BÖLÜM 19

49.4K 2.5K 48
                                    

…BASKIN…

Rebekah odasına girip kapattığı kapıya yaslandı. Yüzündeki tembel gülümseme hala kaybolmamıştı. Kelimenin ne anlama geldiğini bilmesede Ares'in dudaklarından o kadar güzel çıkıyordu ki… Kulağa şiir gibi geliyordu. Kıkırdayarak, başını iki yana salladı. Banyoya doğru yönelirken üzerindeki atletini çıkarttı. Kapının birden açılmasıyla çığlık atıp önüne döndü.

‘’İyi misin?’’ Jordan aceleyle odaya girip genç kıza yaklaştı.

‘’Tanrım Jordan! Ne oldu? Ödümü patlattın!’’ Jordan çatılı kaşlarla Rebekah’ı inceledi. ‘’Ares hemen yanına gelmemi ve sana bakmamı söyleyince önemli bir şey oldu sandım.’’ Rebekah tuttuğu nefesini bırakırken gözlerini devirdi. Ares ve saplantılı bakıcı düşüncesi!

‘’Gayet iyiyim. Tam da banyoya girmek üzereydim.’’ 

‘’Tamam. Banyodan sonra beraber kahvaltı yaparız.’’ Rebekah kafasını sallayıp banyoya yöneldi. Kapıyı kapatıp üzerindekileri çıkarttı. Büyük küvete girip perdeleri çekti ve suyu açtı. Banyonun kapısı açılınca kafasını perdelerin arasından çıkarttı. Kaşlarını çatarak içeriye giren Jordan’a baktı. ‘’Yine ne oldu?’’ 
Jordan gülümseyerek ellerini havaya kaldırdı. ‘’Sadece sohbet için buradayım.’’ 

‘’Banyodayım Jordan!’’

‘’Görebilme yeteneğim var!’’ Jordan sanki bir şeyler anlatmak istiyormuş gibi garip davranıyordu. Genç kız perdenin arkasına girip bedenini sıcak suyun altına soktu. 
‘’Dökül bakalım.’’

’Neyi döküleyim?’’

''Yapma Jordan! Bir şeyler olmuş ve sen anlatmamak için kendini zor tutuyorsun.’’ Jordan kapağı kapalı klozetin üzerine oturdu. Rebekah onu görmemesine rağmen omzunu silkti. ‘’Hiç. Hiçbir şey olmadı sadece sohbet ederiz diye geldim.’’ Rebekah perdelerin arasından kafasını çıkartarak ‘Gerçekten mi?’ dercesine baktı. ‘’Dökül Jordan.’’ Kafasını tekrar perdelerin arasından çekip sabunladığı saçlarını duruladı.

‘’Off tamam! Bir şey olduğu söylenemez. Daha doğrusu olup olmadığından emin değilim.’’ Jordan nasıl anlatacağını bilemediği için dudaklarını büzdü. Saçlarını durulayan Rebekah tekrar şampuana uzanırken yüzünü buruşturdu.

‘’Aslında emin gibiyim ama bilmiyorum.’’ Jordan içini çekti ve konuşmaya devam etti. ‘’Beni bir arkadaş gibi görüyorsun değil mi Rebekah? Yani ben seni öyle görüyorum ve çok seviyorum. Burada olduğun için çok mutluyum.’’ 

Rebekah kaşlarını kaldırarak perdeden kafasını çıkarttı. ‘’Jordan?’’ diye sordu. Ne anlatmaya çalışıyordu?

‘’Aslında arkadaştan da öte. Birden dostum oldun. Sırlarımı bile paylaşacak kadar yakın hissediyorum seni. Peki sen? Yani bana sırlarını söyler miydin? Ya da özel hayatınla ilgili bir şeyler? Bana anlatmak istersen buradayım.’’ Pekâlâ, işler garipleşiyor diye düşündü Rebekah. ‘’Elbette anlatırım Jordan. Bende seni çok seviyorum. Ama bana neler olduğunu anlatacak mısın?’’ 

Jordan kafasını sallayıp bakışlarını tavana çevirdi. ‘’Bana birkaç saniye ver.’’ Dedi. Rebekah kaşlarını çatarak tekrar duşun altına girdi. Jordan’ın ofladığını duyunca daha fazla dayanamayıp ‘’Direkt söyle gitsin. Kıvranma.’’ Diye tavsiyede bulundu. Jordan’ı bu kadar geren şeyin ne olduğunu merak ediyordu.

'’Off lanet olsun! Pekâlâ. Ares ile aranda bir şey mi var?’’ Rebekah elindeki sabunu şaşkınlıkla yere düşürerek üstüne bastı. Ayakları yerden kesildi ve birkaç metre havaya yükselip sert bir şekilde küvetin zeminine poposu üzerine düştü. ‘’Ayy!!’’ Ağzından çıkan çığlığa engel olamadı. Jordan oturduğu yerden hızla ayağa kalkarak
‘’İyi misin?’’ diye sordu. Rebekah acıyan poposunu görmezden geldi. Şaşkınlıktan acıyı hissettiği bile söylenemezdi. Perdeyi açıp kafasını çıkarttı. ‘’Bu biraz fazla direkt oldu işte!’’ Dedi soluklanarak.

‘’İyi misin?’’ Jordan sorusunu tekrarladı. Rebekah yutkunarak kafasını evet anlamında salladı. ‘’Pekâlâ. Bu da nerden çıktı şimdi?’’ dedi Rebekah bakışlarını Jordan’a dikerek. İşretinden çıkan ışık kalbiyle birlikte hızlanmıştı. Bunu duymayı beklemiyordu. Jordan nasıl böyle bir tespitte bulunmuştu? Dışarıdan bakılınca Ares’e olan imkânsız aşkı bu kadar mı fazla belli oluyordu? Jordan dudaklarını büzerek küvetin yanında yere çöktü.

‘’Dikkatimi çeken bazı şeyler oldu. Mesela Ares normalde burada olmayı hiç sevmez. Bilirsin biz Artemis’in çocuklarıyız ve Ares’e onu hatırlatıyoruz. Ona işimiz düştüğünde en fazla birkaç gün kalır kaçarcasına giderdi. Ama şimdi hala burada. Ve gitmeye de niyeti yok gibi.’’ 
Rebekah yüzünü buruşturdu. ‘’Tanrım Jordan! İşler daha öncekinden daha önemli olduğu için hala burada olmalı. Bunun benimle ne alakası var?’’ Jordan gözlerini devirdi.

‘’Sırf bu değil şapşal! Sana karşı fazla korumacı. İlk olarak kütüphanede olan o güç şeyi o gün ki halini görmeliydin resmen deliye döndü. Ve tüm gece seninle burada kaldı. Sonra dün gece. Vincent’ı bile sana yaklaştırmadı. Hepimizi odadan kovdu ve başından hiç ayrılmadı. Sonra parti de olanlar. Seni neredeyse kaçırarak götürdü. O biraz fazla abartıydı. Ayrıca buraya ilk geldiğinde dövüş eğitimlerini onun vermesi gerektiğini düşünüyorduk. Yani sonuçta savaş tanrısı! Dünya üzerinde en iyi dövüşen kişi o. Ama bunu hemen reddetti. Seninle uğraşacak vaktinin olmadığını söyledi. Ancak daha eğitimin ilk gününden Parker’ı kovup eğitimini o vermeye başladı. Sonra… Sonra bir de şey var…’’ Jordan neredeyse nefes almadan konuşuyordu. Rebekah ise onu şaşkınlıkla dinliyordu. Bir yandan da içinde filizlenmeye başlayan umuda engel olmaya çalışıyordu. Yüzünü sabit tutmak için kendini fazla zorluyordu. Kalbi ve ışık hızını daha da arttırmıştı. Jordan ellerine bakarak dudaklarını büzdü.

‘’Ne? Ne var?’’ 

‘’Bilirsin işte! Bana farkında olmadığını söyleme. Gözlerini senden ayırmıyor. Ne zaman yan yana gelseniz sürekli sana bakıyor. Taht odasında toplantı olsa gözü sende. Eğitim yapsanız gözü sende. Anlarsın ya işte.’’ Dedi gözlerini yuvarlayarak ve çarpık bir şekilde gülümseyerek. Rebekah da gülümsemek istedi ama zihninde ki sinsi yılan 'Artemis' diye fısıldayınca bütün umutları ve mutluluğu yok oldu. Boğazını temizleyerek perdeyi kapattı ve ayağa kalktı. Suyu kapatırken ‘’Bence her şeyi yanlış anlamışsın. Ares’in benimle ilgilendiğini sanmıyorum.’’ Dedi. Elini uzatıp asılı duran havluyu aldı ve bedenine sardı.

‘’Öyle mi canım? Peki, bu olanlar hakkındaki açıklaman ne?’’ Rebekah perdeyi iki yana açtı. Jordan ayağa kalkmış kollarlını göğsünde birleştirmişti. Bir ayağını hırsla yere vuruyor, tek kaşını kaldırmış sinsi bir şekilde gülümsüyordu. Rebekah tekrar boğazını temizleyip küvetten çıktı.

‘’Hala burada çünkü bu diğer meselelerinizden daha önemli bir sorun. Ayrıca partiden beni öyle götürmesinin sebebi bana kızgındı. Diğer kurtlardan uzak durmam için defalarca uyardı. Ama ben onu dinlemeyip partiye katıldım. Dövüş eğitimleri için sonradan fikrini değiştirmiş olamaz mı? Ayrıca sürekli gözü üzerimde çünkü her an tekrar patlayıp farklı bir ucubeye dönüşmemi bekliyor.’’ Kollarını göğsünde birleştirip tek kaşını kaldırdı ve meydan okurcasına Jordan'a baktı. Jordan kafasını arkaya atarak sahte bir kahkaha patlattı.

‘’Bunların hepsi palavra Rebekah! Olanların sende farkındasın.’’ Rebekah gözlerini devirerek banyodan çıkıp odasına girdi.

‘’Hiçbir şey olduğu yok Jordan. Bunlar sadece senin hayal gücün!’’ Jordan koltuğun üzerinden aldığı yastığı hırsla Rebekah’nın kafasına attı. Yastık genç kızın kafasına çarptı.

‘’Heyy!’’ Diyerek ona döndü.

‘’Bal gibi de var işte! Ama kabullenmiyorsun. Daha az önce bana her şeyini anlatabileceğini söyledin. Ama anlatmıyorsun.’’ Jordan kırgın bir şekilde kollarını göğsünde birleştirip başını yana çevirdi. Çocuk gibi davranıyordu! Ve Rebekah bu işten nasıl sıyrılacağını bilmiyordu. Jordan’ın tespitleri tamamen saçmalıktı. Ares onu sevmiyordu. Hatta hoşlanmıyordu bile. Dişlerini sıktı. Elleri iki yanında yumruk oldu. ‘’Jordan o Ares! Yani mitolojiden fırlamış olimposlu, savaş tanrısı Ares bunun farkındasın değil mi?’’ 
Jordan bakışlarını ona çevirdi. ‘’Eee yani?’’ Rebekah ayağını yere vurarak ellerini ıslak saçları arasına soktu.

‘’Jordan o hala Artemis’i seviyor ve onu bekliyor!’’ Jordan gözlerini kısarak Rebekah’ı inceledi. Tespitlerinin kesinlikle doğru olduğunu düşünüyordu. Gülümseyerek Rebekah’a yaklaştı ve ellerini tuttu.

‘’700 yıl. Tam 700 yıldır onu bekliyor Rebekah. Her ne kadar Artemis’in uyanmasını istesek de uyanmayacağını biliyoruz. Bu kadar yıl uyudu. Bundan sonra uyanması için sadece büyük bir mucize gerekli. Evet, Ares hala onu unutamamış olabilir. Ama bu artık kalbini başka birisine açmayacağı anlamına gelmez. Onu hiç unutmayacak. Ama bence artık kendini kapattığı kozadan çıkıyor. 700 yıldır dünyanın neresinde olduğunu kimse bilmiyordu. Hiç kimseyle konuşmadı. Kimseyle görüşmedi. Sadece arada bir onu çağırdığımızda buraya gelmek zorunda kaldı. Ama şimdi gayet mutlu ve rahat gözüküyor ve kozasına hala geri çekilmedi. Ve bence senden hoşlanıyor.’’
Rebekah Jordan’ın gözlerine bakmaktan başka bir şey yapamadı. Söylediklerinin doğru olduğuna inanmak istiyordu. Gerçekten de Ares ondan hoşlanıyor olabilir miydi? İçinde yine filizlenmeye başlayan umudu bu sefer durdurdu. Kendini boş hayallere kaptırmayacaktı. Aşktan ve Ares’den çok daha önemli sorunları vardı. Yapması, bulması gerekenler vardı. Kafasını iki yana sallayıp ellerini geri çekti.

‘’Yinede o savaş tanrısı ve ben Rebekah’ım. Böyle bir şeyin olması saçmalık. Ayrıca nasıl böyle bir şeyi söyleyebilirsin. Ares’in başkasıyla olması sizi, kurtları rahatsız etmeyecek mi? Sonuçta Artemis hala ölmedi.’’ Jordan yüzünü buruşturdu.

‘’Bunun bizimle ne alakası var! Evet, Artemis’i çok seviyoruz ve onun çocuklarıyız ancak bu ikisinin arasında olan bir şey. Eğer Ares 700 yıl sonra tekrar hayata tutunmaya başlayacaksa bu bizi mutlu eder. O Artemis’i aldatmıyor. 700 yıldır da bunu yapmadı. Ama bu ona hep zarar verdi. Artık hayata geri dönmeli, olimposa ve ailesine geri dönmeli. Eğer bu ancak bir başkasına olan aşkıyla gerçekleşecekse de bizi ilgilendirmez. Artemis geri dönmeyeceğini hepimiz kabullendik Rebekah. Tanrılar bile bunu başaramamışken bunca yıldan sonra kendi kendine uyanması imkânsız.’’ Rebekah tekrar umuda kapılmamak için arkasını dönerek dolaba ilerledi. Jordan da peşinden geliyordu. Artemis hakkında bu kadar kesin konuşmaları anlam veremediği bir şekilde genç kızı rahatsız ediyordu. Tanrıçalarından bu kadar çabuk mu vazgeçmişlerdi? 700 yıl çabuk sayılmazdı, ancak Artemis hala ölmemişti. Neden Artemis'in uyanmasını bencilce hiç istemediği halde, uyanacağını düşünen hatta bundan emin olan sadece o vardı? Rebekah, Artemis'in ruhunun bütün bunları görüyorsa bunca yıldan sonra, genç kız yüzünden uyanacağını düşünüyordu. Sonuçta o uyurken kocasını elinden almaya çalışıyordu! boğazındaki yumruyu gidermek için yutkundu ama hiçbir işe yaramadı.

‘’Yine de bu saçmalık. Artık bu konuyu kapatalım. Ares’le aramda hiçbir şey yok ve asla da olmayacak!’’ 

‘’Bence bu kadar emin konuşma.’’ Jordan’ın kıkırdaması Rebekah’nın sinirlerine dokundu. Daha fazla üzerine gelirse resmen patlayacaktı. Havlunun altından iç çamaşırlarını giydi. Pantolon yerine kısa kot şortu ve kalın askılı yeşil üstü giydi. 

‘’Eee? Bugün ne yapmayı istersin. Yani kahvaltıdan sonra.’’ Rebekah Ares’in dediği gibi yatıp uyumayı düşündü. Parker ve James sayesinde her yeri ağrıyordu. Ayrıca az önce poposunun üzerine çok sert düşmüştü ve poposu sızlıyordu. Ama daha çok erkendi. Henüz öğlen bile olmamıştı. günün geri kalanını kesinlikle Jordan'ka geçirmek istemiyordu. Sürekli bu konu hakkında konuşup onu sıkıştıracağını biliyordu. O anda aklına Trent geldi. Ona yanına uğrayacağına söz vermişti. Ama iki gündür yüzünü bile görememişti. Belki bugün onun yanına gidebilir ve Ares’i zihninden uzaklaştırabilirdi. Önce Trent'in yanına gidip onunla vakit geçirebilir sonra da Hekate'yi araştırabilirdi.

‘’Aslında Trent’in yanına gitmeliyim. Ona söz verdim.’’ Siyah spor ayakkabılarını giydi ve Islak saçlarını önüne atıp havluyla kurulamaya başladı.

‘’Trent mi?’’ Rebekah saçlarının arasından Jordan’ın pis bir şekilde sırıttığını gördü

‘’Ahh hadi ama onunla da aramda bir şeyler döndüğünü söylersen şuraya kusacağım.’’

‘’Hımm. Partide çok ateşli dans ediyordunuz.’’ Rebekah havluyu kirli sepete fırlattı.

‘’Bak! Sadece Parker’la ona şaka yaptık ve buna fazlasıyla kırıldı. Aslında kırıldı denemez. Erkek gururunu yerle bir ettik. Bu yüzden ona özür borçluyum ve yanına gideceğime söz verdim.’’ Jordan gülümseyerek elerini iki yana kaldırdı.

‘’Tamam, bir şey demedim. Açıklama yapmana gerek yoktu.’’ Rebekah homurdanarak askıdaki siyah örgü hırkayı üzerine geçirip saçlarını hırkanın altından çıkarttı. Jordan’ın yanından geçip odaya ilerledi. Karnı çok acıkmıştı.

''Peki Ares'i ne yapacaksın. Trent'le görüşmeni net bir şekilde yasakladı. Yoksa bunu ona kafa tutmak için mi yapıyorsun?'' dedi pis pis sırıtarak. Rebekah ona dönüp bıkkınca iç çekti ve ellerini iki yana açtı.

''Ares'in ne dediğini kıçıma bile takmıyorum! Anladın mı?'' Jordan gülümsemesini bastırıp başını salladı.

‘’Kahvaltı birazdan burada olur. Ha bu arada bugün bir ara Vincent’ın yanına gitmelisin. Senin için endişelendi. Hatta fazlasıyla endişelendi.’’ Dedi yüzünü buruşturarak. Vincent’ın bu kadar fazla endişelenmesi biraz garip geliyordu Jordan’a. Rebekah kafasını salladı. Önce Vincent’ın yanına gidecek sonra da Trent’i bulacaktı.

***
Rebekah ikinci kez kapıyı tıklattı. Ama yine kapıyı açan olmadı. Kahvaltıdan sonra Vincent’ın çalışma odasına gitmişti. Jordan’ın söylediği gibi Vincent fazlasıyla endişeli görünüyordu. Aralarında garip bir konuşma geçmişti. Ama Rebekah bunun üzerine fazla durmadı. Jordan bu saatlerde Trent’in eğitiminin yeni biteceğini söylemişti. Anlaşılan hala eğitimdeydi. Kapıyı açıp kafasını içeriye soktu.

‘’Trent?’’ hiç ses gelmeyince içeriye girdi. Oda Rebekah’nın odasından biraz daha küçüktü. Sağ ve sol tarafında karşılıklı iki kapı vardı. Tıpkı kendi odasında olduğu gibi birisi banyoya açılıyordu. Diğer de dolaptı. Tam karşıda büyük bir yatak vardı. Küçük çalışma masası, halter, kum torbası ve devasa büyüklükte bir televizyon. Parker’ın odasında da televizyon vardı. Kendi odasında niye yoktu? 

Televizyonun karışındaki lacivert koltuğa oturdu. Trent’i burada bekleyecekti. Biraz bekler eğer hala gelmezse küçük bir not bırakıp odasına gidebilirdi. Yaklaşık 10 dakika sonra Rebekah kafasını arkaya yaslayıp bakışlarını tavana çevirdi. Bağdaş kurduğu bacaklarını aşağıya sarkıttı. Tam gitmek için kalkıyordu ki kapı açıldı. Trent üzerinde sadece siyah bir eşofmanla içeriye girdi. Elindeki havluyla ıslak saçlarını kuruluyordu. Gelen kokuya bakılırsa eğitimden sonra duş almıştı. Ayağa kalkınca bu hareketlilik Trent’in dikkatini çekti. Bakışlarını ona çevirip şaşkınlıkla gülümsedi.

‘’Rebekah?’’ Genç kız gülümseyerek elini kaldırdı. ‘’Selam.’’ Trent kapıyı kapatıp onun yanına doğru ilerledi.

‘’Ne zamandır buradasın?’’ Rebekah yüzünü buruşturarak ‘’Biraz oldu. Aslında sen gelmeyince tam da gitmek üzereydim.’’ dedi. Trent elindeki havluyu top haline getirdi.

‘’Geleceğini tahmin etmemiştim. İki gündür ortalarda görünmeyince ümidimi kestim.’’ 
Rebekah kafasını kaşıyarak ‘’Bazı garip şeyler oldu. O yüzden gelemedim.’’ Diye açıklama yaptı. Buraya geliş sebebini Trent’in yanlış algılamasını istemiyordu. Bu dostça bir buluşmaydı. O sırada Trent’in gözü Rebekah’nın göğsünün üzerinden çıkan altın rengindeki ışığa takıldı. Ağzı şaşkınlıkla açılırken kaşları havaya kalktı. 

‘’Lanet olsun!’’ diye mırıldandı genç kız. Bu ışığa o kadar alışmıştı ki unutmuştu bile. O patlamadan sonra ilk defa Trent’le karşılaşıyordu.

‘’Bu da ne böyle?’’ Trent Rebekah’a doğru yaklaştı. Gözlerini ışıktan ayıramıyordu. Rebekah’nın üzerindeki tulum askısız olduğu için işareti açıklıktaydı. Ve altın rengi ışık rahatça gözüküyordu. Şimdi ona ne diyecekti. ‘Merak etme sadece parlayan bir ucubeye dönüştüm.’ Yüzünü buruşturarak hırkasını önüne doğru çekti.

‘’Bunu sana anlatmam imkânsız. Bilmen gereken tek şey bunun yüzünden buradayım.’’ Bu tam olarak doğru olmasa da şuanda söyleyebileceği en mantıklı açıklama buradaydı. Trent kaşlarını çatarak bakışlarını Rebekah’a çevirdi.

‘’Bu yüzden Ares ve Vincent seninle bu kadar ilgileniyor. Ve garip kokun. Sebebi bu mu yani?’’ Rebekah kafasını salladı.

‘’Ama bu aramızda kalacak. Tamam mı? Kimse bilmeyecek.’’ Sabah eğitim yaparken kimse etrafta olmuyordu. Kalede de hızını kullanarak gezdiği için kimse ışığını görmemişti. Ama bundan sonra daha dikkatli olmalıydı. 

‘’Peki, bana daha sonra neler anlatacağına söz verir misin?’’ Rebekah dudaklarını büzdü. Böyle bir söz vermek istemiyordu. Ama belki daha sonra ona her şeyi anlatabilirdi. Kafasını evet anlamında salladı. Trent gülümseyerek

‘’Merak etme aramızda kalacak.’’dedi. Sonra devam etti. ‘’Pekâlâ. Ne yapmak istersin? İstersen biraz dolaşabiliriz. Ya da film izleyebiliriz?’’

‘’Aslında film iyi olur. Uzun zamandır film izleyemedim.’’ Trent gülümseyerek başını salladı. ‘’Sen oradan istediğin filmi seç ben hemen geliyorum.’’ Dedi. Geri geri dolaba ilerlerken bakışlarını Rebekah’dan ayırmadı. Rebekah başını sallayıp televizyonun yanındaki filmlere baktı. Fazla seçenek vardı. Hiç aşk filmi olmadığını bakmadan bile tahmin edebilirdi. Zaten aşk filmlerini oldum olası hiç sevmezdi. Mutlu son saçmalığına inanmıyordu. Yere çömelip tek tek filmlere baktı. Güzel bir gerilim ya da aksiyon filmi izlemek istiyordu. İşaret parmağını filmlerin üzerinde gezdirirken ‘Pacific Rim’i görünce durdu. Bu filmi birkaç kere izlemişti. Konusu ve kurgusu çok güzeldi. Uzaylılarla ilgili filmleri çok fazla seviyordu. Bu filmdeki aksiyon sahneleri oldukça güzeldi. Ama Pacific Rim’i bu kadar çok sevmesinin altında elbette ki Charlie Hunnam yatıyordu. Kim o adama karşı koyabilirdi ki? Gülümseyerek ayağa kalktı. 

O sırada üzerine siyah atlet giyen Trent yanına geliyordu. ‘’Hiç aşk filmi yok. Ama istersen Jordan’dan bulabiliriz. O aşk filmlerini çok sever.’’ 

Rebekah yüzünü buruşturdu. ‘’Aşk filmlerini sevmem. Ayrıca film seçtim zaten.’’ Dedi filmi havada sallayarak.

‘’Pacific Rim? Kızların böyle filmleri izleyeceğini bilmiyordum.’’ Rebekah filmi Trent’e fırlatıp omzunu silkti. ‘’Ben diğer kızlar gibi değilim.’’ dedi ve koltuğa yerleşti. Trent omzunun üzerinden ona bakarak bütün bedenini süzdü. ‘’Kesinlikle onlardan farklısın.’’ Dedi ve gülümseyerek filmi yerleştirdi. Hızlı adımlarla ilerleyip odanın siyah perdelerini kapattı.

‘’Bira ister misin?’’ yatağın diğer tarafındaki mini buzdolabını görünce Rebekah kendi odasında hiçbir şey olmadığı için sızlanıyordu. ‘’Hayır teşekkürler. Partiden sonra sizin garip biralarınızdan içmeyeceğime yemin ettim.’’ 
Trent gülümseyerek ‘’Kola?’’ diye sordu.

‘’Olur.’’ Trent kendine bira Rebekah’a da kola aldı. Kolları arasına birkaç paket abur cubur sıkıştırıp Rebekah’nın yanına oturdu. Alçak sehpayı önlerine yaklaştırarak içecekleri ve abur cubur paketlerini koydu. Kumandayı eline alıp filmi başlattı. 
Karanlık odada, Trent’in fazla yakınında oturması Rebekah’ı biraz rahatsız etti. Çünkü Trent’in onu yanlış anlamasını ve sonra üzülmesini istemiyordu. Onu umursamamaya çalışarak ayaklarını sehpaya uzattı. Cips paketlerinden birini kucağına alıp, kolasını da eline aldı ve filmin keyfini çıkartmaya çalıştı.
***

Bir süre kaleden uzaklaşan Ares tekrar kaleye dönmek için gözlerini kapattı. Tanrılara özgü ışınlanma yeteneği sayesinde birkaç saniye sonra gözlerini açtığında kalenin giriş kapısındaydı. Nöbet tutan kurtadamlar kafalarını eğerek onu selamladı. Seri adımlarla içeriye girip merdivenlere yöneldi. Gün geçtikçe Rebekah’dan uzaklaşmak daha da zorlaşıyordu. Bir yandan deli gibi sürekli gözünün önünde, yanında olmasını istiyordu. Bir yandan da ondan kaçarak uzaklaşmak istiyordu. Zihni savaş halindeydi. Bazen Artemis’e ihanet ettiğini düşünüyordu. Ama Rebekah’a olan hislerine engel olamıyordu. Ne ara etrafına sardığı kalın duvardan içeri sızdığını bile bilmiyordu.

Ciğerlerine derin bir nefes çekip oflayarak bıraktı. Hala Athena’yla konuşmamıştı. Kardeşinin ne kadar kızgın ve kırgın olduğunu tahmin edebiliyordu. Ama onunla mutlaka konuşması gerekiyordu. Zeus'unsa neden çağrılarına cevap vermediği hakkında en ufak fikri yoktu. Bir zamanlar o büyük savaştan sonra oğlu gibi büyüttüğü Ares'i, kızıyla evlenmek üzere olan Ares'i artık umursamıyor muydu? Onu artık görmeye, hatta sesini duymaya bile katlanamıyor muydu? Bu Ares'i ne kadar üzse de Zeus'a hak veriyordu. Ares ona kızı ile olan bütün anılarını hatırlatıyordu. Onu görmek istememesi doğaldı. 
İç çeken savaş tanrısı kafasını dağıtmak için spor salonun olduğu kata çıktı. Rebekah’nın şuanda ne yaptığını merak ediyordu. Belki onun yanına gidebilirdi. Düşüncelere dalmış bir şekilde ilerlerken yanından geçen figürün son anda farkına vardı. Durup tek kaşını kaldırdı. Ellerini beline koyarak arkasına döndü. ‘’Jordan?’’ Jordan’ın bedeni anında dondu ve hızla Ares’e döndü. Başıyla selam verip

‘’Buyurun efendim?’’ diye mırıldandı. Ares onun korkusunu hissedebiliyordu. Ortada garip bir şeyler olduğu belliydi. Yavaş adımlarla ilerleyip tam karşısında durdu.

‘’Yanlış hatırlamıyorsam sana bir emir vermiştim. Rebekah’nın yanında kalacaktın?’’ sakin ses tonunun altında yatan kızgınlığı Jordan bütün iliklerinde hissetti. Sesli bir şekilde yutkundu. İşte şimdi boku yedim diye düşündü. Eğer Rebekah’nın Trent’in yanında olduğunu duyarsa Ares'in sinirden deliye döneceğini biliyordu. ‘’Rebekah uyuyor.’’ Diye yalan söyledi. Ancak Ares’in kaşları neredeyse birleşerek çatıldı. Yalan söylediğini elbette ki anlamıştı. Kurtuluşu yoktu.

‘’Rebekah. Nerede?’’ tane tane kısık sesle konuşması Jordan’ı daha da ürküttü. Kalp atışları hızlanmaya başlamıştı bile. Doğruyu söylemekten başka çaresi yoktu. Ne kadar Rebekah’ı ispiyonlamak istemese de Ares’in bunu elbet öğreneceğini biliyordu.

‘’Şey… O Trent’in odasında.’’ Bu cümle Ares’in sinirlenmesine yetmişti. Dışarıda gürültüyle gök gürledi ve şimşek çaktı. Jordan yerinden sıçrarken Ares çoktan ortadan kaybolmuştu bile. Onun arkasından kıpırtısızca kalan Jordan yuktundu ve ‘’Zeus, Hera, Athena olimpostaki bütün tanrılar. Rebekah ve Trent’i koruyun’’ diye mırıldandı.
***

Filmin son sahnelerine doğru Rebekah kendini kaptırmıştı. Neredeyse gözlerini bile kırpmıyordu. Bu filmi daha önce dehalarca izlemişti. Ne olacağını biliyordu. Ama yinede kendini kaptırmıştı. Omzundaki sıcaklığı hissedince gözlerini kırpıştırdı. Trent’in bedeni hemen yan tarafındaydı. Aralarında hiç boşluk yoktu. Trent tamamen Rebekah’a yaslanmıştı ve bir kolunu onun omzuna atmıştı. 
Lanet olsun diye düşündü genç kız. Kim bilir ne zamandan beri böyle duruyorlardı. Rebekah geri çekilmediği içinde Trent kesinlikle olayı yanlış anlamıştı. Kucağındaki boş cips paketini sehpaya koyma bahanesiyle öne eğilip, Trent’in kolunun baskısında kurtulmak için hamle yapmıştı ki dışarıda büyük bir gürültüyle gök gürledi. Birkaç saniye sonrasın da odanın kapısı savrularak açıldı. Rebekah yerinden sıçrarken Trent’in ‘’S*ktir!’’ diye mırıldandığını duydu. 

Trent kendini toparlayarak hızla ayağa kalktı. Neler döndüğünü anlayamayan genç kız, bakışlarını kapıya çevirdi. Koridordaki ışıklar karanlık odayı aydınlatıyordu ve Ares bütün cüssesiyle kapıda dikiliyordu. Kızgın Ares! Elleri iki yanında yumruk olmuş sıkılı dişlerinin arasından öfkeyle nefes alan Ares! Çok fazla korkutucu duran Ares! ‘’Basıldık.’’ Diye mırıldandı genç kız. 

Kapıyı kırarak açan Ares’in gözleri önce odadaki yatağa kaydı. Sonra Trent’in hareketliliğini fark edip bakışlarını oraya çevirdi. Önce Trent’e sonra hala şaşkın bir şekilde oturan Rebekah’a baktı. Birkaç adım atıp içeriye girdi. Elini savurmasıyla bütün perdeler kendiliğinden açıldı ve kapı kapandı. Odanın aydınlanmasıyla Rebekah gözlerini kırpıştırıp ayağa kalktı. Ares çok… Çok fazla öfkeliydi. Onu hemen sakinleştirmezse neler olacağını biliyordu.

‘’Ares-‘’ 

‘’Sakın konuşma!’’ Ares işaret parmağını ona doğru kaldırdı. Rebekah kaşlarını çatarken, Ares yavaş ama tehditkâr adımlarla odanın diğer köşesine sinmiş olan Trent’e yaklaştı.

‘’Gör… Göründüğü gibi değil. B… Biz sadece fi… Film izliyorduk.’’ Dedi Trent kekeleyerek. Ellerini havaya kaldırmıştı. Rebekah onun ne kadar korktuğunu anlayınca içi acıdı.

‘’Sana ondan uzak durmanı söylemiştim. Eğer durmazsan neler yapacağımı da söyledim öyle değil mi?’’ Ares kısık sesle konuşurken Trent’i yakasından tutup havaya kaldırdı. Rebekah koşar adım yanlarına yaklaştı. ‘’Ares bırak onu!’’ Dedi ama Ares’in onu duyduğu yoktu.

‘’Ne söylediğimi hatırlıyorsun değil mi?’’ Trent hızlı bir şekilde korkuyla kafasını salladı. Rebekah onun korkudan titrediğini görebiliyordu. Ares’in bunu yapmaya hakkı yoktu. Ellerini Ares’in omzuna koyarak çekmeye çalıştı. ‘’Ares lütfen bırak onu. O bir şey yapmadı buraya gelen bendim!’’ Ares öfkeyle yanan gözlerini omzunun üzerinden Rebekah’a çevirdi. Dışarıda tekrar şimşek çaktı. Rebekah kendi öfkesini kontrol altına almayı başarmıştı. Ares’in bu kadar tepki gösterip Trent’e bunları yaşatması onu delirtmek üzereydi ama önce Ares’i sakinleştirmek zorundaydı. Sesini yumuşatarak tekrar konuştu.

‘’Lütfen bırak onu ve sakinleş.’’ Ares ona cevap vermeden bakışlarını Trent’e çevirdi. Savaş tanrısı öfkesini birinden çıkartmak zorundaydı. Ve kimden çıkartacağını çok iyi biliyordu. Yumruğunu kaldırarak Trent’in yüzüne geçirdi. Geriye dönüp onu yere fırlattı. Trent acıyla inledi. Doğrulmaya çalışırken Ares onu saçlarından tutup çekiştirerek ayağa kaldırdı ve tekrar yumruk attı. Trent’in bedeni yerden havalanıp sert bir şekilde odanın karşısındaki duvara çarptı. Rebekah çığlığını son anda ellerini ağzına kapatarak susturdu. Trent’in bedeni duvara sert bir şekilde çarpıp aynı şiddetle yere düştü. Savaş tanrısı elini ileriye uzattı ve görünmez bir el Trent'i yerden kaldırarak Ares'e getirdi. Bilincini kaybetmek üzere olduğu her halinden belli olan Trent Ares'in bir başka yumruğuyla sertçe duvara çarptı ve Rebekah kemiklerinin çıtırtısını duyduğuna yemin edebilirdi! Ares’in tekrar ona saldırmak üzere olduğunu görünce koşarak önüne geçti ve ellerini omuzlarına koydu. Ares durup bakışlarını Rebekah’a çevirdi.

‘’Lütfen! Lütfen dur! Gidelim. Hadi Ares!’’ Diyerek onu çekiştirdi. Ama bedenini bir santim bile oynatamadı. Ares kıpırtısızca ona bakıyordu.

‘’Lütfen. Sakinleş. Hadi gidelim ve bunu sonra konuşalım. Ona daha fazla zarar verme.’’ Rebekah artık tedirginleşmişti. Hatta korkmaya başlamıştı. Ares’in bu kadar fazla öfkelendiğini ilk kez görüyordu. Trent’in başına daha kötüsünün gelmesini istemiyordu. Ve Ares’in kendisini kaybetmemesi gerekiyordu. Onu sakinleştirmeliydi. Ellerini Ares’in yanaklarına koydu.

‘’Hadi gidelim Ares.’’ Dedi tekrar. Trent’in acıyla inlediğini duydu. Birkaç kemiği kırılmış olmalıydı. Ama şuan Rebekah bunu umursamıyordu. Nasıl olsa o kurttu ve hemen iyileşebilirdi. ‘’Ares!’’ Dedi tekrar.

Ares sonunda gözlerini kırpıştırdı ve sıkılı dişleri arasından derin bir nefes aldı. Rebekah’nın kolunu sertçe tuttu. Rebekah daha ne olduğunu anlayamadan kendini yatak odasında buldu. Tanrıların ışınlanması kurtların hızından daha kötüydü. Nefesini düzene sokmak için derin nefes alıp verdi. Ares hala bileğini tutuyordu. Gözlerinde farklı bir ifade vardı. Rebekah onun her şeyi yanlış anladığının farkındaydı ve az önceki olanlar için sinirlenmesi gerekiyordu. Bir ara sinirlenmişti ama şimdi Ares gözlerinin içine böyle bakıyorken bütün siniri yok olup gitti. 

‘’Düşündüğün gibi değil. Sadece film izliyorduk.’’ Dedi sakin bir ses tonuyla.

‘’Sana ondan uzak dur dedim!’’ Ares’in sıkılı dişlerinin arasından bağırarak konuşması Rebekah’nın bütün sakinliğini yok etti. Kolunu çekmeye çalıştı ama Ares onu bırakmadı. Diğer elini Rebekah’nın beline koyarak kendine çekti. ‘’ Sana açıklama yapmak zorunda değilim. İstediğimi yapabilirim.’’ Diye bağırdı. 

‘’Hem sana ne bundan! İstediğim kişiyle görüşme hakkına sahibim. Neden sen istedin diye ondan uzaklaşacakmışım?’’ Dışarıda tekrar şimşek çaktı. Ares’in bedeni öfkeyle gerildi. ‘’Bırak beni canımı acıtıyorsun!’’ Rebekah Ares’in kolları arasından kurtulmaya çalıştı. Ama o kıpırdandıkça Ares onu kendine daha çok çekiyordu.

‘’Pislik herif bırak dedim sana! Domuzun tekisin ve se—‘’ Rebekah cümlesini tamamlayamadı. Hırsla dudaklarına yapışan sıcak dudaklar onu susturdu. Ares genç kızın kolunu bırakıp iki eliyle yüzünü tuttu. Şaşkınlıkla kıpırtısız kalan Rebekah'nın gözleri kocaman açılmıştı. Israrcı sıcak dudaklar yavaş ve baştan çıkarıcı bir şekilde hareket ediyordu. Genç kız sonunda Ares’in dudaklarına yaptığı baskıyla gözlerini kapattı ve öpüşüne karşılık verdi.

Rebekah’nın bilinçsizce dudaklarını aralamasıyla Ares’in boğazından vahşi bir inilti koptu. Dili ağzının içine daldı ve telaşsızca keşfetti. Genç kızın çekingen diliyle buluştu. Aynı anda Rebekah’nın bedeni titredi. Bacakları artık tutmuyordu. Kollarını Ares’in boynuna doladı. Öpüşme birden öyle bir boyut kazanmıştı ki ikisi de bunun farkında değildi. Ares ellerini Rebekah’nın yüzünden çekerek yavaşça bedenini okşayarak beline indirdi. Rebekah’nın bedeni bu dokunuşla tekrar titredi. Ares bedenini Rebekah’nın sıcaklığına yasladı. Bir eli Rebekah’nın kalçasını buldu ve hafifçe sıktı. Genç kız boğazından çıkan iniltiye engel olamadı. Genç kızın hızla atan kalbiyle aynı anda işaretindeki ışık tekrar yanıp sönmeye başladı. Sanki alarm verircesine yanıyordu. Ama ne Ares ne de Rebekah bunun farkında değildi. 

Bu yakınlık Rebekah’nın zihninde ve kalbinde farklı duygular yarattı. Bedenleri arasında garip elektrik tekrar ortaya çıkarak ikisinin etrafında yılan gibi kıvrıldı. Öpüşme derinleştikçe kendilerini durduramıyorlardı. Bedenleri daha fazlası için sızlıyordu. Ares’in eli genç kızın atletinden içeriye girdi. Çıplak tende yavaşça gezdirdi. Rebekah, Ares'in tişörtünün eteklerini tutarak yukarı sıyırdı. Ellerini yavaşça Ares'in kaslı karnında gezdirerek keşfetti. Kapının tıklatıldığını son anda duyan Ares kırmızı sis bulutundan sıyrılıp gözlerini açtı. Rebekah’nın buğulanmış gözlerini ve aralanmış kırmızı dudaklarını görünce tekrar onu öpmek istedi. Kapı tekrar tıklatılınca ikisi de aynı anda geri çekildi. Jordan sonunda kapıyı açıp içeriye girdi.

‘’Şükürler olsun! Hala yaşıyorsun. Bir an öldüğünü sanmıştım.’’ Jordan hızla Rebekah’a yaklaşırken genç kız hala olayın şokunu atlatamamıştı. Bakışlarını yana çevirdiğinde Ares’in orada olmadığını gördü. Bedenine çarpan soğuk rüzgârla açık balkon kapısına baktı. Uzun perdeler rüzgarla savruluyordu. ‘’Rebekah?’’ Ona tekrar tekrar seslenen Jordan’ı sonunda duyup şaşkın bakışlarını ona çevirdi.

‘’Neler oldu? Sen iyi misin?’’ Rebekah boğazını temizleyerek kendine gelmeye çalıştı. Konuşacak durumda değildi. Şaşkınca kafasını evet anlamında salladı.
Az önce olanlar zihnin bir oyunu değildi. Dudaklarında hala Ares’in sıcaklığını hissedebiliyordu. Rebekah bir öpüşmenin bu kadar alev almasına inanamıyordu. Belki de Jordan gelmese… ‘Aman Tanrım’ diye düşündü. Daha fazlasını çok daha fazlasını istemişti. Bir öpüşmeyle bu kadar ileri gitmek istemesi normal değildi! Ares’in de aynı şeyleri hissettiğini çok iyi biliyordu. Kendi bedenine yaslanan sert bedeni bunu yeterince açıklamıştı.

...
‘’Özür dilerim. Gerçekten çok özür dilerim. Ares’e nerede olduğunu söylemek istemedim. Ama ona yalan söylememin imkânı yok. Hemen yalan olduğunu anlar.’’ Rebekah gözlerini devirdi. Jordan yüzüncü kez özür diliyordu. ‘’Önemli değil Jordan anlattığım gibi, bir şey olmadı zaten.’’ 
Cam kenarındaki masada karşılıklı oturuyorlardı. Ares’le Trent’in odasından çıktıktan sonra Jordan oraya gitmiş ve Trent’in halini görünce önce ona yardım etmiş James ve doktoru çağırmış, ardından hemen buraya gelmişti. Rebekah elbette ki ona bir şey anlatmadı. Odaya gelince sadece konuştuklarını ardından Ares’in gittiğini söylemişti. Ama şüpheci Jordan buna inanmadı. Jordan gözlerini kısıp Rebekah’ı inceledi. 

‘’Bana anlatmadığın bir şey yok değil mi? Çünkü baştan söyleyeyim eğer sonradan öğrenirsem çok fena olur.’’ İşaret parmağını kaldırıp tehditkâr bir şekilde konuştu. Ama Rebekah ona aldırış etmedi. Bu anlatabileceği bir şey değildi. Bu konu hakkında konuşmakta istemiyordu. Öpüşmenin etkisinden yeni kurtulmuşken anlatıp, olanları tekrar yaşamak istemiyordu. Onu bu kadar etkileyen şey sadece öpüşmeleri değildi. Dudakları ona değdiği an zihnin de garip şeyler oldu. Rebekah Ares’le ilk defa öpüşüyordu. Ama dokunuşu ona çok tanıdık gelmişti. Sanki Ares’le daha önce öpüşmüş gibi bu hissi biliyordu. Onu ilk gördüğü andan itibaren yaşadığı tüm tanıdık duyguların içine bir de bu eklenmişti. Tuttuğu nefesi bırakarak bakışlarını Jordan’a çevirdi. ‘’Bir şey yok Jordan. Artık bu konuyu kapatalım.'' Jordan hızla öne eğilerek işaret parmağını kaldırdı.

''İşte! Gördün mü bana yalan söylüyorsun. Unuttun galiba ben kurdum! Bu burnu görüyorsun değil?'' diyerek burnunu işaret etti. ''Bu burun her şeyin kokusunu alır. Ve nedense odaya girdiğimden beri etrafta fazlaca bulunan arzunun kokusu alıyorum! Bal gibi de bir şey olmuş hem de ateşli bir şey ama sen bana söylemiyorsun!'' Rebekah'nın gözleri kocaman açılırken yanakları kızardı.

''Sen...Sen saçmalıyorsun. Ne kokusundan bahsediyorsun?'' Gözlerini kısan Jordan sinsice gülümsedi. Tahminleri doğruydu. Rebekah ve Ares öpüşmüştü! Rebekah'nın kıpkırmızı olan dudakları bunun kanıtıydı ama genç kız inkar etmekte ısrarcıydı. ''Neyin kokusu mu bunu gerçekten anlatmamı mı istiyorsun pekala. Şu demek oluyor. Hani bir erkek ve kadın birlikte olursa ya da buna yakın bir şeyler yaparlarsa vücutlarından çıkan sıvının kok-

''Tanrım! Kes şunu lanet olası!'' diye bağırdı Rebekah kaşlarını çatarak. Jordan kahkahalarla gülerek arkasına yaslandı. ''Evet şimdi seni dinliyorum. En başından ve eksiksiz anlat!'' Genç kız dudağını ısırdı. Aynı anda farkında olmadan bacağını sallıyordu. Ne kadar şey yaşamış olsa da Rebekah dibine kadar kızdı ve bunu kız arkadaşıyla derince konuşması gerekiyordu. Daha fazla dayanamayıp olan her şeyi eksiksiz bir şekilde anlattı. Tabii hissettikleri konusunda biraz yalan söylemiş olabilirdi. En azından 'o kadar azgınlaştık ki eğer sen gelmeseydin kendimizi yatakta bulacaktık' demedi.

''İnanmıyorum çok ateşli! Onunla öpüşmek nasıldı? Yani bir kayayla öpüşmek gibi mi yoksa sanki alevle öpüşmek gibimiydi? Bacaklarını titretip sanki eriyormuşsun hissi mi yarattı yoksa soğuk bir taşı öpmek gibimiydi?'' Rebekah Jordan'ın sorusu karşısında kıkırdasa da cevap verdi.

''Kesinlikle alev!'' Jordan yerinde sıçrayarak ellerini çırptı. ''Biliyordum! Aranızda bir şeyler olacağını biliyordum. Bu çok seksi! En yakın arkadaşım savaş tanrısıyla! Geleceği bir düşünsene inanılmaz bir ikili olacaksınız.'' Rebekah ellerini havaya kaldırarak oturduğu yerden kalktı. ''Hey! dur bakalım bizim çift olduğumuz falan yok. Sadece anın etkisine kapılıp öpüştük o kadar. İleriye gideceğini sanmıyorum.'' Jordan inanamazmış gibi Rebekah'a bakıyordu.

''Biliyor musun en sevdiğim parmak, orta parmağım ve sana bunu zevkle gösteriyorum.'' dedi ve orta parmağını Rebekah'nın yüzüne doğru savurdu. ''Sen kesinlikle kafayı bulmuşsun! Bunca zamandır hiçbir kadına bakmayan Ares, hem seninle ilgileniyor hem de öpüyor ama sen hala hiçbir şey olmayacak diyorsun! Yarın şu yatakta sevişseniz şaşmam!'' Rebekah'nın gözleri büyük yatağa kaydı ve gözlerinin önünde beliren görüntü yanaklarının kızarmasına sebep oldu. Karnı garip bir ağrıyla kasılırken kafasını iki yana salladı.

''Hayal dünyada istediğin kadar fantezi üretebilirsin! Kapat artık şu konuyu! Trent’in durumu nasıl?’’ dedi konuyu değiştirmeye çalışarak. Jordan suratını buruşturup geriye yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi.

‘’Yarın eğitimlere katılamayacak dinlenmesi gerek. Ares ne kadar 'öfkelendiyse' çocuğun burnu ve çenesini kırmış. Sadece bu da değil kaburgalarında da çatlaklar var. Ama doktor durumunun iyi olduğunu söyledi. Dönüşüm geçirirse iyileşmesi daha da hızlanır. Bunun içinde uyanmasını bekliyorlar.’’ Rebekah yüzünü buruşturdu. Trent’e kesinlikle özür borçluydu. Aslında Trent'den özür dilemesi gereken asıl kişi Ares’di. Ama bunu asla yapmayacağını bildiği için kendisi özür dilemeliydi. Hem olanların en büyük sorumlusu kendisiydi. Eğer Trent’in odasına gitmeseydi bunlar olmayacaktı.

Genç kız oflayarak ağrıyan boynunu ovdu. Bütün bedeni sızlıyordu. Fazla garip ve yorucu bir gün olmuştu. Hava henüz aydınlıktı ama Rebekah uyumak istiyordu. Eğer uyursa ‘Suratsızı’ görebilirdi. Ona rüyalarına bir daha gelmeyeceğini bir sonraki görüşmelerinde yüz yüze olacaklarını söylemişti. Ama hala ortalarda yoktu. Güçlerine kavuştuktan sonra geleceğini söylemişti. ‘Acaba başına bir şey mi?’ geldi diye düşündü Rebekah kaşlarını çatarak. Belki Kirke ya da vampirler onu bulmuştu. Bu düşünceyle bütün bedenini endişe sardı. Hala çözemediği o kadar çok şey vardı ki… Hekate’yi hala araştırmamıştı. Amazon kadınlarına ve suratsıza yardımcı olan kişiyi bulmamıştı. Yarın ilk iş bunu bulacaktı. En büyük sorunlardan birisi de ‘Suratsızın’ onu amazon kadınlarına götürdüğü rüyaydı. O rüyada gözünü ısıran bir şey vardı ama neydi? Aynı şey Jordan ile dersleri içinde geçerliydi. Olimposluları anlattığı gün ona garip gelen bir şey vardı. Gerçek ortada bütün çıplaklığıyla duruyordu ama Rebekah’nın beyni donmuş gibi onları göremiyordu. Aynı anda o kadar fazla gerçekle yüzleşmişti ki artık beyni yorulmuştu ve gözünün önündeki gerçekleri göremiyordu. Ciğerlerine derin bir nefes çekip oflayarak bıraktı.

‘’Daha ne kadar oflayacaksın.’’ Jordan kendine çektiği dizlerine başını yaslamış sevimlice gülümsüyordu. Rebekah sıkıntıyla gülümsedi. ‘’Beynim patlama noktasında.’’ Jordan zıplayarak oturduğu yerden kalktı ve elini Rebekah’a uzattı.

‘’Hadi gel biraz dolaşalım. Biraz yürüyüş yapıp ısınırız. Sonra da yarış yaparız. Kafan dağılır.’’ Rebekah ne kadar yorgun olsa da buna itiraz etmedi. Normal –olabilecek en normal şekilde- bir şeyler yapmaya ihtiyacı vardı. Eğer burada biraz daha oturursa sürekli Ares’i düşünecekti. Kafasını ondan uzaklaştırmak için daha saçma şeylere kafa yoracak ve en sonunda delirecekti. Uzaylı hızıyla yarış yapmak en rahatlatıcı şeydi şuan için!

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin