu. Saatlerdir avlanıyordu. Öldürdüğü her bir hayvanı doğada bir başka hayvanın beslenmesi için bırakmıştı. Saatlerdir yaptığı tek şey öldürmek ve düşünmekti. 

O Artemis'di. Doğanın, avcılığı, kurtların ve ayın tanrıçasıydı. Bu onun savaşıydı. Yeterince kayıp vermişti. Sarah ve Andrew onu yüzünden öldürülmüştü. Sadece ona benzediği için onlarca kız ve ailesi öldürülmüştü. Kurtların ölümüne neden olmuştu. Artık daha fazla kayıp vermeyecekti. ailesinden ve dostlarından hiçbirini kaybetmeyecekti. Hepsini koruyabilecek kadar güçlüydü. Annesini kurtaracak ve Amazonları uyandıracaktı. Olimpos'a giderek yapması gerekeni yapacak ve düşmanlarıyla yüzleşecekti. 

Derin bir nefes alarak gözlerini kapadı. Parmakları elinde tuttuğu yayı daha sıkı kavradı. Rüzgar sessice eserek uzun saçlarını geriye savururken, okyanusun tuzlu havasıyla ciğerlerini doldurdu. Aynı anda arkasında duyduğu çıtırdı sesiyle yayına yeni bir ok yerleştirip hızla arkasına döndü.

Ares tek kaşını kaldırarak ona bakıyordu. ''Her şey yolunda mı?'' diye sordu. Genç kız öfkeyle solurken yayı yavaşça indirdi. 
Epimetheus'u ona anlatıp anlatmama konusunda düşündü. Eğer bunu şimdi anlatırsa Ares'in her yerde şimşekler çaktırarak, fırtına başlatıp, tüm dünyayı tersine çevirerek Epimetheus'u arayacağına emindi. Şuan en son istediği şey Ares'in öfkelenmesiydi. Önceliği annesini kurtarmaktı. Onu kavuştuktan sonra Ares'e bunu anlatabilirdi. 

Derin bir nefes alırken kafasını evet anlamında salladı. ''Her şey yolunda. Sadece içimde kötü bir his var.'' dedi. Ares genç kızı kendine çekerek kollarını beline doladı ve alnını öptü. 

''Her şey yolunda gidecek. Kimseye zarar gelmeyecek. Buna izin vermeyeceğiz.'' Gözlerini kapatıp hüzünle gülümseyen genç kız alnını Ares'in omzuna yasladı.

''Umarım her şey yolunda gider. Vakit geldi mi?'' diye sordu.

Derin bir nefes alan Ares kolları genç kızı daha sıkı sardı. ''Evet neraida koritsi! Seni tekrar dünyaya getirerek bana kavuşturan güzel kadını kurtarmaya gidiyoruz.'' 

Ormanda birbiri ardına kurt ulumaları duyulurken genç kız gözlerini açtı ve Ares'in gözlerine baktı. 

''Onu daha fazla bekletmeyelim.''

...

Genç kız, rüzgarın etkisiyle dalgalanan siyah pelerinin başlığını yüzüne çekti. Yüksek tepeden aşağıya, karanlığın içinde, ışıklarla aydınlatılan beyaz kaleye bakıyordu. Kalenin surlarındaki vampirler henüz onları fark etmemişti. 

Her şey Ares'in planındaki gibi olacaktı. Vincent, Lucien, James ve Eos kalenin girişindeki yerlerini almışlardı. Apollon, Athena, Parker ve Caleb ise surların arka kısmında bekliyorlardı. Ares'in işaret vermesiyle saldıracaklardı. Tamda o sırada Ares, Rebekah ve Maxwell kaleye girecek ve Helena'yı kurtaracaklardı. 

Genç kız önce sağ tarafında duran Ares'e baktı. Üzerindeki siyah pelerinin başlığından dolayı yüzünü göremiyordu. Ancak onunda Rebekah'a baktığını hissedebiliyordu. Yavaşça başını salladı. Bunun üzerine Rebekah diğer tarafına dönerek siyahlar içindeki Maxwell'a baktı. O da onaylarcasına kafasını salladı. 

Beyazlar içindeki kaleye dönene Rebekah çarpık bir şekilde gülümsedi. Güçlerini kullanarak zihniyle Apollon'a seslendi. 

'Gösteri zamanı kardeşim.'

Zihninde Apollon'un kahkahasını duydu. 'Güneşin doğma vakti.'' dedi Apollon ve aynı anda kalenin arkasında gözleri kamaştıran bir ışık görüldü. Sarı, kırmızı alev büyüdü ve ardından havada süzülerek kalenin arka kapısına doğru ilerledi. Kalenin arkasındaki surlar büyük bir gürültüyle yıkılırken aynı anda kaledeki hareketlilik başladı. Sessizliği bozan çan sesleri yankılanırken Rebekah bu kez Eos'a seslendi.

'Sıra sende kardeşim. '

Şafak tanrıçası tıpkı Apollon'un yaptığı gibi büyük bir ışık topu oluşturarak geceyi aydınlattı ve ön kapıya hedef aldı. Ön kapıda yıkılırken, kaledeki vampirler sürü halinde dışarıya çıkmaya başlamıştı. 

Ay tanrıçası tüm tanrılara ve kurtlarına seslenerek 'Saldırın!' dedi. Bununla birlikte kurtlar uluyarak ona cevap verdi. Apollon güçleri kullanarak vampirleri yakıyor, Athena ise kılıç ve mızrağıyla yıkılan surların üzerinde savaşıyordu. Caleb ve Parker ise surların üzerinden atlayarak arka avluya girdi.

Lucien, Vincent ve James ön avluda vampirlerle çarpışırken hâlâ ayakta kalan surların üzerine çıkan Eos vampirleri tek tek küle çeviriyordu.
Pelerinin başlığını indiren Ares, Rebekah'a dönerek ''Sıra bizde'' dedi. Kafasını sallayan Rebekah pelerinin başlığını indirdi. 

''Bu gerçekten eğlenceli olacak.'' diyen Maxwell ellerini ovuşturarak tepeden aşağıya baktı. Çarpık bir şekilde gülümseyen Rebekah ona dönerek 
''Korktun mu?'' dedi.

Tek kaşını kaldırarak ona bakan Maxwell genişçe sırıttı. ''Ben hiçbir şeyden korkmam Ay tanrıçası.'' dedi ve ayağını boşluğa atarak kendini bıraktı. Bedeni hızla aşağıya inerken Ares homurdandı. 

''Gösteri meraklısı piç!'' dedi ve ardından aşağıya atladı. Derin bir nefes alan Rebekah onların ardından bedenini boşluğa bıraktı. Annesini kurtarmaya gidiyordu. Kim bunun kolay olacağını söylemişti ki? Hızla aşağıya düşerken pelerini rüzgarın etkisiyle savruluyordu. Maxwell'in kedi gibi kıvrak bir hareketle yere indiğini onun ardından Ares'in tek dizini bükerek yere ayak bastığını gördü. 

Dengesini sağlamak için sağ dizini kendine çekti. Yere yaklaştıkça Ares'in söylediği gibi güçlerini kullanarak düşüşünü yavaşlattı. Tıpkı Ares gibi sağ dizini bükerek yere indi. Doğrulurken ellerine bulaşan karları silkeledi. Ares pelerinini çıkartmış devasa büyüklükteki kılıçlarını çekmişti. Maxwell ise kollarını göğsünde birleştirmiş bekliyordu.

''Senin sorunun ne? Yanında silahın mı yok ucube?'' dedi Ares sesini yükselterek. 

Her zamanki gülümsemesi yüzünde olan Maxwell ileride kurtlarla savaşan vampirleri göstererek ''Onları ben eğittim. Yenmek için silaha ihtiyacım yok.'' dedi ve göz kırptı.

Ares homurdanarak ''Kibirli piç!'' dedi. Gözlerini deviren genç kız siyah pelerinin boyun bağını açtı. Pelerini yere düşerken sırtında asılı olan siyah yayını aldı. Omzunda asılı duran sadaktan ok çekti ve Maxwell'a döndü.

''Bizi ona götür!''

...

Karanlıklar içine saklanan Hekate kimsenin onu göremeyeceği yükseklikteki tepeden aşağıdaki saldırıyı izliyordun. Rebekah'nın yayını çektiğini görünce sinsice gülümsedi. 

''Öylece oturup benim yarattığım çocuklarımı öldürmesini mi izleyeceğiz!'' dedi yanında duran Kirke öfkeyle. Kaşlarını çatan Hekate kızına döndü.

''Kararlarımı sorgulama Kirke! Şimdilik zafer kazandıklarını düşünmeliler. Senin o çok sevgili çocuklarından biri olan Maxwell taraf değiştirdi ve her şeyi anlattı!'' Öfkesinden dolayı gökyüzünde kara bulutlar toplanmaya başlamıştı. Bakışlarını aşağıdaki savaş alanına çevirdi.

''Titanların varlığını biliyorlar. Hazırladığımız büyük orduyu biliyorlar. Artık elimizdeki tek koz benim!''

Bakışlarını annesine çeviren Kirke ''Taraf değiştiren sadece Maxwell değil anne!'' dedi. Soğuk kahkahasını atan Hekate kızına dönerek sivri tırnaklı eliyle Kirke'nin çenesini kavradı. Kahkahası zaten soğuk olan havayı daha da soğuturken büyücü tanrıçanın gücü kulakları rahatsız eden vızıltıyla uğulduyordu.

''Yanılıyorsun sevgili kızım. Ben en başından beri aynı taraftayım. Sadece bunu gizlemekte harikaydım. Sen benim en büyük planımdın Kirke. Her zaman Klotho'yu tuttuğumu düşündün. Bunu yapmamın tek sebebi senin içindeki gerçek gücü keşfetmeni sağlamaktı. Ve bunu başardın.'' dedi ve kızının alnını öptü. Geri çekilerek karanlık ormana doğru ilerledi. 

''Peki şimdi ne olacak?'' Kirk'nin sorusuyla Hekate durdu ve omzunun üzerinden baktı. Yüzünde tüyleri ürperten bir gülümseme oluşurken ''Zafer kazandıklarını düşünmelerine izin vereceğiz. Hidrayı uyandır. Amazon Kalesine küçük bir ziyaret yapmasını sağla. Uyuyan savaşçılarla ziyfet çekmesi onu yeterince mutlu edecektir.'' Geceyi soğutan ve tüyleri ürperten kahkahasıyla ve gölgelerin arasında kayboldu.

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin